Şu mübarek günde küsmek olur mu?
Uzat ellerini bayramlaşalım,
Tanrı selamını kesmek olur mu?
Uzat ellerini bayramlaşalım…
…diye başlayan bir nağme takılır dillerimize her bayram. Eğer içimizin derinliklerinde inceden inceye sızlayan bir dargınlık yarası varsa.. Ve sessiz sitemlerle söyleniriz; toplumsal ezberimiz olan “nerede o eski bayramlar” diye. Yıllar öncesinde de, günümüzde de aynı duygularla taze sitemmiş gibi söyleriz hemde. Oysa kendiliğinden mi değişiyor? Bayramlar yıllar geçtikçe. Failleri yine bizler değil miyiz? canım bayramların alışılagelmiş güzelim örf ve adetlerini hoyratça yıpratan. Kuşaklar arası anlayış, yaşayış, algılayış, bekleyiş farklılıklarından kaynaklanıyor en çok da.
Evet. inkar edilemeyecek, önemli yaralarımız da var. Muhakkak bayramlarımızın üzerine kara gölgeler gibi çöken. Eskiden minik eller şeker toplamak, harçlık almak için korkusuzca çalardı kapıları. Tanımadıkları insanlarca kandırılıp, kaçırılma endişeleri yoktu mesela. Asker anneleri kınalayıp peygamber ocağına gönderirken kuzularını, kendine bile söyleyemediği acaba(!)larla telaşlanmıyordu belki bu kadar. Bayram coşkularının anlatıldığı haberleri beklerken, cennet vatanımızın içinden çıkan hainlerin çirkin hesaplarını, oyun içinde oynanan oyunları, her defasında bir başka isimle insanımızı tehdit eden onca ithal salgın hastalıkları, izlemiyorduk bu kadar…
Her öfkesine yenik düşenin, eşini, annesini, babasını, çocuğunu, sevdiğini hunharca kesip, doğradığına şahit olmuyorduk bu denli. Ama bu kara tablolardan bir nebze sıyrılıp, bütün metanetimizle, içimizde bir yerlerde hala saklı duran o Osmanlı ruhuyla bakalım etrafımıza ne dersiniz. Bunun için çok nedenimiz var. Kültürümüzde oluşan yozlaşmalara rağmen, eğitime daha fazla önem vererek, evlatlarımızı özümüzde var olan, hoşgörü anlayışıyla yetiştirmek bizim elimizde. Vatan, millet, bayrak aşkıyla, birliğimizi, kardeşliğimizi yok etmeye çalışanlara karşı uyanık olmak bizim elimizde.
Dünyayı sarsan mali ve siyasi krizlere rağmen, isyan bayrakları açıp düşman sevindirmek yerine, sabırlı, çalışan, üreten bireyler olmak bizim elimizde. Bunlar tabi ki hepimizin meselesi. Ancak bayramları bayram olarak, yaşamanın sevincini neden bir kenara atalım ki. Buna hakkımız var mı? Mevla lütfetmiş, kaynaşmak, sevinmek adına böyle özel günleri bizlere hediye etmiş ötesi var mı?
Bırakalım oflanmaları, sızlanmaları da bayram sabahında elini öpecek bir büyüğü olmayan öksüzleri, yetimleri getirelim aklımıza. Yalnızlıklarını, boyunlarının ne kadar bükük olduğunu, öyle günlerde daha derinden hissedip, sessizce köşelerde gözyaşı döken garipleri.. Terk edilmiş, itilmiş, unutulmuş çaresizleri. Karnını doyurmaktan aciz biçareleri.
Gelin bayramları bayram edelim, onlar için. Verecek bir şeylerimiz de yoksa şayet gözyaşlarını silelim şefkatle, yalnız değilsiniz diyelim, sizin hüznünüz, bizim hüznümüzdür diyelim.. Sofralarımıza bir tabak daha koyalım onlar için. Yüreklerine, yüreklerimizden yollar açalım.
İşte budur asıl bayram. Bunu yapamayacak kadar da acizlik ve gaflet içinde olacağımızı düşünemiyorum. Eski bayramların özlemine takılıp hikayeler okumaktansa, haydi gelin, bu bayram bir mahzun kalbin bayramını kutlayalım…Felaket senaryolarının olmadığı, cinayetlerin yaşanmadığı, birlik ve beraberliğimizin sarsılmadığı.. velhasıl ağzımızın tadının bozulmadığı nice mutlu bayramlara….