Haber: İlker ÇAKAN
Ankara`da Türkmen Alevi Bektaşi Derneği tarafından “Anadolu Erenler Meclisi” programı düzenlendi. Programa birçok tanınmış sima katıldı. Dernek Genel Başkanı Özdemir Özdemir’in yaptığı açılış konuşması ile başlayan programda Hacı Bekaş-ı Veli Anadolu Kültür Semah ekibinin gösterisi izleyenlere keyifli anlar yaşattı. Ankara Büyük Erşan Oteli`nde düzenlenen programda Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özpolat,Alevi Dedesi Baki Gerçek ve İstanbul eski Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna konuşma yaptı.Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna Anadolu Erenler Meclisinde yaptığı konuşmada şunları söyledi;
“Sufi mezhebimin nesin sorarsın
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Gözlüye gizli yok ya sen ne dersin
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Muhammed Ali’dir kırkların başı
Uralım Yezid’e laneti taşı
Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir eşi
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Allah aşkıyla,
Üçler, yediler, kırklar aşkıyla
Ehl-i Beyt aşkıyla
Siz tüm dostlarımı, canlarımı sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Bugünkü toplantının hayırlara vesile olmasını, birlik ve beraberliğimize, dirliğimize, kardeşliğimize yön vermesini diliyorum.
“Aynayı tuttum yüzüme / Ali göründü yüzüme”
Her birinin yüzünde “Allah’ın arslanı” Ali’yi gördüğüm dostlarım…Türkiye her zamankinden çok daha fazla birlik, dirlik, barış ve kardeşliğe ihtiyaç duyuyor. İslam tarihinde, Hz. Ali’nin, Müslümanların birliği için gösterdiği fedakarlığın ve gayretin benzerine muhtacız. Velayet kapısı Ali, kardeşliğin bozulmaması, birlik ve dirliğin korunması için kendi hakkından bile vazgeçebildi. Eleştirisini yaptı ama yolunu ayırmadı.
Müslümanların beraberliği için, İslam diyarının nizamı için, Allah’ın hatırı için ihtilaf ve ayrılıkların karşısına dikildi.
Dostlarım,
Türkiye, zorlu bir dönemden geçiyor.
Dışarıda dünyanın, içeride de toplumumuzun hızla kutuplaştığı bir dönem bu. İçeride 12 Eylül referandumuyla, dışarıda da NATO füze savunma sistemiyle bir anafora doğru sürükleniyoruz. Ciddi bir krizin eşiğindeyiz. Ülkemizi ve milletimizi selamete çıkarması için Allah’a duacıyız.
Fakat derin bir krize doğru adım adım ilerlediğimizi görebiliyoruz. Dünya henüz yıkıcı finans bunalımından çıkamadan yeni bir kriz dalgasıyla yüzyüze. 2012’den itibaren ekonomileri zor günler bekliyor. Karamsar senaryolara göre dünya bu ekonomik sıkışmada ağır gerilimler yaşayabilir. Savaşlar çıkabilir. Tam da bu zamanda NATO’nun füze savunma sistemini Türkiye’ye yerleştirme kararı, sözkonusu gerilimlerin bir soğuk savaşa dönüşmesine neden olabilir.
Üstelik bu soğuk savaş, eski soğuk savaş gibi olmayacak. Eski soğuk savaş, aynı kültür havzasının iki ideolojisi arasındaydı; komünizm ve kapitalizmin gerilimiydi. Bu kez farklı iki dünyanın, ayrı iki kültür havzasının soğuk savaşı olacak: Müslüman dünya ve Batı’nın soğuk savaşı.
Böyle bir gerilimi ne bölgemiz taşıyabilir, ne de dünya. Müslüman dünya ve Batı’nın soğuk savaşında sıcak karşılaşma kaçınılmazdır. Afganistan ve Irak faciaları hala sona ermiş değil. Allah korusun, yeni Irak ve Afganistanlar yaşanırsa, bu artık dünyanın kıyameti demektir.
Türkiye, bu soğuk savaşın kanat ülkesi, cephe ülkesi olarak düşünülüyor. Böylesine kritik gelişmelerin yaşandığı bir sırada toplumumuz mevcut bölünmüşlüğüyle bu ağır gerilime nasıl karşı koyabilir? 12 Eylül referandumuyla ortaya çıkan ayrışma ve parçalanma eğilimini durdurmak zorundayız. Yeniden güven tesis edilmeli. Dağılan parçalar birleştirilmeli. Umutlar tazelenmeli. Hayaller canlandırılmalı. Gelecek tasavvurları uzlaştırılmalı. Niyetler ve hedefler mutabık hale getirilmeli. Bu yapılmadan, Türkiye nasıl umudun ülkesi olabilir? Vatandaşına nasıl gelecek vadedebilir? Toplumda pek çok kesim kendi istikbalinden endişe duyuyor. Yoksulluk, gelir adaletsizliği, eşitsizlik hızla yapısal bir hal alıyor. Bu konuda atılmış gerçek bir adım yok.
Ekonomik sorunlar, toplumda kast sisteminin kurulmasının temellerini atıyor. Yoksullar, bundan böyle yoksul kalmak zorundalar adeta. Tek umutları, yoksulluklarının acısını biraz olsun dindirecek “sadaka ekonomisi” olacak. Çalışabilecek halde olmasına rağmen milletimizin onurlu bireyleri sadakaya muhtaç ediliyor. Yazıktır, günahtır. Bu ülkenin birikimine ve enerjisine haksızlıktır bu.
Değer dostlar, canlar, Ehl-i Beyt aşıkları Alevi kardeşlerimizin sorunları da kangrenleşmiş durumda. Bu kadar çok konuşmaya rağmen nedense çözüm ufukta görünmüyor. Sünnisiyle Alevisiyle Türkiye neden kardeşlik cenneti yapılamıyor? Neden sorunların çözümünde mutlaka oraya buraya “ama”lar sıkıştırılıyor? Neden çözüm önerileri “ama”lara rehin veriliyor? Neden Aleviliğin bu diyarın asli kültürü olduğunu kabul etmekte bu kadar zorlanıyoruz? Bazı çevreler neden Aleviliğe tehdit gözüyle bakıyor? Aleviliğimiz, tıpkı Sünniliğimiz gibi bu toprakların mahsülüdür dostlar.
Yerlidir. Bu diyarın nefesidir. Bu toprakların kardeşlik zeminidir. Alevilik, hiçbir zaman ayrışma ve çatışmanın nedeni olmamıştır. Tarihteki nahoş olayların sebebi Alevilik veya Sünnilik değildir. Hepinizin gayet iyi bildiği gibi hanedan ihtilaflarıdır onlar. Fakat ne yazık ki Aleviler ve Alevi kültürü, bu siyasi gerilimler içinde çoğu kere haksızlığa uğramıştır. Alevi kardeşlerimiz, tarihte büyük acılar yaşamıştır. Kerbela’nın tekrar tekrar yaşandığı talihsiz anlar olmuştur. Maksadımız tarihteki acıları diriltmek değil kuşkusuz. O acıları nefretin sebebi yapmak yanlıştır. Yaşanan trajik hadiseleri unutmak ve yeni bir başlangıç yapmak gerekir. Fakat bunun için tarihin tekerrür etmemesi lazımdır.
Kıymetli dostlarım.
Hacı Bektaş Pirimizin, Horasan’dan Anadolu’ya kurduğu muhabbet köprüsüdür Alevilik. Anadolu’yu İslam’a açan bu muhabbettir. “Muhabbetten Muhammed oldu hasıl / Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl” O muhabbet köprüsü sapasağlam yerinde duruyor.
Kafkaslardan Balkanlara, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya kadar geniş coğrafya, işte bu muhabbetin ışığıyla yolunu bulmaya çalışıyor. Alevilik ve Bektaşiliği, bir mezhep tarifine indirgemek onun için doğru değildir. Sünni de olsak, Alevi de olsak, Alevilik ve Bektaşilik hepimizin kimliğindeki temel öğeleri oluşturan yerli kültürdür. Bu geniş coğrafyada her gittiğimiz yerde kendimizi buluyor olmamız bu sebepledir.
Her ulaştığımız noktada Hacı Bektaş Pirimizin muhabbet köprüsünün nakışlarına tanık oluyoruz. Oralarda hiç yabancılık çekmiyorsak, Ehl-i Beyt muhabbetinin, rahmet çisiltisi gibi her yana damlamış olmasındandır. Tarihimizin parlak uygarlığı, Selçuklu birikimi bu temeller üzerinde yükseldi. Edebiyatımızı, felsefemizi ayrıcalıklı kılan bu farklılığımızdır.
Bâcıyan-ı Rum neydi? Ahilik neydi? Bu ve benzeri müesseselerle sağlamlaşmış toplumsal yapımızı daha yakından incelemeliyiz. Yunus’un, Mevlana’nın, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın, Aşık Veysel’in nadide filiz gibi bittiği bereketli topraklardayız.
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş gör
Yaradandan ötürü
Yaratılanı Yaradandan ötürü hoş gören engin gönüllü kültürümüzün dünyaya söyleyecek çok sözü var. Savaş, gerilim ve ayrılık peşinde koşan egemenlere işte bu yüksek görüşle karşılık veriyoruz.
Büyüklerimiz; ihtilaftan birliğe, dağılmaktan dirliğe, hasımlıktan hısımlığa davet ettiler. Zaman, bu mesajı en yüksek sesle haykırma zamanıdır.
Değerli dostlarım
Hiç şüphe yok, sadece iyi niyet ve temenni ile sorunlar çözülmez. Ama ne yazık ki bugüne kadar Alevi kardeşlerimizin sorunlarına hep bu anlayışla yaklaşıldı. Halbuki Aleviliğin hem sosyo-psikolojik, hem de temel haklarla ilgili sorunları var.Toplumda Alevilik hakkındaki önyargı ve yanlış kanaatleri giderecek çalışmalar yapılmış değildir. Aleviliğin bu toprakların yerli kültürü olduğu bu kadar söylenmesine rağmen üstelik.
İş, istihdam alanında yaşanan fiili ayrımcılık nasıl önlenecektir? Toplumda yerleşik kanaatleri değiştirmenin somut önerileri nedir? Bu meselelerde çözüm arayışında olduğunu söyleyen hükümet, elle tutulur hangi adımları atmıştır? Eğer toplum, farklı inanç ve düşünceler konusunda eğitilmezse ve kanunlar bu amaçla elden geçirilmezse sorunlar nasıl çözülebilir?
Alevi inancı ve kültürünün varlığını sürdürebilmesi için gerekli şartların sağlanması gerekiyor. Bir Alevi, Alevi olduğunu söylemekten hala çekinebiliyorsa bu şartlar ortada yok demektir. Alevi bir ailenin çocuğu, Sünnilerle birlikte aynı okulda güven içinde, mutlu ve huzurlu eğitim göremiyorsa sorunun ilk basamağını bile geçememişizdir.
Dostlarım,
21. yüzyılın Türkiyesi bu sorunları yaşıyor ne yazık ki. Ne yapacağız, sadece Alevilerin çocuklarını gönderdiği okullar mı açacağız, böyle çözüm olur mu? Alevi olduğu için memuriyette yükselemeyen insanımızın hakkını nasıl koruyacağız? Görünmeyen, gizli duvarlara çarpmaktan bitkin düşen ve sonunda da vazgeçip kendisine dayatılana razı olan bu yurttaşımızı diğerleriyle eşit olduğuna kim inandırabilir? Hala bir yazardan “Alevi yazar” veya sanatçıdan “Alevi sanatçı” diye sözedilebiliyor. Ayrımcılık, ne yazık ki gündelik dilimizin iliklerine kadar işlemiştir.
Aleviliğin inanç olarak temsili bahsinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mutlaka görev tanımı yapması gerekir. Din hizmetleri sadece Sünnilerle sınırlı bir Diyanet olamaz. Bu ülkenin tüm vatandaşlarının ödediği vergilerle oluşmuş bütçeyi kullanan Diyanet, dini hizmetlerde mezhep ayrımı yapamaz.
Hükümetin meseleyi öteleyici yaklaşımı asla kabul edilemez. Aleviliğin 15 asırlık bir konu olduğu ve 15 ayda çözülemeyeceği yönündeki beyanlar, çözümden kaçmak demektir. Ayrıca Alevilerin sorunlarının konuşulduğu bir sırada, Sünnilerin de sorunu olduğunu söylemek hiç yakışık almayan bir gerginlik politikasıdır. Aleviler ile Sünnileri karşı karşıya getiren böyle tutumları tehlikeli, gereksiz ve yersiz bulduğumuzu söylemek isterim. Türkiye’de tabii ki bütün kesimlerin sorunları çözülmelidir. Sünnilerin de sorunları behemehal ele alınmalıdır. Fakat Sünnilerin sorunlarının konuşulduğu yerde çözümün önünü tıkamak için Alevilerin sorunlarını bahane etmek de, Alevilerin sorunlarının konuşulduğu yerde çözümün önünü tıkamak için Sünnilerin sorunlarını bahane etmek de insafsızlıktır.
Alevilerin sorunları bahsinde bazı temel başlıklar sıralayabiliriz.
Bizce bu başlıkların en önemlileri şunlardır:
– Zorunlu din dersi sorunu
– Cem evlerinin statüsü meselesi
– Eğitim müfredatında Aleviliğe yer verilmesi
– Aleviliğin bir alt kültür ve gizli inanç muamelesinden kurtarılması
– Alevilerin Sünnileştirilmeye çalışılması
– Alevi kökenli devlet memurlarının terfilerinde karşılaşılan fiili engeller
Esas itibariyle bu ve benzeri konularda çözümün ilkesi, Alevi kültürünün, tıpkı diğer kültürler gibi sivil toplum içinde özgürleşmesidir. Her ne kadar çözümün beyni siyaset olacaksa da Aleviliğin özgürce varolabileceği beden sivil toplumdur.
Biz, sivil toplumun güçlü, devletin ise bu güçlü sivil toplumun organizasyonu olduğu bir yapıyı savunuyoruz. Bunun köklü bir paradigma değişimi gerektirdiği şüphesizdir. Türkiye’nin böyle bir değişime ihtiyacı vardır. Devlet, ne Batı felsefesindeki gibi Tanrının yeryüzündeki yürüyüşü, ne de Doğu düşüncesindeki gibi Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Devlete atfedilen her türlü kutsallık, sivil toplumun gelişmesinin önüne dikilen barikatlara dönüşmektedir.
Oysa devlet, güçlü sivil toplumun güçlü organizasyonu olarak anlamlıdır. Felsefe, siyaset, ekonomi ve değerler manzumesi bakımından sivil toplum ne kadar güçlüyse onu temsil eden devlet de o oranda güçlüdür. Bu ilişki biçimini koruyamayan ülkelerde totaliter ve otoriter devlet yapılarının ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Bunun doğal sonucu da dünyaya kapalı toplumsal ve ekonomik yapılardır.
Böyle ülkelerde devlet, korumacı ekonomi ve siyaset modeline yönelmekte, bu da hak ve özgürlükleri kısıtlayan devlet anlayışıyla sonuçlanmaktadır. Felsefi bağlamda Türkiye’nin sahip olduğu farklılıkları sosyal sermaye ve toplumsal zenginliğimiz olarak kabul etmeliyiz. Muhtelif aidiyetlerin varlığını devam ettirmesini, çeşitlilik içinde birliğe varışın siyasal vizyonu yapmalıyız.
Biz “yeni siyaset”i savunuyoruz. Hem anlayış, hem de onun tüm tezahürlerinde yenilenmenin zamanı gelmiştir. Eski siyaseti tüm varsayım ve kabulleriyle geride bırakmalıyız.
Yeni siyaset, “önce insan”dan hareketle yurttaşların kimlikleri kadar kişiliklerine de itina ve ihtimam göstermelidir. Bireyi, kendi sahip olduğu ve tanımladığı değerler cümlesiyle kucaklamalıdır. Temel hak ve hürriyetlerin kimseden esirgenmediği kamu erdemini şiar edinmeliyiz.
Kelimenin bütün anlamlarıyla düşünce özgürlüğünden yana olmalıyız. Yeni siyaset, nihai analizde katılımcı parlamenter demokrasinin gereği olarak örgütlü sivil toplumun oluşmasını yürekten desteklemelidir. Türkiye’de, çağdaş uluslararası normlar doğrultusunda sivil toplumun örgütlenebileceği siyasi zeminin önünü açmak her iktidarın birincil taahhüdü olmalıdır.
Devlet güdümünde her türlü sosyal mühendislik projelerine kapalıyız ve karşıyız.
Ülkemizde din eğitimini önemli buluyoruz. Küreselleşmenin yıpratıcı etkilerine karşı toplumsal kimliğimizi korumanın yolu, milli ve manevi değerlerimizin yeni nesillere aktarılmasıdır.
Yerel değerlerin yok olmasına yol açacak bir küreselleşmeyi hiçbir millet kabul etmemektedir.
Türkiye, küreselleşme çağında dünyanın diğer milletlerine kendi değerlerini tanıtacaksa öncelikle kendi yerel özelliklerini koruyabilmelidir. Din eğitimi, aslında kültürel mirasımızın öğretimi anlamıyla bu bakımdan çok önemlidir. Fakat din ve inanç eğitimini, “koşullandırma” olarak tarif etmemeliyiz. Toplumu belli bir inanç doğrultusunda şartlandırma bir eğitim yöntemi olamaz. Amaç bilgilendirmek ve öğretmek olmalıdır. Bu çerçevede, eğitim sistemimizde Alevilik mutlaka yerini almalıdır.
Burada eğitim meselesine küçük bir parantez açıp birkaç cümle söylememe izin veriniz: Eğitim, yetenek yönetimi bakışaçısıyla yeniden yapılandırılmalıdır. Bilgi toplumunu gerçek yapmanın vazgeçilmez koşulu, yeteneklerin eğitim sistemi içinde en verimli yönlendirme ve terbiyeye tabi tutulmasıdır.
Tek tip, tek yöntem, tek çeşit eğitim mekanizması yeteneklerin kendisini geliştirmesine değil, verimsiz bir karışımın parçası haline gelmesine yarayacaktır. Araştırıp sorgulayan, eleştirip yaratıcı yaklaşımlar geliştiren parlak zihinlerin ortaya çıkarılması o nedenle mevcut eğitim sisteminde mümkün olamamaktadır.
Hayata ve sorunlara inovatif bakabilmek durağan, tüketici ve tutuk eğitimle mümkün değildir.
Tam aksine yeteneklerin özgürce gelişip serpilmesine sınırsız destek verecek yeni tür eğitime ihtiyacımız var.
Kıymetli dostlarım,
Dünyamız 21. yüzyılda, 20. yüzyılın önerme ve fikirleriyle hayat bulan siyasi bakışaçısını sürdürmekte zorlanmaktadır. Hızla yenilenen bilgilerimiz, toplumsal hayatı yönlendiren tüm alanlarda köklü değişikliklerin kapısını zorlamaktadır. Dünyaya açılma ve muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı önüne hedef olarak koyan ülkemizin bu büyük değişim dalgasının dışında kalması düşünülemez.
Türkiye, tarihsel tecrübesinden tevarüs ettiği değerlerini, sürekli yenilenen dünyada yaşatmanın yollarını keşfetmelidir. Bizim yeni siyaset anlayışımız, aziz milletimizin tarihi tecrübesinin mahsulü olan kültürel değerlerin çatışma davası yapılmasına karşıdır. Bu çerçevede, Alevilerin öncelikli ve diğer sorunları, çatışmanın tarafı olarak görülmeksizin çözülmelidir. Meseleye böyle bakılarak gerilim ve gerginliğin hararetinin düşürülmesi gerekiyor.
Kardeşlik çağrıları; sorunların üstünün örtülmesi, halı altına süpürülmesi veya ertelenmesi için bahane yapılmamalıdır. Kardeşliğimiz, meselelerin çözümünde anlamlıdır. Meseleleri çözersek kardeşliğimiz değer kazanır.
Kaba çamın gürlemesi dal ile,
Koç yiğidin eğlencesi yar ile,
Muhabbet eder eğlenir ağaçlar.
Pir Sultan Abdal’ım, Hatayi Şah’ım,
Adam için ne haketmiş Allah’ım.
Güz gelince salar yaprağın dalın,
Vakti geldi mi sulanır ağaçlar.
Sağ ve esen kalınız.”
Yazan: İlker ÇAKAN