
Kastamonu El Dokumaları










TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu “Kriz varsa çare de var” kampanyası 2. aşaması ile ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Kriz varsa çare de var!” seferberliği başlattık
“Geçtiğimiz hafta, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşları olan, TÜRK İŞ, HAK İŞ, TESK, TİSK, KAMU SEN, TÜSİAD, MÜSİAD ve TİM’in katılımıyla “Kriz varsa çare de var!” seferberliği başlattık. Ekonominin artık birinci mesele olabilmesi için çareye odaklı bir tartışma süreci başlatmak istedik. Kampanyanın ilk mesajı olarak da tüketicilere eve kapanma pazara çık dedik. İkinci haftaya girerken, gerek halkımızdan gerekse toplumumuzun diğer kesimlerinden oldukça güzel geri dönüşler aldığımızı görüyorum.

Özellikle Anadolu’dan bu çağrımıza önemli bir cevap ve katılım geliyor. Ayrıca üreten Türkiye platformu her geçen gün genişlemeye devam ediyor. Çağrımıza iştirak eden TÜRKONFED, Ankara Giyim Sanayicileri Derneği, Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği, Türkiye İş Kadınları Derneği’ne teşekkür ediyorum. Ayrıca; başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, Ana muhalefet ve muhalefet partisi Genel Başkanlarımıza ve Başbakan Yardımcımız Ali Babacan’a kampanyaya verdikleri destek nedeniyle minnettarız. Değerli basın mensupları;
” Ben veya biz ne yapabiliriz?” sorusunu sorabilmektir
Üreten Türkiye Platformu bütün katılımcılara açıktır. Biz bir kıvılcımı ateşledik, bu kıvılcımı gür alevlere dönüştürmek isteyen herkesi burada görmek istediğimizi, bir kez daha tekrarlamak istiyorum. İnanıyorum ki; ekonomimizi canlandırmak için oluşturduğumuz bu birlik meyvelerini verecektir. Bu kampanyayı başlattığımızdan beri iç pazarı canlandırmak konusunda devam eden tartışma son derece faydalıdır. Önemli olan nokta; öncelikle bu kriz ortamında pozitif olarak kullanabileceğimiz varlıklarımızı görerek gücümüze inanmamızdır. Ve çözümleri hep başkalarından ve dışarıdan beklemek yerine ” ben veya biz ne yapabiliriz?” sorusunu sorabilmektir. Bu platformu kurarken hareket noktalarımızdan birisi bu düşünceydi. Soruyu kendimize sorduk ve geçen hafta olduğu gibi bu haftada aziz milletimizin huzuruna çıkıp çare için katkı üretmeye devam ediyoruz.
72 milyonluk iç pazarımız elbette en büyük gücümüzdür
Bugün eğer dünya pazarlarının daraldığı bir küresel krizle karşı karşıyaysak, 72 milyonluk iç pazarımız elbette en büyük gücümüzdür. İç pazar büyüklüğü bir rekabet gücü unsurudur. Dünya Ekonomik Forumu’nun iç pazar büyüklüğüne göre yaptığı sıralamada Türkiye 134 ülke arasında 15’incidir.
Ulusal gelirin yaklaşık yüzde 70’i özel tüketimden oluşuyorsa
Ulusal gelirin yaklaşık yüzde 70’i özel tüketimden oluşuyorsa, küresel kriz sırasında ihracatta ortaya çıkan sert düşüş var ise; işsizlik Şubat’ta yüzde 16,1 gibi rekor bir düzeye ulaşmışsa; iç tüketimdeki yavaşlamanın giderilmesi zorunludur. Bu yönde; hükümetimizin atması gereken adımlar vardır. Dar gelirli vatandaşlarımızın alım gücünü artırmaya yönelik harcama çeki ve benzeri tedbirleri hayata geçirmelidir.
Değerli konuklar;
Krizin en vahim sonucu işsizliktir. 3.8 milyon insanımız işsizdir,
2,5 milyon insanımızda umudunu kaybetmiş işsizdir
Dünya’nın başındaki bu kasırga, önce finansal bir kriz olarak ortaya çıktı, sonra ekonomik bir krize dönüştü. Şimdi de sosyal bir kriz bütün ülkelerin kapısında bekliyor. Altını çizerek söylüyorum, bu krizin en vahim sonucu işsizliktir. 3.8 milyon insanımız işsizdir, 2,5 milyon insanımızda umudunu kaybetmiş işsizdir. Dolayısıyla; 6,3 milyon insanımız evine ekmek götürememektedir. 2001 krizinin sebep olduğu işsizlik sorunu halen sırtımızdayken, bir de buna 20082009 işsizlik dalgası eklenmiştir.
Her yıl ortalama 700 bin gencimiz çalışma çağına adım atmaktadır
TÜİK’in rakamlarına göre; her yıl ortalama 700 bin gencimiz çalışma çağına adım atmaktadır. Ancak, imalat sanayi istihdamı en son Şubat’ta geçen yıla göre 310 bin kişi azalmıştır. Bütün göstergeler işsizlik sorununun küresel krizle birlikte iyice büyümekte olduğuna işaret etmektedir. Üstelik Türkiye’nin işsizlik sorunu aynı zamanda yapısaldır. Mevcut ekonomik çark, nüfus artışının paralelinde çözüm üretemiyor. Bu gelip geçici bir sorun değildir. Kamu ve sivil toplum el ele vermediği takdirde, gelecek kuşakların asgari yaşamlarını tehdit edecek bir sorun ile yüz yüzeyiz.
Bu sorun hepimizin sorunu, bu sorun Türkiye’nin sorunudur
Bu sorunun çözümünde hükümete, muhalefete, bütün sivil toplum örgütlerine, velhasıl hepimize görevler düşmektedir. Bu sorun hepimizin sorunu, bu sorun Türkiye’nin sorunudur. Bu kampanyanın görünür kılmaya çalıştığı, farkındalık yaratmaya çalıştığı konu, ülkemiz iç pazarın büyüklüğü konusudur. Bu gücümüzün krizden çıkış yolunda kalkan olabileceğidir. Bu dönemde çare arayışını bu potansiyelin etrafında toparlarken, Türkiye’nin üretim kapasitesinin bu süreçten minimum hasarla çıkmasını temin edecek bütün tedbirler, bir bütünlük içerisinde tartışılmalıdır.
Ekonomiyi bütün Türkiye’nin meselesi haline getirmektir
Önemli olan çareler üzerinde bir tartışma ortamı oluşturmak ve ekonomiyi bütün Türkiye’nin meselesi haline getirmektir. Elbette, pazara çıkmak tek başına krizi çözmez, işsizliği azaltmaz; ama tedbirlerin bütüncül biçimde alındığı bir ortamda, kendimize güveniyor olmak, krizden korkmamak, alışverişi kesmemek, ülkemize çok şeyler kazandırabilir. Şimdi çareler üzerine yoğunlaşmış bir kriz tartışması yapabilmek için çok doğru bir zamandayız. Bu tartışmayı alıp ileriye götürebilmek mümkündür.
Değerli konuklar,
İşsizlik fonunun kullanım şartlarının geçici bir süre genişletilmesini bekliyoruz
Bir taraftan işsizlik sorununun sosyal etkilerini azaltırken, diğer taraftan işsizlik fonunun kullanım şartlarının geçici bir süre genişletilmesini bekliyoruz. Mesleksizlik probleminin çözümü için işgücüne beceri kazandırma kurslarının sayısı ve niteliği arttırılmalıdır. İşsizlerimizin hem morallerinin yükseltilmesi hem de kriz ertesi dönemde daha yüksek verimle çalışmaları için, bu gereklidir. Bu platformda oturan sivil toplum örgütleri bugüne kadar yaptıkları taleplerden vazgeçmiş değildir. İstihdamın teşviki amacıyla, istihdam yüklerindeki indirimin devamını elbette beklemeye devam ediyoruz.
Değerli Basın mensupları,
Bu hafta ülkemize “Kimse işini kaybetmesin ” diyoruz
Beş hafta sürecek iletişim kampanyamızda ikinci haftaya girerken, yeni ilanlarımız yurt genelinde yerini alacak. Bu hafta ülkemize “Kimse işini kaybetmesin ” diyoruz. Kampanyamızla ilgili bilgi edinmek ve gelişmeleri takip etmek isteyenler için bir kez daha web sayfamızın adresini vermek istiyorum. www.uretenturkiyeplatformu.org.tr
Kamuoyuna bir kez daha hatırlatmak istiyoruz; 2001 sonrasında yaklaşık 3 milyon insana iş sağlayan bu ülkenin özel sektörüdür. Anadolu’da her bir müteşebbisimiz, yanında çalışanların sayısı ile övünür. Bu ülkede işçiler ve sendikalar ” İşyerimi seviyorum ” pankartı taşımıştır. Bizde işçi-işveren ayrımı yoktur. İşçi, işveren el eledir, birdir ve beraberdir. Biz bu anlayışın insanlarıyız. Krizde işçisini muhafaza edemediği için ağlayanlar vardır.
İç pazar özel sektörün istihdam kapasitesini mutlaka artıracaktır
Bugün üretimi kısmak zorunda kaldığı fabrikasından, sırf işçisini çıkarmamak için başka bir iş kolundaki fabrikasına işçi aktaran holdinglerimiz var. Platform olarak şunu söylüyoruz; canlandırılacak iç pazar özel sektörün istihdam kapasitesini mutlaka artıracaktır. Bir tek kişinin bile işsiz kalmasını hiç birimiz istemiyoruz. Ülkemiz, sırtımızı petrol ya da doğal gaz kaynaklarına dayamadan, sadece müteşebbis ruhuyla, yetişmiş insan kabiliyetiyle, işçisinin emek ve sabrıyla, insanımızın omuzlarında yükselmiştir. Bu sinerji her türlü zorluğu aşmaya kadirdir. Bizler işsizler iş bulsun, işini kaybedenler işe geri dönsün, kepenkler kapanmasın istiyoruz.
Unutmayın! Kaybetmek kolay kazanmak zordur.
Ülkemizde çözümsüzlük psikolojisi bulaşıcıdır
Biz bu ruhla önümüzdeki bütün engelleri aşarız. Ekonomileri üretim, istihdam ve tüketim ayakta tutar. Biri olmazsa kriz kazanır. Krize yenilmeyeceğiz, ülkemize hep birlikte destek olacağız. Unutmayın! Kaybetmek kolay kazanmak zordur. Ülkemizde çözümsüzlük psikolojisi bulaşıcıdır. Biz bunu ortadan kaldırmak için herkese çağrı yapıyoruz. Bu ülkeyi ihtiraslarından fazla seven herkes elini taşın altına koysun ve yaşadığımız sorunlara çözüm üretmeye katkı versin. Arkadaşlar, herkesi koşulların esiri olmamaya ve bunun için mücadele etmeye davet ediyoruz.
Türkiye’nin yüzü gülsün diye ”
Haber: İlker ÇAKAN
TURKUAZ Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna; İstanbul’un Fethinin 556. yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamada şunları söyledi;
İstanbul’a sahip çıkmaya davet ediyoruz.
” Osmanlı Devleti’ni dünya imparatorluğu yapan İstanbul’un fethinin 556. yılı bugün törenlerle kutlanıyor. Bir çağ kapatıp yeni bir çağ açan İstanbul’un fethinin 556. yılında şehrimize emeği geçmiş herkese saygılar sunuyoruz. Fethin coşkusunu bu gün hepimiz heyecan içinde yaşıyoruz. Ancak senede bir gün tören coşkusu yaşamak artık bize yetmemeli; bu coşku, İstanbul’a sahip çıkmanın sorumluluğunu da iliklerimize kadar hissetmemize neden olmalıdır. İstanbul’u fethetmenin coşkusunu iliklerine kadar hissedenleri İstanbul’a sahip çıkmaya davet ediyoruz. Bu eşsiz nadide coğrafyanın sahibi olmanın gururu, Fatih Sultan Mehmet’in mirasını korumakla mümkün olabilir.
İstanbul bir mozaik şehirdir
Canım İstanbul, İstanbul eşsiz güzelliklerinin yanında yüzyıllar boyu çeşitli dinlerin ve kültürlerin bir arada yaşadığı önemli bir mozaik şehirdir. Tarihin her döneminde ticari, kültürel ve doğal cazibesi nedeniyle dünyanın her yerinden kendisine gelen insanları büyüleyen İstanbul; özellikle Osmanlı döneminde, ana vurgusu Türklük ve Müslümanlık olmak üzere kelimenin tam anlamı ile mozaik bir şehre dönüşmüştür. Bir yanda Hıristiyan Bizans’ın imparatorluk kalıntıları, diğer yandan Osmanlının yeni payitahtı olmasından kaynaklanan bir dinamizm, şehri kısa bir süre içerisinde bütün dünyanın kalbi olma noktasına getirmiş, şehirde yapılan cami, medrese, hamam, çeşme gibi mimari öğeler İstanbul’un çehresini değiştirirken aynı zamanda cazibesini de artıran bir unsur olmuştur.
Her taşında bir anı, uçuşan her toz
zerreciğinde binyılların birikimi yatıyor
İstanbul’un gerek coğrafi konumu, gerekse her anlamda bir cazibe merkezi oluşu, hiçbir zaman kaybolmamış, buna bağlı olarak tüm dünyaya açık olan bu şehirdeki insan ve düşünce çeşitliliği de alabildiğine genişlemiştir. İmparatorluk dönemindeki bu çeşitlilik, yaşamın her alanında İstanbulluları etkilemiş, mutfaktan müziğe kadar çok renkle ve çok boyutlu bir kültürel hayat, bugün adına İstanbulluluk dediğimiz bir algılama ve yaşama biçimini ortaya çıkarmıştır. Her taşında bir anı, uçuşan her toz zerreciğinde binyılların birikimi yatıyor. Her çağda dünya insanlarının özlemi olmuş İstanbul. Her kültür yurt edinmek istemiş bu eşsiz beldeyi. Kimileri fethetmek istediyse de kimileri yola vurmuş kendini sadece görebilmek için… Gezginler anlata anlata bitirememişler havasını, suyunu, rengini, sesini, söylencelerini… Şiirler yazmış şairler, en güzel besteler İstanbul’a adanmış, en görkemli aşklar İstanbul’da yaşanmış. Bugün 10 milyondan fazla insana kucak açan İstanbul, evvel zamanları taşıyan tarihsel dokusunu, çağdaş kent estetiğinin dokusuyla kaynaştırarak soluk alıp verebilen dünyanın sayılı kentlerinden… Gelecek kuşaklardan ödünç aldığımız bu eşsiz kenti tüm değerleriyle sonsuza taşımak için, var olanları korumak kadar yitmekte olanlara da sahip çıkarak sorumluluğumuzu yerine getirme görevidir.
Yarışmaya, bunun için çalışmaya ve başarmaya devam etmeliyiz
Bu eşsiz kenti yönetim dönemimiz süresince elde ettiğimiz başarılarda; yetkin kadrolar, akılcı politikalar ve uykusuz geceler kadar katılım ve işbirliğine açık barışçıl hizmet politikalarımızın da büyük payı olduğuna yürekten inanıyorum. Daha güzel bir İstanbul için, daha yaşanılır bir kent için, daha yüksek bir kentsel kalite için dünyanın gelişmiş diğer şehirleriyle yarışmaya, bunun için çalışmaya ve başarmaya devam etmeliyiz. Ortaçağın simyacıları taşı altına çeviremediler ama bizler, birlik ve dirliğimizi muhafaza ederek hayali ve alın terini uygar bir geleceğe çevirebiliriz.
İstanbul’u üzmeye kimsenin hakkı ve hukuku yoktur
İstanbul tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan büyülü bir kenttir. Bütün birikimi ve donanımı ile geçmişin bize bıraktığı bir emanettir İstanbul. İstanbul’u üzmeye kimsenin hakkı ve hukuku yoktur. Belediye başkanlık dönemimde ekibimle birlikte; hep tarih ve medeniyet yatağı bu kentin gelişmesi ve yaşam kalitesinin artması için çalıştım.
İstanbul’da göreve başlarken her şeyin ötesinde önce Allah’a sonra bilgimize güvenerek yola çıktık. Gerçekleştirdiğimiz her hizmet ve eserle şehri geleceğe taşımayı amaçladık. “Aklımızdaki İstanbul, gönlümüzdeki şehir” diyerek sahiplendiğimiz güzel İstanbul’umuzu yaşamak ve yaşatmak için iş üretmeyi ilke edindik. İstanbul’un ve İstanbullunun huzuru ve mutluluğu için harcadığımız enerji ve akılcı yatırımlarla İstanbul’un daha yaşanabilir, daha soluk alınabilir bir kent haline geldiğini görerek gururlandık.
İstanbullunun yaşam kalitesini artırdığımıza hep birlikte tanık olduk
Havasıyla, suyuyla, ulaşımıyla, kentsel çevresiyle, kültürüyle, altyapısıyla, sağlıktan sporuna kadar İstanbullunun yaşam kalitesini artırdığımıza hep birlikte tanık olduk.
Çok sayıda yatırımla donattığımız İstanbul, gece-gündüz demeden yaptığımız çalışmalarla kötü günlerini mazide bırakmıştı. İstanbul’da artık geleceğin hayal projelerine imza atmaya başlamıştık.
Kıt imkânlarla dünyayı hayrete düşüren projeler ürettik
Kıt imkânlarla dünyayı hayrete düşüren projeler ürettik. Hedefimiz; İstanbul’u dünyada söz sahibi, karar merkezi bir kent haline getirmekti. Lider şehir İstanbul, lider ülke Türkiye!..
İstanbul için sağlam ve doğru bir gelecek vizyonu ortaya koymadan yola çıkmanın hem anlamsız, hem yararsız olacağını düşünürüm. Bu açıdan, en aktüel hizmetten, en büyük ve prestijli projeye kadar bütün çalışmalarımızı bu perspektifle ele alarak 2023 hedefleriyle uyumlu biçimde kurguladık.
“İstanbul 2023 Vizyonu”nu ortaya koyarak,
iddiası olan bir şehir misyonu ürettik
İşte bunun için “İstanbul 2023 Vizyonu”nu ortaya koyarak, iddiası olan bir şehir misyonu ürettik. Bunu hep birlikte başarmayı ve gerçekleştirmeyi çok arzu ettik. Birbirini paylayan değil paylaşan bir İstanbul için yaptıklarımızı İstanbul’un geleceğine teslim etmenin gururunu yaşadık. Eskiden İstanbullular; “akl-ı selim, hissi selim, zevki selim” olarak tarif edilirmiş. İşte bu tarifi yeniden yerleştirmenin mücadelesini verdik. Fethin 550. Yılında “İstanbul 1. Edebiyat buluşması” ile şair ve yazarlarımızın İstanbul ile ilgili duygu ve düşüncelerini şehrimize örttük. 550 seneden bu yana çok üzdüğümüz ve hoyrat davrandığımız İstanbul’umuzun kucağında ağladık af diledik. Onu yeniden güzelleştirmenin heyecanını duyarlı dostlarımızla yaşadık.
Şehrimizin estetiğini algılamak
Bugünkü kentin çekirdeğini oluşturan ilk yerleşim binlerce yıl öncesine tarihleniyor. Ondan olsa gerek, kent ve yaşama kültürü, iliklerinden fışkırır İstanbul’un. Dionysos söylencelerinden bir ayrıntıyı da, Roma özellikleri taşıyan mimari bir geleneği de, Osmanlı’dan kalan bir sokak arasını da, Seferad müziğinin tınılarını da, Bizans yemeklerinin tadını da, Pers giyim kuşamından çizgileri de, Gobi Çölü’nde at koşturan cengâverlerin rüzgârından asıntılar taşıyan sesleri de, okyanuslara yelken açmış maceraperestlerin meraklı gözlerini de aynı anda görmek mümkün bu kültürler kavşağında…
Şefkate, düzene, dirliğe ve iddiaya muhtaç bir şehir
Sanki her kültür, sıcak bir mola vermiş, İstanbul’da ve adını yazmak istemiş… Gümüş sularıyla kentin estetiğini ve kültürünü yönlendiren, İstanbul’u İstanbul yapan, Boğaziçi, binyıllardır sanatçıları kıskandırırcasına bir başka parıldar, güneşin de ayın da altında… Bir eşi çıkmaz yeryüzünde. Yaşadığımız şehir; şefkate, düzene, dirliğe ve iddiaya muhtaç olan işte böyle bir şehir.”
Şu yaşamaya başladığımız taze bahar günleri gibi içimize huzur veren bir kelime dürüstlük. Bakışlarda güven, duruşta asalet, hayatta dik duruştur. Her dostlukta, alışverişte, işbirliğinde, evlilikte, insanın hayatına dair her olguda aranan en önemli husustur. Kendisinde olmasa bile her insan mutlak surette ilk olarak dürüstlük umar karşısındakinden. Biraz da klasikleşmiş bir beklenti olarak değerlendirilebilir. Her yaş insanının ihtiyaç duyduğu, illa görmek istediği dürüstlük hala ilkbahar gibi mi umutlarımızda?
Peki ya siyasette..
Önce şu pencereden bakalım; Siyaset dürüstlük müdür?
Siyaset kimilerine göre pahalı elbiseler giyinip, lüks lokantalarda ziyafetlere kurulmak, siyah camlı arabalara binmek, istediği zaman istediği kapıyı destursuz açabilirken, ,istemediğinde kendi kapısı önünde bekletme lüksünde olmak, vaatlerde olabildiğince cömert olup, iş başa düştüğünde gölge adam olmak. Kimilerine göre, vatan, bayrak, millet aşkının Ferhat’ı, Kerem’i, Mecnun’u olmak, “Halka hizmet Hakk’a hizmettir” anlayışıyla milletin omuzlarına yüklediği şerefli hizmet görevini fedakarca icra etmek, memleketini seven her vatandaşının hizmetkarı olmak. Her iki anlayışın savunucuları vardır şüphesiz ve de olacaktır. Her ne kadar dürüstlük adına naralar atılsa da dürüst(!) siyasetçiler tarafından, görünen yüzü umut çeşmesi, arka yüzü yalan bahçesi En akıllı siyasetçi de iki yüzünü birbirinden ustalıkla gizleyen halk kahramanları(!)
Şimdi de dürüstlüğün siyasette yeri var mıdır ona bakalım. Aslında sorumun cevaplarını duyar gibiyim şimdiden. Kim kaybetmiş de onlar bulsun diyorsunuz. Arada nadir de olsa aziz milletimizin bağrından kopan, dürüstlüğü ilke edinmiş siyasetçilerimiz de var elbette. Onları tenzih ederek dürüstlüğün siyasette söylendiği gibi yerinin olmadığını üzülerek ifade etmek istiyorum. Bu ifademi içinde bulunduğumuz günümüz siyasetinde hala görememiş olmanın teessürü içinde sizlerle paylaşıyorum. Siyasette yepyeni umutlar besleyerek kurduğumuz ve heyecanlarla iktidara taşıdığımız partiler söylemlerinde olduğu kadar icraatlarında ve en önemlisi kendi içlerinde dahi adaleti ve demokrasiyi özlediğimiz haliyle yaşayamadığımız örneklerle doludur maalesef. Dürüstlüğün telaffuz edildiği kadar de onur sayılmadığı, dolayısıyla prim yapmadığı anlayışı güçleniyor yaşanan örneklere bakıldığında. Yakinen takip ettiğimiz parti içi siyasetin, içteki sürtüşmelerin, taban ve üst kademe arasındaki mecburi tatlıya bağlanan, dikte edilerek sükunun sağlandığı anlaşmazlıkların bir çok örneğinden bahsetmek mümkün. Demokrasi, adalet ve dürüstlük adına üzücü, hiç de arzu edilmeyen gelişmeleri endişe ile izlemekteyiz.
Düşünün bir siyaset akademisi düzenleniyor. Türk siyasetine yepyeni bir heyecan, dinamizm getiren, içte ve dışta itibarımızı arttıran, ülke ihtiyaçlarına yönelik projeleriyle siyasetin klasik, soğuk çehresini değiştiren Sayın Başbakanımız Recep Tayip ERDOĞAN hayata geçiriyor bunu. Amaç; siyasete girmek isteyenlerin eğitilmesi, eğitimli siyasetçilerin siyasete ve teşkilatlara kazandırılması. Yani eğitim ve siyasette kalite adına mükemmel bir proje. Gençler, kadınlar siyaset arenasında bilgiyle, ilimle donatılıp cesaretle boy göstersin, ülkesi için bilinçli siyaset yapsın, bu hizmet yarışında istekli olan herkese siyaset kapıları açılsın diye düşünülmüş önemli bir uygulama.
Belirli takvimlerde belirli illerde uygulamaya geçirilmiş, verilen eğitimlerin akabinde sınavlar düzenlenerek katılımcıların seviyeleri tespit edilmiş başarıları belgelendirilmiştir. Ancak bazı illerde başlangıcında planlandığı gibi uygulanmış fakat eğitim sonunda yapılan sınavda bazı kişilerce uygulama hedef ve amaçlarına yakışmayan disiplinsiz davranışlar sergilenmiştir. Özellikle parti yönetiminde olmanın şımarıklığı içinde olan bazı lakayt kişiler bu değerli projeye maalesef gölge düşürmüşlerdir. İlkelere uyulmamış, ciddiyeti hiçe sayılmıştır. Asıl üzücü olan ise sınavda başarı gösterip dereceye girenlerin değil de, eğitime katılmadığı halde yönetim içinde bulunan veya bunlara yakınlığı olan kişilerin başarı gösterdi diye tanıtılmasıdır. Kimin kime şikayet edileceği de ayrı bir muamma.. Zira atı alan Üsküdar’ı geçti
Yani başarının bırakın ödüllendirilmeyi üzeri siyasi güçleri olanlarca ustalıkla örtüldü. Burada ki art niyetli kişilerin hala göğüslerini kabartarak yetkili yerlerde bulunuyor olmaları siyasette dürüstlük, adalet ve kalite adına üzücü, siyasetin geleceği adına da ümit kırıcı bir durumdur. Şimdi gelelim başta belirttiğimiz dürüstlük ve siyaset ikilisinin birbirine ne kadar yakın olabildiği ve siyaset içinde dürüstlüğün ne kadar değer taşıyabildiğine.
Ben yaşanmış hadiselerin ışığında bir takım kişilerce dürüstlük ile siyasetin arasına çok engeller konulduğuna inanıyorum. Temennim o ki, bu erdemden uzak kişiler layık olamadığı siyasi camiayı daha fazla kirletemez ve siyasete asıl gönül verenlerin takdire şayan çabaları değerlendirilerek bu başarılı insanlar siyasete layıkıyla kazandırılır. O zaman siyasette dürüstlüğün önemli olduğunu, dürüst olanların da kabul görerek ödüllendirildiğini savunanların milli irade tarafından tekrar tekrar seçilmeye layık olacağını düşünüyorum.
Güzel bir gelecek, dürüst bir siyaset ümidiyle
Dünyanın en soğuk başkentine sahip ve en tenha ülkesi Moğolistan geniş bozkırlar ülkesidir. Hem çölün kavurucu sıcağını hem de kışın -40 larda ki dondurucu soğuğunu bünyesinde barındırmaktadır. Tarihte derin izler bırakan büyük göçlerin ve uygarlık savaşlarının da hep tarafı olmuştur bu büyük coğrafyadır. Müslümanlar yüzyıllara meydan okumuşlar buralarda. Hem Moğol zulmüne hem de Komünizm cenderesine karşı amansız bir direniş. Her şeye rağmen kimliklerini korumuşlar. Belki imani ve ameli bilgileri dahi çok az ama yine de birbirlerine en değerli vasiyetleri olmuş Müslümanlıkları
Kazakistan’da hava şartlarından dolayı iki gün mahsur kaldıktan sonra gecikmeli olarak Bayan Ülgi ye geliyoruz, ülkenin en batısındayız. Ezan sesi duyduğumuz tek yer burası. Azathan Hoca ve etrafındaki az sayıda insan çırpınıyorlar Müslümanları yeniden teçhiz etmek için . Bizdekinin aksine İmam Hatip Lisesi açmışlar şehirde. Dörtyüz kadar öğrenciye müfredatın dörtte birinde dinlerini öğretmeye çalışıyorlar.
İnsanların epey bir kısmı çadırlarda yaşıyorlar. Yerleşik hayata geçerken göçebe çadırlarını da beraber getirmişler. Kazak çadırı meşhur. Yaklaşık 6-
Bayramın ikinci günü. 7 mahallenin muhtarlarını İHH çadırına misafir edip bölgenin sorunları, çözüm önerileri, istek ve tekliflerini açık oturum tarzında ayrı ayrı söz vererek alıyoruz. Deri Fabrikası kurulmasını istiyorlar. İşsizliğin böyle sona erebileceğini sırf bu bölge de 3 milyon dörtyüzbin hayvan olduğunu söylüyorlar. Dua ile berber kurban dağıtım töreni başlıyor. Ellerinde dağıttığımız Türk Bayrakları ve İHH balonları. Herkes sevinç içinde . Her muhtara kontenjan verilmiş. Listesini alıp, okuyor ve teslim edilenleri işaretliyor. Gelemeyenlere de biz dağıtıma gidiyoruz.
Muhtaç insanlara kurban yardımı dağıtıyoruz. Bir eve gidiyoruz eşi vefat etmiş, iki çocukla dul kalmış. Bir diğeri ameliyat olmuş, akciğerinin yarısını almışlar çalışamıyor. Başka bir evde elektrik yok, boş bulduğu yerlerde yaşıyormuş. Yaşlı bir ihtiyar amca hiç evlenmemiş, annesine bakıyormuş, o da vefat edince yapa yalnız kalmış, çalışamıyormuş. Bir başkası ağlayarak karşılıyor bizleri, sakat çocuğuna çare arıyor. Çatısı delinmiş, eski bir evin mukimi kömürü bitmek üzere olduğundan düşünceli Daha niceleri. Bütün bölgelerde toplam 1200 adet küçükbaş hayvan kesildi ve muhtaçlara ulaştırıldı. Yanı sıra acil ihtiyacı olan 26 aileye kömür yardımı yaptık. Cuma namazını müteakip camide tören düzenleniyor bizlere. Türkiye’den Müslümanlardan selam ve dua getirdiğimizi söyledik. Onlarda geleneksel kıyafetlerini bize giydirerek adeta sizleri aramıza aldık , bizden kabul ettik , şükranlarımızı sunuyoruz diyorlar .
Hoton Müslümanlarının yaşadığı bölgeye ulaşmak için
Çok sevdiğim dostlarımdan biriyle muhabbetin koyusundayız. Amasya’nın o güzelim dağlarına yüzümüzü dönmüşüz. Keklik kanı semaver çayımızı yudumluyoruz balkonda. Siyasette pek çok emek vermiş, memleketini seven değerli bir dostum. Nasıl da özlemişiz dertleşmeyi. Konuştukça gözlerindeki buğuyu fark ettim. Nasılda içli ve derin. Kendisini çok iyi tanıdığım ve birçok konuda örnek aldığım pozitif bir insan. Merakımı gizlemeden sordum, senin üzüldüğün bir şeyler var, bilmek istiyorum diye. Geçiştirmeye çalıştı. Bilirim öyle hassastır ki incitmekten korkar. Israrım sonuç verdi ve anlatmaya başladı.
”… Hani bizler ta okul yıllarından kader birliği yapmıştık, hangi alanda olursa olsun memleketimize hizmet eden çalışkan, fedakâr, üreten vatandaşlar olacağız, bundan hiçbir koşulda ve zorlukta dönmeyeceğiz diye. Sen eğitimci olarak en değerli hizmeti veriyorsun insanımıza. Ben sosyal çalışmaları ve siyaseti seçtim kendime. Yıllardır nerede siyaset, nerede hizmet, nerede zahmet varsa ben orada oldum. Vicdanımın huzurundan başka hiçbir şey yok ortada. Asıl üzüldüğüm ise, birilerinin emeklerini, oturtuldukları siyasi koltuğun verdiği yetkiyi kötüye kullanarak ziyan etmeleri. Bir iki örnek anlattı yaşadıklarından. Sakin ve sabırlı bir üslupla başlıyor söze.
Siyasi çalışmaların her zaman en ortasında oldum. Gözleri nemli bir insan görsem kederlenir, nasıl yardım edeceğimi düşünürdüm hep. Sonuna kadar da derdini dinlediğim insanların yanında yer aldım, takipçisi oldum. Teşkilat içerisinde zaman zaman görev değişimleri oldu. Bende birçoğuna talip oldum. Tabi ki bize gönül veren partimizin değerli hanım üyeleri, delegeleri ve idarecilerinin teveccühleriyle. Güzel heyecanlarla talip olduğum görevlerden henüz hiç biri bana nasip olmadı inanır mısın? Üstelik bu adilane değil, tamamen kişisel hırsları olan, art niyetli, siyaseti heveslerine, çıkarlarına alet eden riyakar bir takım insanların çirkin oyunları yüzünden gerçekleşemedi. Bu hizmet yarışında ehil insanların olması gerekirken, dalkavuk kılıklı, sahte ruhlu, siyasette kifayetsiz şakşakçıların olması ne kadar üzücü. En elim tarafı da uğranan haksızlıkları belli kademeleri aşıp ta yetkili organlara ulaştıramıyor olmak. Belki oralarda seslendirdiğimiz sitemler muhatap bulur ve adalet ve demokrasi işlerdi. Kim bilir?
Her defasında, bunda da bir hayır vardır diye umutlarımı öteledim. Baktım ki iş öyle değil. Bizzat kişilerle ve onların hain oyunlarıyla muhatap olmuşum da yeni fark etmişim. Yani dostum kısacası, sen eğitimci oldun, ben siyasette hizmetkar. Ama görüyorum ki; milletini ülkesini sevenler yerine kesesini doldurup ihtiraslarını amaç edinenler kazanıyor, Hiçbir makamın da bunları gözü görmüyor. Çünkü eğitim de hala aşacak çok yolumuz var. Memleketimin de idealist olduğu kadar eğitimli kişilikli siyasetçilere ihtiyacı var… ”