Pazar, Aralık 14, 2025
tr
Ana Sayfa Blog Sayfa 275

Durun gençler, bu cadde çıkmaz sokak

0

  Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Destan şiirini 1947 yılında yazmış. Bugün yaşadığımız toplumsal olayları televizyon ekranlarından izlerken hep bu şiir aklıma gelir. Geçen haftalar içerisinde önce polislerin öğrencilere karşı orantısız güç kullanması, ardından öğrencilerin siyasetçilere yumurta atma eylemi ve birçok defa şahit olduğumuz çocukların, gençlerin polis panzerlerini Yüksekova’da taşlamaları, molotof kokteyli atmaları sahnelerini hepimiz televizyonlarımızın başında izledik. Üstad’ın Destan şiiri sanki dün kaleme alınmış gibi.  Şiirin yazılmasının üzerinden 63 sene geçmesine rağmen canlılığını bugün de koruyor.

  Bu eylemleri TV den izlediğimizde küçük çocuklar ve gençlerin eylemlerde kullanıldığını görüyoruz. Onlar, enerjilerini bu tür olumsuz eylemlerde tüketiyorlar. Ah! bir farkına varsalar! İnsanlar kalabalığın içine girdiler mi fark etmeden kalabalığın içinde yok oluyorlar. Düşünceleri slogan oluyor. Başkalarının fikirlerini sloganlaştırıp haykırmaya başlıyorlar. Ya kalabalık ile birlikte yürüyeceklerdir ya da ezileceklerdir. Kalabalıklara linç psikolojisini enjekte etmek de daha kolaydır. Kalabalıklar adeta linç grubu olmaya adaydır. En küçük kıvılcım kalabalığı toplumsal çatışmanın aktörü haline getirebilir. Kalabalıkların nerde duracağını bilmek güçtür. Ne yapacağını bilmek ve onları ikna etmek de zordur. Sözün bittiği, sloganın başladığı, eylemin başladığı yerde kaos vardır. Onun için konuşmak ve dinlemek lazım.

  TV’de Anayasa Profesörü İstanbul AKP milletvekili Burhan Kuzu’ yu seyrederken bunları düşündüm. Hem konuşma yapmaları için siyasetçileri çağıracaksın hem de konuşturmayacaksın. Bırakın herkes istediği gibi konuşsun. İnsanları susturmamak gerek. Düşünceler ifade edilmezse birbirimizi anlayamayız. Bugünkü sıkıntımızın temeli de bu değil mi? Şaşırtıcı olan Siyasal Bilgiler Fakültesine devam eden öğrencilerin dinlemeyi bilmemesi. Benim birde anlamadığım ve daha kötüsü ise on ya da yirmi kadar öğrenciye salondakilerin tepki göstermemesi. Alkışlayarak tepki gösterilebilirdi diye düşünüyorum.

  Geçen aylarda Mehmet Altan’ ın konuk olduğu Adapazarı AKM deki konferansa katıldım. Yakın zamanda öğrenci protesto eylemini orada gördüm. Büyükşehir belediyesi konuşmacı olarak Mehmet Altan’ı getirmişti. Mehmet Altan konuşmaya başlayınca salonun farklı yerlerine özellikle yerleştirilmiş gençler sloganlar atmaya başladılar. Salonda bir an sessizlik oldu. Mehmet Altan, bırakın 10 dk süre ile konuşsunlar dedi. Ama inanın 10 dakika konuşacak kelime dağarcığına sahip değillerdi. Çok üzüldüm. Sonra salonda bir alkış koptu, protestocularda dışarı çıkarıldı. Onlardan geriye ise işbirlikçiler yargılanacaksınız, AKP uşakları, gibi sloganlar aklımda kaldı.

  İnsanlar kalabalık içerisinde özgüvenlerini kaybederler. Sürü psikolojisi ile hareket etmeye başlarlar. Düşünemezler. Kalabalıklar hareketlenmeye görsün. Bu gücün önünde kimse duramaz. Artık söz bitmiştir. Slogan ve eylemler vardır. Önce yumurta sonra taş belki de silah! Bu millet bu filmi geçmişte yaşadı. 6-7 eylül olaylarından tutunda, Maraş olaylarına Sivas olaylarına kadar birçok acı tecrübe yaşadı. Geçmişte insanların birbirine karşı intikam alma duygusuyla hareket ettiklerini biliyoruz. Geçmişimizdeki bu olayların izlerini hala silmeye çalışıyoruz.
  Burada aydınlara büyük görevler düşmektedir. Gerektiğinde ezilme pahasına da olsa ortaya çıkıp yapılanın yanlış olduğunu ifade etmeleridir. 1200 lü yıllarda yaşayan Mevlana’nın verdiği vaazı kılık değiştirerek, Çöl Gülü adlı bir fahişe dinlemeye geliyor. Vaazı dinlerken cemaat fark ediyor. Çöl Gülü dışarı çıkıyor. Önce cami avlusunda sonra sokakta, camiden çıkanlar, kadının üzerine yürüyor. Her şeyin bitti dendiği anda Tebrizli Şems kalabalığın önüne gelerek kollarını açıyor ve Çöl Gülünü kalabalığın hışmından kurtarıyor. İşte aydın kesiminin ve siyasetçilerin olaylar karşısında Necip Fazıl’ın Destan şiirinde ifade ettiği  ” haykırsam kollarımı makas gibi açarak”  dizesine uygun tavır alması gerekir. Bu tür olaylar karşısında sürü psikolojisi ile aynı tepkiyi vermek bize bir şey kazandırmaz.

 

Destan

 

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
……………………………………………,

 

Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?

…………………………………………..,

1947

                            Necip Fazıl Kısakürek

Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna: “Türkiye, zorlu bir dönemden geçiyor”

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Ankara`da Türkmen Alevi Bektaşi Derneği tarafından “Anadolu Erenler Meclisi” programı düzenlendi. Programa birçok tanınmış sima katıldı. Dernek Genel Başkanı Özdemir Özdemir’in yaptığı açılış konuşması ile başlayan programda Hacı Bekaş-ı Veli Anadolu Kültür Semah ekibinin gösterisi izleyenlere keyifli anlar yaşattı. Ankara Büyük Erşan Oteli`nde düzenlenen programda Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özpolat,Alevi Dedesi Baki Gerçek ve İstanbul eski Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna konuşma yaptı.Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna Anadolu Erenler Meclisinde yaptığı konuşmada şunları söyledi;

“Sufi mezhebimin nesin sorarsın

 Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz

 Gözlüye gizli yok ya sen ne dersin

 Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz

 

 Muhammed Ali’dir kırkların başı

 Uralım Yezid’e laneti taşı

 Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir eşi

 Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz

 

 Allah aşkıyla,

 Üçler, yediler, kırklar aşkıyla

 Ehl-i Beyt aşkıyla

 

  Siz tüm dostlarımı, canlarımı sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Bugünkü toplantının hayırlara vesile olmasını, birlik ve beraberliğimize, dirliğimize, kardeşliğimize yön vermesini diliyorum.

  “Aynayı tuttum yüzüme / Ali göründü yüzüme”

  Her birinin yüzünde “Allah’ın arslanı” Ali’yi gördüğüm dostlarım…Türkiye her zamankinden çok daha fazla birlik, dirlik, barış ve kardeşliğe ihtiyaç duyuyor. İslam tarihinde, Hz. Ali’nin, Müslümanların birliği için gösterdiği fedakarlığın ve gayretin benzerine muhtacız. Velayet kapısı Ali, kardeşliğin bozulmaması, birlik ve dirliğin korunması için kendi hakkından bile vazgeçebildi. Eleştirisini yaptı ama yolunu ayırmadı.

  Müslümanların beraberliği için, İslam diyarının nizamı için, Allah’ın hatırı için ihtilaf ve ayrılıkların karşısına dikildi.

 Dostlarım,

 Türkiye, zorlu bir dönemden geçiyor.

 Dışarıda dünyanın, içeride de toplumumuzun hızla kutuplaştığı bir dönem bu. İçeride 12 Eylül referandumuyla, dışarıda da NATO füze savunma sistemiyle bir anafora doğru sürükleniyoruz.  Ciddi bir krizin eşiğindeyiz. Ülkemizi ve milletimizi selamete çıkarması için Allah’a duacıyız.

  Fakat derin bir krize doğru adım adım ilerlediğimizi görebiliyoruz. Dünya henüz yıkıcı finans bunalımından çıkamadan yeni bir kriz dalgasıyla yüzyüze. 2012’den itibaren ekonomileri zor günler bekliyor. Karamsar senaryolara göre dünya bu ekonomik sıkışmada ağır gerilimler yaşayabilir. Savaşlar çıkabilir. Tam da bu zamanda NATO’nun füze savunma sistemini Türkiye’ye yerleştirme kararı, sözkonusu gerilimlerin bir soğuk savaşa dönüşmesine neden olabilir.

  Üstelik bu soğuk savaş, eski soğuk savaş gibi olmayacak. Eski soğuk savaş, aynı kültür havzasının iki ideolojisi arasındaydı; komünizm ve kapitalizmin gerilimiydi. Bu kez farklı iki dünyanın, ayrı iki kültür havzasının soğuk savaşı olacak: Müslüman dünya ve Batı’nın soğuk savaşı.

  Böyle bir gerilimi ne bölgemiz taşıyabilir, ne de dünya. Müslüman dünya ve Batı’nın soğuk savaşında sıcak karşılaşma kaçınılmazdır. Afganistan ve Irak faciaları hala sona ermiş değil. Allah korusun, yeni Irak ve Afganistanlar yaşanırsa, bu artık dünyanın kıyameti demektir.

Türkiye, bu soğuk savaşın kanat ülkesi, cephe ülkesi olarak düşünülüyor. Böylesine kritik gelişmelerin yaşandığı bir sırada toplumumuz mevcut bölünmüşlüğüyle bu ağır gerilime nasıl karşı koyabilir? 12 Eylül referandumuyla ortaya çıkan ayrışma ve parçalanma eğilimini durdurmak zorundayız. Yeniden güven tesis edilmeli. Dağılan parçalar birleştirilmeli. Umutlar tazelenmeli. Hayaller canlandırılmalı. Gelecek tasavvurları uzlaştırılmalı. Niyetler ve hedefler mutabık hale getirilmeli. Bu yapılmadan, Türkiye nasıl umudun ülkesi olabilir? Vatandaşına nasıl gelecek vadedebilir? Toplumda pek çok kesim kendi istikbalinden endişe duyuyor. Yoksulluk, gelir adaletsizliği, eşitsizlik hızla yapısal bir hal alıyor. Bu konuda atılmış gerçek bir adım yok.

   Ekonomik sorunlar, toplumda kast sisteminin kurulmasının temellerini atıyor. Yoksullar, bundan böyle yoksul kalmak zorundalar adeta. Tek umutları, yoksulluklarının acısını biraz olsun dindirecek “sadaka ekonomisi” olacak. Çalışabilecek halde olmasına rağmen milletimizin onurlu bireyleri sadakaya muhtaç ediliyor. Yazıktır, günahtır. Bu ülkenin birikimine ve enerjisine haksızlıktır bu.

   Değer dostlar, canlar, Ehl-i Beyt aşıkları Alevi kardeşlerimizin sorunları da kangrenleşmiş durumda. Bu kadar çok konuşmaya rağmen nedense çözüm ufukta görünmüyor. Sünnisiyle Alevisiyle Türkiye neden kardeşlik cenneti yapılamıyor? Neden sorunların çözümünde mutlaka oraya buraya “ama”lar sıkıştırılıyor? Neden çözüm önerileri “ama”lara rehin veriliyor? Neden Aleviliğin bu diyarın asli kültürü olduğunu kabul etmekte bu kadar zorlanıyoruz? Bazı çevreler neden Aleviliğe tehdit gözüyle bakıyor? Aleviliğimiz, tıpkı Sünniliğimiz gibi bu toprakların mahsülüdür dostlar.

  Yerlidir. Bu diyarın nefesidir. Bu toprakların kardeşlik zeminidir. Alevilik, hiçbir zaman ayrışma ve çatışmanın nedeni olmamıştır. Tarihteki nahoş olayların sebebi Alevilik veya Sünnilik değildir. Hepinizin gayet iyi bildiği gibi hanedan ihtilaflarıdır onlar. Fakat ne yazık ki Aleviler ve Alevi kültürü, bu siyasi gerilimler içinde çoğu kere haksızlığa uğramıştır. Alevi kardeşlerimiz, tarihte büyük acılar yaşamıştır. Kerbela’nın tekrar tekrar yaşandığı talihsiz anlar olmuştur. Maksadımız tarihteki acıları diriltmek değil kuşkusuz. O acıları nefretin sebebi yapmak yanlıştır. Yaşanan trajik hadiseleri unutmak ve yeni bir başlangıç yapmak gerekir. Fakat bunun için tarihin tekerrür etmemesi lazımdır.

  Kıymetli dostlarım.

  Hacı Bektaş Pirimizin, Horasan’dan Anadolu’ya kurduğu muhabbet köprüsüdür Alevilik. Anadolu’yu İslam’a açan bu muhabbettir. “Muhabbetten Muhammed oldu hasıl / Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl” O muhabbet köprüsü sapasağlam yerinde duruyor.

  Kafkaslardan Balkanlara, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya kadar geniş coğrafya, işte bu muhabbetin ışığıyla yolunu bulmaya çalışıyor. Alevilik ve Bektaşiliği, bir mezhep tarifine indirgemek onun için doğru değildir. Sünni de olsak, Alevi de olsak, Alevilik ve Bektaşilik hepimizin kimliğindeki temel öğeleri oluşturan yerli kültürdür. Bu geniş coğrafyada her gittiğimiz yerde kendimizi buluyor olmamız bu sebepledir.

   Her ulaştığımız noktada Hacı Bektaş Pirimizin muhabbet köprüsünün nakışlarına tanık oluyoruz. Oralarda hiç yabancılık çekmiyorsak, Ehl-i Beyt muhabbetinin, rahmet çisiltisi gibi her yana damlamış olmasındandır. Tarihimizin parlak uygarlığı, Selçuklu birikimi bu temeller üzerinde yükseldi. Edebiyatımızı, felsefemizi ayrıcalıklı kılan bu farklılığımızdır.

   Bâcıyan-ı Rum neydi? Ahilik neydi? Bu ve benzeri müesseselerle sağlamlaşmış toplumsal yapımızı daha yakından incelemeliyiz. Yunus’un, Mevlana’nın, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın, Aşık Veysel’in nadide filiz gibi bittiği bereketli topraklardayız.

   Elif okuduk ötürü

   Pazar eyledik götürü

   Yaratılanı hoş gör

   Yaradandan ötürü

  Yaratılanı Yaradandan ötürü hoş gören engin gönüllü kültürümüzün dünyaya söyleyecek çok sözü var. Savaş, gerilim ve ayrılık peşinde koşan egemenlere işte bu yüksek görüşle karşılık veriyoruz.

   Büyüklerimiz; ihtilaftan birliğe, dağılmaktan dirliğe, hasımlıktan hısımlığa davet ettiler. Zaman, bu mesajı en yüksek sesle haykırma zamanıdır.

   Değerli dostlarım

   Hiç şüphe yok, sadece iyi niyet ve temenni ile sorunlar çözülmez. Ama ne yazık ki bugüne kadar Alevi kardeşlerimizin sorunlarına hep bu anlayışla yaklaşıldı. Halbuki Aleviliğin hem sosyo-psikolojik, hem de temel haklarla ilgili sorunları var.Toplumda Alevilik hakkındaki önyargı ve yanlış kanaatleri giderecek çalışmalar yapılmış değildir. Aleviliğin bu toprakların yerli kültürü olduğu bu kadar söylenmesine rağmen üstelik.

  İş, istihdam alanında yaşanan fiili ayrımcılık nasıl önlenecektir? Toplumda yerleşik kanaatleri değiştirmenin somut önerileri nedir? Bu meselelerde çözüm arayışında olduğunu söyleyen hükümet, elle tutulur hangi adımları atmıştır? Eğer toplum, farklı inanç ve düşünceler konusunda eğitilmezse ve kanunlar bu amaçla elden geçirilmezse sorunlar nasıl çözülebilir?

  Alevi inancı ve kültürünün varlığını sürdürebilmesi için gerekli şartların sağlanması gerekiyor. Bir Alevi, Alevi olduğunu söylemekten hala çekinebiliyorsa bu şartlar ortada yok demektir. Alevi bir ailenin çocuğu, Sünnilerle birlikte aynı okulda güven içinde, mutlu ve huzurlu eğitim göremiyorsa sorunun ilk basamağını bile geçememişizdir.

  Dostlarım,

  21. yüzyılın Türkiyesi bu sorunları yaşıyor ne yazık ki. Ne yapacağız, sadece Alevilerin çocuklarını gönderdiği okullar mı açacağız, böyle çözüm olur mu? Alevi olduğu için memuriyette yükselemeyen insanımızın hakkını nasıl koruyacağız? Görünmeyen, gizli duvarlara çarpmaktan bitkin düşen ve sonunda da vazgeçip kendisine dayatılana razı olan bu yurttaşımızı diğerleriyle eşit olduğuna kim inandırabilir? Hala bir yazardan “Alevi yazar” veya sanatçıdan “Alevi sanatçı” diye sözedilebiliyor. Ayrımcılık, ne yazık ki gündelik dilimizin iliklerine kadar işlemiştir.

  Aleviliğin inanç olarak temsili bahsinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mutlaka görev tanımı yapması gerekir. Din hizmetleri sadece Sünnilerle sınırlı bir Diyanet olamaz. Bu ülkenin tüm vatandaşlarının ödediği vergilerle oluşmuş bütçeyi kullanan Diyanet, dini hizmetlerde mezhep ayrımı yapamaz.

  Hükümetin meseleyi öteleyici yaklaşımı asla kabul edilemez. Aleviliğin 15 asırlık bir konu olduğu ve 15 ayda çözülemeyeceği yönündeki beyanlar, çözümden kaçmak demektir. Ayrıca Alevilerin sorunlarının konuşulduğu bir sırada, Sünnilerin de sorunu olduğunu söylemek hiç yakışık almayan bir gerginlik politikasıdır. Aleviler ile Sünnileri karşı karşıya getiren böyle tutumları tehlikeli, gereksiz ve yersiz bulduğumuzu söylemek isterim. Türkiye’de tabii ki bütün kesimlerin sorunları çözülmelidir. Sünnilerin de sorunları behemehal ele alınmalıdır. Fakat Sünnilerin sorunlarının konuşulduğu yerde çözümün önünü tıkamak için Alevilerin sorunlarını bahane etmek de, Alevilerin sorunlarının konuşulduğu yerde çözümün önünü tıkamak için Sünnilerin sorunlarını bahane etmek de insafsızlıktır.

  Değerli dostlarım,

  Alevilerin sorunları bahsinde bazı temel başlıklar sıralayabiliriz.

  Bizce bu başlıkların en önemlileri şunlardır:

– Zorunlu din dersi sorunu

– Cem evlerinin statüsü meselesi

– Eğitim müfredatında Aleviliğe yer verilmesi

– Aleviliğin bir alt kültür ve gizli inanç muamelesinden kurtarılması

– Alevilerin Sünnileştirilmeye çalışılması

– Alevi kökenli devlet memurlarının terfilerinde karşılaşılan fiili engeller

  Esas itibariyle bu ve benzeri konularda çözümün ilkesi, Alevi kültürünün, tıpkı diğer kültürler gibi sivil toplum içinde özgürleşmesidir. Her ne kadar çözümün beyni siyaset olacaksa da Aleviliğin özgürce varolabileceği beden sivil toplumdur.

  Biz, sivil toplumun güçlü, devletin ise bu güçlü sivil toplumun organizasyonu olduğu bir yapıyı savunuyoruz. Bunun köklü bir paradigma değişimi gerektirdiği şüphesizdir. Türkiye’nin böyle bir değişime ihtiyacı vardır. Devlet, ne Batı felsefesindeki gibi Tanrının yeryüzündeki yürüyüşü, ne de Doğu düşüncesindeki gibi Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Devlete atfedilen her türlü kutsallık, sivil toplumun gelişmesinin önüne dikilen barikatlara dönüşmektedir.

  Oysa devlet, güçlü sivil toplumun güçlü organizasyonu olarak anlamlıdır. Felsefe, siyaset, ekonomi ve değerler manzumesi bakımından sivil toplum ne kadar güçlüyse onu temsil eden devlet de o oranda güçlüdür. Bu ilişki biçimini koruyamayan ülkelerde totaliter ve otoriter devlet yapılarının ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Bunun doğal sonucu da dünyaya kapalı toplumsal ve ekonomik yapılardır.

  Böyle ülkelerde devlet, korumacı ekonomi ve siyaset modeline yönelmekte, bu da hak ve özgürlükleri kısıtlayan devlet anlayışıyla sonuçlanmaktadır. Felsefi bağlamda Türkiye’nin sahip olduğu farklılıkları sosyal sermaye ve toplumsal zenginliğimiz olarak kabul etmeliyiz. Muhtelif aidiyetlerin varlığını devam ettirmesini, çeşitlilik içinde birliğe varışın siyasal vizyonu yapmalıyız.

Biz “yeni siyaset”i savunuyoruz. Hem anlayış, hem de onun tüm tezahürlerinde yenilenmenin zamanı gelmiştir. Eski siyaseti tüm varsayım ve kabulleriyle geride bırakmalıyız.

  Yeni siyaset, “önce insan”dan hareketle yurttaşların kimlikleri kadar kişiliklerine de itina ve ihtimam göstermelidir. Bireyi, kendi sahip olduğu ve tanımladığı değerler cümlesiyle kucaklamalıdır. Temel hak ve hürriyetlerin kimseden esirgenmediği kamu erdemini şiar edinmeliyiz.

  Kelimenin bütün anlamlarıyla düşünce özgürlüğünden yana olmalıyız. Yeni siyaset, nihai analizde katılımcı parlamenter demokrasinin gereği olarak örgütlü sivil toplumun oluşmasını yürekten desteklemelidir. Türkiye’de, çağdaş uluslararası normlar doğrultusunda sivil toplumun örgütlenebileceği siyasi zeminin önünü açmak her iktidarın birincil taahhüdü olmalıdır.

  Devlet güdümünde her türlü sosyal mühendislik projelerine kapalıyız ve karşıyız.

Ülkemizde din eğitimini önemli buluyoruz. Küreselleşmenin yıpratıcı etkilerine karşı toplumsal kimliğimizi korumanın yolu, milli ve manevi değerlerimizin yeni nesillere aktarılmasıdır.

Yerel değerlerin yok olmasına yol açacak bir küreselleşmeyi hiçbir millet kabul etmemektedir.

  Türkiye, küreselleşme çağında dünyanın diğer milletlerine kendi değerlerini tanıtacaksa öncelikle kendi yerel özelliklerini koruyabilmelidir. Din eğitimi, aslında kültürel mirasımızın öğretimi anlamıyla bu bakımdan çok önemlidir. Fakat din ve inanç eğitimini, “koşullandırma” olarak tarif etmemeliyiz. Toplumu belli bir inanç doğrultusunda şartlandırma bir eğitim yöntemi olamaz. Amaç bilgilendirmek ve öğretmek olmalıdır. Bu çerçevede, eğitim sistemimizde Alevilik mutlaka yerini almalıdır.

  Burada eğitim meselesine küçük bir parantez açıp birkaç cümle söylememe izin veriniz: Eğitim, yetenek yönetimi bakışaçısıyla yeniden yapılandırılmalıdır. Bilgi toplumunu gerçek yapmanın vazgeçilmez koşulu, yeteneklerin eğitim sistemi içinde en verimli yönlendirme ve terbiyeye tabi tutulmasıdır.

  Tek tip, tek yöntem, tek çeşit eğitim mekanizması yeteneklerin kendisini geliştirmesine değil, verimsiz bir karışımın parçası haline gelmesine yarayacaktır. Araştırıp sorgulayan, eleştirip yaratıcı yaklaşımlar geliştiren parlak zihinlerin ortaya çıkarılması o nedenle mevcut eğitim sisteminde mümkün olamamaktadır.

  Hayata ve sorunlara inovatif bakabilmek durağan, tüketici ve tutuk eğitimle mümkün değildir.

Tam aksine yeteneklerin özgürce gelişip serpilmesine sınırsız destek verecek yeni tür eğitime ihtiyacımız var.

  Kıymetli dostlarım,

  Dünyamız 21. yüzyılda, 20. yüzyılın önerme ve fikirleriyle hayat bulan siyasi bakışaçısını sürdürmekte zorlanmaktadır. Hızla yenilenen bilgilerimiz, toplumsal hayatı yönlendiren tüm alanlarda köklü değişikliklerin kapısını zorlamaktadır. Dünyaya açılma ve muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı önüne hedef olarak koyan ülkemizin bu büyük değişim dalgasının dışında kalması düşünülemez.

  Türkiye, tarihsel tecrübesinden tevarüs ettiği değerlerini, sürekli yenilenen dünyada yaşatmanın yollarını keşfetmelidir. Bizim yeni siyaset anlayışımız, aziz milletimizin tarihi tecrübesinin mahsulü olan kültürel değerlerin çatışma davası yapılmasına karşıdır. Bu çerçevede, Alevilerin öncelikli ve diğer sorunları, çatışmanın tarafı olarak görülmeksizin çözülmelidir. Meseleye böyle bakılarak gerilim ve gerginliğin hararetinin düşürülmesi gerekiyor.

  Kardeşlik çağrıları; sorunların üstünün örtülmesi, halı altına süpürülmesi veya ertelenmesi için bahane yapılmamalıdır. Kardeşliğimiz, meselelerin çözümünde anlamlıdır. Meseleleri çözersek kardeşliğimiz değer kazanır.

Yaz baharda bahçe ile, bağ ile,

Kaba çamın gürlemesi dal ile,

Koç yiğidin eğlencesi yar ile,

Muhabbet eder eğlenir ağaçlar.

 

Pir Sultan Abdal’ım, Hatayi Şah’ım,

Adam için ne haketmiş Allah’ım.

Güz gelince salar yaprağın dalın,

Vakti geldi mi sulanır ağaçlar.

 Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi muhabbetle selamlıyorum.

 Sağ ve esen kalınız.”

 
                                          
                                   TURKUAZ HAREKET  İNTERNET SİTESİ
 
                                Niyetler ve hedefler mutabık hale getirilmeli 

                                               Yazan: İlker ÇAKAN 
 
                                               SONSÖZ GAZETESİ   
                                                      19.12.2010

Bulgaristan-Burgas Valisi Konstantin Grebenarov’dan Kırklareli Valisi Muammer Muşmal’ı ziyaret

0

Haber: İlker ÇAKAN 

  Bulgaristan’ın Burgas Valisi Konstantin Grebenarov ve beraberindeki heyet, Kırklareli Valisi Muammer Muşmal’ı makamında ziyaret etti. Burgas Valisi Konstantin Grebenarov başkanlığında, Vali Yardımcısı Zlatina Dukova, T.C. Burgaz Başkonsolosu Sibel Erkan, Malko Tırnovo Belediye Başkanı İvan İvanov, Burgaz Emniyet Müdürü Milen Dimitrov, İşadamları Nikola Barantiev, Petko Rusinov, Türk-Bulgar Sanayi Odası Üyeleri Veselin Atanasov, Salih Şahin, Hülya Topal, Penka Atanasova ve Aydın Rıza, 10 Aralık 2010 Cuma günü Vali Muammer Muşmal’a iyi niyet ziyaretinde bulundu.

  Sıcak bir sohbet havasında geçen ziyarette karşılıklı fikir alışverişinde bulunarak, iki ülke ve sınır kentlerinin ilişkileri görüldü. Burgas Valisi Grebenarov Kırklareli’ne yapmış oldukları iyi niyet çerçevesinde bir dizi ziyaretlerde bulunduklarını belirterek; “Buraya ziyaretimin üçüncüsünü gerçekleştiriyorum. Ama belirtmek isterim ki, sizin misafirperverliğiniz fevkalade.  Ortak kullandığımız çok geniş alanlarımız var. Bulgaristan’ın en büyük limanları Burgas’da mevcut. Havaalanımız mevcut,serbest bölgemiz var ve iki ülke arasında  alışverişimizde çok faydalı.

  İki ülkenin bu iyi ilişkileri, tamamen bu bölgede yaşayan halkın menfaatleri doğrultusundadır.

Başta Malko Tırnovo kapı yolu olmak üzere, hükümetimiz tarafından gerekli önlemler alındı ve bu yolun tamamlanarak, hizmete açılması konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Gerçekten iki şehir arasında bir kardeşlik var. Bu sınır iki iller arasındaki vatandaşlarımız içinde iyi temel oluşturmaktadır. En kısa zamanda Avrupa Birliği üyesi olmanızı diliyorum ” dedi.

 
                                  
                                  Bulgaristan-Burgas Valisi Konstantin  Grebenarov-
                                              Kırklareli Valisi Muammer Muşmal
 
  Kırklareli Valisi Vali Muammer Muammer Muşmal’da yapılan iyi niyet ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek şunları söyledi; “İlimizde sizleri görmekten son derece mutlu oldum. Ülkelerimiz çok iyi ilişkiler içerisinde bulunuyor. Komşu ve dost ülkeleriz. Komşu iki ilin, Burgas ve Kırklareli’nin çok iyi komşuluk ilişkileri içerinde olması daha da iyidir. Bu doğrultuda Kırklarelili işadamları, sanayiciler, yöneticiler, Burgas ile çok yakın ilişki kurma arzusundadırlar.

  Kırklareli’ne geldiğim günden bu yana Kırklarelili vatandaşlarımızın en çok sorduğu ve istediği şey, Dereköy Gümrük Kapısından sonraki, Bulgaristan’a ait yolların yapılmasını dört gözle beklemektedirler. Tır trafiğinin açılabilmesi için o yolun yapılması, bizler tarafından beklenmektedir. Yolun yapılacağını sizden duymamız, bizleri sevinmiştir. Burgas şehrinin Burgas Limanı, bizler tarafından da kullanılmasını arzu ediyoruz. Ticari gelişmeler açısından bu limanın büyük önemi var.

  Bu karşılıklı ziyaretlerimiz sık sık devam edecek. Ticaret Borsamız, Sanayi ve Ticaret Odamız, işadamlarımız bu ziyaretleri beklemektedirler. Bu duygu ve düşüncelerle, hoş geldiniz, çok memnun olduk.”

  Karşılıklı iyi niyet çerçevesi içinde yapılan konuşmaların ardından Vali Muammer Muşmal ziyaret anısı olarak fincan takımı hediye ederken, Burgas Valisi Grebenarov da Vali Muammer Muşmal’a Burgas’ın tarihi ve turistik yerlerini tanıtan tabak hediye etti.

  Burgas Valisi Konstantin Grebenarov ve heyeti Vali Muşmal’ı ziyaretinin ardından, Kırklareli Belediye Başkanı Cavit Çağlayan’ı, Kırklareli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aykaç’ı, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ertuğrul Çetintaş’ı, Ticaret Borsası Başkanı Turhan Altıntel’i makamlarında ziyaret etti.

PISA sonuçları

0

  TKY nin en önemli ilkesi “Ölçülmeyen Değer Geliştirilemez” ilkesidir. Eğitim öğretim faaliyetlerinde de gelişme sağlamak istiyorsak yaptığımız faaliyetleri ölçmek gerekir. Bu bağlamda, PISA nın üye ülkelerde yapmış olduğu ölçümleri ve kıyaslamaları önemsiyorum. Çıkan sonuçlarında iyi değerlendirildiği takdirde öğretim faaliyetlerinde gelişmenin önünü açacağına inanıyorum.

  OECD tarafından gerçekleştirilen Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (Program for International Student Assessment; PISA) sonuçları haber sitelerinde yayınlandı. PISA sınavları ile farklı ülkelerdeki 15 yaşındaki öğrencilerin fen bilimleri, matematik ve okuma alanlarındaki beceri seviyeleri ölçülmekte ve karşılaştırılmaktadır. Üçer yıllık periyotlar halinde planlanan PISA projesi, matematik, fen bilimleri ve okuma becerilerini kapsamakta ve her dönemde bu üç alandan birine ağırlık verilmektedir. Ülkemiz PISA’ya söz konusu üç yılda da sırasıyla 4855, 4942 ve 4996 öğrenci ile katılmıştır.(1)

  2009 yılında, programa katılan 65 ülke arasında, fen bilimlerinde 47’nci  sıradan 44’ncülüğe tırmanan Türkiye, matematikte ise bir basamak tırmanarak listede 44’üncü sırada yer aldı. Okuma becerileri alanında ise, değerlendirmeye katılan ülkeler arasında üç yıl önce 39. sırada yer alan Türkiye son araştırmada 32. sırada bulunuyor.(2) Türkiye’nin gerisinde kalan ülkelerin büyük bir çoğunluğu Latin Amerika, Orta Asya ve Afrika’da yer alan ülkelerden oluşmaktadır.

  Eğitim ile ilgili göstergelere ve araştırma sonuçlarına baktığımızda eğitim karnemizin iyi olmadığımızı görmekteyiz. Eğitim alanında son yıllarda tüm okullara internet bağlantısı,  bilgisayar, projeksiyon makinesi gibi teknolojik araçlar kazandırılmasına rağmen atılan tüm adımlar olumlu sonuçlar getirmekle birlikte, kapsamlı bir eğitim reformuna olan ihtiyaç devam ediyor. Sınıfları teknolojik araçlar ile donatmak çok önemli ama bir o kadar da önemli olan zihniyet değişikliğinin gerçekleşmesidir.

  O araçları kullanacak eğiticilerin, eğitim yöneticilerin becerilerinin geliştirilmesi, önemlidir. Okullarda akıllı tahtalar varken, projeksiyon makineleri varken ısrar ile dersi takrir metodu ile anlatmaya çalışan ve slayt hazırlamasını bilmeyen eğiticilerin olması, eğitimde değişimin önündeki en büyük engeldir. Yine eğitim işi ile uğraşanların mali ve özlük haklarının diğer meslek gruplarında görev yapanlardan daha geride olması da başka bir engeldir.

  Ülkemizin hedefi ülkeler ile yarışmak değil batı ülkelerinin arasında yer almaktadır. Türkiye’nin PISA sonuçları, bu ülkelerle karşılaştırıldığında, başarı sıralamasındaki yerimiz, bu hedefe ulaşmada iyimser olmamızı engellemektedir. Eğitimde başarının artması yalnızca okulun fiziki imkânlarının geliştirilmesi ve müfredat ile olmaz. Toplumun en küçük parçası ailenin ve öğrencinin çevresinin de öğrenmeye olumlu katkı yapması gerekir. Topyekûn bir felsefe değişikliğine ihtiyaç vardır. Ayrıca öğretmen yetiştirme programlarının yeniden gözden geçirilmesi lazım. Bu gün eğitime yapılan yatırımların sonuçlarını hemen elde etmemizde mümkün değildir.

  Aslında bir başka sorunda eğitime ayrılan kaynakla ilgilidir. Geçen yıla göre bütçeden eğitime ayrılan kaynağın % 20 oranında artması planlanmıştır. Ülkemizin gelecek yıl toplam bütçesi 312,5 milyar TL, eğitime ayrılan kaynak ise 34 milyar TL olarak belirlenmiştir. Bu da yüzde yaklaşık olarak 11’e denk gelmektedir. 

  Yıllar itibarı ile Milli Eğitim bütçesinin genel bütçeye oranı şöyle olmuştur.  2003 yılında yüzde 6,91, 2004 yılında yüzde 8,53, 2005 yılında yüzde 9,53, 2006 yılında yüzde 9,47, 2007 yılında yüzde 10,42, 2008 yılında yüzde 10,30, 2009 yılında yüzde 10,64, 2010 yılında ise yüzde 9,85’tir. 2011 yılında ise yüzde 11 civarında olup tarihin en yüksek oranına ulaşmıştır.

2010 yılında eğitime ayrılan bütçe ABD’de yüzde 14,8, Yeni Zellanda’da yüzde 18,9, Meksika’da yüzde 22, Kore’de yüzde 15, Avustralya’da yüzde 13,9’dur.  Türkiye’de ise 9,85 olmuştur.(3)

  OECD verilerine göre; Türkiye’de öğrenci başına düşen harcama miktarı ilköğretimde 1,130 dolar,  ortaöğretimde 1,834 dolardır. OECD ülkelerinde ise öğrenci başına harcama miktarı ilköğretimde 6,437 dolar, ortaöğretimde 8,006 dolar. Yani, “Ne kadar ekmek o kadar köfte” misali…

  Eğitime ayrılan bütçenin gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkarılması ve eğitime harcama yapmaktan hükümetlerin korkmaması gerekmektedir.

Kaynakça;

(1) http://www.tepav.org.tr/upload/files/1291796200-4.PISA_2009_Sonuclarina_Iliskin_Bir_Degerlendirme.pdf

(2) http://www.voanews.com/turkish/news/Uluslararas-Orenci-Deerlendirme-Programnn-Sonuclar-Berlinde-Ackland-111552179.html

(3) http://www.turkegitimsen.org.tr/haber_goster.php?haber_id=2063

 

Batum Belediyesi ile Mesudiye-Yeşilce Belediyesi prensip olarak kardeş belediye oldular

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Gürcistan-Özerk Acara Cumhuriyeti Batum Belediye Başkanı Robert Chkhaidze ile Ordu-Mesudiye-Yeşilce Belediye Başkanı İ. Feyzi Ünal geçen hafta  Gürcistan-Batum Belediyesinde bir araya gelerek;  karşılıklı kültürel işbirliği konularının görüşülmesi sonucunda, resmi yazışmaların sonradan yapılmak üzere  iki belediyenin prensip olarak kardeş belediye olması konusunda karara varıldı.

                                               

                                            Yeşilce Belediye Başkanı İ.Feyzi Ünal

                                                       

Vatandaşa sağlık hizmetinde başarılı olmak

0

  İnsan hayatında sağlık önemli bir yer tutar. Sağlıksız insanın yaşam şartları zorlaşır. Sosyal devlet anlayışında vatandaşa gerekli hizmetleri vermek gerekir. Devlet olarak bu konuda tüm tedbirlerin alınması gerekir. Ülkemiz sağlık hizmetinde, vatandaşa hizmet noktasında en verimli çağını yaşıyor. Sağlık alanında vatandaşa tanınması gereken kolaylıkların tamamı sunulmaktadır. Bundan yaklaşık 15 yıl öncesinde devlet hastanelerinde ve sağlık ocaklarında kuyruklar oluşur, hatta o gün muayene olmak için sabahın erken saatlerinde nöbet tutulur gibi vatandaş beklerdi. O zamanlarda hastaneden sıra almak önemli bir konuydu.

  Günümüze baktığımızda devletimizin sağlık alanında yaptığı reformlar herkesin ittifakla kabul eteği olumlu konulardır. Devletler sağlık alanında yapılan hizmetleri tabana yaydıkları zaman başarılı olur ve vatandaşlarının sağlıklı olmasına vesile olurlar. Özellikle toplumun yoğun olduğu bölgelerde sigara yasağının kaldırılması sevindirici ve sigara içilmemesi konusunda alınan kararlar da önemli kayda değer gelişmeleredir. Artık vatandaş evinden randevu alarak rahatlıkla ilgili sağlık kuruluşuna gidip muayene olmakta ve tedavi görmektedir. Geçmiş dönemlerde parası olmayan vatandaşların hastane kapılarından geri çevrilip, hastane hastane dolaştırıldığı günler malumdur.

  Ama şimdi her vatandaş sağlık teşkilatının kapısından geri çevrilmemekte ve rahatlıkla muayene olmaktadır. Türkiye bu konuda bölgede örnek bir ülkedir. Yaşamda ilk basamak sağlıktır. Gerçekten ülkemizde sağlık alanında atılan adımlarda başarılı olundu. Ülkemizin sağlık alanında gelişmesi gerçekten sevindirici bir durumdur. Ülkemizde artık her vatandaş tüm resmi ve özel sağlık kuruluşlarına muayene olup, tedavi görmektedir. Geçmiş dönemlerde özel polikliniklerde muayene olmak bir ayrıcalıktı.

  Gelir seviyesi yüksek olan insanlar bu özel sağlık kuruluşlarına gidiyor, diğer orta gelir seviyesine sahip insanlar ise özel sağlık kuruluşlarına ekonomik yönden gidemezlerdi. Günümüzde sağlık alanında alınan bu başarı sayesinde artık her vatandaşımız istediği sağlık kuruluşunda muayene olabilir. Diğer bir konu ise sağlık alanında yapılan en önemli hizmetlerden biriside insanların yoğun olduğu yerlerde sigara yasağı konulmasıdır. İnsanlar yıllar önce yolcu taşıma araçlarına bindiklerinde sigara içmeyenler, zorunlu olarak sigara dumanının altında kalıp sağlık yönünden geleceği tehlikeli olan bir hastalığa yakalanma riskleri artıyordu. Sigara yasağı sayesinde sigara tiryakileri artık toplumun yoğun olduğu yerlerde sigara içemiyorlar. Günümüzde sigara yasağı nedeniyle pasif içicilerde bir azalma olmuştur. Sağlık Bakanlığı sağlık yönünden insanları bilinçlendirmeleri halinde sağlık hizmetinde başarılı olur. Sağlık insan hayatında en önemli faktörlerinden birisidir. Sağlıklı insanlar verimli başarılı olur.

  Ülkemizde sigara yüzünden her yıl binlerce insan ölmektedir. Birçok zararlı maddeleri üzerinde taşıyan sigaradan korunmak ve korunacak tedbirleri almak gerçekten sağlık alanında atılmış en önemli adımlardan bir tanesidir. Geçmiş dönemlere göre bugünü karşılaştığımızda sağlık sektörü alanında yapılmış önemli adımlar ülkemiz adına sevindirici gelişmelerdir Ülkemiz sağlık sektöründeki teknolojik açıdan da bölgede lider ülke konumundadır. Bölgede yapılamayan birçok ameliyatlar artık ülkemizde yapılmaktadır. Özellikle sağlık alanlında çalışan yetkili doktorlar dünya çapında birçok başarıya imza atmışlardır.

Yeni dönemde Azerbaycan-Türkiye ilişkileri

0

  Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlığını yeniden kazanan Azerbaycan dünya birliği sıralarında yerini almakla beraber, milli devlet ilkelerine uygun dış politika yürütmeye başladı.

  Bağımsız Azerbaycan devletinin dünya siyasal sisteminde yeri ve rolü bakımından Türkiye ile ilişkileri önem arz etmektedir. Etnik, kültürel, dini kök birliğine dayalı Azerbaycan-Türkiye ilişkileri tarihin çeşitli dönemlerinde ciddi denemelerden çıkmış, iki kardeş devlet arasında düşmanlık tohumları serpmeye çalışan güçlerin tüm gayretlerine rağmen bu ilişki daha da gelişerek stratejik işbirliği düzeyine ulaşmıştır.

  Azerbaycan-Türkiye ilişkileri sağlam tarihi esaslara sahiptir. Henüz yirminci yüzyılın başlarında, 1918 yılında Müslüman dünyasında kurulmuş ilk demokratik cumhuriyet olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kendisinin yabancı devletlerle ilk sözleşmesini sadece Osmanlı  İmparatorluğu ile imzalamıştı. Aynı yılın 4 Haziran’ında Batum’da imzalanan ve onbir  maddeden  oluşan “Osmanlı imparatorluğu hükümeti ile Azerbaycan  arasında dostluk anlaşması» Azerbaycan’ın uluslararası itibarına olumlu etki göstermekle beraber, Güney Kafkasya’da Azerbaycan Türk milletinin mevcudluğunun korunması açısından da büyük öneme sahip bir adım olmuştur (6 , 90-91). Ayrıca, Birinci Dünya Savaşı’nın doğurduğu bir takım sorunları gidermek amacıyla taraflar Batum anlaşmasına ek olarak daha iki anlaşma imzalamıştılar. Onlardan ilki Azerbaycan ile Türkiye arasında askeri işbirliğini göz önünde bulunduruyordusa, ikincisi sınır bölgelerinde karşılıklı ticareti geliştirmek amacıyla belirlenmiş özel ayrıcalıklarla ilgili olmuştur (7, 164-165). Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin Osmanlı ile ilişkilerinin, günümüz için de eşsiz önemi olan parlak sayfalarından biri 1918 Eylül 14-15-de Bakü’nün İngilizler tarafından himaye edilen ve Rus-Ermenilerden oluşan Sentrokaspi Diktatörlüğünden kurtarılması olmuştur. İşte bunun sonucunda Azerbaycan hükümeti kendi iktidarını cumhuriyet topraklarında tam anlamıyla kazanmıştı.

  1980 yılların ikinci yarısından itibaren Azerbaycan’da güçlenen milli-özgürlük harekatı zaferle sonuçlandı ve  18 Ekim 1991’de Azerbaycan Parlamentosu tarafından “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Bağımsızlığı Hakkında” Anayasa maddesinin kabulü ile sonuçlandı. Aslında Azerbaycan Parlamentosu bununla, 23 Eylül 1989 yılında cumhuriyetin egemenliği ve 25 Mayıs 1991’de ekonomik bağımsızlığı hakkında kabul edilmiş kanunları ve 30 Ağustos 1991’de bağımsızlık hakkında ilan edilmiş bildirini onaylamış oldu (4).

  Azerbaycan’ın bağımsızlığının ilk dönemlerinden başlayarak Bakü ile Ankara arasındaki ilişkiler hızla gelişmeye  başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Sovyet cumhuriyetlerinden ilk olarak bizim ülkemizle diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurması halklarımız arasındaki bağlılığın bariz göstergesi olmakla beraber, dönemin talebine de uygundu.

  Azerbaycan ve Türkiye arasınnda siyasi ve diplomatik ilişkilerin kurulması bu aşamada hayata geçse bile, Azerbaycanı yönetenlerin dış politika alanındaki faaliyetlerinde Rusya’ya, kısmen de İran’a avantaj vermeleri Ankara ile ilişkilerin nispeten zayıf olmasına yol açmıştı. Bu arada, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı Türkiye Cumhuriyeti tarafından resmi olarak 9 Kasım 1991 tarihinde tanınmıştır. İki devlet arasında diplomatik ilişkiler ise 14 Ocak 1992 yılında oluşturulmuştur (5). 1992 yılı Mart ayında Azerbaycan’da Türkiye Cumhuriyyeti Büyükelçiliği faaliyete başladı. Bu yabancı ülkelerin Azerbaycan’da açılan ilk Büyükelçiliği idi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Azerbaycan’da ilk büyükelçisi olmuş Altan Karamanoğlu hem de Azerbaycan’daki diplomatik grubun duayeni olmuştur.

  Bağımsızlığın ilk dönemlerinde Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin dinamikliyi artmış, çeşitli düzeyde karşılıklı seferler, danışma, uluslararası toplantılarda ortak faaliyetler içinde bulunulmuştur.Bu dönemde Türkiye ile karşılıklı yararlı işbirliği, neredeyse cumhuriyetin dış politikasının önemli yönlerinden biri olmuştu. İşte bu aşamada, 1992 yılının Ağustos ayında Ankara’da Azerbaycan Cumhuriyeti Büyükelçiliği açılmış, 1993 yılında ise ikili diplomatik, siyasi, ekonomik, kültürel ve insani ilişkilerin genişlendirilmesinin zaruretinden dogarak Türkiye’nin en büyük şehirlerinden biri olan İstanbul’da Konsolosluk tesis edilmiştir (5).

  Belirtmek gerekir ki, Türkiye ile ilişkilerin genişletilmesi bağımsızlığının ilk dönemlerinde cumhuriyetimizin uluslararası alanda yerini bulmasına, bir dizi uluslararası kuruluşlarda temsil edilmesine, ülkemiz etrafında Ermenistan ve onun yandaşları tarafından yapay olarak yaratılmış bilgi blokunun giderilmesine, Azerbaycan’da yaşananlar hakkında uluslararası âleme objektif olarak iletilmesine yardım etmiştir. Ermenilerin Nahçıvan’a olan iddialarına karşı Türkiye’nin sert tepkisi bölgede yeni bir çatışma alanının oluşmasını engellemişti. 19 Mayıs 1992’de  Türkiye Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal Nahçıvan için tehlike yaranacağı takdirde Türkiye’nin gerekli, ayrıca askeri yardım yapmaya hazır olduğunu net şekilde beyan etmişti. Türkiye yönetiminin şu şekildeki tutumu bir yandan 1921 yılı Moskova ve Kars sözleşmeleri uyarınca Nahçıvan’ın güvenliğinin sağlanmasından Türkiyenin sorumlu olduğuyla ilişkin idiyse, diğer yandan bu dönemde Nahçıvan’ı büyük yönetim kabiliyyetine sahip olan Haydar Aliyev’in yönetmesi ile ilgili olmuştur. Haydar Aliyev Nahçıvan Ali Meclis Başkanı görevinde çalışırken Türkiye ile, bu ülkenin resmi çevreleri ile sürekli ilişki kurmuş, kardeş ülke ile Nahçıvan arasında yeterince yüksek ilişkilerin kurulmasına nail olmuştu. Kuşatma durumunda bulunan Nahçıvan’ın o zor ve ağır yıllarda bilhassa Türkiye tarafından yapılmış yardımlar, Azerbaycan-Türkiye sınırında “Ümit Köprüsü” nün inşaatının Özerk cumhuriyeti büyük belalardan kurtarmıştı.

  Haydar Aliyev’in Azerbaycan Cumhurbaşkanı seçilmesi Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin gelişmesinde yeni aşamanın başlangıcı oldu. Dünyanın politik düzleminde Türkiye’nin yeri ve onun genç cumhuriyetimiz için önemi eskiden olduğu gibi yine yüksek değerlenmiş, bütünüyle Türkiye yönü ülkenin dış politika doktrininde üstün yön gibi göz önünde tutulmuştur. Haydar Aliyev Türkiye ile daha sıkı ilişkilerin kurulmasına yönelik dış politika yürütür, fakat bu ilişkilerin bölgedeki güçler oranının oluşturulması açısından hayata geçirilmesine özel olarak dikkat ediyordu. Doğru belirlenmiş dengeli  siyaset hem de Rusya ve İran’la ilişkilerde oluşmuş bir takım sorunu zamanla gidermeye olanak vermişti.

  İktidara geldiği zamandan iki devlet arasındaki ilişkilerin gelişmesine önemli yer veren Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev 2000 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in ilk dış gezisini ülkemize yapmasını ve Azerbaycan halkını yüksek değerlendirdiğini vurgulayarak demiştir: “Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasında dostluk, kardeşlik ve geniş işbirliği ilişkileri derin köklere sahiptir.Ancak Azerbaycan kendi bağımsızlığını elde ettikten sonra bu ilişkiler hızla gelişti.İlişkilerimiz o kadar yakındır ki, biz birbirimizi ayrı bir devlet, halk gibi hiss etmiyoruz “(1, 157).

  2003 yılının Ekim ayından başlayarak iki devlet arasındaki ilişkilerin en yeni aşaması başlamış oldu. Bu dönemde kabul edilmiş Azerbaycan’ın Milli Güvenlik Doktirininde ülkemizin güvenliğinin teminatın bölge devletleri ile işbirliyinde Türkiye ile ilişkilere  özel önem veriliyor.  Bu doktirininde net şekilde gösteriliyor ki, “Bugün bölgede barış ve istikrarın sağlanması açısından müstesna role sahip olan Türkiye ile tüm alanlarda ilişkiler son derece önemlidir. Etnik, kültür ve dil açısından birbiriyle sımsıkı bağlı olan ülkelerimiz arasındaki karşılıklı ilişkilerin stratejik işbirliği çapında daha da genişlemekte ve derinleşmektedir.Azerbaycan Cumhuriyeti ve Türkiye’nin transregional ekonomik projelerinin gerçekleşmesine katkıları, ayrıca Türkiye’nin. Ermenistan-Azerbaycan sorununun çözümüne yönelik çabaları iki ülkenin tutumunun tam uygunluğunu ve onlar arasında işbirliğinin kalite seviyesini gösteriyor “(2)

  Bugün hayata keçiriliən bir takım büyük çaplı projeler iki devlet arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesine yol açmıştır. Sağlam temeler üzerinde kurulan Azerbaycan-Türkiye ilişkileri 2010 yılı 15 Eylül’de İstanbul’da Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladıkları “Azerbaycan  ve Türkiye Cumhuriyeti arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurulması hakkında Ortak Beyanname” hem ülkelerimizin kalkınması açısından , hem de bölgede yaşanan gelişmelere olumlu etki göstermek açısından öneme sahiptir. İmzalanmış belgenin önemini vurgulayan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, bunun ilişkilerin sonraki gelişimine olumlu etki göstereceğini belirtmiştir: “Bugün imzalanan belge aslında bugüne kadar görülen işlerin bir çeşit sonucudur ve stratejik işbirliğimizin gelecek gelişimini belirliyor. Yüksek Düzeyli Stratejik Ortaklık Konseyi’nin kurulması sadece sıradan bir anlaşma, sözleşme değildir. Bu, bize gelecekte tüm alanlarda faaliyetimizi birlikte kurmaya, ilişkili şekilde yapmaya ve tüm alanlarda daha da büyük sonuçlar elde etmeye olanak yaratacaktır. (3).

  Bütün olarak iki devlet arasındaki siyasi-ekonomik, kültürel-insani alanlarda ilişkiler, karşılıklı yatırım , enerji, petrol-gaz alanlarındaki işbirliği, ulaşım, demiryolu projeleri, başarıyla ve hızla gelişiyor, yapılan işler bu ilişkilerin daha da organize şekilde ileriye gideceğini söylememizi sağlıyor. 

Kaynakça:

  Azerbaycan-Türkiye ilişkileri ve Haydar Aliyev. I Kitap. MC Mərdanovun editörlüğü ile.Bakü: “Kafkas Üniversitesi”, 2002, 180 s.

  Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Güvenlik Doktirini «Cumhuriyet» qaz., 2007, 24 Mayıs.

  Azerbaycan ile Türkiye’nin askeri işbirliğini daha da güçlendirilecektir / / Azerbaycan Devlet Telgraf Ajansı. 6 dekabır 2006, 22:24:57, www.azertag.com

  Azerbaycan’ın iç siyasi manzarası. / / Azerbaycan dünyası. 2003, № 1 s.3

  Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Meclisi cari arşivi. Uluslararası İlişkiler Şubesi.Görüşmeler. 2000,17 Mart -20 Haziran, 284 s.

  Haydar Aliyev ve Doğu (Türkiye). Hazırlayanlar Allahverdiyev K., Sultanzadə V. İkinci kitap. Bakü: Çaşıoğlu 2005, 589 s.

   Kasımov M. Birinci Dünya Savaşı yıllarında büyük devletlerin Azerbaycan politikası.Bakü: Adiloğlu, 2001, 406 s.

   Guluzade V. Geleceğin ufukları. Bakü: Azerbaycan, 1999, 288 s.

   Yaner S., Türk-Rus ilişkilerinde gizli güç Kafkasiya.İstanbul: Trend Matbaası, 2002, 256 s.

Dernekler ve siyaset

0

  Ülkeyi yönetenler ile sivil toplum örgütleri ilişkileri her dönemde eleştiri konusu olmuştur. Bende sizlerle bu yazımda, dernekler ve siyasetçi ilişkisinin nasıl olması gerektiğini bu konuda kitaplarda yazanı, ideal olanı ve kendi görüşlerimi paylaşacağım.

  Öncelikle; Derneğin tanımından,  İnsan Hakların Sözleşmesinde bahsedilen örgütlenme özgürlüğünden ve siyasetin kelime anlamından bahsetmek istiyorum.

23.04.2004 tarihinde yayınlanan, 5253 sayılı Dernekler Kanunun 2. Maddesine göre

a) Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere,en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını, İfade eder.

Dernek kurma hakkı

MADDE 3. — Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

  Ancak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır. 12 yaşındaki çocuklar bile derneklere velilerinin izni ile üye olabilirler.

Örgütlenme Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesinde ise şöyle düzenlenmiştir. Bu maddeye göre:

  “1. Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir.

  2. Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak kanunla sınırlanabilir.

Bu madde, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasın da görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel değildir.”

Siyasetin kelime anlamı ise;

  Arapça siyaset; Seyis(At Bakıcısı) kelimesinden türeyen Siyaset,devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış.

Yunan siyasal yaşamında ise siyaset, “polis”e veya devlete ait etkinlikler biçiminde tanımlanmıştır.  

  Dernekler; tanımından da anlaşılacağı üzere kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş grupları ifade eder. Bu amacı yerine getirirken devlet işlerini yürüten, düzenleyen iktidar yöneticileri ile ilişki içerisinde bulunmaları doğaldır.

  Dernek yöneticileri, devlet işlerini yürütme işi ile uğraşan siyasetçiler ile bazen kol kola  bazen de karşı karşıya gelmektedirler. Bu doğal olandır ama bunlardan biri süreklilik arz ederse işte o zaman bir yerde arıza var demektir. Maalesef bazı dernekler dün olduğu gibi bugünde tüzüklerindeki kuruluş amaçlarını unutarak dernek yönetiminde bulunanların siyasi görüşlerine göre hareket etmektedirler. Bu bizim yeni hastalığımızda değildir. 12 Eylül öncesinde kurulan derneklerin bir kısmını hatırlayalım, siyasi partilerin şubeleri gibi çalışmakta idiler. Birçoğunun ne üyelerine ne de memlekete faydaları oldu. Maalesef  o dönemdeki memur derneklerini de aynı kategoride değerlendiriyorum.

  Bugün de siyasetçi ile birlikte hareket eden dernekler ve sivil toplum örgütleri vardır. Destek verdikleri siyasi görüşe milletin desteği azaldı mı, kendilerinin de aynı şekilde etkileri azalacaktır. Bir partinin siyasi hedefleri doğrultusunda toplantı ve miting düzenleyenleri de gördük. Üzücü olan ise şu; bazı derneklerin isimlerine ve tüzüklerine baktığınızda amaçlarının farklı faaliyetlerinin farklı olduğunu görmekteyiz. İnandırıcılıklarını yitiriyorlar! Siyaset yapmak isteyen dernek kurmaktansa bil fiil siyasi partilerin içerisinde çalışsa daha iyi olur, düşüncesindeyim. Bu durum en azından derneklere karşı toplumda oluşan ön yargıları da azaltacaktır.

  Sadece siyasi faaliyet yapan değil başka illegal işler yapana da rastlıyoruz.. Mesela, hayvan sever derneklerinde horoz dövüştürürüz! yada hemşehri derneklerinde kumar oynatırız!…

Hal böyle olunca milletimizin örgütlenmeye karşı alakası da azalmaktadır. Aslında, ülkemizde katılımcı demokrasinin gelişmesine dernekler katkı sağlayabilirler. Demokrasilerde; özgürlükleri sonuna kadar kullanma, özgürlükler önündeki engellerin kaldırılması ve hak arama mücadelesi ancak örgütlenerek yapılır. Örgütlenmenin en temel basamağı da dernekleşme faaliyetleridir. Bu nedenle kalkınmış ülkelerde gelişmiş demokrasiden bahsedilirken ölçüt olarak o ülkedeki örgütlenme özgürlüğü ve örgütlü topluma bakılmaktadır. Ülkemizde bazı memurlar, 2004 yılından itibaren derneklere üye ve yönetici olarak katılmaya başladılar. Memur derneklerinde; siyasi iktidarı amaçları doğrultusunda zamanı geldiğinde uyaracak, doğru işler yaptığında ise destek olacak bir yapının oluşması gerekir. Ama tam tersi durumdaki bu olumsuz imaj, milletimizin örgütlenmesini ve katılımcı demokrasinin ülkemizde hakim kılınmasını engelliyor.

  Bunun için derneklerin siyaset ile uğraşmaması, siyaset üstü olması gerekir. Tabii ki tüzükteki amaçlarını gerçekleştirirken siyasetçiler ile zaman zaman karşı karşıya zaman zaman da yan yana geleceklerdir. Ama bu muhalefet ya da yandaş gibi de olmamalıdır.

Ankara Trakyalılar Derneğinden “Trakya Balkanlar Buluşması” etkinliği

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Ankara Trakyalılar Derneği “Trakya Balkanlar Buluşması” etkinliğinde Balkanlarda yaşayan Türkleri buluşturdu. Kültürel etkinlikler  Edirne, Tekirdağ’ın Çerkezmüsellim Beldesi ve Kırklareli’nin Ahmetbey Kasabası’nda halkın katılımları ile gerçekleşti. Edirne’de Devecihan Kültür Merkezinde Trakya ve Balkan ressamlarının katılımı ile açılan resim sergisinin açılışı Edirne Vali Yardımcısı Abdullah Aslaner yaptı. Açılan resim sergisine;  Ankara Tekirdağ Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Ferhat   Akgül,Edirne Kültür ve Turizm Müdürü İrfan Özcan, AK Parti Edirne İl Başkanı Müjdat Kahve, Süloğlu Belediye Başkanı Erol Atik, Hakım Leman Tosun, Cumhuriyet Savcısı Fahri Mutlu Tosun, Türk Bulgar Yunan Dostluk ve Kültür Derneği Başkanı Sami Gültekin, Balkan Türkleri İnsan Hakları Dernek Başkanı Doç. Dr. Ahmet Cebeci, Trakya Rüzgârı Halk Oyunları Derneği Başkanı Hüsmen Caner ile İstanbul, Ankara, İzmir, Tekirdağ, Kırklareli, Çanakkale, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya ve Kosova’dan çok sayıda davetlinin katıldığı dikkati çekti. Sergide Selda Sütçü, Ferhunde Ruhan Başarır, Remziye Ülker, Behçet Danacı, İsmet Çavuşoğlu, Nebahat Şimşek, Kamber Kaber, Nuriye Üstündağ, Melahat Tüzün, Orhan İsmail, Bilin Gence,  Salim Özgür, Öznur Balcı, Yasemin Balkan, Sevinç Öner, Mukadder Bağıran, Gülay Şeker, Mehtap Cömert, Aynur Açıkgöz isimli ressamlar resimleri katıldılar. Açılış sonrası katılımcı ressamlara Ankara Tekirdağ Kültür ve Dayanışma Derneği  Başkanı Ferhat  Akgül tarafından katılım teşekkür belgesi verildi. Ayrıca gelen konuklara Türk Bayrağı ile rozetler dağıtıldı.

  
                           
                                 Bulgaristan Mestanlı Rodop Rüzgârı Folklor Ekibi
 
  Aynı gün Edirne Halk Eğitim Merkezinde yapılan sanat gecesinde Halk Oyunları Ekipleri, Trakya Rüzgârı Halk Oyunları Spor Kulübü Derneği ekibi, Bulgaristan Mestanlı Rodop Rüzgârı Folklor Ekibi, Makedonya Yeni Yol Derneği Ekibi, Bulgaristan Kırcaali Ömer Lütfü Kültür Derneği Ekibi gösterilerini yaptılar. Daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı Ses Sanatçıları Jülide Sezen Halil Ersever, Ayşe Engin Aslancan solo konser verdiler. Geceye Makedonya İstanbul  Başkonsolosu Zerrin Abaz da katılarak Makedonyalı hemşerileri ile buluştu. Geceye katılan sanatçılara ve destek veren kişi ve kuruluşlara teşekkür plaketi verildi.

  Etkinlikler Tekirdağ Çerkezmüsellim’de kasabasında hak oyunları ekipleri ve yerel sanatçıların katılımları ile devam etti. Kırklareli Ahmetbey Beldesi’nde Selahattin Alpay, Hamdiye Mutlu, Gökhan Sevindik, Aynur Erdoğan isimli sanatçılar konser verdiler. Etkinliklere Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam katıldı. Geceye katılan sanatçılara ve destek veren kişi ve kuruluşlara teşekkür plaketi verildi. Etkinliklere katılan yabancı ülkelerden gelen guruplara ile değişik illerden gelen gruplara Edirne, Tekirdağ, Kırklareli’nin tarihi ve turistlik yerleri gezdirilerek tanıtıldı, yöre yemekleri ikram edilerek tanıtıldı.

Trabzonspor Yönetim Kurulundan Ünlü Sanatçı Kazım Koyuncu’a vefa örneği

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Trabzonspor Yönetim Kurulu Ünlü Sanatçımız Kazım Koyuncu’yu onur üyesi yaptı. Yaşamını yitirmesine rağmen ünlü sanatçının Trabzonspor üyeliği dondurulmadı ve Trabzonspor yaşadıkça, Koyuncu’nun da yaşayacağı belirtildi. Trabzonspor Divan Yönetim Kurulu üyesi Cafer Hazaroğlu, Ünlü Sanatçımız Kazım Koyuncu’nun baba evine gitti ve annesi babası kardeşi ve ablasına Koyuncu’nun  onur kurulu üyeliği belgesini teslim etti.

 
                         
                          Trabzonspor Yönetim Kurulu Üyesi Cafer Hazaroğlu Ünlü
                        Sanatçı Kazım Koyuncu’nun evindeki Trabzonspor’a ait köşesinde
 
  Ünlü Sanatçı Kazım Koyuncu’nun evindeki Trabzonspor’a ait köşe ise Trabzonspor Yönetim Kurulu  tarafından daha anlamlı dizayn edilmesine karar verildi.Kazım Koyuncu’nun Sugören Köyündeki duygulu anların yaşandığı evinde Kazım Koyuncu’nun annesi Hüsniye, Babası Cavit, kardeşi Hüseyin Koyuncu ve kız kardeşi Canan Erdem Koyuncu Kazım Koyuncu’nun Trabzonspor Onur Kurulu üyelik belgesini teslim altı. Trabzonspor Divan Yönetim Kurulu üyesi Cafer Hazaroğlu “Kazım Koyuncu, yaşayan bir efsane, onun Trabzonsporluluğu da Trabzonspor’da hep yaşayacak. Defteri üye kaydı hiç silinmeyecek” dedi.
error: Content is protected !!