Pazar, Aralık 7, 2025
tr
Ana Sayfa Blog Sayfa 313

Başkandan 24 saat hizmet

0

Haber: İlker ÇAKAN  

  Amasya-Suluova Belediye Başkanı Mahmut Boz; Amasya bölgesinde bir ilk uygulama başlatarak,  belediye çalışmaları çift vardiye sistemi ile gece gündüz devam ediyor. Suluova Belediye ekipleri birçok noktada sürdürdüğü park çalışmalarını 24 saat gece-gündüz devam ettiriyor. Belediye Başkanı Mahmut Boz da, gece ve gündüz belediye çalışmalarını bizzat yerinde takip ediyor.

Türk Halk Müziği Sanatçısı Serpil Efe

0

Haber: İlker ÇAKAN

   Anadolu ezgilerinin özel sesi, türkü aşığı Serpil- Ergün Efe kardeşler;  konser, festivallerde saz ve  sözleriyle halkın ilgisini çekiyorlar. Üniversite öğretimi sırasında opera ve şan eğitimi alan Türk Halk Müziğinin sevilen yorumcusu  Serpil Efe’nin “Dönemem” ve “Yalan Dünya” adında iki albümü bulunuyor ve halk arasında “Yalan Dünya” albümünde de yer alan “Nazlı Nazlı” türküsüyle tanınıyor.  Şair ve bestekâr, Türk Hak Müziği Sanatçısı Ergün Efe’nin ise  “Darağacı”(1994),”Anadolu’yum Ben”(1998), “Güneşi Bağlasan Aya”(2001), “Haberin var mı”(2009″ adlı albümleri var.

 
                                        
                                             Şair-Bestekar Ergün Efe

Bu acıyı yeniden yaşamak istemiyoruz

0

   Büyük Marmara depremi acısının 10. yılındayız. Acımız dinmedi. 17 Ağustos Marmara depreminde ölen canlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, 10. yılda bu büyük acıyı yeniden paylaşıyoruz.

Şehirlerimiz acıyor, şehirlerimiz korkuyor!

   Deprem kuşağında bulunan Marmara Bölgesi’nde, İstanbul’u da etkileyecek olan büyük bir deprem beklendiği herkesin malumudur. Bilim adamları araştırmalara dayalı bu ciddi uyarıyı 10 yıldır tekrarlıyor. İstanbul’un uygar ve yaşanabilir bir kent olarak varlığını tehdit eden

çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Ülkemizi ve can güvenliğimizi tehdit eden konular hükümetin gündemine ne yazık ki, canlar yandıktan sonra geliyor.

   Hükümet deprem konusunda son derece ilgisisiz. Bilim adamları ve sorumluluk sahibi herkesin uyarısına rağmen, Deprem Master Planı’nı hayata geçiremeyen hükümet, deprem konusunda gerekeni yapmıyor. Can kayıpları yanında en az 100 milyar Dolar’lık maddi

hasarın ortaya çıkacağı muhtemel bir depremde, tarifi imkânsız manevi hasarın ise telafisi mümkün olamayacaktır. İstanbul başta olmak üzere, Türkiye’nin 50 milyonluk bir nüfusu deprem riski ile karşı karşıyadır. İstanbul bu haliyle, uzmanların iddia ettiği 7,6 şiddetindeki bir depremle baş edemeyecektir. Ne yazık ki 5 yıldır yapılan hiçbir çalışma yok! 17 Ağustos 1999 Büyük Marmara Depreminin üzerinden tam 10 yıl geçti. O gün yaşadıklarımız bugün gibi hafızalarımızda taptaze duruyor. Acılarımız hiç dinmedi.

   Tekrar pişman olmak istemiyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemimizde yaşadığımız bu tarifsiz acıdan çok büyük dersler çıkardık, kurumsal pişmanlıklarımızı telafi etmek için çok ama çok çalıştık. Deprem öncesi ve sonrası planlama çalışmalarının çok büyük bir kısmını gerçekleştirdik. 1999 Marmara depreminin ardından ilgili tüm kurumlar eksiklerini idrak etti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de eksiklerini telafi için çok önemli çalışmalar yaptı, depremden en az zararla kurtulmanın yolları araştırıldı ve altyapı çalışmaları tamamlandı. 17 Ağustos Depremi’nin hemen akabinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde bir Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM) kurduk ve “Mevcut Afet Önleme ve Acil Durum Müdahale Stratejileri”ni geliştirdik. Yıldız Teknik Üniversitesi ile işbirliği yaparak Zemin Çekirdek Bilgi Bankası oluşturduk.

   TÜBİTAK işbirliğiyle gerçekleştirdiğimiz Deprem Kestirimleri Projesi ve Japonya Uluslar arası İşbirliği Ajansı (JICA) ile ortak yürüttüğümüz “Mikrobölgeleme ve Afet Önleme/Azaltma Temel Planı” çalışmasıyla da; bu çalışmalar ışığında ortaya çıkan tabloya uygun çarelerin aranması için 4 üniversitemizle birlikte “Deprem Master Planı”nı hazırladık. İstanbul’un yerleşim planlarını da bu çalışmaya göre yeniden hazırladık. Bu çalışmalarda yüzlerce insanımız görev aldı, kafa yordu, araştırdı, çalıştı, çabaladı. Ancak; o kadar belediye görevlisinin, o kadar bilim adamının, o kadar STK görevlisinin, o kadar gönüllü çalışanın emeği heba olup gitti. “Deprem Master Planı” 5 yıldır devreye alınamadı.

   Hazırladığımız Deprem Master Planı ile; depreme yönelik hukuki, idari ve teknik alt yapının irdelenmesi, değerlendirilmesi ve uygulama programlarının geliştirilebilmesi için kısa, orta ve uzun vadedeki projelerin programlanması amacıyla stratejik yaklaşımların tamamını tespit ettik ve hükümete sunduk. Ama hükümet bu meseleye yeterli ilgiyi göstermedi. İstanbul’daki deprem gerçeği aciliyeti ile hazırlanan ve depremle ilgili yapılması gereken her işi gösteren Deprem Master Planı çerçevesinde, pilot bölge olarak belirlediğimiz Zeytinburnu ilçesindeki mikro bölgeleme çalışmasını tamamlama aşamasına getirerek 5 yıl önce Hükümete ve yeni belediye yönetimine teslim ettik.  Aradan 5 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen konu bıraktığımız yerde duruyor. İstanbul, bu çalışmanın sonuçlarını göremedi. Deprem için yapılan çalışmalardaki öngörülerin tam tersi yapıldı! Aradan geçen bu 5 koca yılda ilgililer; Ülkemizin ve İstanbul’un en kıymetli arazilerini yüksek yoğunluklu yapılaşmaya açarak, yanlış arazi kullanım politikalarıyla rant peşine düştü.

   İstanbul hatalı imar uygulamalarıyla konut deposuna dönüştü, bölge nüfusu kontrolsüz bir şekilde arttı. Gelinen bu şartlarda olabilecek bir depremin bilançosu hiç akıllara gelmedi.  Oysaki İstanbul’da 132 bin binanın hasar görmesi halinde ölecek insan sayısı 300 bin, yaralı insan sayısı 500 bin, evsiz insan sayısı 5 milyona ulaşır. Üstelik sadece İstanbul değil, Türkiye çöker. Türkiye’de yaşayan nüfusun yüzde 65-70’i tehdit altındadır. İstanbul çok ciddi risk altındadır. Çalışmalarda temel hedef, enkazın altına düşmüş bir İstanbul’u kurtarmak değil, İstanbul’u ve diğer şehirlerimizi enkazın altına düşmekten alıkoymaktır. Yapılabilecek çok şey vardır. Hükümet ve İstanbul Belediyesi yetkilileri, depremi gündemine almak için yeni acılar beklememelidir. Bu konunun vebali ve sorumluluğu çok büyüktür.

İstanbul’a 3. değil, 13.köprü de yetmeyecektir

0

   Yetkililer İstanbul Boğazı’na yapılacak 3. Köprünün güzergâhı için Beykoz-Tarabya veya Beykoz-Sarıyer’in düşünüldüğünü ifade ettiler. İstanbul’un artan trafik yükünün azaltılması için öncelikle, yapılan çalışmaların güzergâhının düzeltilmesi gerekiyor. Doğru güzergâh: Toplu raylı sistemlerin geliştirilmesidir. Tuzla’dan Büyükçekmece’ye kadar İstanbul’un her yerine toplu taşımanın götürülmesi gerekir. Bunun planlarını Belediye Başkanlığımız döneminde yaptık ve çalışmalarını da başlattık. Ulaşımda entegrasyonun önemini vurguladık Entegrasyon olmadan asla ulaşımda verimlilik sağlanamaz. Ulaşımda üç entegrasyonun gerçekleştirilmesi gerekir. Birincisi fiziki hatların entegrasyonu: Yani hatlar birbirlerini takip

etmeli. İkincisi zaman entegrasyonu: Birinden indiğinde vatandaşlar, bir diğer

toplu taşım aracına hemen binebilmeli. Üçüncü entegrasyon ise, ücret- bilet entegrasyonudur.

   Ulaşım alanındaki projelerimiz, sistematik bir plan ve bilimsel verilerden hareketle belirlenmiş, bunun için öncelikle Ulaşım Master Planı hazırlanmıştır. Yapılacak işlerde izlenecek yöntemler ve sistem ortaya konmuştur. Temel hedef; toplu taşımanın cazip hale getirilmesi ve hızlı, güvenli, ekonomik ve konforlu bir ulaşım sisteminin kurulmasıdır. İstanbul’da bu vasıfları taşıyan modern bir toplu ulaşım sisteminin kurulamamış olması, insanları bireysel taşımacılığa yöneltmekte, bu durum ise, günden güne artan trafikteki araç miktarına cevap vermektezorlanan bir ulaşım altyapısıyla birlikte irrasyonel bir tablo

doğurmaktadır. Toplu taşıma kavramını eksenine almayan hiçbir çözüm bu irrasyonel

tabloyu derinleştirmekten başka bir şeye yaramayacaktır.

   Boğaz’da inşa edilecek üçüncü bir geçişin mutlak suretle raylı sisteme entegre edilecek bir tüp geçit olması ve araçların değil, insanların ulaşımının temel öncelik olması gerektiğine işaret ederken, sözünü ettiğimiz olumsuz tabloyu tahkim edecek adımların atılmamasını ihtar

ettik. Sonuçta, Boğaz’dan 3. geçişin tüp tünel olmasına karar verildi ve yapımı devam ediyor. Çalışmalar artık tüp geçişle entegre sistemler üzerine yoğunlaşmalıdır. Şimdi geriye dönüp tekrar 3. köprü konusunun gündeme gelmesi, Kuzey ormanlarına göz dikilmiş olması ile ilgili

şüphelerimizi tetiklemektedir.

   Bireysel taşımacılıkta köprü geçişlerinde araç başına neredeyse 1 kişi düşmektedir. Her yıl 200 bin yeni aracın trafiğe katıldığı İstanbul’da yapılacak bir üçüncü köprü, çok geçmeden bir dördüncüsünü zaruret haline getirecektir. Bu kalıcı çözüm olmayacağı gibi, çevre ve kentsel

kalite açısından daha büyük sorunlar doğuracaktır. Diğer yandan;  arazi kullanım politikalarından kaynaklanan konut- işyeri dengesindeki bozulma, Avrupa ve Asya yakaları arasında her gün daha da artan nüfus hareketine yol açmaktadır. Bu durum ise artık

yalnızca mesai saatlerinde değil, günün her saatinde köprü geçişlerindeki trafik yoğunluğunun sebebi olmaktadır. Trafik sorununun kesin çözümü için bu yoğunluğun, fiziki hat yapımları dışında, temel plan ve konsept değişiklikleriyle de hafiflemesinin amaçlanması gerekir.

   Ulaşım Master Planı ışığında, öncelikle ve özellikle raylı sistem yatırımlarına öncelik verilmesi, ulaşım altyapısının tamamlanarak karayolu kapasitesinin artırılması, deniz ulaşımının yaygınlaştırılarak payının artırılması ve ulaşım tipleri arasında fizik-zaman-ücret entegrasyonunun sağlanması, İstanbul için yegâne hal çaresidir. Bu yaklaşımımız İstanbul’da nüfus öngörülerinin korunarak şehrin doğru planlanması hedefine yöneliktir. Yukarıdaki söylediklerimiz problemin çözümüdür. Esas olan problemi hiç üretmemektir. Bu gün İstanbul’daki her boş alan, bir rant yağmasının kurbanıdır. Bu da bütün problemlerin ana sebebi olan nüfus artışını beraberinde getirecektir. Şu anda yapılmakta olan; çılgınca her boş alanı plansız, projesiz, yüksek yoğunluklu imara açma uygulamasının getireceği sonuçların ise çözümü ya da çaresi yoktur. Mevcut anlayış ve yaklaşımla; trafik dahil tüm altyapı sistemleri çökmeye başlamış, bunun sonucunda da 3. köprüye ihtiyaç duyulmuştur. Bu anlayışla İstanbul’a 3.değil, 13. köprü de yetmeyecektir.

   3. köprü yaklaşımını kesinlikle doğru bulmuyoruz. 3. Boğaz köprüsü projesi ile kuzeyde arazi spekülasyonu ve arazi rantı oluşturulmaktadır. Bu büyük rant ile de 3 temel tehlike söz konusudur:

   1. Yeni imar rantları oluşacak.

   2. Yeşil alan katliamı ile kuzey ormanları tahrip edilecek.

   3. Su kaynakları yok olacak ( su kullanımı 2-3 kat artarken, su kaynakları azalacak ve kirlenecek).

    Kuzeydeki yeni yapılaşma ve nüfus artışının sonucunda oluşacak rant ile yeni mutlu azınlıklar türeyecek, acı bedeli ise; ulaşım yükü, çevre problemleri ve yeşil alan mahrumiyeti olarak çilekeş vatandaş ödeyecektir. Sosyal donatı alanları kalmayacağı için de, kişi başına

düşen okul, hastane, su, ulaşım, güvenlik ve eğitim ihtiyacı hızla aşağı çekilecektir.

    4. Bugün düşünülen 3. köprünün; transit geçişlerin İstanbul’un merkezine girmeden yapılması için amaçlandığı bazı yetkililerce ifade ediliyor ve bunun İstanbul trafiğini rahatlatacağı söyleniyor. Bu izah doğru değildir. Bu gerekçe yeterli değildir. Transit geçişler İstanbul trafiğinin % 1’ini oluşturuyor. Bu durum trafik problemini çözmez, sadece problemi gözden saklar ve çözümü çok ileri tarihlere erteler. Problemi büyütür, çözüm maliyetini artırır.

Çözüm: Toplu taşımadır

    5. Problemin temel sebebi olan nüfus artışı tetiklenecektir. Esas olan problemin ortaya çıkmadan önlenmesidir. Bunun yolu da 3. köprü değil, nüfus artışının önlenmesidir. Bu da imar planlarının istikrarı, İstanbul’un hayat standardının yükseltilmesi hedeflenerek olabilir.

Esas olan; yüksek şehir standardı üretmek ve doğru planlama ile İstanbul nüfusunu tedricen azaltmaktır. Ayrıca şu anda devam eden yüksek yoğunluklu yapılaşma rantından vazgeçerek 3. köprüye ihtiyaç bırakmamaktır. İlle de 3. köprü yapılması gerekir ise mutlaka ray geçişi de olmalı ve raylı sisteme entegre edilmelidir. Ayrıca 1. köprünün hemen yanına inşa edilmelidir.

 

Seçimden geleceğe

0

   Öncesine gitmiyorum. Türkiye, 2007’yi Cumhurbaşkanlığı seçimi, milletvekili genel seçimleri ve gereksiz tartışmalar ortamında geçirdi. 2008 de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılma ve Ergenekon davalarının gerginliği ile geçti. 2009 un ilk 4 ayı da yine yerel yönetim seçimlerinin gerilimi ile uçtu gitti. Öncü olması, liderlik üretmesi,  ülkeyi dünya ile yarıştırması gereken Türkiye siyaset kurumu yıllardır havanda su dövdü. Ülkeye de sürekli patinaj yaptırdı. Halk bu durumdan bir şey kazandı mı? Hayır. Millet de devlet de güç kaybetti, enerji kaybetti, umut kaybetti. Ülke moral harabeye döndü.

   2007 Temmuz seçimlerinin ardından gerekli ikazları yapmıştık. “Halkın oy vermesi, yeniden iktidar yapması bugüne kadar geldiğiniz yolun doğru olduğunu göstermez. Bu sebeple yola devam derken, geldiğiniz yolun en doğrusu olduğunu düşünmeyin. Bu yolun sonu yok. Bu gidiş çıkmaz sokak, çıkar yol üretin” demiştik.  “Ülkede kavgayı değil barışı hakim kılalım laf değil iş üretelim, çözüm üretelim” demiştik. “Ekonominin temeline üretimi koyalım, üretime ve ihracata dayalı bir yapılanmayı koyalım” teklifinde bulunmuştuk. Türkiye’nin yavaş ölüm yaşadığını ve bu gidişin sonunun kötü olacağını anlatmaya çalışmıştık.

    Hükümet ne yazık ki bildiği yolda devam etti. Bütün kurgusunu kutuplaşma ve seçim kazanma üzerine yaptı. Tabii ki seçim kazanmak önemlidir, bir başarıdır. Ama siyaset bundan ibaret değildir. Asıl siyaset ülkeyi iyi yönetmektir, devletin çarklarını iyi ve verimli çalıştırmaktır. Seçim kazanmak bir başarıdır ama ülkeyi yönetmek bir kültürdür, ilimdir, sanattır. Konunun bu tarafı hep ihmal edilmiştir veya başkalarına havale edilmiştir.

    Bugün yapılan Hükümet revizyonunu genel hatları ile olumlu karşılayabiliriz. Başarılı olabilmesi için her türlü desteğe de hazırız. Sonuçta ülke kazanacaktır. Bu sebeple muhalefet yaklaşımımızı ve tenkitlerimizi hiçbir zaman “düşmanlık” kavramı içinde ele almadık, almayacağız da. Gerektiğinde destek  verirken, “dilsiz şeytan” olmamak için haksızlıklar ve yanlışlar karşısında susmayacağız, ikazlarımızı sürdüreceğiz. İlerde bu konuları açarak daha özel yaklaşımlarımızı ifade edeceğiz. Şimdi sadece,stratejik yaklaşım olarak  ana hatlarıyla tekliflerimizi sunuyoruz.

Teklifler

    1. Seçim bitti, hükümet revizyonu tamamlandı. Artık Türkiye’nin sorunlarına odaklanmanın zamanıdır. Bütün ışıklarımızı bu sorunlara çevirelim.

    2. Dış politika, iç siyaset, ekonomi, işsizlik, eğitim, demokratikleşme ve benzeri konularda işi ciddiye alalım. Polemiklerle, ağız dövüşü ile, sloganlarla konuları geçiştirmeye çalışmayalım. Cumhuriyet dönemi yazarlarından Sakallı Celal’in bir sözü var: “Meşrutiyet ilan ettik olmadı. Cumhuriyet ilan ettik olmadı. Bir de ciddiyet ilan edelim”

    3. Artık bütün kavgaları, gerilimleri bir kenara bırakalım. Ülkede bir barış ve kardeşlik iklimi kuralım. Bunu da kimsenin bozmasına izin vermeyelim. Hükümet, ülkenin moral ikliminden birincil sorumludur. Ama yetmez. Hepimiz üzerimize düşeni yapmalıyız. Unutmayalım ki, barışın ve huzurun olmadığı yerde hiçbir olumlu adım atılamaz. Sonuç üretilemez. Kavga, gerilim ve kutuplaşma ile belki bugünün politik hedeflerine ulaşabiliriz, ama mutlaka geleceği kaybederiz. Bunun vebalini de kimse taşıyamaz. Sadece siyaseten doğruları tercih etmeyelim, ilkesel doğrulara yoğunlaşalım. Hem daha iyi sonuç alırız, hem de daha kolay mutabakat sağlarız.

   4. Devletin bütün kurumlarının verimli ve uyumlu çalışabilmesinin bütün tedbirleri alınmalıdır. Hükümet bu koordinasyondan sorumludur. Gerektiğinde Sn. Cumhurbaşkanı da devreye girmelidir, sorumluluk almalıdır. Devletin bütünlük içinde olması halinde bile üstesinden zor geleceğimiz sorunlar karşısında parçalı bir yapı ile durabilmemiz mümkün değildir. Biz 1877-78 Rus Savaşını,(93 Harbi),1912 Balkan Savaşını bu sebeple kaybettik ve “büyük felaketler” yaşadık. Ama asıl büyük felaketimiz 1.Dünya Savaşı oldu ve sonucunda büyük bir imparatorluğu ve bugünkü Türkiye’nin 16 katı topraklarımızı kaybettik. Milyonlarca vatan evladını şehit verdik. Bu travmalar hala zihinlerimizde taze duruyor. Tarihten ibret ve ders almalıyız. Gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri öncelemeliyiz.

   5. Mutlaka güven ortamı oluşturulmalıdır. Devlete, siyasete, hükümete güven yeniden tomurcuklar açmalıdır. Olaylara ilgi, konuya hakimiyet, gereken vakar ve ciddiyet hissettirilmelidir. Üsluba azami dikkat gösterilmelidir. Azarla hükümet edilmez, tehditle ve talimatla ekonomi yönetilemez.

   6. Bilgiye dayalı yönetim anlayışına geçilmelidir. İlgililer dersine iyi çalışmalıdır. İyi hazırlanmadan söylenen beyanatlarla, içi boş laflar ve sloganlarla devlet yönetilmez. Bunlar çözüm diye sunulamaz. Programların doğruluğu, projelerin yerindeliği iyi irdelenmelidir. Kalıcı çözümler üretilmeli, yapısal değişimleri oluşturacak reformlar gerçekleştirilmelidir. Stratejik düşünelim, liderlik üretelim. Algılama yönetimi de iyi yapılmalıdır. Hem küresel ölçekte, hem bölgemizde hem de ülkemizde gelişmeler iyi takip edilmeli, kulaktan dolma bilgilerle ve duygusal reaksiyonlarla hareket edilmemelidir.

   7. “En güçlü benim, ben her şeyi bilirim, ben ne dersem o olur” yaklaşımından vazgeçilmelidir. Katılımcı bir yaklaşımla milli bir dayanışma ve diriliş ruhu üretilmelidir. Devlet kurumlarının iyi koordinasyonundan oluşacak sinerjiye, siyasi partilerin, iş dünyasının, STK’larının, Kültür-Sanat-Spor ve medya dünyasının da enerjisi dahil edilmelidir. Çözüm ortaklığı anlayışı ve millet olma bilinci ile hareket edilmelidir.

   8. Ülkenin bu iklime ihtiyacı var. Aksi halde hiçbir program fayda etmez. Ürün için 3 temel şart var: Tohum, Toprak, İklim. Üçünün bir araya gelmesi / getirilmesi gerekiyor.

    Başlatacağımız toplumsal sivil seferberlikle bizim bile inanamayacağımız tüm dünyanın hayret ve hayranlık içinde izleyeceği bir atılımı başarı ile gerçekleştireceğimize inancım tamdır. Türkiye’nin bu başarıyı gerçekleştirebilmek için her türlü imkanları mevcuttur. Türkiye’nin geleceği ortak paydasında bir araya gelip bu hedefe ulaşabiliriz. Yeter ki inanalım ve gereğini yerine getirelim.

    Hiç temenni etmiyorum ama aksi halde bu günleri çok arayacak hale geleceğimizi unutmayalım.

Durmak yok İstanbul halkına eziyete devam..

0

   İstanbul’un trafik sorununu çözmek üzere yapılan metrobüs uygulamasında sorun bitmiyor.

İşte yeni bir sorun:

Trilyonluk otobüsler seferden kaldırıldı!

   Seyahat verileri ve uzman görüşleri dikkate alınmadan yapılan sözde şehir hizmeti ile İstanbul halkının parası garajlara gömüldü. İstanbul’un en fazla trafik yoğunluğu yaşayan hatlarından E-5 güzergahında trafik çilesini çözmek iddiasıyla büyük paralar harcanarak yapılan metrobüs uygulamasında sorun bitmiyor. Metrobüslerin çoğu verimsizlikten garaja çekildi.

İstanbul halkından neden gizleniyor?

   İstanbullunun basından öğrendiği bu sıkıntı ise vatandaştan gizleniyor. Avcılar-Söğütlüçeşme metrobüs hattında kullanmak için Hollanda’dan  ithal edilen her biri 2.4 milyon TL değerindeki 50 Phileas marka otobüsün teslim alınan 35 adedi, İstanbul  Büyükşehir Belediyesi tarafından seferden kaldırıldı. Seferden sessiz sedasız çekildiğini kamuoyunun basından öğrendiği Phileas otobüslerin, İETT`nin İkitelli garajında bekletilme gerekçesi ise; yokuş çıkmakta ve hızlanmakta zorlanması, süspansiyon sisteminde sorun olması ve yol tutuşunda bekleneni verememesi. Phileas otobüslerin İstanbul`a uygun olmadığı yönündeki uzman görüşlerini dikkate almayan Büyükşehir Belediyesi’nin, törenle hizmete aldığı Phileas`lar, metrobüs hattında sık sık arızalanarak trafiği aksatmasıyla da gündeme gelmişti.

Uyarmıştık!

   Turkuaz Hareket Lideri Ali Müfit Gürtuna’nın’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde uzmanlarla birlikte hazırlanan “İstanbul Ulaşım Master Planı” çerçevesinde yapılan etütler ve çalışmalar devam ederken Metrobüs sistemi düşünülmüş, etüt edilmiş ancak uzman raporları doğrultusunda şehrimiz için rantabl bulunmadığından yapımından vazgeçilen bir sistemdir.

Metrobüs rantabl reğildir?

   Metrobüs sistemi İstanbulluya maliyeti çok yüksek çalışmalardan bir tanesidir. Bu paralarla Boğaz Köprüsünden, Büyükçekmece’ye kadar hafif raylı sistem daha kısa sürede yapılabilir ve işletmesi de Metrobüsün dörtte bir maliyetine gerçekleştirilebilirdi. Metrobüs denilen tercihli karayolu ayrıca mevcut karayolunu daralttığı gibi, raylı sistem entegrasyonunun da dışında bir mekanizmadır.

   İstanbul’un ulaşım sorununu çözme iddiasıyla başlatılan bu sistemin yapımına karar verildiğinde ise; İstanbul halkı adına, İstanbul yönetimi defalarca tarafımızdan uyarılmış, toplu ulaşımda raylı sistemin uygun olduğu belirtilmiş ancak uyarılarımız dikkate alınmamıştır. Yönetimde devamlılık ilkesini hiçe sayan, vizyonsuz bir şehir yönetimine sahip olmak İstanbul halkı için üzüntü vericidir.

   Kamuoyuna saygılarımızla.

Obamanın ardından…

0

   Barack Hüseyin Obama iki yıl önce ABD Başkanlığı için aday adaylığını açıkladığında o’na şans verenlerin oranı pek yüksek değildi. Bir yılı aşkın bir süre parti içi mücadele vererek karizmatik bir aday olan Hillary CLİNTON’ı geçerek Demokrat Partinin Başkan Adayı olmayı başardı. Aday olarak yarıştığı süreçte de Cumhuriyetçi MC Cain -i yenilgiye uğratarak ABD’nin 44.ncü Başkanı seçilmeyi başardı. Üç ay sonra  20 Ocakta makamına oturdu.

Bu süreçte önemli özellikleri ortaya çıktı:

   1. Kolay anlaşılır, etkili ve umut aşılayan bir kampanya yürüttü.

   2. Geniş kitlelerin sesi olmayı başardı.

   3. Uzlaşmacı bir tavır sergiledi. Modeli ve imajı itibariyle siyahilere, İspaniklere, Asya ve Afrika kökenlilere, Müslümanlara, ezilenlere, barış isteyenlere ortak payda oluşturdu. Kendi partisi içinde, başta rakibi Hillary Clinton olmak üzere farklı fraksiyonlarla birliğini kurdu. Seçim sonrası ise Cumhuriyetçilerin sevdiği isimleri kabineye dahil ederek  çevresinde topladı. Her şeyden önce zor  bir dönemde göreve başladı. Ekonomik kriz, Orta Doğuda ve Asyadaki gelişmeler önemli sınav alanlarını oluşturacak.  AB ve G-20 zirveleri, Nato Toplantısı sorunsuz atlatıldı denebilir. Öncelikle şunu iyi tespit etmeli: ABD, en büyük dünya gücü olma, dünyaya düzen verme iddiasından vazgeçiyor mu, geçmiyor mu? Tabii ki hayır. O halde Amerika’nın temel stratejilerinde bir değişiklik beklememeli.

   Sadece üslub değişikliği olabilir. Asık yüzlü, buyurgan ve tehditkâr görüntü yerine gülen, el sıkan, başkalarını da kale alan, birliktelik sağlamak isteyen, bir üslüb geliyor denebilir. Bu çerçevede Obama’nın seçimi Amerikanın olumlu bir refleksinin sonucudur diyebiliriz. Üsluba bir nezaket gelmiş oluyor. Tüm dünyada artan Amerika karşıtlığı, krizin yüksek ateşi, Avrupa’nın derlenip toplanması, hızlı bir şekilde Orta Doğu’dan Asya’ya yoğunlaşma arzusu hatta zarureti bu üslub değişikliğini mecburi kılıyordu.

    1. İlk etapta  dünya bu değişimi olumlu algıladı. Obama’ya çok olumlutepkiler geldi tüm dünyadan ABD için ciddi bir imaj restorasyonu oldu diyebiliriz.

    2. G-20 , NATO ve AB Zirvelerinde bir yandan işbirliği ortamı hazırlanırken bir yandan ABD dünya hakimiyetine bir perçin daha attı. Kendi insiyatifindeki IMF, Dünya Bankası NATO gibi kuruluşların gücünü, yetkisini ve görev alanını genişletti. Krizi fırsata çevirdiği  söylenebilir.

    3. ABD’nin Asya’ya odaklanma ihtiyacı var. Orta Doğuda çok vakit geçirdiğini ve oyalandığını düşünüyor. Kuzey Kore’ye karşı etkisini artırmak, Afganistan’da gücünü pekiştirmek, Pakistan’da daralan insiyatif alanını geliştirmek, Orta Asya’dan daha çok etkili olabilmek ve başta ÇİN olmak üzere, Rusya, Hindistan ve İran üzerinde baskı kurabilecek mevziler kazanmak ihtiyacı ve zarureti var. Bu hamlenin stratejileri çoktan hazır. Hatta uygulamalar başladı bile denebilir.

     4. Güney Amerika ve Afrika’da da birçok sorun yaşamasına rağmen ABD için öncelikli stratejik bir  bölge şüphesiz ki Orta-Doğu’dur.

     a. Dünya Petrollerinin % 66’sı bu bölgede üretiliyor.

     b. Rusya, Asya, Avrupa, Afrika dörtgeninin tam ortasında. Stratejik önemi var.

     c. Enerji koridoru üzerinde.

     d. Ticari olarak önemli bir pazar

     e. Yükselen ve güçlenen Doğu Kapitalizmi ile çatışmasında önemli bir müttefik İslam dünyasıdır.

     f. İsrail’in güvenlik konsepti bunu gerektirir.

     g. Şii İran eksenine karşı Sünni İslam diri tutulmalıdır.

     h. Irakta oluşturduğu statüko devam ettirilmelidir.

    İşte; ABD ilgi yoğunluğunu Asya’ya kaydırmak isterken arkasında böylesine önemli bir Orta-Doğu bırakıyor. Dolayısıyla bu bölge öylesine kaderine terk edilecek bir alan değildir. İnisiyatifini ve politikalarını sürdürecek güçlü partnerlere ihtiyacı var. İşte Türkiye ziyareti bu ortamda gerçekleşti.

ABD Obama ve Türkiye

     2002 basından itibaren Türk -Amerikan İlişkilerinde ciddi iniş çıkışlar başladı. Bu durum Ecevit Hükümetinin gidişine mal oldu denebilir. Irak’ta yaşananlar, “PKK’ya destek veriliyor” iddiaları, ılımlı İslam projesinin seslendirilmesi, ekonomik operasyonlar, Türkiye kamuoyunda ABD aleyhtarlığını arttıran ana unsurlar oldu. Bu zorluklara rağmen yukarıda ortaya koyduğumuz şartlar içinde “Amerika için Türkiye’yi kazanmak” mutlak bir zaruret ifade etmektedir. İki ay önce çıkan ve ABD de kurulu Brookngs Enstitüsü Türkiye programı direktörü Ömer Taşpınar ile dış politika uzmanı Philip Gordon’un yazdığı “Türkiye’yi kazanmak”(Winnig Turkey)kitabı Başkan Obama’nın ziyaretinin amacını ve hedefini bütün şifreleriyle ortaya koyuyor. Yani diyebiliriz ki Obama gelmeden şifreleri geldi. Dolayısıyla bu ziyareti, magazin haberleriyle değil bu şifreleriyle okumalı ve

değerlendirmeliyiz.

     1. Başkan Obama sevimli bir misafir olarak ve mükemmel bir halkla ilişkiler çalışması yapılarak çok kişinin gönlünü alarak gitti.

     a. Laikliğe vurgu yaptı, Anıt kabri ziyaret etti. Laik kesimi memnun etti.

     b. Camiyi ziyaret etti. Hüseyin adına vurgu yapıldı, Gençlerle toplantıya başlarken” ezana kadar bitirelim” dedi, dindar kesimi mutlu etti.

    c.”Kürtlerin hakları” dedi Kürtleri memnun etti

    d.”PKK terör örgütüdür” dedi milliyetçiler memnun oldu.

    e. “Heybeliada Ruhban Okulu, Ermenistan sınırı açılsın dedi Hıristiyan camia mutlu edildi.

    f. “İslam Dünyası düşmanımız değildir, uzlaşmalıyız” dedi, Tüm Müslümanlara mesaj verildi

    g. Çevreden, doğadan, Kyoto sözleşmesinden bahsedildi. Kedi sevildi. Çevreciler, hayvan severler memnun oldu.(Kedinin önceden her türlü muayenesi, kontrolü ve temizliği yapılmıştı. Yani tesadüfen orada değildi.)

    h.Muhalefet liderleri ile kısa da olsa görüştü, ellerini sıktı. Hem gönüllerini aldı hem de iktidar partisine bir mesaj verdi.

     i. AB üyeliğine vurgu yaptı. Hem Türkiye, hem AB Kamuoyuna güçlü bir mesaj verdi.

    2. İran’a karşı tüm Sünni İslam camiası, Orta doğu, özellikle Irak ve özellikle de Kuzey Irak bize emanet edildi. (Davos çıkışını bu çerçevede değerlendirmek anlamlı olabilir ve ılımlı İslam’dan model ülkeye geçiş denebilir.)

    3. Afganistan için muharip (yani savaşacak) asker talep edildi.

    4.Pakistan’a karşı ortak tutum arzusu dile getirildi.

    5.Ermenistan sınırının açılmasına vurgu yapıldı. Anlaşıldığına göre bu yıl ABD kongresinde “Soykırım” konusu gündeme gelmeyecek.

    6.”Sen iç politikaya dönük dayılanmalar yapabilirsin. Ama onunda abartma. Lakin bizim sözümüzden de çıkma” mesaj verildi.(K.Irak, NATO’ya Rasmusse’nin tayini gibi konularla örnekleme yapıldı.)

    Bu temel mesajların yanında arka planda nelerin konuşulduğunu, ne gibi olayların yaşandığını bilmiyoruz. Lakin olaya, mesajlara iyi tarafından olumlu bakan da var, olumsuz bakanda .Biz bu kısa ziyaretle ilgili ciddiyet içinde objektif değerlendirmeler yapmalıyız :

   1. Bu çok anlamlı bir ziyaret ve Türkiye için önemi büyük.Yeni bir yol haritası oluşabilir. İki günlük de olsa tüm dünyanın ilgi odağı olduk. Sonucunu almak bu fırsatı bizim değerlendirmemize bağlı. Devletlerarası ilişkilerde ebedi dostluk veya düşmanlık olmaz. Karşılıklı fayda ilişkisi esastır. Bu bağlamda ABD ile ilişkileri çok önemsemek gerekir. Ciddiye alınmalıdır.

   2. ABD’de  büyük devlet olgusu var. Politikalar akşamdan sabaha oluşmaz da değişmez de. Binlerce düşünce kulüplerinde, üniversitelerde fikirler projeler geliştirilir, olgunlaştırılır. Bazen yılar sürer. Devletin önemli kurumlarında uygulanmaya hazır hale getirilir. Başkanlar da bunu takdim eder. İşte başkanın üslubu ve karakteri burada devreye girer. Bu noktada Başkan Obama muhatabına değer veren, Türkiye’ye ve İslam dünyasına önem veren ve çağrı yapan nazik bir üslubu ortaya koydu. Olumlu sinyaller verdi. Kendisinin ve ülkesinin görüşlerini politikalarını ifade etti, değişik ortamlarda anlattı. TBMM de önemli bir konuşma yaptı. Tabiî ki söyledikleri arasında bizi memnun etmeyen hususlar da vardı.

  3. Ne yazık ki, bizim yöneticilerimizden, vizyon ortaya koyan, stratejik akıl ifade eden fikir ve görüşler duyamadık. Türkiye’nin ülke siyaseti nedir, gelecek planlaması nedir, gibi soruların cevabını dikkatli takibimize rağmen öğrenemedik. Hangi konularda mutabıkız, hangi konularda ayrılığımız var, bilemedik. Bir ülkenin vakur ve iyi temsilcilerinden ziyade “aferin almayaçalışan öğrenci “gibiydiler.

   Obama’nın gelişi Türkiye için bir fırsat olabilir. İçerde özgürlüklerin geliştirilmesinde,

ekonomik krizden biran önce çıkılmasında, dış ticaretin ve turizmin büyütülmesinde, savunma gücümüzün arttırılmasında ve Dış Politika ve PKK konusunda önemli avantajlar sağlanabilir. Fakat bu sonuç kendiliğinden oluşmaz. Bu bize bağlı. Büyük devlet siyaseti izlemeliyiz. Fikirler ve projeler geliştirmeliyiz. Edilgen ve kanat ülke görüntüsünden etkinliği ve etkenliği artmış, kendi yol haritalarını da oluşturabilen merkez ülke konumuna geçmeliyiz. Jeostratejik ve jeo kültürel coğrafyamız çapında politika yapmalıyız .Türkiye tarihi birikimi imparatorluk tecrübesi, bölgedeki psikolojik etkisiyle olumlu çalışmalar yapabilir.

    Bu çerçevede ilişkilerin geliştirilmesi hem iki ülke için, hem de insanlık için faydalı sonuçlar doğurabilir. Dürüst, saygıya dayanan bir ilişki geliştirilebilir. Aklımızı kullanırsak mutluluğu paylaşırız, kullanamazsak acıları yaşarız.

 

2/B Yasası meclisten geçti-endişeliyiz

0

   Tapu Kanununda değişiklik öngören kanun tasarısının, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaşması bizi endişelendiriyor. “Kanuna göre, kamuoyunda 2-B olarak da bilinen orman özelliğini yitirmiş alanlar, kadastro işlemleri yapılarak, Hazine adına tescil edilecek. Orman kadastro komisyonlarınca, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler; kullanım durumları dikkate alınarak öncelikle kadastrosu yapılacak ve Hazine adına tescil edilecek. Kadastro sırasında, orman ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin sınır nokta ve hatları en az bir orman yüksek mühendisi ya da orman mühendisinin katıldığı kadastro ekibince, zemine aplike edilecek.

   Bu çalışmalar sırasında kadastro veya orman haritalarında düzeltmeyi gerektiren tutanak, pafta ve zemin uyumsuzluğu, kadastro ekibince teknik mevzuata uygun hale getirilecek.Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce, daha önce tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın, Maliye Bakanlığının talebiyle kullanım durumları dikkate alınarak, ifraz (bölme) veya tevhit (birleştirme) de yapılabilecek. Kadastro, ifraz ve tescil işlemleri, İmar Kanunu ile Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki kısıtlamalara tabi olmayacak.” Yeni uygulamanın böyle olacağı ifade ediliyor.

Tarihi uyarı!

   Bu yeni uygulamayla birlikte bazı endişelerimiz ve uyarılarımız vardır. Ormanlarımız gözbebeğimizdir. Bununla birlikte orman vasfını tamamen yitirmiş iskân bölgelerine dönüşmüş alanların oluştuğu da bir gerçektir. İlgili uygulamanın önceliği, kadastro çalışmasının son derece titiz yapılması gereğidir. Sınırlar ve alanlar net olarak belirlenmelidir. Uzun süre kullanımda olan alanlardan öncelikle köylülerimizin tarım ve hayvancılıkta istifadesi sağlanmalıdır. Ranta fırsat verecek uygulamalardan kesinlikle uzak durulmalıdır. Bu uygulamanın 1981 tarihinden önce orman vasfını yitirmiş alanlarla ilgili olduğu ifade edilirken; Halen orman arazilerinde 2/B sonucunu doğuracak faaliyetler devam etmektedir. Bu nedenle ve öncelikle 2/B uygulamalarına dayanak olan yasal düzenlemeler ortadan kaldırılmalıdır. Böylece endişeye mahal verecek beklentilerin ortadan

kaldırılması sağlanmış olacaktır.

   Hali hazır 2/B uygulamalarında yasada gerekli değişiklik yapılarak, “bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetme” durumuna açıklık getiren kıstasların, orman arazisinden tümüyle bağımsız değerlendirilmemesi sağlanmalıdır. Yani orman bütünlüğü içerisindeki bir alanın, ormana zarar verecek uygulamalara tabi olmaması sağlanmalıdır. 2/B Arazilerinin işgalcilerinden sadece orman köylüsüne tahsis edilecek olanların haricindeki işgalcilerden arındırılması

sağlanmalıdır.

 2/B arazilerinde satış kesinlikle olmamalıdır

    Kentleşen alanlarda ise, mülkiyet kavramında yeni düzenlemelere gidilerek satış dışı çözüm bulunmalıdır. Aksi halde; özellikle yaklaşan yerel seçimlerin hemen öncesinde yapılan bu uygulama ile rant kaygıları arasındaki bağlantı şüpheleri kuvvetlenecektir. Diğer yandan, konu ile ilgili düzenleme “örtülü af” mahiyetinde değerlendirmelere neden olacağından, yapılaşma teşvik edilmiş olacak, ilgili alanlarda yeni bir süper gecekondulaşma başlayacaktır. Orman alanlarının imara açılmasının olumsuz sonuçlarının vebalinden; ağaçsız, ormansız kalmanın acısından ise kurtulmak mümkün olamayacaktır.

Güneydoğu gezimizin ardından

0

  Çeşitli toplantı ve törenlere katılmak için gittiğimiz Diyarbakır’a uçağımız inerken, bölgedeolup bitenleri zihnimin arkasında bırakarak, tarih, kültür ve uygarlık merkezi nadide bir şehrimize ulaşmanın heyecanını yaşıyordum.Gerçekten Diyarbakır’ın ve tabiatıyla tüm bölgenin binlerce yıllık tarihi var. Büyük bir tarihi ve kültürel mirasa sahip, sanki tarihin define sandığı gibi… Bütün dinler, farklı unsurlar uzun binyıllar boyunca bir arada yaşamış. Bir barış ve hoşgörü bölgesi olmuş. Musevisi, Hristiyanı, Süryanisi, Müslümanı birbirine saygı duymuş.Birbirinin hukukunu, geleneklerini gözetmiş. İnsana saygı, misafirperverlik, hoşgörü gelişmiş. Bu iklimde tarih boyunca nice devlet adamları ilim, kültür ve sanat insanları yetişmiş. Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Hasankeyf, Midyat ve çevresi mimari birikim olarak

da kendi üslubunu üretmiş ve bugünlere taşımış.

   Diyarbakır’ınpeygamberimizce de övüldüğü söylene gelmiştir.Ekonomik açıdan da bu bölge tarihi boyunca hep üreten ve hep öncü

olmuş. Tarihi İpek yolu üzerinde bulunması, yüksek insan birikimi Diyarbakır’ı ve çevresini yüzyıllar boyunca hep ticaret ve zenginlikmerkezi yapmış. Bilinen tarımsal üretimin yanında, ipekçilik,dericilik, el sanatları, kuyumculuk, bakır ve gümüş işlemeciliği,telkari, farklı kilim, halı ve kumaş üretimleri bölgeninkarakteristiğini de oluşturmuş.Kısaca; Mezopotomya uygarlığından, papan dönemine, Roma ve Bizans’tanİslam yönetimine, Selçuklulardan, Eyyubiler’den, Akkoyunlular’dan, Artukoğulların’dan, beyliklerden Osmanlı idaresine ve günümüzde de Cumhuriyet Yönetimine kadar dünyada bir başka örneği çok zor görülebilir bir medeniyet havzasını oluşturmuşlar. Bugün biz, işte bu büyük birikimin mirasçılarıyız. Ama ne yazık ki sahip olduğumuz bu büyük, güzel ve zengin mirasın farkında değiliz. Bölgenin sahip olduğu yer üstü ve yer altı kaynakları jeostratejik ve jeokültürel imkân vepozisyonlarını da ilave ettiğimizde ne büyük bir potansiyele sahip olduğumuzu daha iyi anlarız. Üzücü olan bu potansiyelin farkında olan, değerini kavrayan bizler değil, Türkiye’yi yönetenler değil, başkaları… İçinde bulunduğumuz kargaşa ortamı bu durumun en açık

göstergesi. Böylesine büyük bir güç ve potansiyel iki tarafı keskin bıçak gibidir. İyi yönetirseniz avantajdır.

  İyi yönetemezseniz dezavantajdır, sizi keser. Döner sizi vurur. Ne yazık ki Türkiye, yıllardır iyi yönetilemediği için bu sorun kanayan bir yaramıza dönüşmüştür. Derinlemesine inmeden, kısır bir yaklaşımla ve sadece oy alma kaygısıyla ve arzusuyla sorunun adını “Kürt meselesi” koyup, yükün ağırlığını oradaki Kürt kökenli vatandaşlarımızın üzerine yıkıp, sonrada geri çekilmek hiçbir problemi çözmüyor. Farklı zamanlarda birçok siyasi ve görevli, son olarak da Başbakan Sn. Erdoğan bunu

ifade ettiler. Bunlar; içi dolmayan arkası gelmeyen, yeteri kadar ciddiyetle ele alınmayan sloganlardan ibaret kaldı. Zaten sonrada keskin bir U dönüşü ile bu yarım söylemlerden de çark edildi. Bu konu bir konut anahtarı verme töreninde dil ucuyla söylenip geçilecek hafiflikte değildir. Derindir, önemlidir ve ciddidir.

   Konunun üzerinde genişlemesine çalışılmalıdır. Sosyolojik, kültürel, hukuki ve ekonomik analizler yapılmalıdır. Bölge insanları ile ve onların temsilcisi ve sesi durumundaki kişiler, kurumlar ve sivil toplum yöneticileri ile üniversitelerle diyalog kurulmalı ve birlikte çözüme yönelik kısa, orta ve uzun vadeli stratejik planlar, programlar ve projeler geliştirilmelidir. Bunlar parça parça ve gündelik sloganlar halinde değil, üzerinde iyi çalışılmış ve eşzamanlı uygulanacak bir paket program halinde ele alınmalıdır. Yani tam anlamıyla bir liderlik üretilmelidir. Güneydoğu ile ilgili olarak, uzun süredir Turkuaz Hareket olarak yaptığımız çalışmalar, gezimiz sırasında her kesimle yaptığımız görüşmeler ve müzakereler, gezi sonrası değerlendirmelerimiz sonucu geniş bir program ve eylem paketini ortaya çıkardık. İleride geniş bir rapor halinde yayınlayacağımız bu paketin bir özetini burada sunmak istiyorum.

   Öncelikle çok iyi bilmeliyiz ki, bu mesele sadece Kürt kökenli kardeşlerimizin sırtına yıkılıp, çözümünüzde sadece onlardan bekleyebileceğimiz bir konu değildir. Türk-Kürt, Doğulu-Batılı, Devlet- Hükümet birimleri, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, üniversitelerimiz, bütün halkımız olarak, bir bütün olarak ele almalıyız. Bir gelecek birlikteliği ve çözüm beraberliği şarttır, vazgeçilmezdir. Kavga ederek, kamplaşarak, birbirimizle uğraşarak, enerjimizi boşa harcayarak bir yere varamayız. Bu ciddi sorunları, insanlarımızın güzel duygularını, seçim kazanma uğruna heba edersek, sadece Güneydoğu’yu değil, sadece Kürt kardeşlerimizi değil tüm Türkiye’yi kurban vermiş oluruz.

Özetle neler yapabiliriz?

1. Psikolojik hazırlık

    *Öncelikle, var olan tüm gerilimleri ortadan kaldıracak Türkiye’nin her yerinde Çalışmalar başlatılmalı ve kardeşliğimiz yeniden canlandırılmalı.

    * Korkuya dayalı ortam ortadan kaldırılmalı.

2. Demokratikleşme ve  özgürlüklerin  geliştirilmesi

    * Bu alanda adımlar atılmalı öncelikle varlık kabul edilmeli saygı ve sevgi tesis edilmeli.

    * İnsanların dini, dili, düşüncesi, kıyafeti rahat bırakılmalı. Bu değerlerle uğraşılmamalı.    İmkânlar sağlanmalı.

    * Eşit vatandaş ve adalet duygusunu sağlayacak hukuki düzenlemeler yapılmalı.

    * Sosyo-Kültürel değerlerin ve hakların kullanılabileceği düzenlemeleryapılmalı. Var olan yanlış uygulamalardan vazgeçilmeli.

   * Siyasi partiler ve milletvekili seçimi ile ilgili mevzuat değiştirilerek halkın farklı temsiline fırsat ve imkân verilmeli.

   * Teşebbüs hürriyeti hem hukuki olarak, hem de fiili olarak geliştirilmelidir.

   * Süryaniler gibi dinen farklı toplulukların da sorunları ile ilgilenilmeli, talepleri göz önüne alınmalı, dışlanmışlık duygusu uyandırmamalıdır. Onlarda bu ülkenin unsurlarıdır.

3. Eğitim

  Tabii ki yapacak çok şey var. Fakat eğitim konusu önemle ele alınmalıdır. Diyarbakır TSO Başkanı Sn. Mehmet KAYA’nın verdiği bilgiye göre, nüfusun %65’ini 25 yaş altı grup oluşturmaktadır. Bu nüfusun da %55’i eğitime devam edememektedir.

Programlı ve kapsamlı bir eğitim atılımı yapılmalı

    1.   Hedef: Okuyamayan bir tek çocuğumuz gencimiz kalmamalı.

    2.   Hedef: Yüksek standart da eğitim verebilmeliyiz.

    3.   Hedef :  % 80 Meslek Lisesi mezunu yapmalıyız

    4.   Hemen tarımla ilgili, teknik alanlarda ve ayrıca bakırcılık, gümüşçülük, kuyumculuk    ipekçilik, mermercilik ve Turizm, su ürünleri, dericilik, meslek liseleri açılmalı.

    5.   Bunların meslek yüksek okulları ve tasarımcı yetiştirecek üst akademileri açılmalı.

    6.   Teknik üniversite açılmalı.

    7.   AR-GE çalışmalarına önem verilmeli.

    8.   Köy Enstitülerini geliştirerek yatılı bölge okulları açılmalı.

    Halkın Eğitimi:

   Çiftçi, esnaf, işçi kendi yaptıkları işle ilgili eğitilmeli. Bunun için kurslar düzenlenmeli verimli üretimin, katma değer üretiminin bilgi ve insan alt yapısı geliştirilmelidir. Bunun sonucunda da hem üretim artacak hem de gelir artacaktır.

4. Ulaşım:

    Hızlı gelişim için iyi ulaşım imkanları gereklidir.

    1. Diyarbakır öncelikli olmak üzere bölgede uluslararası nitelikte  hava limanları inşa edilmeli.

    2. (a) Diyarbakır-Mardin- Bağdat-Basra’ya (b) Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep, İskenderun Mersin’e hızlı tren (Yolcu ve yük)

    3. Çevre ile yol bağlantılarının geliştirilmesi

5. Ekonomik program:

  Yıllar yılı Türkiye’yi yönetenlerin ciddi, bütüncül, vizyonel programları olmadı. Dolayısıyla Doğu ve Güneydoğuya bakış da kapsamlı, bütüncül ve istikrarlı olmadı. Bu anlamda değerlendirmeler yapıldı ama içi doldurulamadı. Bazı hükümetler de bölük pörçük bir şeyler yapmaya çalıştılar. beklentiler yüksek tutuldu. Halk umutlandırıldı. Fakat

karşılıkları oluşturulamadı. şimdiye kadar 17 kere paket açıklanmış, gereği yapılamamış yapılacakları ana başlıklarla ifade edelim:

   1. Öncelikle 3 T geliştirilmeli: Tarım, Turizm, Ticaret. Dördüncü T’de peşinden gelebilir; Tekstil.

   2. Yörenin tarım potansiyeli muazzam. Ne vaki kaderine terkedilmiş. Daha GAP, Diyarbakır’a da Mardin’e de Şanlıurfa’nın büyük bir kısmına da ulaştırılamamış. Bu Proje acilen tamamlanmalı. Ne ürün tercihinde ne üretimin verimliliği konusunda Politikalar geliştirilememiş. Halk yapacağı işe göre eğitilememiş, yönlendirme yapılamamış. Bunlar acilen yapılmalıdır. Maliyeti düşürmek için ve potansiyeli geliştirmek için Güneş enerjisi ile çalışan soğuk hava depoları kurulmalı yine güneş enerjisi ile çalışan fripotrik tırlar oluşturulmalı. Ne yazık ki bölgede yüksek kapasiteli depolama sistemi hiç yok. Sadece bölgeyi değil tüm Türkiye’yi besleyecek ovalarımız boş dururken tütünün, pamuğu, cevizi, bademi, mercimeği hatta buğdayı, nohudu, fasulyeyi bile dışarıdan getiriyor olmamız nasıl izah edilebilir. Acizlik, beceriksizlik, basiretsizlik kelimeleri bile yetersiz.

   1. Tarihi İpek Yolu’nun üzerinde kalan ve bir zamanlar ticaretin merkezi olan Bu bölge ne yazık ki bugün sahipsizdir. Yakın zamanlara kadar Avrupa’dan Asya’dan orta Doğu’dan hatta Moskova’dan bu bölgeye deri, ipek, altın, Gümüş, bakır ürünleri almaya gelirlerdi. Ticaretin merkeziydi. Özel sektörle, ticaret ve sanayi odalarıyla, Yerel Yönetimlerle işbirliği halinde kurumsal adımlar atılmalı ve ortam hazırlanmalı.

    2. Dünya Altın Ticaret Merkezi kurulmalı. Dubai’deki Gold  Trade Center benzeri bir merkez Diyarbakır’a kurulabilir. Hem bölgesel anlamda, hem de İstanbul, Diyarbakır, Dubai hattında hizmet verecek Altın posta sistemi kurulmalı. Yine bir bir Altın Rafinerisi tesis

edilmeli. Ticari ve hukuki sistemi, okulları, pazarlama ve ulaşım sistemi topluca ele alınarak  bu bölge Dünya, Altın, Gümüş, Bakır, mermer işçiliğinin ve ürünlerinin bir  merkezi haline getirilebilir. Bölgenin geleneksel üretim alanlarından ipekçilik geliştirilmeli.

   Tamamen kaybolan bu sekrötürün DSTO. Başkanlığınca ele alınmasına sevindim. Kulpta başlatılmış. Ne yazık ki destek yerine köstek görüyorlar. İpek kumaşlar, halıcılık, sadece bölge insanına iş bulmakla kalmaz. Bölgenin yöresel çizgi ve desenlerini dünya modası haline

getirir.

6. Hayvancılık:

    Başlı başına ele alınması gereken bir konu. Neredeyse yok olma noktasına gelmiş. Hac,umre dönemlerinde Suudi Arabistan’a et ve diğer mamuller Binlerce kilometre öteden Avusturalya’dan ve Yenizelenda’dan geliyor. Diğer Ortadoğu ve körfez ülkelerine, hatta Türkiye’ye bile oralardan et geliyor. Ne kadar Üzücü! Türkiye artık et ithal eden ülkeler arasında.

Hayvancılık deyip geçmeyelim:

   1. Et ve et mamulleri

   2. Süt ve süt mamulleri

   3. Deri ve Deri mamulleri

   4. Kılı, tüyü yünü, mamulleri

   5. Tırnakları, boynuzları, safrası kimyevi olarak değerlendiriliyor.

   6.Bağırsaklarından ameliyat ipliği üretiliyor ki, sadece bunun için milyonlarca doları dışarıya ödüyoruz.

    7. Hayvancılığı besleyen tarım ürünleri.

    Bu saydıklarımın her biri milyarlarca dolar kazandıracak üretim alanları oluşturur.

7. Turizm:

   Satışın temelini ihracat oluşturur. İhracat ürettiğimizi başka ülkelere götürüp satmaktır. Turizmle ürettiğimizi ise başka ülke insanlarına kendi ülkemizde satmaktır. Yani alıcın ayağımıza gelmesidir. Bu bakımdan çok önemlidir. Bizim hesaplarımıza göre bu bölgeye kısa zamanda 20 milyon turist gelebilir. Dünyada bu bölge gibi başka bir kara parçası yok. 11 bin yıllık bilinen tarihi var. Bütün kadim medeniyetlere beşiklik yapmış, sinesinde büyütmüş, peygamberler diyarı olmuş Diyarbakır, Batman-Hasankeyf, Siirt Veysel Karani, Mardin, Şanlıurfa, Adıyaman bir havza olarak ele alınabilir. Tarih,kültür, inanç turizminin merkezi haline gelebilir. İyi tanıtırsak 50 milyon turist bile gelebilir. Prag, Çek Cumhuriyeti’nin merkezi. Nüfusu yaklaşık 600 bin. Yılda yaklaşık 20 milyon turist geliyor. Bu bölgenin yanında lafı bile edilemez. Tarım ve hayvancılık mamullerine, ipekçilik ve el sanatları eserlerine kadar milyarlarca dolarlık satış demektir. Hizmet sektörü ile birlikte yalnızca turizmden 5 milyon insanımıza iş sağlanmış olur. Hem de yüksek gelirleriyle… Ülkenin

tanıtımı ve diğer faydaları da fazlası olur.

8. Arıcılık:

  Bölgede yetiştirilen bal, dünya markası haline getirile belir. Maaşsız, masrafsız işçi diyebileceğimiz arıları devlet bütün köylere dağıtmalı. Bir yandan da eğitimini vermeli. Biz her kovan baldan 20-25 kg bal üretiyoruz. Çinli 100 kg, Amerikalı 150kg Üretiyor. Nasıl

rekabet edeceğiz?

  Çok özet halinde, birkaç başlık olarak sunduğumuz şu birkaç sektörün geliştirilmesi bile 100 milyar dolarlık bir gelirin bölgeye akmasını sağlayacaktır. Bu bölge kadar genişliği olmayan Hollanda’nın yıllık 400 milyar dolara yaklaşan ihracatını görürsek bu söylediğimiz rakam azdır. Bile. Bu durum milyonlarca insanımıza iş aş demektir. Kadın- Erkek, yaşlı – genç herkese iş kapısı zenginlik kapısı açılır. Bizim insanlarımız yetmez bile Diğer ülkelerden işçi, eleman getirmek zorunda kalırız. Ülkemiz cazibe merkezi haline gelir.

Bunun için devletin-hükümetin özel tedbirler,

 programlar geliştirmesi gerekir:

   a. Üretim üzerindeki yük kaldırılmalı vergi, yüksek enerji ve ulaşım maliyeti, pahalı tohum, gübre, ilaç gibi konular çözümlenmeli.

   b. İstihdamın üzerindeki maliyet düşürülmeli. Kolay istihdam oluşturmanın yolları açılmalı. Ne yazık ki dünyada vergisi en çok, enerji fiyatı en fazla, ulaşım maliyeti en yüksek ülkeyiz. Bu şartlarda nasıl istihdam ve üretim sağlansın işsizlik en büyük dert.

   c. Finans: Yenidünyada finans maliyeti en yüksek ülke Türkiye’dir

Üretim, Teknolojik gelişim, eğitim gibi konularda finansal maliyet, yani faiz sıfır olmalıdır. Veya çok düşük olmalıdır. Yani finans politikaları, halkımızın kanını emen düzen olmaktan çıkarılmalı, halka güç veren bir sisteme dönüştürülmelidir.

  d. Pazarlama: Türkiye’de bugün üretimin şartları yok. Üretim desteklenmiyor, köstekleniyor. Her şey ithalata dışarıdan getirip satma üzerine kurgulanmıştır. Bu düzen dış ticaret açığımızı hızla büyütüyor. Dolayısıyla borcumuz, fakirliğimiz, bağımlılığımız artıyor. Türkiye ve halkımız her geçen gün güçsüzleşiyor, muhtaçlığı artıyor. Hem Devlet, hem özel sektör hem de halkımız, vatandaşlarımız veren el değil alan el, yardım eden değil yardım isteyen hale getiriliyor.

Bu düzen değişmelidir!

   Güçlü ve zengin olmalıyız. Alan el değil veren el olmalıyız. Emir alan ülke değil, emir veren ülke olmalıyız.

Bunun yolu :

   1. Üreten olmalıyız. Üretimin önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.

Herkesin işi, aşı, eşi olmalıdır.

   2. Katma değer üreten bilgiye dayalı üretim yapmalıyız. Onun için diyoruz ki; Yatma değer değil, çatışma üreten çatma değer de değil, zenginlik, refah, huzur Barış, mutluluk güç var eden katma değer üretmeliyiz.

   3. Ürettiğimizi satabilmeliyiz. Yani pazarlayabilmeliyiz. Kamu, özel sektör, Dışişleri Teşkilatımız işbirliği halinde ürettiğimiz her şeyi dünyanın her yerine satabilecek Bir pazarlama ve satış ağını birlikte oluşturabilmelidir. Bu konu üzerinde de Çalıştık ve biz modelimizi hazırladık. Uygulamak isteyene verebiliriz.

Sonuç:

   Bu saydıklarımızın tümü muazzam zenginliği ve iş imkanlarını da beraberinde getirecektir. Ülkemizin her yerinde, her ilinde benzer potansiyeller vardır. Yeterki iyi yönetelim. İsteyen herkese, her kesime gerek program ve proje olarak, gerek fikir ve atılım olarak, gerek ucuz finansman ve kaynak desteği olarak birikimlerimizi yansıtmaya, bilgilerimizi ve çevremizi halkımızın ve ülkemizin hizmetine sunmaya hazırız.

   Biz bu coğrafyanın bereketine, kutsallığına inanıyoruz. Halkımızın sağduyusuna, kültür ve inanç değerlerinin sağlamlığına ve değerlerine büyük saygı ve bağlılık duyuyoruz. İnsanlarımızın yiğitliğine, yüreğindeki sevgiye, cesaretine, onurlu ve haysiyetli duruşuna, hiç kaybolmayacağına inandığımız büyük millet damarına güveniyoruz. Yüzyılların oluşturduğu hikmetli duruşa güveniyoruz.

   Biz birlik oldukça, birbirimizi sevdikçe, farklılıklarımızı kabul edip saydıkça, kimse barışımızı, huzurumuzu çalamaz. Elimizden ekmeğimizi alamaz. Biz yürekten birlik oldukça bileğimizi kimse bükemez. Yüreğimizi kimse incitemez.

   Gelecek güzel olacak…

Gerçekleşen yağışlarla iyi bir başlangıç

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Devlet Meteoroloji İşleri (DMİ) Genel Müdürlüğü verilerine göre, Ülkemizde Ekim-2009 ve Kasım-2009 tarihleri arasında kümülatif yağışlar genel olarak normalinden ve geçen yıl yağışından fazla olmuştur. Kümülatif yağış ortalaması 144,9 mm, Normali 127,2 mm., Geçen yılın aynı dönem ortalaması ise 106,8 mm. dir. Kümülatif yağışlarda normale göre% 13,9; geçen Yıla göre ise% 35,7 artış gözlenmiştir.

  Ekim ve Kasım aylarında tüm bölgelerimizde yağışlar normalin ve geçen yıl yağışlarının üzerinde gerçekleşmiştir. En fazla artış son iki yıldır kuraklığın devam ettiği Güneydoğu Anadolu Bölgesinde gerçekleşmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kümülatif yağışlarda bölge ortalaması 135,7 mm, Normali 100,1 mm Geçen yıl aynı dönem ortalaması 81,0 mm’dir. Bu rakamlara göre kümülatif yağışlarda normale göre% 35,6, geçen Yıla göre ise% 67,6 artış yaşanmıştır. Yağışları değerlendiren Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, şunları söyledi;

  “2009-2010 yılı Tarımsal Üretim ve Pazarlama döneminin Ekim ayı itibariyle başladı. Bu tarihten itibaren başta olmak üzere Kışlık Hububat, Baklagiller, kanola ve bazı sebzelerin ekimleri çoğu bölgemizde tamamlanmıştır. Ziraat Odalarımızdan da alınan bilgilere göre, ekilişler için yeterli yağış alınmış, üreticiler ekimlerini yapmışlar, hububatta yavaş yavaş çimlenme başlamıştır. 2009 Yılı Tarım Ürünleri rekoltelerinin nasıl gerçekleşeceğine yönelik tahminleri Bugünden yapmak oldukça zordur. Ancak gerçekleşen yağışlarla yeni bir tarım Yılına iyi bir başlangıç yapılmıştır. gerçekleşen yağışlarla iyi bir başlangıç yapılan bu tarım yılının çiftçilerimizin bol kazanç sağladığı, kaliteli ve yüksek rekolteli ürünlerin yetiştirildiği bir yıl olarak tamamlanmasını bekliyoruz. “

 

 Ekim-Kasım Ayları Kümülatif Yağış Durumu (mm.)

BÖLGE

2009-2010 Tarım Yılı

2008-2009 Tarım Yılı

Normal *

% Artış (normale göre)

% Artış

(geçen Yıla göre)

İç Anadolu

76,9

66,6

64,7

18,9

15,4

Marmara

156,8

111,4

143,5

9,3

40,7

Ege

129,9

106,1

115,4

12,6

22,5

Akdeniz

192,3

136,7

156,2

23,1

40,7

Güneydoğu An.

135,7

81,0

100,1

35,6

67,6

Doğu Anadolu

127,8

80,2

111,0

15,2

59,5

Karadeniz

193,9

154,0

189,3

2,5

25,9

Genel Ortalama

144,9

106,8

127,2

13,9

35,7

 * Uzun yıllar ortalaması

 

 

 

error: Content is protected !!