Barack Hüseyin Obama iki yıl önce ABD Başkanlığı için aday adaylığını açıkladığında o’na şans verenlerin oranı pek yüksek değildi. Bir yılı aşkın bir süre parti içi mücadele vererek karizmatik bir aday olan Hillary CLİNTON’ı geçerek Demokrat Partinin Başkan Adayı olmayı başardı. Aday olarak yarıştığı süreçte de Cumhuriyetçi MC Cain -i yenilgiye uğratarak ABD’nin 44.ncü Başkanı seçilmeyi başardı. Üç ay sonra 20 Ocakta makamına oturdu.
Bu süreçte önemli özellikleri ortaya çıktı:
1. Kolay anlaşılır, etkili ve umut aşılayan bir kampanya yürüttü.
2. Geniş kitlelerin sesi olmayı başardı.
3. Uzlaşmacı bir tavır sergiledi. Modeli ve imajı itibariyle siyahilere, İspaniklere, Asya ve Afrika kökenlilere, Müslümanlara, ezilenlere, barış isteyenlere ortak payda oluşturdu. Kendi partisi içinde, başta rakibi Hillary Clinton olmak üzere farklı fraksiyonlarla birliğini kurdu. Seçim sonrası ise Cumhuriyetçilerin sevdiği isimleri kabineye dahil ederek çevresinde topladı. Her şeyden önce zor bir dönemde göreve başladı. Ekonomik kriz, Orta Doğuda ve Asyadaki gelişmeler önemli sınav alanlarını oluşturacak. AB ve G-20 zirveleri, Nato Toplantısı sorunsuz atlatıldı denebilir. Öncelikle şunu iyi tespit etmeli: ABD, en büyük dünya gücü olma, dünyaya düzen verme iddiasından vazgeçiyor mu, geçmiyor mu? Tabii ki hayır. O halde Amerika’nın temel stratejilerinde bir değişiklik beklememeli.
Sadece üslub değişikliği olabilir. Asık yüzlü, buyurgan ve tehditkâr görüntü yerine gülen, el sıkan, başkalarını da kale alan, birliktelik sağlamak isteyen, bir üslüb geliyor denebilir. Bu çerçevede Obama’nın seçimi Amerikanın olumlu bir refleksinin sonucudur diyebiliriz. Üsluba bir nezaket gelmiş oluyor. Tüm dünyada artan Amerika karşıtlığı, krizin yüksek ateşi, Avrupa’nın derlenip toplanması, hızlı bir şekilde Orta Doğu’dan Asya’ya yoğunlaşma arzusu hatta zarureti bu üslub değişikliğini mecburi kılıyordu.
1. İlk etapta dünya bu değişimi olumlu algıladı. Obama’ya çok olumlutepkiler geldi tüm dünyadan ABD için ciddi bir imaj restorasyonu oldu diyebiliriz.
2. G-20 , NATO ve AB Zirvelerinde bir yandan işbirliği ortamı hazırlanırken bir yandan ABD dünya hakimiyetine bir perçin daha attı. Kendi insiyatifindeki IMF, Dünya Bankası NATO gibi kuruluşların gücünü, yetkisini ve görev alanını genişletti. Krizi fırsata çevirdiği söylenebilir.
3. ABD’nin Asya’ya odaklanma ihtiyacı var. Orta Doğuda çok vakit geçirdiğini ve oyalandığını düşünüyor. Kuzey Kore’ye karşı etkisini artırmak, Afganistan’da gücünü pekiştirmek, Pakistan’da daralan insiyatif alanını geliştirmek, Orta Asya’dan daha çok etkili olabilmek ve başta ÇİN olmak üzere, Rusya, Hindistan ve İran üzerinde baskı kurabilecek mevziler kazanmak ihtiyacı ve zarureti var. Bu hamlenin stratejileri çoktan hazır. Hatta uygulamalar başladı bile denebilir.
4. Güney Amerika ve Afrika’da da birçok sorun yaşamasına rağmen ABD için öncelikli stratejik bir bölge şüphesiz ki Orta-Doğu’dur.
a. Dünya Petrollerinin % 66’sı bu bölgede üretiliyor.
b. Rusya, Asya, Avrupa, Afrika dörtgeninin tam ortasında. Stratejik önemi var.
c. Enerji koridoru üzerinde.
d. Ticari olarak önemli bir pazar
e. Yükselen ve güçlenen Doğu Kapitalizmi ile çatışmasında önemli bir müttefik İslam dünyasıdır.
f. İsrail’in güvenlik konsepti bunu gerektirir.
g. Şii İran eksenine karşı Sünni İslam diri tutulmalıdır.
h. Irakta oluşturduğu statüko devam ettirilmelidir.
İşte; ABD ilgi yoğunluğunu Asya’ya kaydırmak isterken arkasında böylesine önemli bir Orta-Doğu bırakıyor. Dolayısıyla bu bölge öylesine kaderine terk edilecek bir alan değildir. İnisiyatifini ve politikalarını sürdürecek güçlü partnerlere ihtiyacı var. İşte Türkiye ziyareti bu ortamda gerçekleşti.
ABD Obama ve Türkiye
2002 basından itibaren Türk -Amerikan İlişkilerinde ciddi iniş çıkışlar başladı. Bu durum Ecevit Hükümetinin gidişine mal oldu denebilir. Irak’ta yaşananlar, “PKK’ya destek veriliyor” iddiaları, ılımlı İslam projesinin seslendirilmesi, ekonomik operasyonlar, Türkiye kamuoyunda ABD aleyhtarlığını arttıran ana unsurlar oldu. Bu zorluklara rağmen yukarıda ortaya koyduğumuz şartlar içinde “Amerika için Türkiye’yi kazanmak” mutlak bir zaruret ifade etmektedir. İki ay önce çıkan ve ABD de kurulu Brookngs Enstitüsü Türkiye programı direktörü Ömer Taşpınar ile dış politika uzmanı Philip Gordon’un yazdığı “Türkiye’yi kazanmak”(Winnig Turkey)kitabı Başkan Obama’nın ziyaretinin amacını ve hedefini bütün şifreleriyle ortaya koyuyor. Yani diyebiliriz ki Obama gelmeden şifreleri geldi. Dolayısıyla bu ziyareti, magazin haberleriyle değil bu şifreleriyle okumalı ve
1. Başkan Obama sevimli bir misafir olarak ve mükemmel bir halkla ilişkiler çalışması yapılarak çok kişinin gönlünü alarak gitti.
a. Laikliğe vurgu yaptı, Anıt kabri ziyaret etti. Laik kesimi memnun etti.
b. Camiyi ziyaret etti. Hüseyin adına vurgu yapıldı, Gençlerle toplantıya başlarken” ezana kadar bitirelim” dedi, dindar kesimi mutlu etti.
c.”Kürtlerin hakları” dedi Kürtleri memnun etti
d.”PKK terör örgütüdür” dedi milliyetçiler memnun oldu.
e. “Heybeliada Ruhban Okulu, Ermenistan sınırı açılsın dedi Hıristiyan camia mutlu edildi.
f. “İslam Dünyası düşmanımız değildir, uzlaşmalıyız” dedi, Tüm Müslümanlara mesaj verildi
g. Çevreden, doğadan, Kyoto sözleşmesinden bahsedildi. Kedi sevildi. Çevreciler, hayvan severler memnun oldu.(Kedinin önceden her türlü muayenesi, kontrolü ve temizliği yapılmıştı. Yani tesadüfen orada değildi.)
h.Muhalefet liderleri ile kısa da olsa görüştü, ellerini sıktı. Hem gönüllerini aldı hem de iktidar partisine bir mesaj verdi.
i. AB üyeliğine vurgu yaptı. Hem Türkiye, hem AB Kamuoyuna güçlü bir mesaj verdi.
2. İran’a karşı tüm Sünni İslam camiası, Orta doğu, özellikle Irak ve özellikle de Kuzey Irak bize emanet edildi. (Davos çıkışını bu çerçevede değerlendirmek anlamlı olabilir ve ılımlı İslam’dan model ülkeye geçiş denebilir.)
3. Afganistan için muharip (yani savaşacak) asker talep edildi.
4.Pakistan’a karşı ortak tutum arzusu dile getirildi.
5.Ermenistan sınırının açılmasına vurgu yapıldı. Anlaşıldığına göre bu yıl ABD kongresinde “Soykırım” konusu gündeme gelmeyecek.
6.”Sen iç politikaya dönük dayılanmalar yapabilirsin. Ama onunda abartma. Lakin bizim sözümüzden de çıkma” mesaj verildi.(K.Irak, NATO’ya Rasmusse’nin tayini gibi konularla örnekleme yapıldı.)
Bu temel mesajların yanında arka planda nelerin konuşulduğunu, ne gibi olayların yaşandığını bilmiyoruz. Lakin olaya, mesajlara iyi tarafından olumlu bakan da var, olumsuz bakanda .Biz bu kısa ziyaretle ilgili ciddiyet içinde objektif değerlendirmeler yapmalıyız :
1. Bu çok anlamlı bir ziyaret ve Türkiye için önemi büyük.Yeni bir yol haritası oluşabilir. İki günlük de olsa tüm dünyanın ilgi odağı olduk. Sonucunu almak bu fırsatı bizim değerlendirmemize bağlı. Devletlerarası ilişkilerde ebedi dostluk veya düşmanlık olmaz. Karşılıklı fayda ilişkisi esastır. Bu bağlamda ABD ile ilişkileri çok önemsemek gerekir. Ciddiye alınmalıdır.
2. ABD’de büyük devlet olgusu var. Politikalar akşamdan sabaha oluşmaz da değişmez de. Binlerce düşünce kulüplerinde, üniversitelerde fikirler projeler geliştirilir, olgunlaştırılır. Bazen yılar sürer. Devletin önemli kurumlarında uygulanmaya hazır hale getirilir. Başkanlar da bunu takdim eder. İşte başkanın üslubu ve karakteri burada devreye girer. Bu noktada Başkan Obama muhatabına değer veren, Türkiye’ye ve İslam dünyasına önem veren ve çağrı yapan nazik bir üslubu ortaya koydu. Olumlu sinyaller verdi. Kendisinin ve ülkesinin görüşlerini politikalarını ifade etti, değişik ortamlarda anlattı. TBMM de önemli bir konuşma yaptı. Tabiî ki söyledikleri arasında bizi memnun etmeyen hususlar da vardı.
3. Ne yazık ki, bizim yöneticilerimizden, vizyon ortaya koyan, stratejik akıl ifade eden fikir ve görüşler duyamadık. Türkiye’nin ülke siyaseti nedir, gelecek planlaması nedir, gibi soruların cevabını dikkatli takibimize rağmen öğrenemedik. Hangi konularda mutabıkız, hangi konularda ayrılığımız var, bilemedik. Bir ülkenin vakur ve iyi temsilcilerinden ziyade “aferin almayaçalışan öğrenci “gibiydiler.
Obama’nın gelişi Türkiye için bir fırsat olabilir. İçerde özgürlüklerin geliştirilmesinde,
ekonomik krizden biran önce çıkılmasında, dış ticaretin ve turizmin büyütülmesinde, savunma gücümüzün arttırılmasında ve Dış Politika ve PKK konusunda önemli avantajlar sağlanabilir. Fakat bu sonuç kendiliğinden oluşmaz. Bu bize bağlı. Büyük devlet siyaseti izlemeliyiz. Fikirler ve projeler geliştirmeliyiz. Edilgen ve kanat ülke görüntüsünden etkinliği ve etkenliği artmış, kendi yol haritalarını da oluşturabilen merkez ülke konumuna geçmeliyiz. Jeostratejik ve jeo kültürel coğrafyamız çapında politika yapmalıyız .Türkiye tarihi birikimi imparatorluk tecrübesi, bölgedeki psikolojik etkisiyle olumlu çalışmalar yapabilir.
Bu çerçevede ilişkilerin geliştirilmesi hem iki ülke için, hem de insanlık için faydalı sonuçlar doğurabilir. Dürüst, saygıya dayanan bir ilişki geliştirilebilir. Aklımızı kullanırsak mutluluğu paylaşırız, kullanamazsak acıları yaşarız.