12 Kasım 2009 tarihince Hacettepe Üniversitesinde “Nasıl Bir Üniversite” konulu bir panel düzenlendi. Panele katılan konuşmacılar üniversite yöneticilerinden öğrenci temsilcisine kadar herkes üniversitelerin sorunlarını kendi penceresinde işlediler. Hacettepe üniversitesi yöneticileri, öğrenci kontenjanlarının artırılması ve uzman yetiştirmede yaşadıkları sorunları işlediler. Özellikle TUS’ta başarılı olan uzman adaylarının üniversite yerine Araştırma hastanelerini tercih etmeleri geleceğe yönelik kaliteli eğitim ve bilim insanı bulma konusunda kaygıları olduğu görülüyor. Panele dinleyici olarak katılan değişik üniversitelerden öğretim üyeleri ve öğrenciler ile üniversitelerin sorunlarını dinleme ve tartışma fırsatı duyduk. Üniversitelilerin artan düzeyde idari ve maili özerklik konusunun önemi konuşuldu. Üniversitelerin iradelerine saygı duyulması, yeni bir yüksek öğretim yasasının artık zorunlu olduğu ifade ediliyor. Panelin katılımcılarından Prof. Dr. Taner Timur üniversite kavramı ve özerkliğinin önemin İlgi duyanlar için toplantı sırasında tutuğum notlar ve önemli gördüğüm görüşleri aşağıdadır.
Nasıl bir üniversite?
12 Kasım 2009 tarihince Hacettepe Üniversitesinde “Nasıl Bir Üniversite” başlığı ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Doçent temsilciği öncülüğünde Dekanlık ve Rektörlüğün desteklediği bir panel düzenlendi. Panele ben de konuşmacı olarak davetliydim.
Hacettepe Üniversitesi Kongre merkezi toplantı salonunda sabah ve öğleden sonra yapılan toplantıya katılan Ankara’daki değişik üniversitelere mensup öğretim üyelerinin katılımı ile gerçekleşti. Toplantı nedeniyle çok sayıda hoca ve öğrenci ile tanışma ve aralarda kısa süreli de olsa konuşma ve tartışma imkânı buldum. Toplantının organize edilmesi, katılımcılar ve katkılar yönünden yaralı ve önemli bir toplantıydı. Dileğim bütün üniversitelerin aralıklarla bu tür panelleri yaparak kendi sorunlarını ve üniversite paydaşlarının taleplerini dinlemeleri yaralı olacaktır. Özelliklede üniversitelerin içeriden gelen talep ve şikâyetleri dinlemesi üniversitenin sağlıklı bilim ve eğitim yapması bakımından önemlidir.
Üniversitelerin özerklik talepleri giderek artıyor
Genel eleştirilerin giderek derinleştiği ve üniversitelilik bilincinden uzaklaştığı konusunda sık sık serzenişleri duydum. Üniversite yönetimlerinin şekillenmesi, öğretim üyelerinin oy kullanarak seçtikleri yöneticilerinin atanmamsının iradelerinin hiçe sayıldığını belirtiyorlar. İktidar-üniversite ilişkisinin üniversitelik bilincine ve üniversite özerkliğine zarar verdiği belirtiliyor. Akademisyenlerin öz güvenlerin sağlanması konuları sıkça konuşuldu. Üniversitelerin evrenselleşmek yerine giderek yerleştiği vurgusu en çok dinlenen konuların başında gelmektedir. Özellikle öğretim üyesi profilinin giderek yerelleştiği belirtiliyor. Üniversitelerde hak edilmemiş unvan ve görevler oluşmuş durumdadır. Üniversite gibi bilimsellik gerektiren iş ortamlarında tarafgirlik ön plana çıkmaktadır. Üniversite saygınlığı her aşamada en üst düzeyde sağlanmalı ki toplumun üniversiteye olan güveni sarsılmasın. YÖK’ün ders içeriklerine kadar karışıyor olma vurgusu yanında içerikten yoksun bir eğitim anlayışının yerleştiği el. Özerklik taleplerinin giderek daha yüksek düzeyde dile getirildiği vurgulanmıştır. Üniversite kişiliğinin korunması için mutlaka üniversitenin idari ve mali özerkliğinin sağlanması, hastanesi olan üniversitelerde çok daha yüksek ses ile dile getirilmektedir. Ayrıca deniliyor ki Maliye Bakanlığı üniversitelerde Araştırma Fonlarında yapılan kesinti % 5 iken Araştırma hastanelerinde % 1 düzeyinde olduğu belirtiliyor. Bu durum Üniversite hastaneleri ile Araştırma hastaneleri arasında haksız bir rekabet yaratmakla kalmamakta, üniversitelerin nitelikli bilim insanı yetiştirme sistemine zarar verdiği vurgusu sıkça yapıldı.Tıp’ta uzmanlık konusunda öğrencilerin üniversite hastaneleri yerine Devlet hastanelerini tercih ettiklerini çünkü orada daha çok döner sermaye katkısı aldıklarını belirtiyorlar. Bu durum geleceğin Tıp Fakülteleri akademik kadrolarının oluşması açısından kaygı verici bulunuyor. Doğaldır ki gençler bir an önce işe atılmak, para kazanmak ve geleceklerini kurmak istiyorlar. Bu durum öğretim üyelerinin maaşları iyi akademisyen sorunu sık sık gündeme getiriyor. Doğal olarak üniversitelerin diğer birimleri de benzer sorunlar yaşamaktadırlar.
Tıp Fakülteleri başarılı asistanları bünyesine alamamaktadır
Hacettepe Üniversitesi yöneticileri Doçent Temsilcisi, Doç. Dr Ali Düzova, Dekan Prof. Dr. Serhat ÜNAL, Rektör yardımcısı Prof.Dr. Sevil GÜRGAN panelin açılış konuşmalarında son yılarda üniversite olarak yaşadıkları kaynak bulma ve kaynak kullanımı, akademik kadro sağlama, kapasitenin üzerinde Tıp Fakültelerine YÖK tarafından öğrenci kontenjanı gönderilmesinin yaşadıkları kaliteli eğitim vermemenin verdiği kaygıyı işlediler.
Tıp Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Serhat ÜNAL iki konuda fakültenin kalite kaygısı yaşadıklarını belirttiler. Birincisi Tıp Fakültesinin kapasitesinin üzerinde kontenjan ile öğrenci YÖK tarafından üniversiteye yerleştirmektedir. Her öğrenciye uygun laboratuar, mikroskop ve uygulama alanı sağlayamadıkları için üzüldüklerini belirttiler.
İkinci konu üniversitede başarılı öğrencilerin uzmanlık için tercih edilmeme durumunun yaratacağı nitelikli bilim insanı yetiştirme sorunu. Bilindiği gibi Tıp fakültelerinde doktora çalışmalarının karşılığı uzmanlık çalışması gösterilmektedir. Uzmanlık sınavı Sağlık bakanlığı tarafından TUS adlı başarılı bir sınav ile adaylar belirlenmektedir. Bakanlık üniversitelerden başka Araştırma hastanelerinde de uzamalık eğitimi vermektedir. Araştırma hastanelerinde uzmanlık yapan uzman adaylarının üniversitelerde uzmanlık yapan eşdeğerlerinden iki üç katı kadar daha fazla döner sermaye katkısı alması nedeniyle çok başarılı öğrenciler üniversite yerine araştırama hastanelerini tercih etmesi nedeniyle ileride olası bilim insanı olabilecek başarılı kişilerden üniversiteden uzak olmasının kaygısını yaşadıklarını belirtiyorlar. Bu durum özellikle kaliteli eğitim ve öğretim üyesinin üniversiteye kazandırılması açısından önemlidir.
Hacettepe Türkiye’nin dışarıdaki bilinen yüzlerinden biridir
Şimdilik ülkemizin dünyadaki önemli bir iki üniversitesinden olan Hacettepe Üniversitesinin kalitesinin düşürülmemesi, niteliğini koruması ve dünyaya açılan bu pencerelerin korunarak daha da nitelikli hale gelmesi önemlidir. Başından beri ülkemizin birkaç alanda başarılı bir iki üniversitesinin dünya sıralamasına yerleştirmesi gerektiğini savunuyor bu konuda potansiyel üniversitelerin daha özerk ve daha çok destek ile ilerlemesini savunuyorum.
Üniversiteler kendilerini izlememektedirler
Toplantının bir diğer konuşmacısı ise Prof. Dr. Taner Timur’du. Prof. Timur Siyasal Bilgiler Fakültesinin eski hocalarından ve Üniversite tarihi üzerine esaslı çalışmaları olan değerli bir bilim insanı. Yıllarca Ülkemizi Fransa’da UNESCO’da temsil etmiştir. Taner hoca dünyadaki üniversite hareketlerinin çıkış noktasını ve günümüzdeki üniversite anlayışı ile analiz ederek genel bir değerlendirme yaptılar. Bir değişimin yaşandığını ancak bu değişimin ne yönde ilerlediğinin iyi bilinmesi gerektiğini belirttiler. Değişim diyalektik bir yaklaşım ancak daha kötü yönde değişim de istenen bir değişim değildir elbette.
Prof. Timur, yıllardır kendi çabası ile yaptığı araştırmalarda üniversitelilerin kendilerini incelemediğinin altını çizerek “üniversite kendisini biliyor sanıyor” ancak bilmediğini belirttiler. Üniversitelerin kendi sosyal yapılarının ve bunun toplum için ne anlama geldiğini araştıramadığını veya bunun gereğini yapmadığını belirttiler.
Üniversite anlayışı Almanya’da gelişti
Klasik üniversite anlayışında üniversitelerin kilisenin bir parçası olarak kurulduğunu ancak Modern üniversite anlayışının Kant ile Almanya’da başladığını belirttiler.
Üniversite anlayışının ilk defa gerçek anlamda 19 yüzyılda Almanya’da ortaya çıktığı görülmektedir. O dönemde bir çok alanda geride olan Almanya ilerlemenin yolunu üniversitede görür ve üniversitenin gelişmesine yönelir. Kant “insanlar düşüncenin özgür olmasını, dogmalardan uzak bir eğitim almanın önemini ve ihtiyacını ortaya koyar. Ancak bu kavram o dönemde Kilise ve İlahiyatçılar tarafından ret edilir. Kant felsefenin bağımsız olarak tartışılabilmesi için üniversitenin devletten ve kilisenden ayrı kendi muhtariyetini korumasını savunmuştur. Kant’ın bu anlayışı Humbolt tarafından Üniversite temel işlevine şöyle yansıtılır;
-Akılcılık yani özerk olmalı, iktidar ilişkisinden uzak durmalı
-Araştırma yapmalı, temel bilimlere önem vermeli
-Bilimsel yayınları ile topluma ulaşmalıdır, şeklinde ifade edilmişlerdir.
Üniversiteyi anlamak için üniversitenin en az 3 kategoride ele alınması gerekir. Kavramsal olarak üniversite, kurumsal olarak üniversite ve sosyal olarak üniversite şeklinde ifade edilebilir. Üniversite kavramında özerklik en önemli kısmını oluşturuyor. Özgür bilim ve eğitim, öğretim anlayışı olmadan üniversite kavramından veya kurumsal olarak yerleşik üniversite anlayışından bahsetmenin mümkün olmamaktadır. Üniversitelerin özerklik konusundaki tehditleri bilerek bu alandaki olası tehlikelere karşı mücadele edilmesi gerekiyor.
Üniversite Özerkliği Halen Tehdit Altındadır
Ancak günümüzde post modern anlayışla üniversiteler sürekli tehdit altında olduğunu belirttiler. Özellikle Amerikan üniversite modelinde üniversitelerin okullaştırıldığı ve tehdit edildiği belirtildi. Üniversite öğretim üyeleri, öğrenciler ve çalışanları ile bir bütünlük oluşturmaktadırlar. Sürekli tehdit altında devletin ve otoritenin kuşatması altında sürekli mücadele eden bir üniversitenin asli görevlerini yapamayacağını belirttiler. Tarihsel olarak bilime tehdidin devletten geldiğini belirterek, Üniversitenin, Sermayeden, Sosyal ahlaktan, Kendisinden ve Dış tehditlerden gelen bir yapı ile karşı karşıya bulunduğunu belirttiler.
Vakıf ve özel üniversitelerin ortaya çıkması ile özerklik kavramının tüm üniversiteler için devlet destekli olmasının daha demokratik olduğunu ve en azında herkese eşit eğitim hakkının tanınması gerekeceğini belirtiler. Devlet organının tek başına bir özerklik temsili olduğunu belirttiler. Ancak özerklik, kime karşı özerklik sorusunu gündeme getirmiştir. Devlete, hâkim sınıflara veya her kimden tehdit gelirse ona karşı özerkliğin savunulması gerekir. Ancak özerkliğin somut olarak anlaşılmaya ihtiyacı olduğu belirtildi.
Özerklik kavramının ne için ve kime karşı düşünüldüğünün de ayrıca ele alınması gerektiği belirtildi. Genelde özerklik mücadelesinin devlete karşı yapıldığını, ancak bazı durumlarda devletten önce sermayeye karşı özerkliğin verildiği belirtildi. Üniversiteler feodal bir yapı olarak doğdular. Bilim üretimi aracı oldular ve şimdi de işletme gibi görülerek işletme anlayışı içinde kamu ve sermeyenin tehdidi altında bulunuyor.
Üniversite özerkliğinin, üniversitenin bağımsız bilgi üretmesi için yurttaş olarak birer vatansever olarak ve bilinçli olarak özerkliğin savunulması ile üniversitenin üniversite olacağı vurgusu yapıldı. Türkiye’de üniversite geleneğinin Medrese geleneği ile geldiğini ifade ettiler. Birçok külliye üniversite gibi işlev görmüş. Medreselerin Darülfünun’lara dönüştürülme sürecinde özellikle II. Mahmut dönemine de medreselerin dışında mühendishane, harbiye, tıbbiye gibi yüksekokullar kurulmuştur. Osmanlı medreselerinde tefsircilik çok ileri düzeyde gelişmişti. 1846 yılında batılı anlamda üniversitenin kurulduğunu, ancak halen istenilen düzeyde özerk konuma gelinemediği vurgulandı. Bugün halen gerçek anlamda bir üniversite değil yüksek okul niteliğinde diploma veren okullar istendiğini belirttiler. ÖSS sınavı Adil ve Demokratik olarak öğrenci yerleştirmelidir
Bilkent Üniversitesi öğretim Üyesi Prof. Dr. Haldun Özaktaş, Üniversite giriş sınavı üzerinden üniversite özerkliğini tartıştı. Sınavın adil, demokratik ve verimli olup olmadığını sorguladı. Sınava giren öğrencilerin, üniversiteyi okuyan örencilerin birer kupon ile desteklenmesi gerektiğini belirttiler. Daha önce de sık duyduğumuz gibi devletin bir şekilde özel vakıf üniversitelerinde okuyan öğrenciye burs niteliğinde destek çıksın, yani öğrenciyi borçlandırsın, bu şekilde kontenjanların dolabileceği anlamına gelen ifadeler kulandılar. Bu konu tartışma konusu oldu. Benim de halen bu ülkenin gençliği bu ülkenin geleceği anlamına geleceği için parasız eğitimin milli bir politika olacağını benimsediğimi belirtim. Sayın Prof. Dr. Özaktaş bazı ülkelerde olduğu gibi ders verenin de sınavı yapanın daayrılması gerektiğini belirttiler. Ayrıca akademik unvanlar yerine öğretim üyesi sıfatının kullanılmasının yeterli olduğunu belirttiler. Kamu üniversitelerinin geleceği, politika yapıcıların sorumluluğu ve Bologna sürecinin önemini işlediler.
YÖK eski YÖK
Hacettepe Üniversitesinin bir önceki Rektörü eski YÖK üyesi Prof. Dr. Tunçalp Özgen
öğleden sonraki oturumun konuşmacısıydı. Prof. Dr. Özgen hoca başarılı bir bilim insanı ve yönetici olarak uzun zamandır izlediğim saygın bir şahsiyet. Prof. Dr. Özgen hoca genel olarak Türk Yüksek Öğretiminin sorunlarını kendi rektörlük ve YÖK üyeliği dönemindeki deneyimleri ile akılcı bir biçimde konuyu anlaşılır olarak açıkladılar.
Üniversite, bilim yapan kurumlar olarak tanımladıktan sonra eğitim kalitesinin önemini vurguladılar. Üniversitede kimin öğrenim görmesi gerektiği, kimin ders verebileceği neyin öğretilmesi gerektiği ve nasıl öğretilmesi gerektiğinin kuramsal ve kamusal özerkliğin sağlanması ile başarılabileceğini belirttiler. Özerklik kavramının kolay kolay üniversitelere verilmediğini belirttiler.
Türkiye’de önemli bir genç nüfusun var olduğunu çoğunluğunun üretimden yoksun olduğunu belirttiler. Dershanelere önemli derecede kaynak aktarıldığını bugünkü rakamlar ile 8 Milyar dolar gibi bir paranın söz konusu olduğunu vurguladılar. Türkiye’nin gelişmiş işgücüne olan ihtiyacın Ab ülkelerinden daha fazla olduğunu Türkiye için %45, AB ülkeleri için %30 olduğunu belirttiler. YÖK’ün eski YÖK olduğunu temelde pek bir şeyin değişmediğini ancak kişilerin değiştiği anlamına gelen ifade kulandılar.
Üniversitelerin en ciddi sorunu örgütleme sorunu
Hacettepe Üniversitesi Öğretim üyeleri Dernek Başkanı Prof. Dr. Perihan Çağlar
öğretim üyelerinin sorunları, üniversitenin yerleşke bazında sorunlarını işlediler. Özellikle üniversitelerdeki, örgütlenme yetersizliğini vurguladılar. Prof. Dr. Çağlar, “Hacettepe’de idari görevlere belirli kişilerin değil potansiyel yöneticilerin ortaya çıkması için dönüşümlü olarak iş yapacak kişilerin göreve getirilmesi gerekir” dediler. Son yıllarda üniversite yöneticilerine yönetilen eleştirilerin odağında liyakate uymayan atamalar konusudur. Potansiyel yöneticilik yapabilecek kişilerin belirlenmesi için belirli kişiler değil de herkese fırsat verilerek içlerinden iyilerin doğal yollarla ayıklanması bir öneri olabilir. Kanımca da üniversitelerin en ciddi sorunu örgütlenme ve kendi sorunlarına ortak akılda çözüm üretmesi sorunudur. Toplumun genelini üniversitelerden beklediği, model olmaları yönündedir.
Lisansüstü eğitim kalitesi bütün üniversitelerde tartılma konusu
Araştırma Görevlisi Temsilcisi, üniversiteler temel bilim politikasından yoksun ve eksik yapılan yüksek lisans ve doktora eğitiminde yaşanan sorunları işlediler. Çoğu doktora tezlerinin hipotezinin olmadığı belirtildi. Ben de bu öneriye katılıyorum. Ülkemizde yaşanan ciddi bir bilim politikası eksikliğinin ve yöntem eksiliğinden kaynaklanıyor. Ayrıca ucuz ve niteliği düşük yayınların yapıldığını belirttiler. Kaliteli eğitim, danışman hocaların bilimsel yeterliliği konusu işlendi. Öğrenci temsilcisi İlker Pazarcıbaşı öğrenci sorunlarını ve ülkemizin değerlerine sahip çıkılması gerektiğini belirttiler. Büyük Üniversitenin Niteliği Kendi Yöneticisini Seçebilmemsinden Belli OluyorÖğleden sonar ki oturum başkanı Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Uğur Erdener’di. Rektör gelişmeleri soğukkanlılıkla izleyerek gerekli notları aldılar. Hiçbir tartışmaya girmeden yapılan konuşmaları özetlediler. Salondaki öğrencilerin sert eleştirilerini sonuna kadar dinlediler ve bir iki zorunlu açıklama dışında hiçbir açıklama yapmadılar. Rektör genel üniversite içi trafik sorununa üniversite içindeki bir komite tarafından organize edildiğini belirttiler. Asistan eğimine önem verildiğini belirttiler. Öğrencilerin gerçekleştirdiği eylemlerin şiddette yol açmadıkça, eğitim ve öğretim engellenmediği sürece öğrencilerin kendilerini gerçekleştirilmesine saygı duyduklarını belirtiler.Bir anda büyük üniversitenin önemi daha iyi anlaşıyor kanısına vardım. Daha önce değişik üniversitelerde gördüğüm en küçük bir eleştiriye sert tepki gösteren başkansının söz almasına bile tahammülü olmayan rektörleri hatırlayınca çok daha mutlu oldum.
Üniversitelerin sorun temelde bilim politikasının olamaması ve özerkliktir
Ben de toplantıda “Üniversitelerimizin temel sorunları ve çözüm önerileri” konulu bir sunuda bulundum. Üniversitemizin genel sorunları ile ülkemizin sorunlarının bir birine bağlı olduğunu ve ülkemizin aydınlık geleceğinin bilim ve teknolojiye verilecek öneme bağlı olarak gelişeceğini işledim. Sorunun temelinde YÖK yasası ile başlayan özerkliğin rafa kaldırılmış olması ve buna bağlı olarak üniversite geleneklerinin erozyona uğraması olduğunu örnekler ile işledim. Ayrıca ülkemiz üniversitelerinin topluma örnek olacak nitelikte bilim adamı seçimi, üst yönetim seçimi konusunda ilke ve model geliştirmediğini yaşanan olaylarla anlatım. Temelde ülkenin benimsenmiş bir bilim politikası olmadığı gibi üniversitelerin de kendi politikası yok. Tema, hedef, amaç ve vizyon yok. Vizyon ve misyona uygun strateji yok
Araştırma politikası yok. Hedef belirleme ve izlemede kısır ve yetersiz. Eğitim sistemi öğrencilere bütünsel baka bilme becerisi kazandıramadığı, bunun sonucu olarak eğitilmiş insanı ülkemizin sorunlarını analiz etmekten yetersiz kalmaktadırlar. Üniversitelerimizin dünyadaki sıralaması ülkemizin ağırlığı ile ters orantılı olarak geliştiği bilim profilimiz düşük. Araştırma kadroları yetersiz, araştırma kapasitesi sınırlı ve Türkiye’nin büyüklüğü ile ters orantılı.
Laboratuarlar yetersiz ve teknolojiyi takip etmekten uzak, kullanılan teknoloji genelde yurtdışından sağlanmaktadır. Üniversiteler derin araştırma yapacak mükemmeliyet merkezleri geliştiremedi. Üniversite çalışanları ve bilim adamları bilim ortamına uygun yaşam ve maaş koşullarından uzak yaşamaktadırlar. Öneri olarak yeni bir Yükseköğretim Yasasının zorunlu olduğu, özerkliğin tam olarak sağlanmasının gerekçelerini işledim. Üniversitelerin nitelikli öğrenci ve bilim insanı seçimi için yeni düzenlemeye gereksinim olduğunu işledim Ancak hepsinden önemlisi zihinsel bir dönüşüm ve değişim için bilim ve üniversitenin en üst düzeyde desteklenmesi gerektiğini işledim.
Türkiye’nin temel sorunlarının aralıklar ile üniversiteler tarafından değişik boyutlarda tartışılması ve nasıl bir yapılanma istediğimizi belirtmemiz birçok yönden topluma güven verecektir. Çok tartışılan Yükseköğretimin sorunları konusunda üniversitelerin kendi içinde ne düşündüklerini, topluma örnek olabilecek işlevselliği olan modeller üretip üretmediklerinin bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda başarılı geçen panelin diğer üniversitelerde de yapılması her yönü ile yaralı olacaktır.