İki kutuplu bir dünya ve “soğuk savaş” olarak tabir edilen uluslar arası ayrılıkçılığın hâkim olduğu bir dönem
Şimdiki Rusya ya da Bağımsız Devletler Topluluğu o zamanlar Sosyalizmle yönetilen “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği”(SSCB)’ydi
Bir yanda sosyalist Rusya diğer yanda kapitalist ABD
İşte dünya politikaları bu eksene göre belirleniyordu ve ABD emperyalist emellerine ulaşmak için o dönemde de her yolu mubah kabul ediyordu
Türkiye, tarihin her döneminde olduğu üzere bu dönemde de oldukça stratejik bir öneme sahipti
Gerek Rusya açısından gerekse ABD açısından önemli bir konumdaydı
ABD, Orta Doğu’ya açılan kapı olan, ezeli ve ebedi düşmanı sosyalizm ile yönetilen bir ülkeye sınır olan Türkiye için ezeli ve ebedi dost, en büyük müttefik rolünü oynuyordu
Bu uğurda yerli iş birlikçiler yaratmış ve faili meçhul(malum) bir sürü kanlı senaryo tezgâhlamıştı
”Ağza bir parmak bal çalmak ” tabirinden kinaye Marschal Yardımları ve Truman Yardımları adı altında kampanyalar yapıp Türk halkını ihya etmiş ve kendince kazandığı bu meşruiyetin keyfini sürmek istiyordu. SSCB ise sınır komşusu bu ülkenin sosyalizme geçmesini ve ABD tehdidini bu sayede bertaraf etmek gayretindeydi
İşte bu yaklaşımlar ve beklentiler sayesinde Türkiye daha da önemli oluyor, bir sürü komplonun tezgahlandığı, hayata geçirildiği bir ülke haline geliyordu. 24 Ocak 1980 Ekonomik kararlarına kadar Türkiye’de “İthal ikameci” politik ekonomi uyguluyordu. Bu şu anlama geliyor; İhtiyaç duyulan şey ülke kaynakları ile karşılanamıyorsa, kontrollü ve sınırlı, katı bir devletçilik anlayışı ile ithal edilebilir. Ama esas olan “yerlimalı”dır. İşte “Anadol” “Murat” gibi yerli otomobillerin saltanatının sırrı da buydu.1980 öncesi döviz cinsinden para taşımaya kota konulması, yabancı sigara yasağı gibi akıllara ilk gelen uygulamaların temelinde “ithal ikameci politik ekonomi”tercihi vardır.
24 Ocak kararları Türkiye’nin liberalleşmesi sürecinin manifestosudur
Türkiye katı devletçi anlayıştan, yani sosyalizme benzeyen ya da dönüşebilecek tehditlerden, uzaklaştırılmalı ABD’ye benzemeliydi
Öncelikle ekonomi politikası değiştirildi
İthal İkameci politika yerine “İhracatı teşvik” politikaları kabul edildi
İhracat esastı, ihtiyaç olanı içerde üretmek pahalıydı ve bu nedenle dışarıdan almak daha karlıydı(!) .Bir anda Dolarlı Marklı, Marborolu Kentli hayata balıklama dalışımızın, hayali ihracat gibi kavramlarla tanışmamızın temelinde yatan işte bu 24 Ocak kararlarıdır.
24 Ocak kararlarını ve etkilerini öyle birkaç satırla anlatmak elbette olası değil, genel olarak bir fikir edinilmesi adına köşelerine değinerek izaha çalışıyorum umarım anlaşılıyordur
24 Ocak Kararları hazırlanırken ülkede tam bir kaos hali hakimdi
Toplumsal halk muhalefeti “Sosyalist devrim” şiarı ile yükselmiş, devlet sokakların, okulların kontrolünü kaybetmişti. Ekonomik buhran, kara borsa, işsizlik, yolsuzluk da cabası
Parlamento çalışamaz hale gelmiş, Cumhurbaşkanı seçilemiyor, hükümetler güvenoyu alamıyordu
Bu şartlar altında 24 Ocak Kararlarını uygulamak daha işin başında başarısızlığı kabul etmek manasına gelirdi ki, bu kararların arkasındaki emperyalist güç ABD elbette böyle bir hata yapmayacaktı.
Her şeyden önce “Toplumsal muhalefet” bastırılmalıydı ve bir korku toplumu yaratılmalıydı
Yurdun büyük bölümünde uygulamaya konulan sıkıyönetim de tırı vırı çıkmıştı. Böyle giderse ABD evrensel emeline ulaşamayacaktı. Korku toplumu yaratmak adına en etkili hamle ise “darbe”ydi
Türkiye o darbe ile 12 Eylül 1980 tarihinde tanıştı
Darbeden yıllar sonra ABD’li yetkililerin “Türkiye’de bizim çocuklar başardı” diye memnuniyetlerini ifade ettiklerini de öğrenecektik
12 Eylül öyle bir geldi ki; Sağcıymış, solcuymuş, dinciymiş dinlemedi
Bu ülke için düşünen ve kaygılanan kim varsa tıktılar içeri ve uzun yıllar güneş yüzü göstermediler
Orta Çağ’a has muamelelerle, tek tip giydirip askeri nizam içtima aldılar
Evlerden, okullardan, öğrenci yurtlarından bir sürü kitap topladılar, meydanlarda çayır çayır yaktılar kitapları
Kitapları yaktılar o kitapları okuyanları da astılar
Asamadıklarına adamlığını unutturdular
Bilinen tüm yasaları, partileri,dernekleri yasak ettiler
Anayasa’yı babalar gibi ortadan kaldırdılar
İşkence etmek, asmak ve çekip vurmak konusunda hiç tereddüt etmediler
Darbeden otuz yıl sonra darbenin mimarı Kenan Evren “Bu gün olsa yineyaparım nitekim” diyebilecek kadar rahat olacaktı
Kenan Evren ve darbeciler o gün de bu gün de oldukça rahatlar
Anlattığımız bu dönem, sanmayın ki hep böyle net görülüyordu
Sanki birileri “çıt” diye düğmeyi kapatmış ve ülke karanlığa gömülmüştü
Ne olduysa da o karanlıkta olmuştu
Uğur Mumcu ve diğerleri o karanlıkta olup bitenleri ortaya çıkarıp deşifre ettikçe, bizlerin de gözü açılıyordu
Oysa maymunun gözü açılmamalıydı
Karar verildi, kalem kırıldı ölsündü Uğur Mumcu
Öyle bir zamanda ölsündü ki geride kalanlara mesaj olsundu
24 Ocak 1993 tarihinde, Ankara kar altındayken, zemheri ayazıyken, kalemi kana düşüyordu Uğur Mumcu’nun
24 Ocak 1980 tarihli kararların uygulanması için karartılan ülkede salına korkunun deşifre edilmesi ve bu tarihi suçu işleyenlerden hesap sorulması için zemin hazırlayan Uğur Mumcu, 24 Ocak tarihinde öldürüldü
Tarih kesinlikle tesadüf değildi
18 yıl
Tam 18 yıl geçti üstünden
Bir nesil Uğur Mumcu’suz büyüdü
18 yıl önce beş yüz bin kişi Mumcu’nun cenazesinde yürürken katillerin bulunmayacağını zaten biliyordu
Uğur Mumcu ölümüyle de büyük bir ders veriyordu
O halkının birliği, tek yürek olması, acılarda kenetlenmesi gibi temiz niyetler taşıyordu ve beş yüz bin kişiyi bir araya getirip aynı sloganı attırdı