Salı, Aralık 16, 2025
tr
Ana Sayfa Blog Sayfa 276

Trabzonspor Yönetim Kurulundan Ünlü Sanatçı Kazım Koyuncu’a vefa örneği

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Trabzonspor Yönetim Kurulu Ünlü Sanatçımız Kazım Koyuncu’yu onur üyesi yaptı. Yaşamını yitirmesine rağmen ünlü sanatçının Trabzonspor üyeliği dondurulmadı ve Trabzonspor yaşadıkça, Koyuncu’nun da yaşayacağı belirtildi. Trabzonspor Divan Yönetim Kurulu üyesi Cafer Hazaroğlu, Ünlü Sanatçımız Kazım Koyuncu’nun baba evine gitti ve annesi babası kardeşi ve ablasına Koyuncu’nun  onur kurulu üyeliği belgesini teslim etti.

 
                         
                          Trabzonspor Yönetim Kurulu Üyesi Cafer Hazaroğlu Ünlü
                        Sanatçı Kazım Koyuncu’nun evindeki Trabzonspor’a ait köşesinde
 
  Ünlü Sanatçı Kazım Koyuncu’nun evindeki Trabzonspor’a ait köşe ise Trabzonspor Yönetim Kurulu  tarafından daha anlamlı dizayn edilmesine karar verildi.Kazım Koyuncu’nun Sugören Köyündeki duygulu anların yaşandığı evinde Kazım Koyuncu’nun annesi Hüsniye, Babası Cavit, kardeşi Hüseyin Koyuncu ve kız kardeşi Canan Erdem Koyuncu Kazım Koyuncu’nun Trabzonspor Onur Kurulu üyelik belgesini teslim altı. Trabzonspor Divan Yönetim Kurulu üyesi Cafer Hazaroğlu “Kazım Koyuncu, yaşayan bir efsane, onun Trabzonsporluluğu da Trabzonspor’da hep yaşayacak. Defteri üye kaydı hiç silinmeyecek” dedi.

HSBC Bank Amasya Şubesinden “Kardeş Okul Projesine” destek

0

Haber: İlker ÇAKAN

  HSBC Bank Amasya Şubesi Amasya Valiliğinin başlatmış olduğu “Kardeş Okul Projesi” kapsamında kardeş okul ilan ettiği Amasya-Göynücek ilçesindeki Karaşar Köyü İlköğretim Okulu öğrencilerine yardımlarına devam ediyor. Şubat ayında öğrencilere bot ve mont dağıtan HSBC Bank bu kez 75 öğrenciye eğitim seti hediye etti. HSBC Bank Amasya Şube Müdürü Cemal İnce hediyeleri öğrencilere çalışanları ile birlikte tek tek dağıtıp öğrencileri sevindirdi.   Konuyla ilgili bir açıklama yapan HSBC Amasya Şube Müdürü Cemal İnce şunları söyledi;  

 
                                
                                  HSBC Bank Amasya Şubesinin yardım yaptığı
                            Göynücek  Karaşar Köyü İlköğretim Okulu öğrencileri
 
  “Anaokulu sınıfının yenilenmesi için tespitlerde de bulunan banka müdürü yer zemininin halı döşenmesi, boya badana, masa sandalye, oyun ve eğitim setleri gibi ihtiyaçlarının karşılanması için ayrıca yardımcı olacağız. HSBC Bankasının Türkiye genelinde 120’nin üzerinde kardeş okulu var. Amasya’da 2.bir kardeş okul daha kazanılması yönündeki girişimler sonucunda bu okul içinde yardımlarda bulunacağız. HSBC Bankasının bu tür yardımlar için HSBC Gönüllüleri Kulübü var. Bu Gönüllüler Kulübü Türkiye’nin dörtbir yanında çeşitli faaliyetlerde bulunarak sosyal sorumluluk alanında görev üstlendiklerini, bu tür projelerde yer almanın çalışanlar açısından ayrı bir hazının olduğunu, her birey veya kurumun eğitim, çevre, tasarruf konusunda duyarlı olmasının dünyamız için çok önem taşıdığını her platformda vurgulamaktadırlar.”

Çin-Türkiye Anlaşmasının başka yüzleri

0

  Ekim ayı başında Türkiye ve Çin arasında yapılan ticaret anlaşması gündemden düşmüş görünüyor ancak içeriği ve kamuoyuna sunumu ile stratejik ortaklık gibi ifadelerin kullanılması oldukça iddialıydı. Üzerinde fazla tartışılmayan yönü ise böyle bir ortaklığın içinde bulunduğu diğer ortaklıkların menfaatleri ile ciddi çelişkileri olmasıdır. Diğer bir deyişle Türkiye’nin bu hamlesi tartışılan eksenleri bakımından uyumlu bir hareket gibi görünmemektedir. Acaba bu iddialı anlaşmanın geri planında neler yatmaktadır.

  Kısaca hatırlarsak yapılan bu anlaşma gereği Türkiye ile Çin arasında ticaretin geliştirilmesi ve ticarette para birimi olarak ABD Doları yerine TL ve Yuan kullanılması öngörülüyordu. Bu anlaşmada masada olmayan ancak her iki taraftan da mesaj gönderilen üçüncü bir taraf olduğu aşikâr. Aralarındaki ticarette para birimi olarak artık kullanılmak istenmeyen Doların sahibi ABD. Anlaşmanın ticari değerinden çok ortaya çıkan siyasi anlamı dikkate değer.

  Türkiye açısından stratejik ortağı olduğunu iddia ettiği ABD ile onun ekonomik rekabette olduğu bir ülkeyle paraları göze sokarak bir anlaşma yapmak nasıl bir mesaj içerdiği bizim için halen ihtimallerden, bir spekülasyondan ibaret. Ancak, kuvvetle muhtemeldir ki bir müzakerenin pazarlık kozu olmaya aday bir konudur. Bu müzakere konusu kuzey Irak’tan İsrail’e, Ortadoğu’nun derinliklerine kadar uzanabilir. Dolayısıyla nerede duracağınızı bilirseniz başarılı bir hamle olarak değerlendirmek mümkündür. Kontrol edemezseniz çuvallamak ta olasıdır.

  Çin açısından ise bir prestij meselesi olarak görülebilir ve yapabileceklerinin bir uyarısı olarak değerlendirilebilir. Çin arzuladığı topraklarda zorlukla karşılaşmadan ilerleyebileceğini, yeni dengeler kurabileceğini göstermektedir. 

  Kısacası, bu varsayım altında varılan anlaşmanın Çin için pratik etkisi küçük ancak stratejik olarak önemli bir hamle olduğunu söylemek olasıdır. Türkiye açısından bunun daha kısa süreli ve bölgesel avantajlar sağlamaya yönelik olduğu izlenimi uyanmaktadır. Zira Türkiye’nin Çin içlerinde ekonomik üstünlük sağlama gibi bir politikası muhtemelen bulunmamaktadır ancak Çin’in Ortadoğu ve Afrika üzerinde uzun soluklu planları olduğu söylenegelmektedir.

  Anlaşmanın gizli tarafı ABD ise bu gelişme karşısında sessiz kalmış görünüyor. Bunun farklı anlamları olabilir. Birincisi mesajınızı aldım ve dikkate alacağımdır. İkincisi ise fırtına öncesi sessizlik olabilir ve belki de karşı hamle için hazırlıklarını yapmaktadır.  Ancak en belirgin bir konu vardır ki oda Doların ticarette geçerli ve baskın bir değer olarak kullanılmaya devam etmesi için gereken her şeyi yapacağının beklenmesidir. Saddam’ın petrolünü Dolar yerine Euro ile satmaya yeltenmiş olması acaba Irak işgalinin gizli bir sebebi olabilir mi?

  Saydığımız bu ihtimaller dışında tamamen farklı ve belki de en akla yatkın olanı ise bu anlaşmanın gizli tarafının karşıt cephede değil aslında anlaşmanın içinde hatta mimarı olmasıdır. Bunu ise söyle açıklayabiliriz: Çin Ortadoğu’da ekonomik olarak genişlemek isterken İran’ı kendisine yakın bulmuştur. İran’ın gelişmiş batı dünyasının hedefinde olmasının önemli bir sebebi olarak da bu durum sayılabilir. Ortadoğu dengelerini sarsacak Çin-İran ittifakına karşı Çin-Türkiye ortaklığı yakın dönemde daha kontrollü bir ekonomik ortamın gelişmesini sağlayacaktır. Bu açıdan bakıldığında Çin’in stratejik hedeflerine uzanmasının Türkiye filtresine takılmış olduğu ve bir bakıma amaçlarından taviz vermek zorunda kaldığı söylenebilir. Savaş tehdidi altındaki İran seçeneğine karşın Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya açılmak şimdilik Çin’in de işine gelmektedir. Bundan çıkarılacak bir başka sonuç ise Çin’den uzaklaşan İran’ın üzerinden belirli ölçüde baskının kalkmasının beklenmesidir.

  Yukarıda belirttiğimiz gibi yaptığımız değerlendirmeler tamamen ihtimallere dayanmaktadır. Ancak anlaşmanın siyasi içeriğinin ciddi mesajlar içermesi nedeniyle yakın dönemde gelişebilecek olaylarda doğrudan veya dolaylı etkilerinin olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.      

Ahmet Ayaz’ın “Bir Demet Şiir” kitabı üzerine

0

  1947’de Gaziantep-Oğuzeli’nin Yakacık Köyünde doğdu. İlköğrenimini Yakacık Köyünde, orta ve lise tahsilini Gaziantep’te tamamladı. Uzun süre Gaziantep Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü emrinde  şef olarak görev yaptı. 1995 tarihinde “Askerin Türküsü”  isimli şiiri Tuğ General. Zafer Özkan tarafından bestelettirilerek 10. Piyade Tugayı Marşı yapıldı. 1988 yılında Gaziantep Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünden emekliye ayrıldı.2007 Sabit İnce Jüri Özel Ödülü, aldı. “Doğduğum Günden Beri(Şiirler)”,

  Şair, araştırmacı yazar, gazeteci olarak dikkat çekti.  Bir süre Atatürkçü Düşünce Derneği, Gaziantep Gazeteciler Cemiyeti gibi daha birçok derneğin yönetim kurulu ve üyelik görevlerinde bulundu. Birçok dergide şiirleri yayınlanmış,  gazete ve dergilerin bir kısmında da “Kültür ve Sanat” sayfaları çıkartmıştır.

  “Doğduğum Günden Beri, Mayıs 2007″  adlı kitabının sunuş yazısında, Gaziantep Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı, sayın Abdullah Sabri Kocaman Ahmet Ayaz’dan için şöyle diyor:

  “Bir ülkenin türkülerini yapanlar yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.’  Büyük ozan  Pablo Neru’da.  Geleneğin, göreneğin, örf ve adetlerin, özgün yaşamın sonuçlarına bakarak… Her kuş kendi coğrafyasının  renklerini taşır kanatlarında…’ sözünde olduğu gibi,  sayın Ayaz’da  kendi coğrafyasının renklerini yansıttığı bu kitabıyla, önemli bir çalışmaya imza attı.” 

  Sanatçı Ahmet Ayaz,  şiir hakkındaki görüşlerini:  “Şiir, şairin iç dünyasını yansıtır. Biraz da zor iştir; fakat işçilik işi değildir. Kelimelerin yan yana dizilmesiyle meydana gelir; ama kelimeleri de şiirin ustaları dizer; çünkü kabiliyet gerekir. Kabiliyet ise şairlerin yaradılışlarında mevcuttur. Şiirde ölçü, uyak, olmasa da nesirden farklı bir yapıdır. Bir anlam bütünlüğü, bir ana fikir olmalıdır.

  Ne yazık ki, bugünlerde şiirin büyük çoğunluğu da siyasî mafyaların eline geçti. Türk şiiri kan kaybına uğradı; ama ne olursa olsun bir Necip Fazıl Kısakürek, bir Tevfik Fikret, asla inkar edilemezler. Günümüzün ustalarından Yavuz Bülent  Bakiler, Abdürrahim Karakoç, edebiyatımızda sönmeyen birer yıldızdırlar. Parlayıp duracaklardır.

  Eline kalemi alanların hepsi de şair olsaydı, Ahmet Haşim’in, Muallim Naci’nin isimleri çoktan unutulurdu. Yukarıda belirttiğim gibi tezekten kale yapmayın.  Bir yağmur sonucunda sel götürür her tarafı pis kokular sarar,  rezil olursunuz. Şiir konusunda şiirin ucundan kıyısından bir şeyler anlatmaya çalıştım.

  Bir de Usta kalemlerimiz ne demişler onlara bir göz atalım.” diyerek şiir hakkında düşüncelerini sıraladıktan sonra usta kalemlerin “Behçet Necatigil(Şiir Defteri), Suut Kemal Yetkin(Denemeler), Hasan Hüseyin(Yazko Edebiyat), Munis Faik Ozansoy(Hisar), Cahit Sıtkı Erdoğan(Ziya’ya Mektuplar), Orhan Veli Kanık(Varlık Dergisan(Mapushaneden Mektuplar), Necip Fazıl Kısakürek(Büyük Doğu), Ahmet Hamdi Tanpınar(Yaşadığım Gibi), Abdulhak Hamit(Makber), Nurullah Ataç(Günce), Yakiler(Bizim Ece), hakkındaki görüşlerini dile getirir.

  Ahmet Ayaz,(Kavgam Barış İçin) adlı kitabında da şiirle ilgili olarak şu görüşlerini sıralıyor: …Taş ve biriketlerin dizilişinden binalar, sözcüklerin dizilişinden ise şiirler meydana gelir; ama her ikisi de usta ister. Şiirin hası, okuyucunun beyninde iz bırakır. Gerisi baş ağrısıdır.”

  Şiir için söylenecek çok şey vardır. Şiir için söylenecekler asla yeterli de olmayacaktır. Şiir yazmak hem kolaydır hem de çok çok zordur. Bir Fransız yazar: “Yirmi bin yıl sonra okunmayacağımı bilseydim, elime kalemi almazdım.” diyor. Yahya Kemal: “Bir şiiri yazdığımda kelimeler oturmamış ise bu şiiri çoğu kez uzun yıllar askıya alırım, bekletirim. O şiire bir kelimeyi yerleştirmek için yıllarca beklerim, bulduğum kelime uymazsa yine beklerim. Böylece bir şiiri, bazen on yıl, on beş yıl beklettiğim olmuştur.” demektedir.  Ahmet Ayaz’ın düşünceleri de bundan farklı değil.

  Doğrusunu söylemek gerekirse şiir, bir mermer ustasının mermere, bir hattatın yazıya, bir kuyumcunun altına, zümrüte sanatını, zekası, hayâllerini kazıması kadar zor bir iş şiir. Sabır, zaman, azim ve çalışma ister.

  Şiir, okunduğu esnada insanı duygulandıran, düşündüren, düşünürken güldüren, bir şeyler veren ve yığınların yüreklerini o şey uğrunda titretendir. 

  Şiir, bazen dağda Köroğlu, Dadaloğlu, bazen bir tekkede Yunus, Hacıbektaş  bazen yumruklarımızı sıkıp sessiz sessiz gözyaşı döktürten bazan da elimizi kulağımıza attırıp hüngür hüngür ağlatan büyülü bir şeydir. Yoksa, şiir şiir olmaktan çıkıp nesir olur. Halbuki, şiiri nesirden ayıran en önemli fark, söylenmek istenen bir çok maksadı, kısa ve öz olarak, kolay ve etkileyici bir şekilde, bir veya birkaç mısrada anlatabilmiş olmasıdır.  

Ahmet Ayaz ve “Bir Demet Şiir” seçkisi:

  “Bir Demet Şiir”, küçük bir ansiklopedi diyebileceğimiz bir kitap.  Toplam 252 sayfadan ibaret; ama taşıdığı değer açısından ölçüldüğünde iki yüz elli iki kilo altın değerinde… Toplam olarak kırk dokuz sanatçının kısaca tanıtıldığı nefis bir baskı, kapak ve dizan ile birleştirilmiş nadide eser.Tek kusur ciltlenmesinde. Elinize aldığınızda uzun soluklu açıp kapamalar sonucu ciltleri dağılıyor. Bu eserde bir çok değerli şairin hayatı değer buluyor:

  Sanatçı bu eserinde ele aldığı sanatçıların kısa hayat hikâyeleri ve eserlerinden sonra şairlerin şiirlerinden seçilmiş örnekleri sergiliyor. Sayın Ayaz’ı bu verimli çalışmalarından dolayı kutluyoruz. Daha nice güzel çalışmalara bu çalışmaların örnek teşkil ederek emeğin, alın terinin, gayretin ve de maharetin gören gözler tarafından iltifata tabi olması dileklerimizle başarılarının devamını diliyoruz.

On Kasım’lar ve Atatürk

0

  Cumhuriyetimizin kurucusu, Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı Büyük Önderimiz

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 72. yıldönümü. Aramızdan ayrılışının diyorum çünkü bıraktıkları ve yaptıkları eserlerle tarihe iz bırakanlar bedenleri aramızdan ayrılıp gitse bile eserleri yeryüzünde yaşadığı müddetçe aramızda yaşamaya devam ederler. Atatürk’ün en büyük eserim dediği, Türkiye Cumhuriyeti yeryüzünde ilelebet kalacak ve Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte Atatürk adı da sonsuza kadar yaşayacaktır.

  Tarihe iz bırakan liderlere, yazarlara, önemli kişilere baktığımızda hep bir yönleri ile ön plana çıktıklarını görürüz. Ya devlet adamı, ya asker, ya yazar, ya sanatçı. Aynı çağda yaşayan, gerek kendi milletleri, gerekse dünya için endişe ve korku kaynağı olan bazı liderler, bu gün ya unutulmuş ya da kötü miraslarıyla anılır olmuştur. Atatürk ise, sevgi ve saygı uyandırarak Türk milletini çağ ile tanıştırmaya gayret edip varlığını teminat altına almaya yöneltmiştir.
 İşte Atatürk’ümüzü tarihteki diğere liderlerden ayıran en önemli özellik çok yönlü olmasıdır. Atatürk savaş meydanlarında büyük bir komutan ayrıca ileri görüşlü devlet adamı ve başöğretmendi.  Türk milletini; çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmak için her alanda emsali görülmemiş bir mücadele vermiştir

  Milletimiz onun önderliğinde Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşında olağanüstü bir mücadele vermişti. 1919 tarihinde Samsun’a çıkarak başlattığı Türk’ün ölüm kalım savaşı adı verilen özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini ulusumuz onun sayesinde kazanmıştı. O büyük bir askerdi. Kurtuluş savaşı bu milletin onur mücadelesiydi. Düşman güçlerine karşı Atatürk’ün o dönemde verdiği ve Türk milletinin zaferleri ile biten kurtuluş mücadelesi aynı zamanda emperyalist devletlerin işgali altında ki diğer uluslara da örnek olmuştur.

  Kurtuluş savaşından sonra gerçekleştirdiği inkılâplarla yalnızca savaş meydanlarında büyük komutan değil aynı zamanda ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu tüm dünya ya gösterdi. Siyasal, hukuksal ve birçok alanda gerçekleştirdiği inkılâplarla yeni kurulan Türk Devletinin yönün batı olduğunu işaret etmişti. Yalnızca kadınlara verilen haklar bile Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün bir göstergesidir. Ülkemizde, Atatürk sayesinde 1934 yılında kadınlarımız seçme ve seçilme hakkını elde etmişlerdir.

  Atatürk başöğretmendi. Kendi eliyle Geometri adlı bir kitap yazmıştır. Eser ilk kez 1937 yılında Geometri öğretenlere, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca yayınlanmıştır. Bu 44 sayfalık kitapta; boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarp, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayım, gerekçe gibi terimler Atatürk tarafından türetilmiştir. Eserdeki tanımların tümünü Atatürk yazmıştır.

  Tarihimizde böylesine büyük bir lidere sahip olduğumuz için ne kadar övünsek azdır. Atatürk, “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir.  Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeter” sözleriyle kendisini anlamanız için ilke ve devrimlerini, düşüncelerini anlamak gerektiğinin altını çizmiştir.  Önemli olan onun eserlerine sahip çıkabilmektir. En büyük eserim dediği Cumhuriyete ve onun kazanımlarına sahip çıkabilmek önemlidir. Özde, sözde değil eylemde Atatürkçü olmak önemlidir. Kimse kimsenin özünü bilmez, sözde uçar, asl olan eylemlerdir. Atatürk’ün en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyetinin gelişmesi için neler yaptın? Demokrasinin gelişimi için neler yaptın?  Hangi projelere imza attın? Vatandaş olarak yaptığın işin en iyisini yapıyorsan, işte Atatürkçü sensin! Ölçüt budur. Vatan sevgisinin de, milliyetçiliğinde ölçütü budur!

  Sadece 10 Kasımlar değil her gün, hayatın her alanında O’nun düşüncelerini kendimize önder, rehber edinmeli ve ilkelerini tatbik etmeye çalışmalıyız. Atatürk, ülkemizin bilime, barışa dönük aydınlık yüzüdür. Her 10 Kasım’da Halim Yağcıoğlu’ nun aşağıdaki şiiri aklıma gelir ve hep bizi tarif ettiğini düşünürüm.

 

Atatürk’ten Son Mektup

 
Siz beni halâ anlayamadınız.
Ve anlamayacaksınız çağlarca da…
Hep tutturmuş “Yıl 1919, Mayıs’ın 19’u” diyorsunuz.
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
Mustafa Kemâl’i anlamak bu değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Bırakın o altın yaprağı artık,
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin ?
Mustafa Kemâl’i anlamak yerinde saymak değil.
Mustafa Kemâl’in ülküsü, sadece söz değil.

Bana, muştular getirin bir daha,
Uygar uluslara eşit, yeni buluşlardan..
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı ?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı ?
Mustafa Kemâl’i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Halâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
Halâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın!
Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların..
Mustafa Kemâl’i anlamak göz boyamak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil..

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız ;
Laboratuarlarda sabahlayın, kahvelerde değil.
Bilim ağartsın saçlarınızı.. Kitaplar..
Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar…
Mustafa Kemâl’i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü..
Görüyorum ki, halâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş,
Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?
Mustafa Kemâl’i anlamak itişmek değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.



Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla.
Bilime, sanata, varılmaz rezil dalkavuklarla.
Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister,
Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter !
Mustafa Kemâl’i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil…
                                                
Halim Yağcıoğlu

Yeni Amasyasporu kim destekleyecek?

0

  Türk milleti olarak spora önem veren bir kültüre sahibiz.  Spor kültürü yaşamımızda önemli bir yer tutar. Spor yapan insanlar dinç bir yapıya sahiptir. Spor sayesinde insanlar bir araya gelirler ve spor olarak ortak payda da buluşurlar. Bu nedenle mahalli idarelerin spor aktivitelerini desteklemeleri gerekir. Kısaca yerel yönetimlerin mahalli spor kulüplerini özellikle de yörelerini temsil eden spor kulüplerini desteklemelerinin yararlı olacağı düşüncesindeyim.

  Geleceğimizin teminatı olan gençlerin spor kulüplerine yardımcı ve destek olmak gençliğe yapılan bence en büyük yatırımların bir parçasıdır. Sporun bir yörenin tanıtımında da önemli yer tutar. Böylece dalında başarılı spor kulüpleri ve o yörenin sporcuları, dolaylı olarak o yörenin turizm yönünden tanıtımına katkı yaparlar.  O yörede yapılan büyük maçlar o yöre esnafına belirli sürelerde de olsa ekonomik yönden katkı yaparlar.

  Şimdiye kadar spora katkı yapmanın önemine geldikten sonra, futbolda Amasya’yı  temsil eden Yeni Amasyaspor üzerinde durmak istiyorum. Yaklaşık 7-8 yıl önce faaliyette bulunan Amasyaspor sayesinde  Amasya  12 Haziran stadyumunda bir hareketlilik vardı.Haftada  bir günde olsa ortak duygular çerçevesinde insanlar bir araya gelir, Amasya’ya bir canlılık katarlardı. Daha sonra ise o dönemlerdeki Amasyaspor yönetimleri mevcut kulübü ekonomik nedenlerden ve bilinmeyen bazı denklemlerden dolayı Amasyaspor kulübü faaliyetine ara verdi ve o dönemdeki Amasyaspor futbolcuları kulüp kapandıktan sonra çeşitli spor kulüplerine gittiler.

  Böylece o dönemden itibaren Amasyaspor tarihe karışmış oldu. Bir yıl önce Amasya Üniversitesi Rektörlüğü Amasya sporu canlandırmak adına Yeni Amasyaspor adında gençlerden oluşan bir futbol takımı kurdu. Bu futbol takımı amatör kümede yaptığı maçlarda birçok başarıya imza attı. Bu başarıda Amasya Üniversitesi Rektörlüğünün başarısı önemlidir. Amasya Üniversitesi Rektörlüğünü spora yaptıkları katkılardan dolayı tebrik etmek gerekir. Gençlerden oluşan Yeni Amasya Spor futbol takımı yerel yönetimlerin gerekli ekonomik katkı yapmamalarından dolayı onlarda faaliyetlerini bir yıl ancak sürdürebildiler.

  Yine amatör kümede kulüpler arası maçlar yapılmaya başlandı. Gençlerden oluşan Yeni Amasyaspor futbol takımı yeterli araç bulamadığı için örneğin takım halinde Sivas’a maça gidemediler. Futbolcular Sivas’a maça kendi harçlıklarından ayırarak o maça gittiler. Gençler kulüpleri para veremediği için maçta kullandıkları spor ayakkabılarını kendileri aldılar. 

  Daha önce maçlarda galibiyet kazanan grup şampiyonu olmaya ramak kalan Yeni Amasyaspor futbol takımı bugünkü maçlarda farklı skorlarla yenilmeye başlandı. Demek ki sporun diğer dallarında olduğu gibi futbolda da başarıda moral ve motivasyon önemlidir. Çünkü futbolcu maça gidecek para bulmaya mı uğraşsın, yoksa maçı kazanmayı mı düşünsün. Siz ilinizi futbolda temsil eden gençlere Amasya yerel yönetimleri olarak gerekli maddi ve manevi desteği veremezseniz, onlardan da gereken başarıyı yakalama şansı bekleyemezsiniz.

  Bu durum Amasya yerel yönetimlerinin gençlerden oluşan Yeni Amasyaspor futbol takımına gereken önemi vermediklerini göstermektedir. Bu durum sporda gençlere verilen değerde eksi bir puandır. Gençlerden oluşan  ve geçmişte maçlarında başarılı olan Yeni Amasyaspor futbol takımına Amasya yerel yönetimlerinin gereken maddi ve manevi desteği vermesi dileğiyle.

Mesudiye Kaymakamı Rıza Gençoğlu’nun Köydes projelerindeki rekor çalışması

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Ordu iline bağlı Mesudiye ilçesi, Ordu’nun deniz sahilinden en uzak ilçelerinden birisidir. Ordu-Mesudiye arasında ulaşım; toplu taşıma araçlarıyla yaklaşık 3 saat, binek araçlarıyla ise 2 saat 15 dakika sürmektedir. Mesudiye ilçesinin turizm yönünden geleceği parlaktır. İlçe merkezinden geçecek olan ve yapımı devam eden, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan Dereyolu’nun faaliyete geçmesiyle birlikte Mesudiye özellikle turizm yönünden hızlı bir gelişme sürecine girecektir. Mesudiye Kaymakamı Rıza Gençoğlu görevine bağlı ve çalışkan kaymakamlarımızdan birisidir. Mesudiye Kaymakamlığından edinilen bilgilere göre Mesudiye ilçesinde 2009-2010 yılında gerçekleştirilen Köydes projesi çalışmaları şunlardır;

2009 yol sektörü

  2009 yılında ilçeye  gelen ve 2008 yılından devreden ile birlikte toplamda  1.083.702,00 TL ödenek tespit olunmuştur, bu ödenek ile ;

  Beyağaç Köy Yolu Sanat Yapıları  18.000,00 TL, Beyağaç Köy Yolu 4,5 km stabilize  82.000,00 TL,Beyağaç-Zile-Çambaşı 9.5 km ve Sanat Yapıları  138.000,00 TL, Beyseki Köy Yoluna 5 Adet Sanat Yapısı  19.000,00 TL, Kale – Beyseki Grup Yolu 7 km Stabilize Kaplama  121.000,00 TL, Kale – Beyseki Grup Yolu ek Sanat Yapıları  19.500,00 TL,Yardere Köy Yoluna 1 Adet Menfez, 1 adet 18m Duvar Sanat Yapısı  15.000,00 TL ,Çukuralan Köy Yoluna 104m İstinat Duvarı 40,000,00 TL, Hamzalı- Güzelce Grup Yolu 3 adet kutu menfez 23.000,00 TL, Darıcabaşı  Köy Yolu 3 Adet Kutu Menfez 23.000,00 TL,Karacaören Grup Yoluna 1 Adet Büz Menfez 1.500,00 TL, Yeşilçit-Musalı Grup Yoluna 1 Adet Kutu Menfez  5.500,00 TL, Güzle-Sarayderesi-Bekiş-Yardere-Hamzalı-Güneyce -Ambardüzü  Yollarına Büz Menfezler 29.000,00 TL   Arpaalan Köy Yolu Sanat Yapıları,  17.000,00 TL Karacaören Köy Yolu Yol Genişletmesi ,  18.500,00 TL  projelerin ihaleleri yapılarak 2010 yılı Nisan ayına kadar ertelenmiş ve Haziran ayında bitirilmiştir. Toplamda 15 proje tamamlanmıştır,

2009 yılı su işleri

  Güzelce Köyü içme suyu tesis geliştirme 19.000,00 TL.,Yağmurlar Köyü İçme Suyu  34.000,00 TL.,Türkköyü Sıcaklı Mah. İçme Suyu projeleri  28.000,00 TL olmak üzere toplamda 3 proje tamamlanmış, Abdili Köyü Merkez Mah. İçmesuyu Projesi  100.000,00 TL  havanın fen noktasından çalışmaya uygun olmadığı için 2010 yılı Nisan ayına kadar ertelenmiş ve Haziran ayında ihalesi yapılarak bitirilmiştir.

2010 yol sektörü

  2010 yılında ilçeye  gelen ve 2009 yılından devreden ile birlikte toplamda  1.440.000,00 TL olan ödenek,  Ek Ağustos ayı ödeneği ile toplamda 2.575.000,00 TL’ye ulaşmıştır.

2010 ilk ödeneği ile yapılan işler: Mirahor-Kale ‘ de 1 adet menfez,80 m. istinat duvarı, ,Esatlı’da 250 m. beton yol,  Dursunlu’da 100 m. beton yol, 2 adet menfez,

Yeveli’de 200 m. beton yol, Konacık’ta 200 m. beton yol, 1 adet menfez,

Celal’de 100 m. beton yol, 1 adet menfez, Darıcabaşı’nda 6 adet menfez, Musalı’da 50 m. istinat duvarı, Hergözü’nde 100 m. istinat duvarı, Bayırköy’de 1 adet menfez.

2010 yılı ek Ağustos ödeneği ile yapılan işler:

  Yeveli 200 m. beton yol, 1 Kutu menfez, Konacık 100 m. beton yol, Yağmurlar 100 m. beton yol, Celal 100 m. beton yol, Ç.Sarıca 150 m. beton yol, Pınarlı 300 m. beton yol, Türkköyü 300 m. beton yol, Çerçi 200 m. beton yol, Güneyce 150 m. beton yol, Yuvalı 100 m. beton yol, Göçbeyi 100 m. beton yol, Çardaklı 1 kutu menfez. Köykent Yolu 120m3 Taşduvar,

Çerçi-Kale-Beyseki Grup, Balıklı-Keyfalan Grup yolu 5km 1.kat asfalt.

Su işlerinde 2010 yılında programa alınan köyler;

  Hamzalı – Su getirme, Çukuralan – Su getirme, Aşıklı – Depo, Bekiş/Kale – Depo,

Doğançam – Depo. Ç.Sarıca – Depo (Bitti)Y.Gökçe – Depo, Şebeke.

Mesudiye Kilisesi

  Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından çıkarılan ödenek ile 289.000,00 TL bedelle ihale edilen Mesudiye Kilisesi yapım -onarım işi, Aralık ayı başında bitirilmesi beklenirken, şu anda % 99 oranda tamamlanmış  durumdadır. 

Ordu Ticaret Borsası Başkanı Necdet Gürsoy: “Fındığın sistemi kurulmadı”

0

Haber-Röportaj: İlker ÇAKAN

  Fındık; özellikle Karadeniz Bölgesinde Ordu, Giresun, Trabzon yöresinde halkın temel geçim kaynağı olup, aynı zamanda en önemli tarım ihracat ürünlerinden birisidir. Fındığın sorunları ve çözüm yolları konusunda uzman görüşleriyle tanınan İşadamı ve Ordu Ticaret Borsası Başkanı Necdet Gürsoy, fındık üretimi konulu yaptığım röportajda şunları söyledi;

Lisanslı depoculuğun kurulması

  “Fındık, geçmiş yıllardaki hiçbir sorununu halletmeden 2010 yılı sezonuna girdi. Sorunu çözülmeyen fındığın geleceğinde bana göre soru işaretleri vardır. Bu soru işaretleri nedir? Fındığın sistemi kurulmadı Bu sitsem içerisinde mutlaka üç önemli sorun gözüküyor. Fındığın sisteme kavuşması için üç önemli ayak vardır. Birinci ayak lisanslı depoculuğun kurulmasıdır. Bu durum artık hükümetin gündemine girmiştir. Bunu kısa zamanda yapma zorunluluğunu herkes görmüştür. İkinci ayak ürün borsasının kurulmasıdır. Bunun kurulması için Türkiye’nin değişik bölgelerinde lisanslı depoculuğun kurulması şart görünüyor. Bundan sonra fındığın son çözümü ise vadeli işlem borsasının kurulmasıdır. Şu andaki şekil ise serbest piyasa koşullarında fındığın bir sistem olmadan gelişigüzel birkaç tane alıcı ile beraber fındığın fiyatının oluşmasından kaynaklanıyor. Bu tabi ki bir sistem değildir. Bu sistemde şöyle söylemek gerekirse fındık şahısların değil, bir borsanın içerisinde bir fiyat oluşturulması gerekir. Bu yıl fındık fiyatı 3,6 TL. ile başladı ve aynı fiyatlarda seyir ediyor. Bunun en büyük etkeni rekoltenin 600.000 tondan aşağı olmamasıdır.

2011 fındık yılından sonra 150 TL. dediğimiz

desteklemenin kalkması geliyor

  Dünyadaki gelişmeler ve devam eden durgunluğun bazı ülkelerde ekonomik olarak atlatılmamasıdır. Onların bol fındık almaları veyahut stok yapmaları gündemden kalktığı için fındık günlük ihtiyaçlarda karşılanıyor. Bu bakımdan fındık zikzak çizeceğe benzemiyor. 2010 yılında fındıkla ilgili değerlendirmeye baktığımız zaman en önemli olayın 2011 fındık yılından sonra 150 TL. dediğimiz desteklemenin kalkması geliyor. Bu süreç içerisinde fındığın mutlaka şekillenmesi gerekiyor. Çünkü 150 TL. desteğin kaldırılması demek, fındığın tamamen serbest koşullara bırakılması demektir. Bu üç yıllık süreç içerisinde fındıkta sistemin kurulması ile ilgili adımlarında atılması gerekiyor. Son iki yıl içerisinde gerekli adımlar atılmazsa, sorunlarla karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır. 2011 yılı sonunda 150 TL’lik destekten sonra, gizli destek görmesi için veya serbest piyasa koşullarında alternatifsiz, rakipsiz olmaması için mücadele edilecek bir ortamın oluşması için üretici ayağının desteklenmesinin şart olduğu görünüyor.

Türkiye’deki tarım ürünlerine baktığımız zaman

hiçbirisinin ne sistemi, ne politikası vardır

  Serbest piyasa koşullarında alan ve satan arasında bir dengesizlik olursa hangi taraf daha güçlü ise fiyat o tarafın lehine kuruluyor. Fındık üreticisinin fındık fiyatını beğenmediği yerde, fındığı serbest piyasaya getirmemesi konusunda bir direnç oluşturacak güce eriştirilmesi şarttır. Açıklanan serbest fındık piyasasına baktığımız zaman yıl sonuna geldiğimiz halde bir artış olmadı. Buna rağmen bu yıl fındık fiyatında en az düşme olmadığı gibi artış da olmadı. Bu fiyatın yılbaşına kadar devam edeceği görülüyor. Bununla ilgili olarak 2011 yılında ne yapmamız gerekir? diye düşündüğümüzde mutlaka artık lisanslı depoculuğu kurmamız gerekiyor. Fındık sorunun çözümü için bununla ilgili sistemin kurulması gerekir. Türkiye’deki tarım ürünlerine baktığımız zaman hiçbirisinin ne sistemi, ne politikası vardır. Bana göre hepsinin bir sistemi olması gerekir.

Fındığın bir sisteme kavuşması şarttır

  Bu nedenle artık fındığında bir sisteme kavuşması şarttır. Bunları söylemek, yazmak ve çizmek artık bana göre bir netice değildir. Bunun icraatını yapmak şarttır. Dolayısıyla lisanslı depoculukta bunun ilk ayağıdır. 2011 yılında üreticiler en azından fındığını satmadığında veya fiyatı beğenmediğinde fındığını geçici olarak bir yere teslim edebilecek, bekletebilecek depolara kavuşması gerekiyor. Bunun da lisanslı depoculuk altında yapılması gerekiyor. Bunlar en önemli konulardır. Bölgeler arasına baktığımız zaman değerlendirilmesi gereken ikinci bir husus vardır. Bölgeler arasında bir fiyat ayrımcılığı doğuyor. Doğu Karadeniz Bölgesinde bir hektara 150 kg fındık düşüyorsa, Düzce ve Sakarya ovalarında ise bir hektara 250 kg düşüyor. Bafra’da da bir hektara düşen fındığın 300 kg’a çıktığını görüyoruz. Bu nedenle bu verimlilik üreticiler arasında fiyat bakımından bir dengesizlik oluşturuyor. Bafra’da bir insan bir dönümden 300 kg. fındık alıyorsa, Ordu’da 100 kg alıyorsa, o insan yarın fındığını 3 liraya satsa dahi bir dönümden 900 TL gelir elde etmiş oluyor. Burada üreticinin 3TL. maliyeti olmuş oluyor. Buda maliyeti kurtarmıyor. Fındığın bakanlığın bünyesinde geniş bir şekilde ele alınması gerekir.

Gürcü ve Azeri fındığının ileride Türk fındığına rakip olacağından,

rakipsiz bir yolda devam etmesi için strateji geliştirmek gerekir

  Türkiye’de iç tüketim 100 milyon kilogramı bulmuyor. Üretilen 400 milyon kilogramı ise yurt dışına satılıyor. Fındığın iç piyasada yeni yeni pazarları oluşuyor. İnsanların alım gücü açısından fındık hala pahalı bir ürün olarak görülmektedir. Bu nedenle fındık iç piyasada az tüketiliyor. Dış piyasada yeni pazarlar bulmamız gerekiyor. Bazı ülkeler artık fındık yetiştirmeye başladı. Gürcü ve Azeri fındığının ileride Türk fındığına rakip olacağını belirtmiştik. Bu ülkelerde yetiştirilen fındıklar 5-10 yıl içerisinde Türk fındığını rahatsız edecektir. Bunun içinde dış ülkelerde yetişen fındıklar karşısında daha cazip hale getirip, rakipsiz bir yolda devam etmesi için strateji geliştirmek gerekir. Aksi takdirde bunlar üretilmezse, fındık rakipli Azeri ve Gürcü fındığı ile dış piyasada rekabet koşullarlında bana göre zorlanacaktır.”

İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı devlet terörü

0

  Gazze’de abluka altında tutulan ve zor şartlar içinde bulunan insanlara yardım götürmeyi amaçlayan gönüllülerin silahlı korsanların saldırısı karşısında gösterdikleri misyonlarını devam ettirme kararlığı ve canları pahasına emanetlerine sahip çıkma cesareti her türlü takdirin üstündedir. Ayrıca olayın önemli siyasi, hukuki, ekonomik ve askeri sonuçlar doğurma potansiyeli yanında bu gönüllülerin silahlı korsanlara karşı dik duruşları dünya kamuoylarında da şaşkınlık ve saygı uyandırdığı kaçınılmaz.         

  Filistin-İsrail sorunu,  21.yüzyılda da dünya siyasal gündeminin ilk sıralarında yerini korumaktadır. Filistin ya da İsrail olarak adlandırdığımız yer aslında Akdeniz‘in doğu kıyısında bulunan küçük bir toprak parçasıdır. Filistin dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olup tarih boyunca pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. 
  Günümüzde örtülü ve asimetrik bir savaş yöntemi olarak kullanılan terörizm, gelişen teknoloji ile birlikte yıkıcı etkisini gittikçe arttıran küresel bir tehdit haline gelmiştir. Terörist eylemler, uluslar arası hukukta tanımlanan suçlar olmakla birlikte, gerek işlenişinde duyulan saik, gerek işleniş tarzı itibariyle “terör suçu” olarak nitelendirilirler.  Uluslar arası kanununda suç olarak tanımlanan bu fiillerin bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi ile, devletin ana yapısını, bu yapının dayandığı temel prensipleri değiştirmek veya yıkmak, toplumda korku ve panik yaratmak amacının güdülmüş olması durumunda, bu suç bir “terör suçu” niteliğini kazanmaktadır.

  İsrail’in işgalci kuşatma yüzünden, Gazze’de yaşanan insanlık dramına dünya devletleri suskun. İsrail’in işgal güçleri, Filistin halkına karşı kaçırma, tutuklama, kuşatma ve ambargo, Gazze halkını toplu cezalandırma, Batı Yaka’da da utanç duvarı yaparak Filistin halkına baskı ve Kudüs şehrini Yahudileştirme uygulamalarını sürdürüyor. Gazze’deki insanlık dramı tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiştir.  İkinci Dünya savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın Yahudilere soykırım uygulamaya girişmeye başlamasıyla Filistin’e büyük bir Yahudi göçü başladı. 14 Mayıs 1948’de BM paylaşım planı uyarınca David Ben-Gurion tarafından İsrail devleti’nin kuruluşu ilan edilmiştir. İsrail kuruluşundan bu yana çevresindeki Arap ülkeleri ve Filistin topraklarını işgal etmeye başladı.

  Bugün de bu gerginlikler sürmektedir. Bir taraftan Filistin topraklarını işgal ederken, bir yandan da orantısız güç kullanarak yaşlı, genç, çocuk, kadın demeden insanları öldürüyor. 19 Haziran’da Mısır’ın arabuluculuğuyla 6 aylık ateşkes ilan edildi. 24 Haziran’da İsrail bir İslami Cihad komutanını öldürdü.  Ateşkes bozulduktan sonra İsrail karadan, havadan, denizden Gazze’ye saldırdı. İsrail’in Gazze’de başlattığı saldırı sonucunda hayatını kaybedenlerin sayısı 1000’i, yaralıların sayısı 4 bini aştı. İsrail sivil yerleşim yerlerini, hastaneleri, camileri, okulları vuruyor. Filistin’de Kızılay’ın hastanesi vuruldu, BM Mülteciler sığınma binası vuruldu, medya mensuplarının bulunduğu bina vuruldu.

  İsrailli korsanlar (zira tek tip bir üniforma giymelerine rağmen yaptıklarıyla bilinen askere pek benzemiyorlar) hükümetlerinin talimatı ile Türk vatandaşlarının çoğunlukta olduğu sivil yardım filosuna uluslararası sularda baskın düzenleyerek Türk vatandaşlarının ölmesine ve yaralanmasına sebep olarak sonunda baltayı taşa vurmuş oldu. Kasım 2009’da yine uluslararası sularda (Kıbrıs açıklarında) İsrail’e bağlı silahlı unsurlar Frankop isimli bir gemiye baskın düzenlemiş ve gemide İran’dan Hizbullah’a götürüldüğünü iddia ettiği silahlar bulduğunu açıklamıştı. O zaman bu hukuk dışı olan ama İsrail açısından sonuç alıcı operasyon ciddi biçimde eleştirilmemişti. Ancak şimdi konjonktür tamamen farklı. Sivil inisiyatif olarak başlayan Gazze’ye yardım hareketinin uluslar arası hukuk kuralları ihlal edilerek kanlı bir baskınla şimdilik durdurulması konuyu devletlerarası, uluslararası bir konuma taşımış oldu. Türkiye’de doğru bir biçimde konuyu İsrail’le kendi meselesi olarak değil tüm uluslararası sistemin İsrail’le olan meselesi biçiminde ele alarak Birleşmiş Milletlerin (BM) desteğini arkasına almış durumda. Ancak ölen ve yaralanan gönüllülerin çoğunluluğunun Türk vatandaşı olması meselenin asıl sahibinin ve takipçisinin Türkiye olduğunu, bundan sonraki gelişmelerin Türk hükümetinin girişimleri ile şekilleneceğini gösteriyor. Yani uluslararası sistemin konu hakkındaki karar ve yaptırımlarını Türkiye’nin kararlı talepleri ve bu konudaki ısrarı belirleyecektir. Avrupa Birliğinin de Ortadoğu’da nüfuz ve sempati kazanma gayretleri içinde olması Türkiye ile paralel bir politika yürüteceğinin işaretlerini göstermektedir. ABD de ise egemen güçlerin çatışması ve sonucunda muhtemelen Obama’nın iktidarını daha da güçlendireceği ve İsrail’e karşı bir harekete girmese bile buna engel olmayacağı beklenmelidir. Özetle şu an inisiyatif Türk hükümetinin eline geçmiştir ve atılacak adımlar sadece Gazze ile kısıtlı değil tüm Ortadoğu’yu şekillendirebilecek mahiyette olabilir.

  BM tarafından oluşturulması planlanan bağımsız araştırma komisyonunun etkinliği İsrail’in iç dengelerinde önemli değişikliklere sebep olabilir, sorumlular yargılanıp cezalandırılabilir. Yaşanan bu olaydan sonra İsrail’in fütursuz hukuk dışı operasyonları büyük ihtimalle artık sınırlanmış, belki de sonlanmış olabilir. Bu doğrultuda İsrail’in saldırgan tutumunun zirve noktasında bulunduğu, artık bu tür faaliyetlerinin ciddi biçimde azalacağı beklenmelidir. Hatta saldırgan politikalar yürüten güçlerin İsrail yönetiminden uzaklaştırılması gerçekleşebilir. Ancak bundan önce İsrail’in komsuları ile barış ortamı ve özellikle sınır anlaşmazlıklarının giderilmesi sağlayacak gelişmeler yaşanabilir.

  Yaşanan olayda olduğu gibi bundan sonra sivil inisiyatiflerin, özellikle Türk vatandaşlarının içinde olduğu hareketlerin güvenliklerinin sağlanmadan Doğu Akdeniz’de yürütülmesi beklenmemelidir. Zira Doğu Akdeniz’in uluslararası sularının güvenli olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu bölgede uluslararası suların güvenliği BM UNIFIL Deniz Gücü’nün benzerinin bu ihtilaflı sularda da oluşturulması ile sağlanabilir.

  Özetle inisiyatif büyük ölçüde Türkiye’nin elindedir. Sayılan bu gelişmelerin bir kısmının veya daha fazlasının gerçekleşmesi Türkiye’nin bu süreç sonrasından ne beklediğine ve bu maksatla ne kadar kararlı girişimlerde bulunacağına bağlıdır. Görünen ipuçları bölgede değişmez sanılan güvensizlik ortamından bir değişim sürecine doğru gidildiği, tüm tarafların kabul edebileceği barış ortamının oluşabileceğini gösteriyor olabilir.

 

Ah Hüseyin.. Vah Hüseyin..

0

  Hüseyin Seyrek…

  On üç yaşındaydı Hüseyin…

  Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde kalabalık bir ailenin en küçük çocuğuydu Hüseyin…

  Bu yazıya konu olmasına sebep ise başı mor yazmalı kadınların hastane kapısında Kürtçe olarak yaktıkları ağıtlardı… Ağıtlarda neler denildiğini anlayamıyorum ama “Ah Hüseyin, Vah Hüseyin” kısımları, acının ortak dili olsa gerek…

  Evet… Hiç kimseler fark etmedi Hüseyin’i… Yoksul bir ailenin çocuğuydu, yoksulluklarını da çocukluğunu da kimseler fark etmedi…

  “Çocuk İşçiliğine Hayır!” diyen lakırtılara, projelere aldırmayın siz, Hüseyin’in çöplükten topladıklarını satarak ailesine destek olmaya çalıştığını kimseler fark etmedi… Hey şey gözümüzün önünde oluyordu ama biz fark etmiyorduk, önemsemiyorduk… Öyle ya, hayat dediğin şey zordur zaten…”Hayat, sarp, dolambaçlı ve dikenli bir yoldur” öyle der ya, çok bilenlerimiz…

  Hüseyin 13 yaşındaydı… Karakaşlı, kara gözlü bir oğlancıktı Hüseyin…

Kalabalık bir ailenin en küçük çocuğuydu… Yoksuldu, etrafında ne varsa yoksuldu… Neye ihtiyacı varsa “kıt”tı… Ama o aldırmadı yoksulluğa… O, küçücük yüreğini hep temiz tuttu… O, küçücük yaşında helal yoldan kazanmanın yolunu tuttu… Hayatın sarp ve dolambaçlı bir yol olduğuna dair beylik söylemlere aldırdığı da yoktu Hüseyin’in, o, yüreğine ve bileğine güveniyordu…

  Yoktu, yoksuldu, kimseler bilmedi, kimseler fark etmedi Hüseyin’i… Fark edilmeden ama dünya çilesinin farkında olarak yaşadı Hüseyin…

  Hani çöplükler vardır, yanından yöresinden geçerken göynü bulanır insanın… İşte Hüseyin ekmeğini o çöplükten çıkartıyordu… Abisiyle beraber her gün geliyordu çöplüğe ve hurda niyetine ne bulursa biriktiriyor ve birkaç liraya satıp evin geçimine katkıda bulunuyordu…

  On üç yaşındaydı Hüseyin ve ekmek davasına tırnaklıyordu çöpleri… O,çöplerin arasında, bir zaman sonra, o çöplerden biri haline geliyordu ve kimseler fark etmiyordu…

  Tenekelerle yığılı bir çukuru fark edince hiç düşünmeden girdi çukurun içine… Bir sürü teneke demek daha çok para demekti zati… Tenekenin, demirin hurdası daha makbuldür, hem ağır basar hem de kâğıttan, plastikten daha iyi para ederdi… Kimseler fark etmedi o tenekeleri ve Hüseyin’in o çukura girdiğini… Bir buldozer de çöpleri istifliyordu aynı zamanda… Ve buldozer geldi, Hüseyin’in bulunduğu çukurun üzerini çöplerle kapattı… Kimselerin fark etmediği Hüseyin’i buldozer şoförü de fark etmemişti… Kimselerin fark etmediği ve çöplükteki çöplerden biri haline gelen Hüseyin’in hikâyesinin üzeri çöplerle örtüldü…

  Hüseyin’i kimseler fark etmedi… Öldü Hüseyin ve ana haber bültenlerine konu oldu, Hüseyin ölünce fark edildi…

  Ve şimdi kulaklarımızda Kürtçe bir ağıt…Ah Hüseyin!…Vah Hüseyin!..

error: Content is protected !!