Perşembe, Aralık 18, 2025
tr
Ana Sayfa Blog Sayfa 270

KAYAD’tan unutulmaz gece

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Kamu Yönetimi Araştırma Derneğinin düzenlediği gecede Devlet Halk Dansları topluluğu büyük alkış aldı. Türkiye’yi yurt içi ve yurt dışında başarıyla temsil eden genç folklorcular, izleyicileri büyüledi. Ankara’da bir grup bürokrat tarafından kurulan Kamu Yönetimi Araştırma Derneğinin (KAYAD) düzenlediği gecede Devlet Halk Dansları topluluğu konukların büyük beğenisini kazandı. Gecede sahneye çıkan Kültür ve Turizm Bakanlığı  sanatçıları Zafer Albayrak,  KAYAD ile Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğiyle Keçiören Belediyesi Necip Fazıl Kısakürek salonunda üyeleri buluşturmak, kaynaştırmak amacıyla düzenlenen gece, KAYAD Başkanı Ali Koplay’ın açılış konuşmasıyla başladı.KAYAD’ın 2005 yılında sivil toplumun gücüne inanan kamu denetçisi, bürokrat, akademisyen ve özel sektör temsilcilerinden oluşan multi-disipliner kişiler tarafından kurulduğuna işaret etti. Taner Can  KAYAD ile Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğiyle Keçiören Belediyesi Necip Fazıl Kısakürek salonunda üyeleri buluşturmak, kaynaştırmak amacıyla düzenlenen gece, KAYAD Başkanı Ali Koplay’ın açılış konuşmasıyla başladı.

  KAYAD’ın 2005 yılında sivil toplumun gücüne inanan kamu denetçisi, bürokrat, akademisyen ve özel sektör temsilcilerinden oluşan multi-disipliner kişiler tarafından kurulduğuna işaret etti. AN ve Emin Yağcı’da büyük alkış aldı.  KAYAD”ın temel hedeflerinden birisinin  kamu yönetiminin yapısal ve işlevsel sorunlarına çözüm üreterek katkı sağlamak olduğunu beliriten Ali Koplay, “Ayrıca derneğimiz günümüzün ve geleceğin vizyonunu ortaya koyarak örnek bir sivil toplum kuruluşu olmayı kendine amaç edinmiştir.” dedi. KAYAD’ın özellikle gençliğin gelişmesine katkı sağlamak için derneğin çalışmalarına katılmalarını sağlamaya çalıştıklarını belirtti.

  Ali Koplay’ın konuşmasının ardından sahneye ilk olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Halk Dansları amatör topluluğu çıktı.Türkiye’yi yurt içinde ve dışında başarıyla temsil eden genç folklorcular, Ankara, Ege, Tekirdağ ve Adıyaman yöreleri kaynaklı gösterileri ile gecenin unutulmazları arasında yer aldı. Devlet Halk Dansları topluluğunun ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı Türk Halk Müziği sanatçıları  Zafer Albayrak, Taner Can ve Emin Yağcı seslendirdikleri türkülerle davetlileri coşturdu.

TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu “Unutmayalım ki, çevre, bir ayna gibidir”

0

Haber: İlker ÇAKAN

  TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, “Çevre Alanında Kapasite İnşa Projesi – Akıllı Yönetim: Düzenleyici Etki Analizi” konulu konferansta yaptığı konuşmada şunları söyledi;

  “Çevre Alanında Kapasite İnşa Projesi ve çevre konusundaki çalışmalarda iş dünyasıyla diyaloga verdiği önemden dolayı, Sayın Bakanımıza teşekkür ediyorum. Sürdürülebilir kalkınmanın teşvik edilmesi, çevrenin korunması ve iklim değişikliği ile mücadele konuları, bugünün olduğu gibi, geleceğin de temel meseleleri olmaya devam edecektir. Bu konuların stratejik bir yaklaşımla, ülkemizin ekonomik ve sosyal gelişmesine katkı sağlayacak ve toplumun her kesiminin kazanacağı bir anlayışla ele alınması gerekir.

  Ülkemizin kurumsal altyapısını, 21. yüzyılın şartlarına uyumlu hale getirmemiz zorunludur. Biz Avrupa Birliği’ne katılım sürecine, en çok bu yüzden önem veriyoruz. Bir yandan özel sektör, kriz sonrası yeni oluşan ekonomik ortama uyum sağlamaya çalışırken, diğer yandan kamunun da iş yapma biçimini, düzenlemelerini yenilemesi kaçınılmazdır. Ancak, tüm bunları etkilerini önceden görebildiğimiz, gelecek maliyetlerin öngörülebilir olması yaklaşımıyla yapmak önemlidir. İşte bu noktada, düzenleyici etki analizleri büyük önem taşımaktadır. Bu mesele, çevre konusunda çok daha fazla önemli hale gelmektedir.    

  Değerli katılımcılar,

  Türkiye, 21 Aralık 2009 tarihinde, “Çevre” faslında Avrupa Birliği ile müzakereleri başlatmıştır.     Çevre faslı; maliyet açısından en maliyetli, zorluk derecesi açısından en karmaşık

insan sağlığı ve gelecek nesillerimize olan sorumluluğumuz yönüyle de en duyarlı olunması gereken fasıllardan biridir.

   Dolayısıyla, Avrupa Birliği’nin daha önceki genişleme dalgalarında olduğu gibi, Türkiye için,  “Çevre” faslı, uyum yönünden ciddi bir kapasite inşasını gerektirmektedir. Türkiye’nin AB çevre mevzuatına uyumunun maliyetli olduğunu biliyoruz. Ancak, bu alanda maliyet hesabı yaparken, global rakamlar telaffuz ediyoruz. Bu rakamları da maalesef hesaplayabilmiş değiliz.

  İşletme düzeyinde, sektör düzeyinde, il düzeyinde nasıl etkileneceğimizi çoğu zaman bilmiyoruz. İstihdam imkanları başta olmak üzere, uyum sürecinin sosyal alandaki etkisini ölçmüyoruz. Kısaca, yaptığımız veya yapmayı tasarladığımız, reform niteliğindeki düzenlemelerin gerçek maliyetini bilmiyoruz. Bu kadar bilinmez bir arada olunca, Avrupa Birliği ile müzakere masasına oturduğumuzda, doğal olarak, taleplerimizi teknik verilere dayalı argümanlarla destekleyemiyoruz.

 Hâlbuki Avrupa Birliği ile müzakereler yanında, ulusal mevzuatımız gereği de, mevzuat hazırlama sürecinde Düzenleyici Etki Analizi yapmak zorundayız. Yeni bir düzenleme süreci başlatırken, öncelikle düzenlemenin muhtemel ekonomik, sosyal ve çevresel etkilerini değerlendiren, kapsamlı bir çalışma yapmalıyız. Siyasi düzeyde alınacak kararın maliyetini ortaya çıkarmalıyız. Bu süreç, tüm tarafların iştirak ettiği geniş tabanlı bir istişare süreci olmalıdır.

  İstişare süreci sonucu varılan mutabakata dayalı olarak, maliyet hesabı yapmalı, politika seçenekleri ortaya konmalı ve yürürlük tarihi buna göre belirlenmelidir. Bugün, Avrupa Birliği’nde ve OECD ülkelerinin tamamında Düzenleyici Etki Analizi uygulanmaktadır. Avrupa Komisyonu her bir düzenleme için kapsamlı Düzenleyici Etki Analizleri yapmaktadır.  Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerinde de durum aynıdır. Fasılların içeriğini veya AB müktesebatını müzakere etmiyorsunuz.

  Zamanlama müzakere ediliyor. Öncelikler müzakere ediliyor. Müktesebata ne zaman uyum sağlanacağı müzakere ediliyor. Bunu yapmak için de, paydaşların içinde yer aldığı, maliyet hesaplarının yapıldığı kapsamlı çalışmalara ihtiyaç var. Bu çerçevede, Sayın Bakanımızın katılımıyla, 21 Temmuz 2010 tarihinde gerçekleştirdiğimiz “İklim Değişikliği” konulu toplantıda, Sayın Bakanımızdan şöyle bir talepte bulunmuştuk. 

  Daha yakın çalışmamız, kurumsal bir diyalog içinde olmamız, teknik düzeyde sürekli birlikte çalışmamız gerekmektedir. Müzakere pozisyonlarımızda ortak bir anlayış geliştirmek zorundayız. Uyum sürecinin sırasını ve sıralamasını birlikte belirlemeliyiz. Birlikte analiz yapmalıyız. Geçiş süreci talep edeceğimiz alanlar üzerinde mutabakata varmalıyız. Geçiş sürelerini birlikte hesaplamalıyız.

  Çevre ve Orman Bakanlığı ve Bölgesel Çevre Merkezi Türkiye işbirliğinde yürütülen “Çevre Alanında Kapasite İnşa Projesi”nde tesis ettiğimiz işbirliği ve TOBB olarak proje uygulamasına sağladığımız katkı, bu çağrıya uygun bir adımdır. Bugün gerçekleştirdiğimiz Konferans da tesis ettiğimiz işbirliği çerçevesinde düzenlenmektedir. Çevre Alanında Kapasite İnşa Projesi’nin en önemli unsuru, Türkiye’de düzenleyici etki analizi kapasitesinin geliştirilmesi ve 5 temel direktif konusunda etki değerlendirme analizlerinin yapılmasıdır.

  TOBB olarak, Odalarımızla birlikte projeye destek veriyoruz. İlk aşamada, Tehlikeli Maddeler İçeren Büyük Kazaların Kontrolü Direktifi ile Atık Elektrikli ve Elektronik Ekipman Hakkında Konsey Direktifi üzerine yoğunlaşıyoruz. İllerde, direktif kapsamında yer alan sanayi tesisleri, dağıtım firmaları ve belediyelere dönük bilgilendirme toplantıları gerçekleştiriyoruz. Görüş alış-verişinde bulunuyoruz. Özellikle, Tehlikeli Maddeler İçeren Büyük Kazaların Kontrolü Direktifi kapsamında, ABİGEM’lerimiz kanalıyla firmalara anket uygulamaya başladık.

  Bu çerçevede, Bölgesel İşbirliği Merkezi Türkiye ile Çevre ve Orman Bakanlığının yararlanıcısı olduğu “Çevre Alanında Kapasite İnşa Projesi” için Sayın Bakanımıza ve tüm çalışma arkadaşlarına teşekkür ediyorum. Bu çalışmaya TOBB olarak da katkı veriyor olmaktan mutluluk duyuyorum.

Sayın Bakanım, Saygıdeğer misafirler,

  Yaşadığımız çevre; doğal kaynaklar, kültürel değerlerimiz, bizden sonraki nesle devretmek üzere bizlere bırakılan emanettir. Emanete sahip çıkmak, bizim dinimizde de kültürümüzde de bir zorunluluktur.  Biz, iş dünyası olarak bu emanete sahip çıkmak suretiyle, bizden sonraki nesillere devretmeye, bunun için de kalkınmaya “sürdürülebilir bir kalkınma” anlayışıyla yaklaşmaya devam edeceğiz.

  Unutmayalım ki, çevre, bir ayna gibidir. Kusurlarımızı yansıtır. Ortada bir kusur varsa herkese aittir. Sorumluluğun da  birlikte paylaşılması gerekir. Avrupa Birliği katılım sürecinin gerekleri ile Birleşmiş Milletler çerçevesinde yürütülen iklim değişikliği müzakerelerinde, ülkemiz pozisyonunun oluşmasına katkı sağlamak istiyoruz.

  Şeffaf ve ilgili tüm kesimlerin katılım ve katkısıyla oluşturulacak pozisyonların meşruiyet temeli daha sağlam olacaktır. Meşruiyet temeli sağlam olan müzakere pozisyonlarını bürokratlarımız daha rahat savunacaktır. Bu nedenledir ki, Çevre ve Orman Bakanlığı, Bölgesel Çevre Merkezi Türkiye tarafından yürütülen ve Birliğimizce de destek verilen, Çevre Alanında kapasite Geliştirme Projesini önemsiyoruz. Katkı sağlamaya da devam edeceğiz. 

  Bu toplantıya katıldığınız için, hepinize tekrar teşekkür ediyorum. Sayın Bakanımıza da iş dünyasını bilgilendirme konusuna verdiği önem için tekrar şükranlarımı sunuyor, Konferansın başarılı geçmesini diliyorum.”

 

Azerbaycanlı Dr. Çingiz İbrahimli’den “Kommersiya Faaliyyeti Teşkilinin Müasir Problemleri” kitabı

0

Haber: İlker ÇAKAN
  Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Başkanlığına bağlı Devlet İdarecilik Akademisinin Jeo-stratejik Araştırmalar Merkezi Uzmanı ve Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Cengiz İbrahimli “Ticari Faaliyet(Özel Sektör) ve Sanayi Müesseslerinde Onun kurulmasına Çağdaş Sorunları. Bakü Bilim ve Eğitim” adında bir kitap yayınlamış. Kitap 2010 yılı baskısı olup, toplam 432 sayfadır.

  Kitapta  ticari faaliyetinin ekonomik kategori gibi içeriği açılmış, Sanayi müesseselerinde  onun yönetilmesinin  kurumsal temelleri ve uygulanması mekanizmaları teorik-metodolojik  açıdan tetkik edilmiştir. Kitapta günümüzde dünyada hafif  endüstri  alanlarının  gelişme  eğilimleri, farklı ülkelerde iktidarın bu alana ilgi, aynı zamanda  amaçlı  devlet  uygulamaları  aracılığıyla onun geliştirilmesi tecrübesi incelenmiştir.

  Bağımsızlık yıllarında ilk olarak Azerbaycan’ın hafif endüstrisinde ticari faaliyetinin çağdaş gelişim özellikleri karmaşık ve sistemli şekilde çözümlenmiş, işletmelerin ticari

yapılarının çalışmasının modern taleplere uygun şekilde düzenlenmesi yönünde bilimselmetodik ve pratik öneri ve tavsiyeler geliştirilmiştir. Kitap bilimsel  araştırma yapanlar,  yüksek  öğretim elemanları ve öğrenciler için tasarlanmıştır. Ayrıca, kitabı  ticari  faaliyetle  uğraşan  girişimciler da kullanabilirler.

Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Eren: “Amasya olarak çok çalışmamızı gerektirecek bir aşama”

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Eren Amasya’nın Gümüşhacıköy, Suluova ve Taşova ilçelerinde Meslek Yüksekokulu açılması nedeniyle yaptığı açıklamada şunları söyledi;”

  Amasya Üniversitesi Bölgesel ve Ulusal Kalkınmada Temel Unsurun Eğitim olduğu ilkesi ve inancı ile Eğitim Hamlelerini Aşama aşama gerçekleştirmeye devam ediyor.Amasya Üniversitesi’nin misyonuna uygun olarak “Merkezi kalkınmayı gerçekleştirebilmenin bölgesel kalkınma ile gerçekleşebileceğini söyleyerek, Üniversitemizin Akademik ve İdari Personeli olarak siyasetten bağımsız olarak çocuklarımızın güvenli ve teknolojik donanımlı mekânlarda eğitim almalarını sağlamak üzere, Amasya’mızın geleceğine ışık tutacağına inandığımız ve uzun vadeli planlarımızda yer verdiğimiz şekilde Merkezde gerçekleştirmeyi planladığımız eğitim kurumlarının deprem güçlendirmelerini tamamladık. Yeni eğitime açmayı düşündüğümüz eğitim binalarımızın yapımı için büyük bir çaba ile çalışıyoruz.

Üniversite yaşantısının tüm ilçelerimize  yayılması

  Ancak Amasya Kamuoyunca da bilindiği gibi Üniversite yaşantısının tüm ilçelerimize  yayılmasını hedef alarak, merkezle birlikte bir bütün  olarak çalışma ile Amasya’mızı hak ettiği yere getirebilmek amacıyla çevre ilçelerimizde Öncelikle Suluova, Gümüşhacıköy, Taşova Meslek Yüksekokullarımızın açılış kararını 2010 yılının başlarında Üniversitesi Senatosunda oybirliği ile aldıktan sonra yoğun bir çalışma temposuna girdik. Başta Sayın Valimiz olmak üzere her üç ilçenin Kaymakamları, Belediye başkanları, Sivil toplum örgütleri ile Rektörlüğümüz arasında kuruluş protokolleri imzalandı.

 
                                
                                 Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Eren’in
                           Başkanlığında Amasya’nın ilçelerine Meslek Yüksekokulu
                                        kurulması ile ilgii olarak yapılan toplantı
 
Her ilçenin yerel ve ekonomik ve dinamikleri değerlendirilerek

  Akademik ve İdari kadromuzun zamandan bağımsız fedakarca yaptığı çalışmalar sonucu Suluova ve Gümüşhacıköy  MYO’larının kuruluşu YÖK tarafından onanmıştı. Yoğun çabalarımız sonucu YÖK’nun 23.12.2010 tarihli toplantısında Taşova Meslek Yüksekokulu’nun kuruluşu da onaylandı Şimdi önümüzde bu yüksekokullarımızda eğitime başlamak için tüm Amasya olarak çok çalışmamızı gerektirecek bir aşamayı gerçekleştirmek üzere kolları sıvadık,” diyerek yeni yol haritasını belirledik. Kuruluş kararımızda belirttiğimiz gibi her ilçenin yerel ve ekonomik ve dinamikleri değerlendirilerek eğitim vereceğimiz alanlar belirlenmiştir. Bu alanlar: Suluova Meslek Yüksekokulu; Gıda Teknolojisi, Bitkisel ve Hayvansal Üretim, Tohumculuk, Endüstriyel Bitkiler Yetiştiriciliği Gümüşhacıköy Meslek Yüksekokulu; Maliye Programı, Bankacılık ve sigortacılık, Yönetici Asistanlığı Taşova    Meslek Yüksekokulu; Seracılık, Organik Tarım, Bahçe Tarımı alanlarında   eğitim vermek üzere çalışmalar devam etmektedir.

Hayırsever vatandaşlarımızın desteği vazgeçilemez katkı sağlayacaktır

  Doğal olarak bu ilçelerimizde hayırsever vatandaşlarımızın desteği vazgeçilemez katkı sağlayacaktır. Evet şimdi sıra bu ilçelerimizde öğrenci yurdu ve eğitim yapılacak mekanların hazırlanmasına sıra gelmiştir. Amasya Üniversitesi olarak hedefimiz ilçelerin hazırlıklara katkıları ile yurt ve eğitim mekanları hazırlanabilirse 2011-2012 Eğitim Öğretim Döneminde bu Meslek yüksekokullarımıza öğrenci alınabilecek düzeye gelmektir. Biz YÖK nezdinde aylardır sürdürdüğümüz çabalarımıza devam ediyoruz. Öğretim kadrolarını hazırlamak için başvurularımızı yapmış bulunuyoruz. Amasya’mıza ve Eğitim camiamıza hayırlı olsun.”

Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Eren’den basına ödül

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Eren  10 Ocak  2011 Çalışan Gazeteciler Günü nedeniyle  yerel ve ulusal basın temsilcilerine Fen ve Edebiyat Fakültesi Sosyal Tesislerinde yemek verdi. Yemek sırasında bir konuşma yapan Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Eren şunları söyledi; ” 10 Ocak 2011 Çalışan Gazeteciler gününüzü içtenlikle kutluyorum. Genç Amasya Üniversite’sinin misyonu ve vizyonunun tanıtılmasındaki özverili katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.”

 
                                        

                                    Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Eren,

                               Önce Vatan Gazetesi-Sonsöz Gazetesi Köşe Yazarı

                                      -www.habergunebakis.com Sitesi Editörü

                                     Gazeteci-Yazar İlker Çakan’a plaket verirken

Of Keler İlköğretim Okulu 5/A sınıfı öğrencisi Sümeyra Şimşek : “Kaymakamım sizi çok seviyoruz”

0

Haber: İlker ÇAKAN                                        

  Öksüz ve yetim çocuklara yönelik bir proje kapsamında, ilçedeki bu tür çocukların isteklerini yerine getirmek isteyen Of Kaymakamı Tuncay Sonel, Oflu Muhammet Ali Şimşek’in ilk eşinden olan çocuklarına gönderdiği mektupta, ”Eğer anneniz hayatta olsaydı, özlemini çektiğiniz annenizden ne istersiniz” diye sordu.

  Sümeyra Şimşek de kendisi ve kardeşleri Edanur ile Ahmet adına Kaymakam Tuncay Sonel’e yazdığı mektupta, ilk defa bir kaymakamdan mektup aldığı için çok sevindiğini ve doktor olmayı istediğini belirterek, ”Eğer annem hayatta olsaydı Kurban Bayramı’nda ondan büyük bir bebek ve bir kitabım olmasını isterdim. Ahmet ise  büyük bir araba isterdi. Edanur da dans eden bir bebek ve bir kolye isterdi” şeklinde yazdı.  Mektubu alan Kaymakam Tuncay Sonel de Şimşek kardeşlerin istedikleri hediyeleri alıp köydeki evlerine gitti ve  hediyeleri çocuklara verdi.

  Sümeyra Şimşek’in  kendisi ve kardeşleri Edanur ile Ahmet adına Of Kaymakam Tuncay

Sonel’e  yazdığı duygu, mesaj yüklü ve  örnek alınması gereken mektup şöyledir;

 
                                               
                                   Of  Keler İlköğretim Okulu 5/A sınıfı  öğrencisi
                      Sümeyra Şimşek’in Kaymakam Tuncay Sonel’e yazdığı mektup
 
  “Sevgili Kaymakamım,
  Benim adım Sümeyra Şimşek, Keler İlköğretim Okulu 5/A sınıfına gidiyorum. Yazmış olduğunuz mektubu aldım çok teşekkür ederim. Aynı zamanda Edanur ve Ahmet’e de gönderdiğiniz için de teşekkür ederim. Biz kardeşler size tek mektup gönderdik. Hatta ilk mektubu aldığımda o kadar sevinmiştim ki anlayamadık. İlk defa bir kaymakamdan bir  mektup aldık. Babamla sevincimizi paylaştık. Bizim birde en büyük abimiz var. Abimin adı da Nurdoğa Şimşek’tir. Şu anda 17 yaşında Ankara’da Kur’an kursunda okuyor. Hafız olmayı istiyor. Okumayı sevmediği için Hoca olacak. Ben ise o kadar istiyorum ki doktor olmayı. O kadar hayallerim var ki anlatamam. Babam beni okutmak için elinden geleni yapmaya hazır.
 Şöyle diyor siz yeter ki okuyun diyor. Eğer annem hayatta olsaydı Kurban Bayramında ondan ben büyük bir bebek ve bir kitabımın olmasını isterdim.
  Ahmet ise büyük bir araba isterdi. Eda da dans eden bir bebek ve bir kolye isterdi. Annemiz hayatta olsaydı, Kurban Bayramında bunları isterdik.
  Bizi düşündüğünüz için teşekkür ederiz.
  Sevgilerimi sunar, ellerinden öperim.
 
   Sümeyra Şimşek                      Eda Nur ŞİMŞEK                   Ahmet ŞİMŞEK
         91    5/A                                      94   4/A                               83     2/A 

Of Kaymakamı Tuncay Sonel, Ermeni gelin ile Türk damadın aşkında mutlu sonu gerçekleştirdi

0

Haber: İlker ÇAKAN                                                    

  Müslüman Türk damat Muhammet Ali Şimşek ile Ermeni asıllı Hıristiyan gelin Hermina Dalmazyan’ın aşkı, Dalmazyan’ın yaklaşık 6 yıl önce Türkiye’yi ziyaret etmek için ülkesinden Trabzon’a gelmesiyle başladı.Ali Şimşek’in evlenme teklifini kabul ederek Of  ilçesine bağlı köyde yaşamaya başladı.Hermina Dalmazyan bir süre sonra ezan sesinden etkilenip Müslüman oldu. Kur’an-ı Kerim okumaya ve namaz kılmaya başlayan,Türk ismi olan Ayşe adını alan  gelin Dalmazyan ekonomik ve bürokratik sıkıntılar yüzünden Muhammet Ali Şimşek ile resmi nikah kıyıp,  resmi olarak evlenemedi.

  Durumu fark eden Of Kaymakamı  Tuncay Sonel’in talimatı  sonrası başlatılan ve Türkiye-Ermenistan sınırında yapılan işlemler sonrası yasal engeller ortadan kaldırılınca Hermina Dalmazyan ile Muhammet Ali Şimşek köyde resmi nikah kıyıp, mutlu sona ulaştı. Ziyarette tanıştığı Şimşek’in evlilik teklifini kabul edip birlikte yaşamaya başlayan ve ekonomik sıkıntılar yüzünden ülkesine dönüp resmi nikah için gerekli evrakları tamamlayamayan Dalmazyan ile Şimşek, Of Kaymakamı Tuncay Sonel’in girişimleriyle resmi nikah kıyarak, adeta sınır tanımayan aşklarını mutlu sonla taçlandırdı.

 
                              
                              Of Kaymakamı  Tuncay Sonel Ermeni Gelin Hermina
                                    Dalmazyan’a evlenme cüzdanını verirken
 
Trabzon’un Of ilçe merkezine 30 kilometre uzaklıkta bulunan Keler köyündeki bir evde yaşayan Muhammet Ali Şimşek’in ilk eşi, köyde 6 yıl önce meydana gelen selde enkaz altında kalıp hayatını kaybetti. Ölen eşinden Ankara’da Kur’an Kursu’nda okuyan Nurdoğan (18), ilköğretim okulu öğrencileri Sümeyra (13), Edanur (12) ve Ahmet Şimşek (10) isimli 4 çocuğu olan baba Şimşek, bu süreçte, Ermeni asıllı Hermina Dalmazyan’ın tanıştı. Kısa süre sonra aşık olduğu Dalmazyan’a evlenme teklifinde bulundu. Ancak Dalmazyan Hristiyan ve Ermeni, Şimşek ise Müslüman ve Türk idi. Olası tepkilere aldırmayan taraflardan Dalmazyan’ın teklifini kabul etmesiyle birlikte yaşamaya başlayan çift, Şimşek’in yatalak hasta olan annesi ve 4 çocuğuyla oturduğu köydeki evine yerleşti.

  Ekonomik sıkıntılar yüzünden ülkesine dönemeyen Dalmazyan, bürokratik işlemler yüzünden Türk vatandaşlığına geçebilmesi için ülkesinden gerekli evrakları da alamayınca Şimşek ile resmi nikah kıyamadı. Dalmazyan, yaşadığı sıkıntılara rağmen, Türk komşularının desteği sayesinde Şimşek ve ailesini terk edip ülkesine dönmedi. Bir süre sonra annesi öldüğü için üzüntülü olan Şimşek ile Dalmazyan çiftinin ailesine Fatma (4) ile küçük kardeşi Muhammet (2) katıldı. Fatma ile Muhammet’i resmi nikahları olmadığı için nüfuslarına kayıt ettiremeyen Dalmazyan ile Şimşek çiftinin evine, iki yıl önce, çiftin resmi nikahsız yaşadığından haberi olmayan Of Kaymakamı Tuncay Sonel’den bir mektup gönderildi.

Of Kaymakamı Tuncay Sonel:

”Eğer anneniz hayatta olsaydı, özlemini çektiğiniz annenizden ne istersiniz’

  Öksüz ve yetim çocuklara yönelik bir proje kapsamında, ilçedeki bu tür çocukların isteklerini yerine getirmek isteyen Of Kaymakamı Tuncay Sonel, Şimşek’in ilk eşinden olan çocuklarına gönderdiği mektupta, ”Eğer anneniz hayatta olsaydı, özlemini çektiğiniz annenizden ne istersiniz” diye soruyordu.

  Sümeyra Şimşek de kendisi ve kardeşleri Edanur ile Ahmet adına Kaymakam Sonel’e yazdığı mektupta, ilk defa bir kaymakamdan mektup aldığı için çok sevindiğini ve doktor olmayı istediğini belirterek, ”Eğer annem hayatta olsaydı Kurban Bayramı’nda ondan büyük bir bebek ve bir kitabım olmasını isterdim. Ahmet ise  büyük bir araba isterdi. Edanur da dans eden bir bebek ve bir kolye isterdi” şeklinde yazdı.

Kaymakam Tuncay Sonel de Şimşek kardeşlerin

istedikleri hediyeleri alıp köydeki evlerine gitti

  Mektubu alan Kaymakam Tuncay Sonel de Şimşek kardeşlerin istedikleri hediyeleri alıp köydeki evlerine gitti. Sonel, hediyeleri çocuklara verdikten sonra baba Şimşek’in Dalmazyan ile resmi nikahsız yaşadığını fark edince, Kaymakamlık görevlileri ile diğer görevlilere, aileye yardımcı olunması talimatını verdi. Görevliler de Şimşek ile Dalmazyan çiftinin resmi nikah kıyabilmesi için gerekli işlemleri başlattı. Türkiye-Ermenistan arasındaki sürecin ardından gerekli evrakları tamamlayan görevliler, Müslüman olup ”Ayşe” adını alarak Türk vatandaşlığına geçen gelin Dalmazyan ile damat Şimşek’in resmi nikah kıyıp evlenmesini sağladı. Kiler köyünde yapılan ve gelinin yöresel kıyafetler giydiği düğün töreninde, Şimşek çiftinin nikahı Türk geleneklerine göre kıyıldı. Törende, gelinin şahitliğini Kaymakam Tuncay Sonel, damadın şehitliğini de İlçe Müftüsü Mehmet Genç yaptı. Kaymakam Tuncay Sonel, aile cüzdanını verdiği geline bir de altın taktı. Törene, Şimşek çiftinin komşuları da katıldı.

  Of Kaymakamı Tuncay Sonel, yetim öksüz projesi kapsamında damat Şimşek’in ilk eşinden olan çocuklarına mektup yazdığını ve istedikleri hediyeleri vermek için evlerine geldiğinde Ayşe Şimşek’i tanıdığını hatırlatarak, ”Çocuklar mektupta ‘annemiz yok’ diyordu ama Ayşe kardeşimiz onlara annelik yapıyordu. Çocuklar Ayşe bacımızı anne yerine koymuşlar o da çocukları kendi evladı gibi gördü, bunu görünce mutlu olduk. Resmi nikah kıyılacaktı, bayağı bir uğraş verildi. Sonunda bürokratik işlemler bitti ve artık resmi nikah kıyıldı. Allah mesut etsin” dedi.

Gelin Ayşe Şimşek(Hermina Dalmazyan):

”Eğer kaymakamımız nikahımızı kıymasaydı herhalde burada durmayacaktım”

  Gelin Ayşe Şimşek de törende, ”Eğer kaymakamımız nikahımızı kıymasaydı herhalde burada durmayacaktım ve büyük şey kaybedecektim, Kur’an okumayacaktım, namaz kılamayacaktım. Benim memleketimde Allah Kur’an tanımıyorlar. İlk defa Kur’an okuduğum akşam hiç uyumadım, her zaman Kur’an geldi yanıma. Kaymakamımızdan, herkesten Allah razı olsun” diye konuştu.

 
                             
                              Türk damat Muhammmet Ali Şimşek ve Ermeni
                          gelin Hermina Dalmzyan köyde birlikte çay toplarken
 
Damat Muhammet Ali Şimşek:

”Bu mutluluk çok farklı bir şey, yüreğime sığdıramıyorum”

  Tören sonrası duygulanıp gözyaşlarını tutamayan damat Şimşek ”Bu mutluluk çok farklı bir şey, yüreğime sığdıramıyorum. Hem hüzünlü, hem sevinçliyim. Allah’ıma bin kere şükürler olsun ki çocuklarımın artık bir anası var. Bu duygu çok farklı bir şey” dedi.

Neden hüzünlendiği sorulan Şimşek, ”19 yıl önce yuvamı kurdum, 2005 senesi hayatımın yıkım senesiydi ve 2011 yılı benim mutluluk, huzur yılım. Yuvamdaki hüznü artık bıraktım ondan dolayı hüzünlendim” şeklinde konuştu. Gelin Şimşek de ”Çok mutluyum, artık Türk vatandaşı oldum” derken, ilköğretim okulu öğrencisi 3 üvey çocuğu da babaları ile üvey annelerinin evliliğinden mutlu olduklarını ifade etti.

 
                                 
                                 Ermeni gelin Hermina Dalmazyan müslüman
                                     olduktan sonra Kur’an-ı Kerim okurken
 
Ramazan başlayınca Müslüman olup oruç tutmaya başladı

  Damat Muhammet Ali Şimşek, tören öncesi, ilk eşini kaybettikten  sonra Ayşe Şimşek ile tanıştığını anımsatarak, ”Ayşe ile konuştuk, ona başımdan geçen olayı anlatıp evlenme teklifinde bulundum, hiç tereddütsüz kabul etti. Köye geldik, Ramazan ayına bir hafta vardı. Ramazan başlayınca Müslüman olup oruç tutmaya başladı. Biz de ona Müslümanların ramazanda neler yaptığı anlattık” dedi.

Çocuklarım çok küçüktü ve eşim Ayşe’nin şefkatiyle büyüdüler

  Ayşe Şimşek’in ilk köye geldiği zaman, yabancı olduğu, Türk geleneklerini bilmediği için ailesinin evliliklerine tereddütlü baktığını anlatan damat Şimşek, şöyle devam etti:

”4 çocuğum yetimdi, onlara hem analık hem babalık yapmam çok zordu. Çocuklarım çok küçüktü ve eşim Ayşe’nin şefkatiyle büyüdüler. Öz annelerini hiç aratmadı. Rahmetli eşimin sevgisi farklı idi, o benim kalbimde kaldı. Çocuklarım öz annelerini pek fazla göremedi, küçük yaşta kaybettiler annelerini. Bu duyguyu nasıl anlatayım. O zamanlar rahmetli annem vardı, yatalak hastaydı, tuvalet ihtiyacını bile gideremiyordu, tek başıma idim. Ayşe, anneme tek başına 3 sene baktı, çok eziyetler çekti. Bunu kelimelerle bana ifade edebilecek bir insan göremiyorum. Bunu ben yaşadım, yaşamadan bilinmez”

 
                                
                                 Türk damat Muhammmet Ali Şimşek ve Ermeni
                                    gelin Hermina Dalmzyan birlikte çalışırken
 
  Bu süreçte Kaymakam Tuncay Sonel’in kendilerine büyük desteği olduğunu vurgulayan damat Şimşek, ikinci eşinin Müslümanlığı seçtiğine işaret ederek, şöyle devam etti:

”Eşim köye geldiğinde camide okunan ezan sesini duydu, ben de namaz kılıyordum. Zaman geçtikçe bunun ne anlama geldiğini, nasıl Müslüman olunacağını sordu. Bir Müslüman eğer gerçekten Müslüman olmak istiyorsa yüreğine bakması lazım. Eşim de o niyetle karar verdi. Camimizde bir hocamız vardı, bayanlara Kur’an dersi veriyordu. Ben de eşime camiye gitmesini istedim. Sağ olsunlar hiç kırmadılar bizi, eşimi tanıdılar eşim de Kur’an öğrenmeye başladı. Kur’an okudukça Müslümanlığa karşı aşırı derecede sevgi duymaya başladı”

”Ermeni, Türk, Müslüman aynı sınırdayız, hepimiz beraberiz”

  ”Türk ve Ermeni toplumu ile yetkililerine bir mesajının olup olmadığı” sorulan damat Şimşek, ”Ermeni, Türk, Müslüman aynı sınırdayız, hepimiz beraberiz. Niye kardeş olmayalım. Eskilerden savaşlar olmuş, onlar olmuş bunlar olmuş. Bunlar niçin bitmesin. Ermeni eşim Türkiye’de, 6 senedir çocuklarımın anası. İşte ispatı burada” şeklinde konuştu.

Şimşek, 6 yıl sonra resmi nikahlarının kıyıldığının hatırlatılması üzerine ”Bunu ifade edebilmem için geride kalan 6 seneyi yaşamam lazım. Bunu duygularla ifade edemiyorum” diye konuştu.

  Evlilik kararında zorlanmadığını söyleyen Ayşe Şimşek, ”Ermenistan’da evlililik kalesini koruyan çok az kişi kaldı, çok serbestler. Ermenistan’da bir kez evlendim, anlaşamadım, ikinci kez belki kısmettir dedim. Şimşek, Türkiye’de farklı bir kültür ve köyde yaşadığının hatırlatılması üzerine, ”Benim memleketimde çocuk, kaynana bakmak, bahçe işleri görmedim. Sanki gökten geldim, yalnızdım. Önce sıkıntı çektim sonra yavaş yavaş öğrendim. Ama ne çocuklardan ne kaynanadan ne komşulardan bir sıkıntı görmedim” dedi. Köyde inek sağma, çay toplama işlerini arkadaşı gibi olan üvey oğlu Nurdoğan ve komşularından öğrendiğini belirten Şimşek, Müslümanlığı nasıl seçtiğini ise şöyle anlattı;

“İnsanlar, Ermeniler gibi pek birbirlerini yemiyordu”

  ”Müslüman olmadan önce her zaman ezan sesini duyardım, görümcelerim namaz kılardı. Eşim cuma namazına koşuyordu. İnsanlar Ermeniler gibi pek birbirlerini yemiyordu, çok iyi anlaşıyorlardı. Ben de eşime Müslüman olmak istediğimi söyledim. Eşim ‘tamam’ dedi. 3 defa Kelime-i Şahadet getirip Müslüman oldum. Kitaplardan Kur’an okumayı ve yazmayı bilmiyordum. Sonra eşim biraz Kur’an okumayı ve namaz kılmayı öğretti. Ardından camiye gidip öğrendim.” Şimşek, kendi ailesinin de Müslüman olmasına olumlu baktığını söyleyerek, ”Annem buraya gelip bir ay kaldı. O da sevdi ve Müslüman oldu” dedi.

Ermeni’leri de Türk’leri de Allah’ın yarattı

  Ermeni’leri de Türk’leri de Allah’ın yarattığını, herkesin dünyaya Müslüman olarak geldiğini söyleyen gelin Muhammet Ali Şimşek, Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasını ve aradaki kırgınlığın bitirilmesini istedi. Hristiyan olduğu zaman Müslümanlar’dan herhangi bir olumsuz tepki görmediğini bildiren Şimşek, ”Hele Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçtiğimi öğrenince çok sevindiler” dedi.Resmi nikahları kıyıldığı için ”Sınır tanımayan aşkımızda mutlu sona ulaştık. Gerçekten çok mutluyum” diyen Ayşe Şimşek, Türkiye’ye geldiğinde Türkçe bilmediğini ifade ederek, Türkçe’yi ve köy işlerini, kendisine sahip çıkan komşularıyla üvey çocuklarından öğrendiğini söyledi.

 

                                      
                                   Ermeni gelin Hermina Dalmzyan çay toplarken
 
  Muhammet Ali Şimşek, Müslümanlığı seçmesinde komşularının merhametli oluşunun da etkili olduğunu söyleyerek, ”Komşularım çok iyidirler, hiç bir bir şikayetim yok. Köydeki komşularım bahçe işlerime yardımcı oluyorlar, çay biçmeyi, kabak dikmeyi, salata yapmayı bana gösterdiler. Üvey çocuklarım Türkçeyi öğrettiler. Mesela, anne ‘habunu oyle deme’ dediler. Bazen de güldüler beni. Öyle öğrendik şükür Allah’a” şeklinde konuştu. Gelin Şimşek, Türkçe’yi Karadeniz şivesiyle konuştuğu hatırlatılınca gülerken, komşusu Ahmet Yılmaz, ”Karadeniz şivesiyle konuşacak tabi o artık bizim geliniz oldu” dedi.

  Ayşe Şimşek’in üvey kızı Sümeyra Şimşek de ”Ayşe annemi çok seviyorum. Güzel yemekler yapıyor. En güzel lahana çorbasını yapıyor, ben de çok seviyorum, ara sıra bana da yapmayı öğretiyor” ifadesini kullandı. Üvey çocuklar Edanur ve Ahmet de çok sevdikleri üvey annelerinin kendilerine çok iyi baktığını söyledi. Muhammet Ali Şimşek ailesinin komşusu Ahmet Yılmaz da ”Ayşe, çok muhterem bir hanımefendi ve gelin. Köyümüzün kızlarından daha da ileri, bir noksanlığını bulamazsınız” dedi. Gelin Şimşek’in Hristiyan ve Ermeni asıllı olduğu anımsatılan Yılmaz, ”Biz Elhamdülillah Müslümanız. Burada Kuran’ı okudu bitirdi. Buna daha sen şusun busun diyecek durum yok, kendisi dedirtmedi ki, bize karşı yanlışlık yapmadı ki. Bir fındığı varsa bizimle paylaştı, bizim bir fındığımız varsa onunla paylaştık. Geçinip gidiyoruz ve geçineceğiz de” diye konuştu.

                                        
                                        
                                  Ermeni gelin Hermina Dalmzyan  inek sağarken
 
   Ahmet Yılmaz, Ayşe Şimşek’in kendi çocukları ile üvey çocuklarına çok iyi baktığını da vurgulayarak, ”Bu öyle bir evlat ki bunu Cenabı Allah mı gönderdi, çocukların duasıyla mı geldi bilmem. Bize gelin oldu. O bizim kızımız, biz memnunuz Allah da memnun olsun” dedi.Ahmet Yılmaz’ın eşi Ayşe Yılmaz ise kendisiyle aynı ismi taşıyan Ayşe Şimşek’ten çok memnun olduğunu ifade ederek, ”Ne istesem bize yardımcı oluyor. Her şeyi bizden iyi yaptı. 4 yetim çocuğa baktı. Müslüman olunca da sevincimizden uçtuk. 4 yetim çocuk onun çabalarıyla büyüdü” ifadelerini kullandı. Gelin Ayşe Şimşek’in Kur’an-ı Kerim’i okuduğu, komşularına yardımcı olmak için ineklerini sağdığı, eşi ile çay topladığı, öğrenci olan üvey çocuklarını öperek okula gönderdiği ve bir Türk gibi yaşadığı gözlendi.

Azerbaycan-Türkiye ekonomik ilişkileri

0

  Dünyada finans krizin devam etmesine bakmayarak Azerbaycan Cumhuriyeti‘nin stratejik döviz rezervleri artmakta devam etmiştir. 2009-yılında 20.4 milyar dolar olan döviz rezvlerinin hacmi 8.6 milyar dolar artarak 2010 yılında 29 milyar dolar olmuştur. Stratejik döviz rezervlerinin artması ülkede efektif para politikasının hayata geçirilmesinin göstericisi gibi belirtilebilir.

  Aynı zamanda döviz rezervleri yüksek ekonomik artımın mantığı sonucu gibi de değerlendirile bilir.Azerbaycan’da büyük oranda döviz rezervlerinin toplanmasına sebep petrol-doğalqaz politikası olmuştur. Bu da hem ekonomik, hem alt yapı, hem de sosyal sorunların çözümü için onlardan istifade edilmesine ve güçlü mali kaynakların elde edilmesine olanak yaratmıştır. Yükselen mali-döviz rezervleri hesabına ekonomide yüksek dayanıklılık potensiali yaratılmıştır.

  Hayata geçirilen para kredit ve monetar politika ülkenin banka sisteminin dinamikliğini artırmakla kalmamış, aynı zamanda finans istikrarının dayanıklılığına ve döviz gelirlerinin artmasına olanak tanımıştır. Azerbaycanda artan stratejik döviz rezervleri Azerbaycanın uluslararası ödeme gücünü sağlamakla yanaşı küresel etkilerin yaranmasının karşısını almıştır. Yani, küresel ekonomik kriz döneminde büyük hacimde döviz rezervlerine sahip olan ülke gibi Azerbaycan krizin etkilerini azaltmağa muvaffak olmuştur. Makro-ekonomik temellerin yaratılması mali istikrarın güclenmesi yönünde adımlar genel olarak döviz pazarının tüm seqmentlerinin inkişaf temposu ile seyr etmesine sebep olmuştur. Milli valyutanın aktif para aleti gibi değerinin artırılması, güçlenmesi, döviz rezervlerinin yüksek değer kazanmasında, hem de mali ve tüketim pazarının üretim yönlü ithalın kesin pahalaşmasının karşısını almıştır. Bu gelişme, aynı zamanda ülke nufusunun birikmlerinin kesin bir biçimde değerden düşmesi, döviz rezervlerine olan yabancı borç yükünün artması gibi tehlikeleri etkisiz hale getirilmiştir.

  Azerbaycan Cumhuriyeti’nde hayate geçirilen ekonomik siyaset sonucu döviz rezervlerinin artması ülkede tüm ekonomik ve sosyal alanlarda projelerin hayata geçirilmesi için müsait bir ortam yaratılmıştır. Artan döviz rezervlerinin hesabına yatırım projelerinin ölçeği daha da artmıştır. Son yıllarda Azerbaycan ekonomisine 10 milyarlarla yatırım yapılmıştır ki, bunun sonuncunda da iç yatırımlar dış yatırımları büyük oranda geçmiştir. Aynı zamanda ekonominin çeşitlendirilmesi ve ülkenin taleplerini karşlamak için yatırım şeklinde sanayi üretimine, alt yapı projelerine koyulan sermayeler artmıştır. Artan döviz rezervleri sonucunda Azerbaycan uluslararası arenada da etkili olmaya başlamıştır.

   Bununla Gayri Safi Milli Hasıla ve Gayrı Safi Yurt İçi Hasıla arasındakı farkın ortadan kalkacağı ve Azerbaycanlı sermayedarların yabancı ülkelerde daha aktif faaliyet göstermeleri temin olunacak. Şunu da vurqulamak gerekir ki, mevcut durumda Azerbayacanlı iş adamları Gürcistan, Türkiye, Moldova ve s. Ülkelere yatırım yapıyor. Azerbayacan’ın Türkiye Cumhuriyeti ile derin bağları mevcuttur. Azerbayacan Türkiye ekonomisi ile ilişkileri daha da genişletmiş, her iki ülke ekonomisi ister devlet kurumları, isterse de özel sektör kurumları için açık olmuştur. Türkiye Azerbaycanın petrol, qaz, enerji, tekstil ve qıda sektörüne, otomobil, tarım ve köy işkileri, lizinq, siqorta, hizmet, üretim, turizm ve diğer sektörlerine yapılan yatırımları ile önde görülüyor.

  Nahçıvan Özerk Cumhuriyetinin siyasi ve ekonomik kalkınmasında önemli rol oynayan Türkiye Cumhuriyeti Nahçıvan’ın dünyaya enteqrasyonu için ilave komünikasyon ve ulaştırma hatlarının gerçekleşmesine de öz töhfesini vermek kabiliyetindedir. Bakü-Tiflis-Kars tren yolunun Nahçıvan’a kadar uzatılması, Nahçıvan-Iğdır doğalqaz boru hattının yapılması hazırda gündemde duran esas projelerden biridir.

  Türkiye işadamları Azerbaycan‘ın yerli üretim imkanlarının formalaşmasında ve bölgelerin gelişmesine de büyük projelere de imza atmışlardı. Türk yatırımcılar Azerbaycanın her bir bölgesini kapsayan “Sinerji” konsepti ise genel olarak ülke yönetiminin hayata geçirdiği ekonomik politikanın hedeflerini kapsayan bir şekilde göze çarpıyor.

Türk şirketleri yeni iş yerlerinin yapılması ve yoksulluğun azaltılması ile bağlı stratejinin gerçekleşmesinde en aktif iştirak eden kurumlardır.

  Türk iş adamları son yıllarda finans ve banka sektöründe de üstünlük elde etmeğe muvaffak olmuşlardır. “Koçbank”, “Parabank”, “Türk İş Bankası”, “Azerbaycan Senayi Bankı”, “Azer-Türk Bank” ülkemizin mali-kredit sistemende aktif rol oynuyorlar. Bu bankalardan “Azer-Türk Bank” tarım ve köy işlerine ve sahibkarlığa mali destek göstermesiyle seçilmişler. Özenle belirtilmesi gerekir ki, Türkiye’nin en büyük kimya sanayisi olan “Petkim”in hisselerinin alınması, “Tefen” şirketi ile hisseleri alış-satışına dair sazişin imzalanması Azerbaycan’ın Türkiye’de en büyük potensial yatırımcı gibi gücünün artmasının örneğıdir. Mevcut durumda iki ülke arasında yapılan yatırımların umumi hacmi 10 milyar doları bulmuştur.

  Her iki ülke dünya ekonomisine enteqrasyonun, kalkınmanın ve bölgesel iş birliğinin yeni biçimlerini oluşturmaktadırlar. Kardeş ülkeler arasında yapılması planlanan uzun dönemli işbirliği proqramlarının icrası yakın gelecekte hem Türkiye’nin, hem de Azerbaycan ekonomisinde dinamizmin artmasına imkan vermiş olacaktır.

Ermenistanın Azerbaycana karşı toprak iddiaları

0

  Tarihi olgular gösteriyor ki, stratejik açıdan önemli bir öneme sahip olan Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinin dağlık bölümüne İran’dan ve Türkiye’den çok sayıda Ermeni nüfusunun aktarılmasına XIX yüzyılın başlarında başlanmıştır. Çarlık Rusyasının sömürgecilik politikasının bir parçası olan bu göç süreci bütün XIX yüzyıl boyunca devam ettirilmiş ve sonuçta bölgede demografik duruma etki göstermiştir. Ermenilerin bu bölgede yapay olarak çoğaltılması onların yirminci yüzyılın başlarından başlayarak Azerbaycan’a karşı toprak iddialarının baş kaldırışmasına sebep olmuştur.

  Sovyet döneminde Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinin dağlık kısmında yaşayan ermeni toplumu tüm siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel konuları içeren özerkliğe sahip olsa da, Ermenistan kendi toprak iddialarını birkaç kez ortaya atmış, ancak isteğine nail olamamıştır. Fakat SSCB’nin çöküşü sırasında Dağlık Karabağ bölgesinde yaşayan Ermenilere Azerbaycan’dan ayrılarak Ermenistan birleşmeğin zorunluluğuna ulaşmak fikrini suni olarak kabul ettiren saldırgan devlet buna ulaşmak için Dağlık Karabağ’dan 50 bin Azerbaycanlıyı soykırım ve tecavüze maruz bırakarak göç etmek mecburiyyetinde bırakmış, ayrıca Ermenistan’dan 250 bin azerbaycanlını tarihi topraklarından sınır dışı etmiştir.

  XX yüzyılın 80’li yıllarının ikinci yarısında Sovyetler Birliğinde yeniden kurma adı altında bir takım değişiklikler oldu. Böyle bir ortamda Ermeniler kendilerinin yakın ve uzak yurtdışındaki hamilerinin yardımlarıyla “Büyük Ermenistan” fikrini hayata geçirmek için açıklık ve demokrasiyi kullanarak yeniden Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesine dair toprak taleplerini ileri sürdüler.

  Her defasında Karabağla ilgili toprak iddiaları kenardan Ermenistan’ın tebliği, tahriki ve baskısıyla ortaya atılıyordu. Hiç kuşkusuz, ermenilerin bu toprak iddiaları birdenbire değil, Erivan’da, Moskova’da ve Batı’da olan hamileri tarafından henüz çok önceden dikkatle ve kapsamlı plan doğrultusunda hazırlanmıştı. Sovyet döneminde merkezi yönetim organlarının himayelerinde Azerbaycan aleyhine amaçlı şekilde propaganda kampanyası yapılmış ve sonuçta, olumsuz sosyal fikir yaratılmıştı. Ermeni ideologları ve onların destekçileri Azerbaycan’ın tarihi, sosyo-ekonomik gelişimi hakkında olguları apaçık sahteleşdirerek tüm ittifak çapında yaymışdılar.

  1988 olayları başladığında ilk zamanlar durumu son derece gerginleştirmeğe, kamuoyunu kendi taraflarına çekmeye çalışan ermeni siyasetçiler ve onların merkezi ittifakdakı hamileri tarafından vilayetin ekonomik geriliği perdesi altında Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a birleştirilmesi için uzun süreden beri hazırlanmış plan üzere Hankendi’nde ve Erivan’da sürekli grevler organize ediliyor, işletmeler durduruluyor ve kitlesel mitingler düzenleniyordu.

Fakat yaşanan sonraki olaylar Dağlık Karabağ Özerk Vilayetinin sosyo-ekonomik geriliği konusunda ermeni siyasetçiler ve onların merkezdeki hamilerinin ileri sürdükleri bu sahte tezin sadece bahane, esas amacın ise Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı toprak iddiasında olduğunu gösterdi.

Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı toprak iddiaları ve askeri saldırısı

  Artık yılın ikinci yarısında durum o kadar zor bir hal aldı ki, DKÖV’nin Azeri halkına karşı silahlı saldırısı oldu. Öyle ki, Ağustos’un sonu ve Eylül başlarında Kerkicahan ve Hocalı üzerine Ermenilerin toplu saldırısı yaşandı. 18 Eylül’de Ermeniler Hankendi’nde yaşayan 15 bin kadar azerbaycanlını kentten zorla çıkardılar, evleri yakıldı, kendileri ise Şuşa ve çevre rayonlara taşınmaya mecbur edildiler.

   21 Eylül 1988’de DKÖV’de özel durum ilan edildi ve yasak saati konuldu.  Fakat özel durumun uygulanması da DKÖV’de ve Ermenistan’da şiddetin önüne alamadı. Merkezi ittifak organlarının olaylara tek taraflı yaklaşımı sonucunda Dağlık Karabağ ve Ermenistan’da yaşayan Azeriler askeri saldırıya maruz kalmakla birlikte, toplu halde kendi yurtlarından çıkarıldılar.

   12 Ocak 1989 yılında SSCB Bakanlar Kurulu Riyaset Heyeti DKÖV’de ve çevresinde uluslararası ilişkilerin geriliminin devam etmesi ile ilgili olarak ve bunun önüne alıp bölgede durumu sakinleştirmek amacıyla Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan SSC bünyesinde özerk İl statüsünü saklamakla DKÖV’de özel idare biçiminin uygulanması hakkında kararname kabul etti. Aynı kararnameyle DKÖV’de doğrudan SSCB yüksek devlet yönetimi ve kontrol organlarına bağlı Özel İdare Komitesi oluşturuldu.

   Özel İdare Komitesi “milletlerarası ilişkilerin keskinleşmesini önlemek ve bu bölgede durumu stabilize etmek” adı altında yaradılsa da, karar gösterilenlerin aksine bu komitenin faaliyette bulunduğu sürede DKÖV’de durum daha da kötüye gitmişti. Komite Başkanı A.İ.Volski durumu stabilize etmek değil, aksine kötüleştirmek politikası yürütdü. Onun etkin “çabaları” sonucu az bir sürede vilayetin idare ve müesseselerinin neredeyse tamamı Azerbaycan’ın bağımlılıktan çıkarılarak merkezin komutasına verildi. Bütün belgelerde DKÖV Azerbaycan’ın bağımlığından çıkarılmıştı.  Öyle ki, o dönemde SSCB Plan Komitesi Rapor belgelerinde Dağlık Karabağ aslında on altıncı müttefik cumhuriyet gibi, bilhassa gösteriliyordu. İl İcra Komitesi binasının üzerinde dalgalanan Azerbaycan bayrağı çıkarılıp Ermenistan bayrağı sancılmıştı. Her gün Hankendi-Erivan güzergahı üzere uçaklar 22 kez sefere çıkıyordu.

   Dağlık Karabağ’da durumun böyle bir gergin anında Ermenistan SSC Bakanlar Kurulu 1 Aralık 1989 yılında Azerbaycan’ın egemenliğini kaba biçimde bozarak DKÖV’nin Ermenistan SSC ile birleştirilmesi hakkında Anayasaya aykırı karar verdi. 42 gün içinde DKÖV’nin kurumları Ermenistan’ın ilgili bakanlık ve kurumlarına bağlandı.  Doğrudan Sovyet yönetiminin faaliyyetsizliği, bazen ise açık hamiliği sayesinde DKÖV ekonomisinin ve diğer alanlarının fiili olarak Azerbaycan’dan ayrılması ve Ermenistan’a birleştirilmesi yaşandı. Tüm bölge parti komiteleri Ermenistan KP‘nın bünyesine dahil oldu. Azerbaycan’ın tüm devlet atributları (bayrağı, arması, marş vb) değiştirildi ve DKÖV topraklarında Ermenistan bayrağı ve arması kaldırıldı. Ermenistan yönetimi ve Ermeni ayrılıkçıları merkezin bazı çevrelerinin yardımıyla bölgede gerçek anlamda Dağlık Karabağ’ın ekonomik, sosyo-politik ve kültürel açıdan benimsenilmesi süreci yürütmekteydi.

  Genellikle, 1988-1991 yıllarında, yani olayların başlangıcından SSCB’nin dağılmasına kadar olan dönemde Birliğin yöneticileri tarafından himaye edilen Ermenistan Azerbaycan’a karşı açık saldırganlık politikası yürütmüş, sonuçta yerli halk katledilmiş, yerleşim birimleri yıkılmış, yağmalanmış ve yakılmıştır. Bu yıllarda Dağlık Karabağ’da ermeniler tarafından işlenen 2559 çatışma, 315 silahlı saldırı, 1388 ateşe tutma durumları kayıta alınmıştır ki bunların sonucunda 514 kişi ölmüş, 1318 kişi yaralanmıştır.

  1992 yılının başlarından itibaren Ermenistan ordusu ardarda yukarı Karabağ’da Azeriler yaşayan son yerleşim yerlerini de işgal ettiler. Öyle ki, 12 Şubat’da Şuşanın Malıbeyli ve Kuşçular köyleri Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından istila edildi. Saldırı sırasında 100’den fazla Azerbaycanlı öldürülmüş, 140’dan fazlası yaralanmış ve esir alınmıştır.  Bu kanlı olaylar Rusya’nın 366. motoatıcı alayının katılımıyla hayata geçirilmiştir. 13 Şubat’dan 17 Şubat’a kadar ise Ermenilerin Hocavend ilçesinin Karadağlı köyüne saldırısında 92 kişi öldürülerek silos kuyusuna atılmış, 117 kişi rehin alınmış ve sonradan onlardan 77 kişi vahşice katledilmiştir.

   25 Şubat`dan 26 Şubat`a geçen gece Ermenistan silahlı kuvvetleri Hankendi’nde yerleşen Rusya 366. motoatıcı alayının 180 kişi askeri uzmanı ve ağır zırhlı aracının katılımıyla Hocalı kentine saldırarak kenti yerlebir ettiler.  Bir çok ağır zırhli araçla şehir tamamen yıkıldı, yakıldı ve insanlar özel gaddarlıkla katledildi. Bu soykırım neticesinde 613 kişi öldürüldü, 487 kişi sakat kaldı, 1275 kişi esir alındı ve 150 kişi kayıp düştü.

  Hocalı’ya saldırı sırasında 366. motoatıcı alayının 3. batalyonun 50’den fazla ermeni subayı ve askerleri yer almıştır. Hocalı soykırımında izleri kaybetmek için 2 Mart 1992`de Ruslara ait 366. motoatıcı alay Gürcistan’ın Vaziani kentine aktarıldı, 10 Mart`da ise mareşal Şapoşnikovun emriyle aynı alay iptal edilerek içeriği başka alaylar dağıtıldı.

8 Mayıs 1992`de İran’ın girişimiyle Tahran’da Azerbaycan ve Ermenistan liderleri arasında üçlü görüşme yapıldı. Sonradan anlaşıldı ki, görüşmede Azerbaycan-Ermenistan sınırı boyunca ve Karabağ’ın dağlık kısmında ateşin durdurulmasında ermeni tarafı aslında başka amaç peşindeymiş. İşte bu görüşme Ermenistan’a kendi niyetlerini uluslararası kamuoyundan gizlemek için gerekliydi. Hiç şüphesiz ki, Ermenistan yönetimi tasarlanmış saldırı operasyonundan önceden haberdar olmuştur. Çünkü, Şuşanın işgali Ermenistan yönetiminin Tahran’da görüşmeler yaptığı, ateşi durdurmayı taleb ettiği saatle örtüşüyor ve yapılan barış anlaşması mürekkebin kuruduğu ana kadar yürürlükte kalmıştır. Ayrıca, Ermeniler her zaman olduğu gibi, saldırı öncesinde tüm dünyaya Şuşadan Hankendi’ne güçlü saldırılar yapıldığı konusunda yanlış bilgi yaymıştılar.

   Böylece, en modern zırhlı araçlar sayesinde 289 km ² yüzölçümü, 24 000 kişi nüfusu, 1 şehir ve 30 köyden oluşan Şuşa bölgesi Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından işgal edildi. Şuşa uğruna giden savaşlarda 155 kişi şehit oldu, 167 kişi ise yaralandı. Ermeniler tarafından esir alınmış ve Şuşa hapishanesinde tutulan 114 Azerbaycanlı sonradan özel gaddarlıkla katledildi.

Bu olay sürekli olarak BM Tüzüğünü ve AGİT ilkelerini kabaca ihlal ederek Karabağ’ın dağlık kısmını zorla Ermenistan’a ilhak etmeye çalışan Ermenistan hükümetinin hiçbir uluslararası hukuk ilkeleri ile bağdaşmayan ve saldırgan politikasına sadık kaldığını teyit etti. Şuşa’nı ele geçirmekle Ermenistan bu sorunu sadece askeri-taktik açıdan çözmüş oldu. Sorunun siyasi çözümü ise gittikçe derinleşerek zor mecraya düştü. Şuşanın işgali sonraları diğer Azerbaycan topraklarının kaybedilmesinde önemli rol oynadı.

  Azerbaycan’ın eski müzik ve kültür merkezi Şuşa şehrinin işgalinden sonra, ermeni askeri güçleri Şuşa-Laçin yolunu kapatarak doğrudan Ermenistan Cumhuriyeti topraklarından Laçin şehrini güçlü top ateşine tuttular. Ermeni kuvvetlerinin amacı işgal ettikleri Azerbaycan topraklarında güçlenmek, Karabağ’ın dağlık bölümünü Ermenistan Cumhuriyeti’ne birleştirmek için aralarında koridor açmak idi. Şuşa işgal edildikten hemen sonra, ermeniler kısa sürede, yani 18 Mayıs`ta iki cumhuriyetin arasında bulunan eski Azerbaycan kenti Laçını da istila ettiler. Sonuçta, 1385 km ² yüzölçümü, 71 000 kişi nüfusu ve 120 köyü bulunan Laçin bölgesi Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından işgal edildi. Hiç şüphesiz ki, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Dağlık Karabağ bölgesinin ermeni toplumu, hatta isteseydi bile, dışarıdan çok büyük yardım olmaksızın Azerbaycan topraklarını işgal edemezdi.

  Böylece “kendi kaderini tayin etmek” fikrini gerçekleştirmek adına Azerbaycan’ın Dağlık   Karabağ bölgesini Ermenistan birleştiren koridor silah gücüne ele geçirildi. Laçının işgali savaşın Dağlık Karabağ sınırlarından çıktığını ve Ermenistan’ın askeri işgalçilik niyetinin büyük olduğunu gösterdi. Ermenilerin “insani koridor” olarak adlandırdığı bu yol ile Dağlık    Karabağ yüklü miktarda silah, savaş mühimmatı ve asker getirildi.

  Sonuçta, 1993 yılı içinde Ermenistan’ın toprak iddiası nesnesi olan Dağlık Karabağ bölgesinin (4,4 bin km ²) sınırları dışında bulunan ve ondan 4 kez büyük olan Kelbecer, Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Kubatlı ve Zengilan bölgeleri Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından işgal edildi. Bütün bu bölgeler ermeniler tarafından etnik temizlemeye maruz kalmıştır. Öyle ki, Ermenistan’ın toprak iddiası nesnesi olan Dağlık Karabağ’ın 120 bin kişilik ermeni toplumunun kendi kaderini tayin etmek girişimi gibi kaleme verdiği bu süreç Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarından 1 milyondan fazla nüfusun (toplam nüfusun 15%-i) kendi ülkesinde mülteci durumuna düşmesine yol açtı. İşgal sonucunda 900`e yakın yerleşim birimi tahrip edilmiş ve yakılmıştır. Halihazırda Azerbaycan topraklarının 20%’den fazla (17 bin km ²) bölümü Ermenistan silahlı kuvvetlerinin işgali altındadır.

   1988-1993 yıllarında Ermenistan’ın askeri saldırısı sonucunda 20000 Azerbaycanlı hayatını kaybetmiş, 100000 kişiden çoğu yaralanmış, 50000 kişi ise çeşitli derecede hasar alarak özürlü olmuştur. Çatışma döneminde 4853 kişi kayıp, onlardan 1357 kişi esirlikden kurtarılmış, 783 kişi ise halen Ermenistan’da esir. Uluslararası Kızıl Haç Komitesi’nin verilerine göre 439 esir ölmüştür.

________________________

[1] Şerifov A. Bilgi ablukasından kurtulma . Bakü, “Yazıcı”, 1992, s. 183

[1] Dağlık Karabağ: Zeka galip gelecek / belgeler ve malzemeler / – Bakü, «Azerneşr», 1989, s. 67

[1] Sultanov Z. Karabağ günlüğü. Bakü, «Yazıcı» 1991, s. 67

[1] Yine orada, s. 67

[1] Pompeyev U. Kanlı Karabağ girdabı, Bakü “Azerbaycan”, 1992, s. 130

[1] Sultanov Z. Karabağ’ın siyah günleri. Bakü, «Yazıcı», 1992, s.148

[1] Hacıyev N. Dağlık Karabağ’ın tarihinden belgeler. 2005, s.143

[1] Sultanov Z. Hocalı faciası. Bakü, Işık », 1993, s.35-37

[1] Şerifov A. Bilgi ablukasından kurtulma . Bakü, “Yazıcı”, 1992, s. 8

[1] Hacıyev N. Dağlık Karabağ’ın tarihinden belgeler. 2005, s.143-144

[1] Yine orada, s. 145

[1] Hacıyev N. Dağlık Karabağ’ın tarihinden belgeler. 2005, s.148

[13] Yine orada, s. 157

[14] Yine orada

Depresyona girmek… Belki de tek başınıza yaptığınız tek bağımsız eylemdir…

0

  Yoksul bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmişti… Çok çocuklu ve yoksul ailelerde, ağabeylerin /ablaların eski kıyafetleriyle büyür, küçük olanlar… Tüm çocukluğu boyunca bir tek yeni kıyafeti olmadığı gibi esaslı bir oyuncağa da sahip olamadı… Kendi imkânları ile bezden ya da tahtadan yaptığı oyuncaklarla giderdi oyun ihtiyacını…

Standart ölçüler ve bilimsel öğretiler göz önüne alındığında kesinlikle kötü bir çocukluk geçirmişti… Yoksulluğa paralel olarak bir de cehalet hâkimdi… Baba ilkokul üçten terk anne okuryazar dahi değil… Ruh sağlığı ya da çocuk ruhu gibi kavramlar, onlar için Çin kadar uzak…

  Ama mutlu bir çocuk olması telkin ediliyordu…”Beterin beteri var” “Buna da şükretmek lazım” türünden telkinlerle mutlu olmak gerekliliğini kanıksıyordu… Daha hayatın ilk adımlarında kendisini mutsuz kılan gerçekler karşısında “mutlu olmak” gibi bir çelişki dayatılıyordu… Ve bu oyun hayatı boyunca devam edecekti…

  İlkokula başlarken hiçbir tercih hakkı olmadı… Beyaz yakalı siyah önlük giydirdiler ve saçlarını üç numaraya tıraş ettiler… Meradaki koyunlar gibi kırpılmış hissetti kendini ama tercihini ifade edemedi… Tüm ilkokul boyunca her sabah “Andımızı” okudu arkadaşlarıyla beraberi, bağır bağıra ve hiçbir zaman anlayamadı içeriğini… Cephelerdeki savaşlar biteli asırlar olmuştu ya, ders kitaplarında bitmeyen savaşların şiirlerini ezberlettikler ve tiz sesiyle bağıra bağıra savaş, kahramanlık şiirleri okudu…

  Neye yeteneği olduğuna dair en ufak bir fikri de olmadı… Yetenekleri hep” İcat çıkarma lan velettepkisi ile törpülendi… Marifet icat çıkarmakta değil kendisi için ön görülenle mutlu olmaktaydı. O da öğle yaptı…

  Ortaokul ve lisede de değişen bir şey olmadı… Yetenekleri ya da ilgi alanları sorgulanmadan, onun adına tercihler yapıldı ve o da kendisi adına yapılan tercihlerle mutlu oldu… Edebiyata ilgisi vardı ama o lisede “matematik” şubesinde okudu… Çünkü “Matematik” şubesinde okuyanlar “zeki ve becerikli” sayılıyordu… O da zeki ve becerikli sınıfına dâhil olup, yüreğindeki cevheri bastırarak mutlu oldu…

  Üniversite tercihini yaparken de yine beklentiler uygun davrandı… Edebiyatla ilgili bir bölüm vardı gönlünde ama çevresindekiler sayısal bir bölüm kazanması gerektiğini düşünüyordu… Yetenekleri ile alakası olmayan bir bölümü kazandı ve dört yıl boyunca o bölümde okudu… Başarılı bir öğrenciydi ve okulunu hiç uzatmadı… Mezuniyet töreni yaptılar, cübbe ve kep giydirdiler, alkışladılar…O da kendisinden bekleneni yaparak mutlu oldu…

  Askerliği “yedek subay” olarak yapmak istiyordu ama olmadı “kısa dönem” uygun görüldü… Kültür düzeyi düşük, bir koğuş dolusu gençle, aynı koğuşlarda yatıp kalktı… Birkaç defa bitlendi… Ama “Her şey vatan için”di ve o yine kendisinden bekleneni yaparak mutlu oldu…

  Askerden sonra uzun bir süre işsiz kaldı… Çalmadık kapı, başvurmadık kurum bırakmadı…”Allahtan umut kesilmez” diye belleyerek bu durumdan da rahatsızlık duymamayı öğrendi… Onca yıl okumasına, askerliğini yapmış olmasına, yabancı dil başta olmak üzere bir sürü avantaja sahip olmasına rağmen iş bulamıyor olmasına aldırmadı ve mutlu oldu…

  Sonra “Kamu Personeli Seçme Sınavı” icat oldu, hayatı boyunca sınavdan sınava koşmuş olmasına aldırmadı ve kendisinden beklenildiği üzere sınava girdi… Yüz tam puan üzerinden seksen beş puan alınca az bir zamanda ataması da yapıldı… Şimdi aslanlar gibi devlet memuru olmuştu ve sıra evlenmeye gelmişti…Tam bu noktada anası devreye giriyordu, anası onun yerine karar verecek ve seçim yapacaktı… Uzak bir akrabanın balıketli, hafif bıyıklı, kısa boylu kızı münasip görüldü… Bir paket çikolatanın kılavuzluğunda kız istenildi, hemen söz ve nişan, senesine de düğün yapıldı… Tüm bunlara, onun adına, birileri karar veriyor ve yapıyordu ona düşen ise sadece mutlu olmaktı… O da öğle yapıyordu… Kendisi adına verilen kararlara ve yapılan tercihlere mutlu oluyordu… Kaç tane ve ne zaman çocuk yapacağına kadar etrafındakiler karar veriyordu o da bu kararlardan dolayı mutlu oluyordu…

  Yetenekleriyle alakasız bir işte, günde en az sekiz saat aynı sandalye üzerinde oturarak çalıştı… Hiçbir şey hissetmediği bir kadınla evlendirdi ve iki de çocuk yaptı… Hiçbir özeli olmadı, hiçbir macerası ya da çılgınlığı… Ama hep mutlu göründü…

   Sonra bir gün her şey değişti, artık herkesten kaçıyor, hiç konuşmuyor ve yemek yemiyordu…Sürekli uyuyor ve düşünüyordu…Mutsuz muydu artık?.. Hemen bir doktora götürdüler, her bir yanına bakıldı, kan ve idrar tahlilleri yapıldı hiçbir şey bulunamayanınca karar verildi, mevzu psikolojikti…

  Kurumdan yeni bir sevk kâğıdı alınarak Devlet Hastanesi’nin psikoloji servisine gidildi… Çokbilmiş doktor, bir filozof edası ile on dakikalık bir inceleme neticesinde teşhisi koydu “Depresyon”…Bir çanta dolusu ilaç verildi… Depresyondan çıkacak ve o eski haline dönecekti… Mümkünü yok eski hayatına dönecek, doktorundan tutun da mahallenin bakkalına kadar herkesin gayesi bu oldu…

  Oysa belki de bir “batma” değildi onunki… Belki de hayatında ilk defa çemberin dışına çıkıyordu… Şayet gerçekten depresyonsa yaşadığı şeyin adı, onu depresyona sokan şey zaten yaşadığı hayattı… Yaşamayı arzu ettiği hayat ile yaşadığı hayatın çelişkisi… Şimdi el birliği ederek, ilaçlarla, dualarla, büyülerle, muskalarla onu eski hayatına döndürmeye çalışıyorlar…

Mutsuz olduğun ama mutlu gibi davrandığın hayat yüzünden depresyona giriyorsun ama ilaçlarla seni eski haline geri döndürmeye çalışıyorlar… Adına da “Tedavi” diyorlar…

   Buyurun size öykü tadında bildiğiniz örnek… Etrafınızda buna benzer ne kadar çok mutsuz insan var hiç fark ettiniz mi?.. Belki bizzat siz bu haldesiniz…Hayatımız ev ile iş arasında geçip gidiyor…Evden işe, işten eve giderken kullandığımız güzergahı dahi değiştirmiyoruz…Büyük çoğunluğumuz monoton bir hayatın içinde, başkalarının bizim hakkımızda verdikleri kararları tatbik ederek mutlu olduğumuzu sanıyoruz…Oysa çoğu zaman yaşadığımız depresyonların farkına bile varamıyoruz…Çünkü depresyona girmek, kendimiz için yaptığımız tek bağımsız eylem…Ve bize kendimiz için, kendi irademizle alınmış kararları uygulama hakkı tanınmamıştır…

error: Content is protected !!