Cuma, Aralık 19, 2025
tr
Ana Sayfa Blog Sayfa 245

Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesinin üçüncü sayısı çıktı

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Gürcistan-Acara Özerk Cumhuriyetinin başkenti Batum’da yayın hayatına başlayan ve Batumi-Georgia Network Medya Grup tarafından çıkarılan, Türkiye temsilciliğini de Habergünebakış Sitesinin yaptığı  (www.habergünebakis.com)  Karadeniz Bölgesinin Türkçe-Gürcüce dilinde haftalık olarak yayınlanan tek gazetesi olan Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesinin üçüncü sayısı çıktı.”Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesi” nin kağıdı kuşe, haftalık tirajı 5.000 olup, renkli olarak yayınlanmaktadır.

                                           
                    
               Haberci Gazetesi 1.sayfa        Haberci Gazetesi 2 .sayfa      Haberci Gazetesi 3 .sayfa
 
                       
                   Haberci Gazetesi 4.sayfa       Haberci Gazetesi 5.sayfa       Haberci Gazetesi 6.sayfa
 
                                           
                                              Haberci Gazetesi 7.sayfa          Haberci Gazetesi 8.sayfa

Aktütün Gazisi Oflu Bayram Yıldırım evlendi

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Aktütün Karakolu’na yapılan hain saldırı sonucu ayağına kaybeden ve  protez takılarak yaşamını sürdüren Gazi Bayram Yıldırım, sevdiklerinin katılımıyla gerçekleştirilen nikah töreni ile evlendi.

  Trabzon-Of Nüfus Müdürlüğünde Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni  Memuru olarak  görev yapan Gazi Bayram Yıldırım ile Arife Bağdatlı’nın nikah şahitliklerini Of Kaymakamı Tuncay Sonel, ve İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Coşkun yaptı.  Of Belediye Başkanı Murat Saral’ın kıydığı nikah sonrası, evlilik cüzdanını geline veren Of Kaymakamı Tuncay Sonel;”Bu pırıl pırıl iki gencimizi yetiştiren ailelere teşekkür ediyorum. Bayram kardeşimize ve Arife kızımıza bir ömür boyu mutluluklar diliyorum. İşe girdiği gün kendisine vermiş olduğumuz nikah şahidi olma sözünü bu gün yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyoruz.” diyerek, Aktütün Gazisi  Bayram Yılıdırım’a hediyesini taktı.

Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı Artvin’de toplandı

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı (DOKA) toplantısı  Artvin’de DSİ 26. Bölge Müdürlüğü toplantı salonunda gerçekleşti. DOKA Yönetim Kurulu Başkanı ve Giresun Valisi Dursun Ali Şahin’in başkanlığında yapılan toplantıya; Artvin Valisi Necmettin Kalkan, Gümüşhane Valisi Yusuf Mayda, Artvin Belediye Başkanı Emin Özgün, Giresun Belediye Başkanı Kerim Aksu, Gümüşhane Belediye Başkanı Mustafa Canlı, DOKA Genel Sekreteri, il genel meclisi başkanları, ticaret ve sanayi odaları başkanları katıldı.

  Toplantıda bir konuşma yapan, DOKA Yönetim Kurulu Başkanı ve Giresun Valisi Dursun Ali Şahin şunları söyledi; “Bu ajansların Türkiye‘de kurulması bir kazanım olmuştur. Güneş bir tane iken herkesin evine giriyor, neyle ışınıyla, ısısıyla. İşte kalkınma ajansları da tüm Türkiye‘de her vilayete,  her ilçeye, gerektiğinde her köye ulaşılabilecek güneş mesafesinde bir kuruluştur.”

Ermenistanın Azerbaycana karşı saldırısı ve Türkiyenin politikası

0

  XX yüzyılın 80’li yıllarının sonu ve 90’lı yılların başlarında, özellikle SSCB’nin çöküşü sırasında Azerbaycan’a karşı işgalcilik politikasını daha da genişletdiği dönemde Ermenistan kendi bağımsızlığının ilk adımlarını Türkiye’ye ve Azerbaycan’a düşmanlık üzerine atmaya başladı. Öyle ki, 1990 Ağustos 23-de kabul ettiği bağımsızlık Bildirisi’nin girişinde Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a birleştirilmesine ilişkin kendisinin 1989 1 Aralık tarihli kararına dayanarak yapmış, 11.maddede ise Ermenistan Cumhuriyeti’nin 1915 yılında “Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da yaşanan Ermeni soykırımı “nın tanınması için çaba göstereceği yer bulmuştur. Ayrıca, Ermenistan Cumhuriyeti Anayasası’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin 6 iline karşı toprak iddiası ileri sürülmüş, ayrıca 1915 yılında yaşanan olayların soykırım olarak değerlendirilmiştir.

  Bağımsızlığın ilk yıllarında Ermenistan Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’dan koparılması için bütün araçlarla kendi saldırgan politikalarını yeritməklə yetinmemiş, aynı zamanda Türkiye topraklarını “Batı Ermenistan” isimlendirerek toprak iddiaları ileri sürmekle beraber, uydurma ve düzmece “soykırımın tanınması” nı kendi devlet politikasının başlıca ilkesi olarak kabul etmiştir.

  Bu olgular gösteriyor ki, bütün dönemlerde Ermenistan Türkiye ve Azerbaycan’a karşı devlet düzeyinde arazi davasından geri çekilmemiş ve bugün de aynı politikayı uyguluyor. Buna rağmen, Türkiye devleti 1991 16 Aralık-Ermenistan bağımsızlığını tanımış, fakat bu tanınmaya karşılık Ermenistan Türkiye’ye karşı ileri sürdüğü iddialardan geri çekilmemiş ve iki devlet arasında diplomatik ilişki kurulmamış.

  Türkiye devleti uluslararası alanda Azerbaycan’ın etkin taraftarı gibi hareket ederek, Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ sorununun adil çözümü için Azerbaycan’ın gösterdiği tüm çabaları hep savunmuştur. Öyle ki, henüz SSCB bulunduğu dönemde Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı asılsız toprak iddiaları ve askeri tecavüzünün genişlemesi sırasında Azerbaycan halkının hak sesi işte Türkiye üzerinden dünyaya iletildi. Bu çalışmada Türkiye’nin resmi başkalarının tutumu, aynı zamanda basın ve kitle iletişim araçlarının önemli rolü özellikle not edilmelidir.

  1991 Nisan başlarında Türkiye Cumhuriyeti SSCB `deki Büyükelçisi Volkan Vural Erivan’a ziyareti sırasında çıkışlarında döne-döne kaydetmişti ki, ne vakte kadar ki, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü ve güvenliğinin teminatı beklenmiyor, Dağlık Karabağ meselesi temel sorun olarak kalır, Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkiler iyiye doğru ilerleye bilmez. 

  Ermenistan’ın askeri tecavüzünün genişlediği bir dönemde Azerbaycan topraklarının işgali ve halkımıza karşı yapılan saldırı eylemleri Türkiye’de büyük heyecanla karşılanıyordu. Öyle ki, 1992 Şubat 25’den 26-na geçen gece Rusya’nın 366. motoatıcı alayının Hocalı’ya saldırması ve orada 1000`e kadar Azeri’nin katledilmesi ile ilgili TBMM oturumunda Karabağ’daki gerginliğin daha da artmasına neden olan bu olayların dünya kamuoyuna ulaştırılması konusunda yekdilliklə karar kabul edildi.  Ayrıca, sonraki yıllarda da Hocalı faciasının dünyaya çatırılmasında Türkiye kamuoyunun, basın ve kitle iletişim araçlarının önemli rolü takdire layik.

   1992 yılının Mayıs 8’de Şuşa şehrinin işgali ile ilgili Başbakan Süleyman Demirel Türkiye hükümeti adına BM Güvenlik Konseyi’nin acilen toplantısının toplanmasını talep etmiş ve bu konuda Güvenlik Konseyi başkanı unvanına uygun mektup göndermiştir.  Ayrıca, Türkiye’nin devlet yetkilileri dünya devletlerine müracaat ederek onları Ermenistan’ın təcavüzkarlığını durdurmaya, Ermenistan silahlı güçlerinin Azeri topraklarından hemen çıkarmaya çağırmış, aynı zamanda, mayın 18’de Laçinin işgali ile ilgili Türk hükümeti Ermenistan’a daha sert bir açıklama başvurarak, onun askeri təcavüzünü kınamıştı.

  1993 Nisan başlarında Ermenistan’ın askeri tecavüzünün daha da genişletilmesi ve Kelbecer bölgesinin işgali ile ilgili Dışişleri Bakanlığı beyanatla karşılık vermekle beraber Türkiye hükümeti BM Güvenlik Konseyi acil toplantısının çağrılmasını da rica etmiştir. 1993 Nisan 6’da BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan görüşmeler sırasında Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi Mustafa Akşin bildirmişti ki, “Türkiye Azerbaycan’ın herhangi bir güç tarafından işgaline asla kayıtsız kalmayacaktır”.  O zaman Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal Azerbaycan’ı destekleyerek Ermenistan’ın işgalçilik siyasetine son koymasını talep etmiş ve Türkiye devleti bu işgalin devam etmesi nedeniyle Ermenistan sınırını kapatmıştır.

  Ayrıca, Türkiye tarafı anlaşmazlığın düzenlemek için, öncelikle ateşin durdurulmasına ulaşmanın önemini bildirmiş, Ermenistan silahlı kuvvetlerinin işgal altındaki Azerbaycan topraklarından derhal çekilmesini ısrar etmiş ve sorunun AGİT Minsk Grubu çerçevesinde çözümüne taraftar olduğunu beyan etmiştir.

  Türkiye 1992 Martında oluşturulan AGİT Minsk Grubu üyesi olarak sorunun barışçıl yöntemlerle çözüme düşürülmesine ilişkin yapılan görüşmelerde düzenli olarak katılmaktadır. 1995 yılının Temmuz ayında Türkiye Cumhurbaşkanı sorunun barışçıl çözümüne ilişkin yapılan görüşmelerde yer almak için kendisinin AGİT Minsk grubundaki temsilcisine özel yetkili büyükelçi statüsü vermiştir. 

  Günümüzde Azerbaycan’ın  stratejik ortağı olan Türkiye ile ilişkilerin pekişmesinin daha da genişletilmesi devletimizin dış politikasının çok önemli bir parçasıdır. Bu kadar “bir millet, iki devlet” ilkesi temelinde gelişen ilişkilerin düzeyinden memnun olduğunu belirten Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev kaydetmiştir ki, “Türkiye ile Azerbaycan arasında dostluk, kardeşlik ilişkileri çok yüksek düzeydedir”.

  Bütün dönemlerde Türkiye-Azerbaycan ilişkileri hem iki ülke için, hem de bölge için çok önemli rol oynamıştır. Her iki ülkenin devlet başkanlarının karşılıklı seferleri ikili siyasi ve ekonomik işbirliğinin gelişmesinde əhəmiyətli rol oynamıştır. Bugün ülkelerimiz arasındaki stratejik ortaklık ilişkileri mevcuttur ve tüm alanlarda ilişkilerimiz başarıyla gelişmektedir. Türkiye ve Azerbaycan bölgesel işbirliği sürecinin etkin ve söz sahibi olan katılımcılar. Dolayısıyla Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı İlham Aliyev beyan etmiştir ki, bölgede Türkiye-Azerbaycan işbirliği, olmadan hiçbir teşebbüs, hiçbir proje gerçekleştirilemez.

  2007 yılından başlayarak Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin onarımı ve normalleştirilmesi yönünde yapılan ikili konuşmalardan sonra Türkiye-Ermenistan sınırının açılması yönünde bilgiler periyodik yayılmaya başladı.

Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi yönünde atılan adımlar

  Fakat ilk beklenti, yani, 2009 yılı 16 Nisanına öngörülebilir “açılış” gerçekleşmedi ve belirsiz süreliğine askıya düştü. Her defasında ister Azerbaycan, gerekse Türkiye kamuoyunun baskısı ile bu konuda Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarının kurtarılması ilk şart sürülerek hiçbir sonuç elde edilememiş, sınırların açılması isteği gerçekleşmemiştir.

  Bununla beraber, 2009 yılının Nisan ayında iki devlet arasında anlaşmaya ve 5 maddeden oluşan “yol haritası” ve aynı yıl 10 Ekim-da Zürih’te Türkiye ve Ermenistan dışişleri bakanları tarafından iki protokolün imzalanması ile ikili ilişkilerin normalleştirilmesi prossesində yeni sayfa açılmış oldu. Bu prosses Azerbaycan’da, ayrıca Türkiye’de ictimayyətin geniş tepkisine neden olmuş ve narazılıqla karşılanmıştır.

  2009 yılının başlarında Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi konusunda bilgiler yaygınlaştıktan sonra, bu mesele Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ sorununun çözüme düşürülmesine ilişkin yapılan görüşmeler sürecine de etkili göstərdi.Türkiyə-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi, özellikle sınırların açılması meselesi Dağlık Karabağ meselesi ile paralel düzene salınmalıdır. Türkiye’nin Ermenistan ile sınırlarını bağlamasının temel ve tek nedeni Kelbecer bölgesinin işgal altına düşmesi olmuş ve 1993 yılının Nisan ayından sınırlar kapatılmıştır. Fakat Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanması öngörülen belgede Dağlık Karabağ meselesinin çözümü ile ilgili hiçbir maddenin olmadığı anlaşıldı. Ayrıca, Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı devlet düzeyinde soykırım ve toprak iddialarının yürürlükte kalması ortadan kalkmadan Türkiye’nin Ermenistan’la sınırlarını açması hem Azerbaycan’ın, hem de Türkiye’nin milli menfaatlerine uygun düşmez.

  Dolayısıyla Azerbaycan devleti bu işgale son konulmadan, yani Ermenistan silahlı kuvvetleri işgal ettikleri alanlardan çıkmayan kadar Türkiye’nin Ermenistan’la sınırlarını açmasını makul hesap etmiyor. Çünkü, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi yönünde atılan adımlar şimdiye kadar müzakereler sürecinde uzlaşmaz tutumu ile nizamlanma sürecini engelleyen Ermeni tarafının yine de zaman uzatmak taktiğini uygulamaya olanak sağlıyor. Bununla ilgili Devlet Başkanı İlham Aliyev açıkça bildirmiştir: “Türkiye-Ermenistan ilişkileri Yukarı Karabağ sorununun çözümünden önce kurulursa, o zaman Ermenistan’ın müzakereler sürecindeki tutumu daha da sertleşe bilir. Ermenistan bunu kendisinin siyasal ve diplomatik başarısı gibi göstermeye çalışacak ve muhtemelen müzakerelerde daha sert ve kabuledilmez pozisyon tutacaktır. Bunun için yeterince sebep var. Görüşmeler süreci ve bu sürecin çeşitli aşamalarında yaşanan hadiseler bunu demeye esas veriyor. Bu sorunların, yani Dağlık Karabağ sorununun ayarlanması ve Türkiye-Ermenistan sınırlarının açılması süreçlerinin paralel olarak çözülmesi gerektiğini belirten Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Azerbaycan’ın bölgede ve dünyada artan rolünün Ermenistan’ın izole durumdan çıkmasına asla izin vermeyeciyini vurgulayarak, kaydetmiştir ki, “Bu süreçler arasında resmi olmasa da, gayri resmi bağlantı vardır. Bu bağlantı tutulmalıdır ve iki meseleye paralel şekilde aynı zamanda çözüm sağlanmalıdır. Aksi takdirde bölgede status-kvo olumsuz tarafa değişebilir”.

  Aynı zamanda, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Azerbaycan’ın bölgede ve dünyada artan rolünün Ermenistan’ın izole durumdan çıkmasına asla izin vermeyeciyini vurgulayaraka kayd etmişdir ki, “Bu durumun oluşmasını esas sorumlusu Ermenistan yönetiminin kendisidir”. 

Dolayısıyla Azerbaycan devleti bu işgale son konulmadan, yani Ermenistan silahlı kuvvetleri işgal ettikleri alanlardan çıkmayan kadar Türkiye’nin Ermenistan’la sınırlarını açmasını makul hesap etmiyor. Çünkü, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi yönünde atılan adımlar şimdiye kadar müzakereler sürecinde uzlaşmaz tutumu ile nizamlanma sürecine engelleyen Ermeni tarafını yine de zaman uzatmak taktiğini uygulamaya olanak sağlayacaktır.

  Ayrıca, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi ve her iki ülke arasında sınırların açılmasına daha çok Ermenistan meraklıdır. Çünkü son dönemlerde Ermenistan’da derinleşmiş ekonomik kriz, işsizlik ve dolayısıyla ülkeden gidenlerin sayısının hızla artması iktidarı daha çok rahatsız ediyor. Diğer yandan Ermenistan bölgede gerçekleştirilen büyük altyapı projelerin dışında kalması, aynı zamanda bu ülkenin diğer devletler ve uluslararası kuruluşların yardımları hesabına yaşaması ülkede büyük hoşnutsuzluk doğuruyor.

  Ancak, 2009 yılı 10 Ekim de Zürih’te Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesini içeren protokollerin imzalanmasından sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın resmen beyan ettiği sözler kardeş devletin Azerbaycan’ın ulusal çıkarlarına aykırı olacak karar vermeyeceğineolan güveni daha da arttırdı: “Ermeniler işgal altındaki Azerbaycan topraklarını özgür etmese, protokollerin parlamentoda onaylanması mümkün olmayacaktır “. Türkiye’nin devlet yetkilileri de Azerbaycan’la ilişkileri yüksek değerlendirerek beyan etmişlerdir ki, “Azerbaycan stratejik ortağımız ve kardeş ülkenin milli çıkarlarına aykırı olarak herhangi bir adım atmayacağız”.

  Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığı çözmek olunmadan, yani Ermenistan işgal edilmiş Azerbaycan topraklarından çıkmadıkça bölgede hiçbir olumlu ilerlemenin mümkünsüzlüyünü ifade eden Devlet Başkanı İlham Aliyev Azerbaycan’ın ulusal çıkarları uğruna sonuna kadar mücadele götüreceğini bildirmiştir. Aynı zamanda, bu mücadelede adaletin Azerbaycan’ın yanında olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı İlham Aliyev dünyaya beyan etti ki, “Azerbaycan bundan sonra da ne müzakereler sürecinde, ne de bölgede yaşanan başka süreçlerde kendi ilkesel tutumundan dönmeyecek”. 

  Sonuçta, 2010 yılı Nisan ayının 22-de Türkiye’ye baskıların verimsiz kaldığını gören Ermenistan tarafı Zürih’te imzalanan protokollerin tartışmasının dondurulması konusunda karar aldı. 

  2010 yılı Mayıs 16 Türkiye’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan’a yaptığı ziyaret sırasında Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ sorununun çözümü doğrultusunda Türkiye’nin kararlı adımlarının devam edeceklerini belirterek beyan etmiştir ki, “Azerbaycan’ın bu sorununa kardeş Türkiye’nin önem vermemesi mümkün değildir”. 

  Genellikle, Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ sorununun ilk günlerinden Türkiye devleti daima Azerbaycan’ın haklı taleplerini seri savunmuş, düzenli olarak Ermenistan’ın işgal ettiği tarihi Azerbaycan topraklarından derhal ve koşulsuz çıkması talebi ile karşı çıkarak, ülkemizin toprak bütünlüğünün sağlanması yönünde çaba göstermiştir. Sorunun çözümü yolunun sadece Azerbaycan’ın razılaşacağı şartlar çerçevesinde kabul edeceğini bildiren Türkiye bu konuda kendi adil çözüm bulmayan kadar Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmayacağı ve hiçbir ekonomik ilişki yaratmayacağı konusunda kendi ilkesel tutumundan dönmeyeceğini en yüksek devlet ve hükümet temsilcileri düzeyinde defalarca beyan etmiştir.

  Günümüzde Azerbaycan’ın stratejik ortağı olan Türkiye ile ilişkilerin pekişmesinin daha da genişletilmesi devletimizin dış politikasının çok önemli bir parçasıdır. Bu kadar “bir millet, iki devlet” ilkesi temelinde gelişen ilişkilerin yüksek düzeyde olduğunu belirten Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev her iki ülkenin devlet başkanlarının karşılıklı seferlerinin ikili siyasi ve ekonomik işbirliğinin gelişmesinde mühüm rol aldığını belirterek kaydetmiştir ki, “Türkiye ile Azerbaycan arasında tüm alanlarda ilişki çok başarılı gelişmektedir. Bu ilişkiler dostluk-kardeşlik temelinde kurulmuştur. Bizim çok zengin ortak tarihimiz, ortak değerlerimiz vardır. Bugün Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler bu sağlam temel üzerine kuruluyor. Son yirmi yıla yakın sürede Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler daima yüksek düzeyde olmuştur. Bugün bu güzel gelenekler devam ediyor ve tüm konularda işbirliğimiz iyi sonuçlar vermektedir “. 

  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan’a son ziyareti çerçevesinde temaslarında her iki devletin öngördüğü yüksek düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyi kurulması yönünde verilen karar da Türkiye-Azerbaycan arasında geleceği kapsayan ve ikili ilişkilerde atılan en önemli adımlardan biridir.

  Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2010 yılı 16 Ağustos’ta da Azerbaycan ziyareti sırasında imzalanan “Türkiye ile Azerbaycan stratejik ortaklık ve karşılıklı yardım anlaşma” nın imzalanması önem arz etmektedir.

  Hiç şüphesiz ki, Azerbaycan ile Türkiye arasında stratejik ortaklık ve karşılıklı yardım adı geçen belgenin imzalanması çok doğru ve geleceğe hesaplanmış bir adım oldu. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev kardeş ülke ile imzalanan bu anlaşmanın büyük önem taşıdığını

bildirmiştir: “Bugün imzalanan stratejik ortaklık ve karşılıklı yardım anlaşma büyük tarihi öneme sahip bir belgedir. Bu anlaşma gelecek ilişkilerin vizyonunu belirler ve bundan sonra on yıllar boyunca Türkiye ile Azerbaycan arasındaki dostluk ve kardeşlik ilişkilerini belli edecektir “.  Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de anlaşmanın gerekliliğini ve önemli olduğunu vurgulayarak kaydetti ki, “Bugün imzaladığımız stratejik ortaklık ve karşılıklı yardım anlaşma her konuda hemfikir ve eşit olmamızı öngörüyor”. 

  Öyle ki, bu sözleşme her iki devletin üzerine sadece ikili ilişkilerin tüm alanlarda daha da  yükselmesi ve istenilen konuda birim pozisyondan çıkış yapması değil, aynı zamanda bir-birinin ilgisini aykırı politika yürütmemesi gibi daha önemli yükümlülükler de koyuyor. Dolayısıyla, Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı devlet düzeyinde soykırım ve toprak iddialarının yürürlükte kalması ortadan kalkmadan Türkiye’nin işgalci devletle sınırlarını açması hem Azerbaycan’ın, hem de Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı.

  Ayrıca, Türkiye ve Azerbaycan bölgesel işbirliği sürecinin etkin ve temel söz sahibi olan katılımcılar. Her iki devlet kendisinin ekonomik ve enerji imkanlarından ayrıca, jeopolitik konumundan ikili ve bölgesel işbirliğinin genişletilmesi yönünde etkili biçimde kullanıyor. Bugün bölgenin uzun vadeli kalkınma stratejisinin belirlenmesinde önemli rol oynayan ve iki ülke arasındaki ilişkilerin çok önemli öğelerinden olan petrol ve gaz boru hatları sadece bölgede değil, aynı zamanda tüm dünyada devletlerimizin nüfuzunu önemli ölçüde artırmıştır. Bu projeler Azerbaycan’ın, Türkiye’nin, aynı zamanda diğer ülkelerin enerji güvenliği için büyük sağlanır. Aynı zamanda, iki devlet arasında genişleyen işbirliği ve stratejik ortaklık bölgedeki istikrarın göstəricisinə dönüşmüştür.

  Halihazırda ikili ilişkilerin üst düzeye yükselmesi milli lider Haydar Aliyev’in dış politika kursunda Türkiye ile ilişkilerin gelişmesine yönelik tutarlı ve amaçlı çizgi Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev tarafından geliştirilerek stratejik ortaklığın derinleşmesine nail olunmuştur.

  Ayrıca, Devlet Başkanı İlham Aliyev dünya topluluğunun bu konuya kayıtsız kaldığını da vurgulayarak kaydetmiştir ki, uluslararası kuruluşlar gereken kararları kabul etse de, ancak onlar icra edilmez ve böyle bir durumda o karanameler anlamını kaybediyor. Dünyada uluslararası hukuk ilkelerinin kabaca bozulduğunu belirten Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Azerbaycan topraklarının uzun yıllar işgal altında kalmasını bunun sonucu olarak değerlendirdi.

  Onun için de ancak Azerbaycan halkının iradesine, gücüne güvenmemizin gerektiğini bildiren Cumhurbaşkanı bu amaçla ekonomimizi ve ordumuzu güçlendirmeyin önemini vurguladı. Sorunun barışçıl çözümüne umutlarını yitirmeyen ve dolayısıyla sorunun çözüme düşürülmesinde huzurlu araçlara öncelik verdiğini söyleyen Cumhurbaşkanı İlham Aliyev kaydetti: “Biz görüşmeler yapıyoruz, ancak bununla beraber, her an topraklarımızı işgalcilerden askeri yönden özgür etmeye hazır olmalıyız”.

 _______________________

1  Kengerli Q. Ermeni lobisi ve Azerbaycan faciyası. Bakü, 1992, s. 68

2  Aynı yerde, s. 117

3  “Hayat” gazetesi, 14 Mayıs 1992

4 “Azerbaycan” Gazetesi, 8 Nisan 1993

5  Ahmedov E.İ. Ermenistanın Azerbaycana saldırısı ve uluslararası örgütler.

    Bakü, 1998, s. 36-37

6  Azerbaycan” Gazetesi, 10 Ekim 2009

7  “Azerbaycan“, 10 Ekim 2009

8  Aynı yerde.

9 “Halk gazetesi”, 13 Ekim 2009

10 “Halk gazetesi”, 17  Ekim 2009

11 “Ayna”, 24 Nisan  2010

12″Azerbaycan”,  18  Mayıs  2010-cu il

13 “Azerbaycan”,  9 Haziran  2010-cu il

14  “Azerbaycan”, 17 Ağustos  2010

Bir karşılaştırma

0

  Değerli okuyucularım, Amerika Birleşik Devletlerindeki çalışmalarımı tamamlayıp güzel ülkemize döndükten sonra bazı karşılaştırmaları sizlerle paylaşmak istiyorum. Üniversite bilinci, araştırma ve bilimsel yeniliklere verilen öneme kısmen daha önce değinmiştim. Sağlık ve sağlık sigortası ile ilgili olarak katıldığım bir seminer ve orada yaşanan gerçek durum hakkında bilgi vermeye çalışacağım. Sonra birde siz değerlendirin. Japonya’daki tsunami ve deprem felaketi, Japon sağlık sistemi ve sigortası ile ABD’deki sağlık sisteminin karşılaştırıldığı bir Japon hekim tarafından sunulan mini konferansta anlatılanları dinlerken oradaki bilim adamlarını da şaşırttığını gözlemledim.

  Bizim gelenek ve göreneklerimize benzer şekilde Japonlarında büyük aile fertleriyle birlikte yaşadıklarını, onların bakımlarına yardımcı olduklarını dinledikten sonra hekim MR ücreti hakkında bilgi verdi. Normal bir MR ücretinin Japonya’da 60 dolar civarında olduğunu buna karşılık ABD’de 1300 dolar civarında olduğunu Japon hekim söyledi. Acaba gerçekten ABD’de MR ücreti bu kadar yüksek miydi? Bunun doğru olduğunu bir süre sonra bizzat doktora gitmem sonucunda kendim öğrendim. Sağlık sigortası yaptırmama rağmen ücretin % 20’sini ben ödedim ve ödediğim miktar yaklaşık 260 dolar idi. Ülkemizde SGK tarafından sunulan hizmetlerde sağlık güvencemizin önemi bir kez daha ortaya çıktı.

  Bizim sağlık kuruluşlarımızda ise sosyal güvence kapsamında olunduğunda ücret ödenmiyor. Ancak gittiğimiz sağlık merkezinde MR ünitesi olmadığı için, sağlık merkezindeki hekimimiz MR birimi olan daha büyük sağlık birimini arayarak randevu aldı. Sanırım biz konuda biraz savurganız, neredeyse her orta ölçekli sağlık biriminde MR ünitesi var ve kişisel gözlemlerime göre birde MR sonucuna bakalım anlayışı ile neredeyse çoğu hastalıkta bir MR tetkiki isteniyor. Yanılıyor da olabilirim ancak istatistikler bunu ortaya koyacaktır. ABD’de çok yüksek oranda enerji tüketiliyor, sağlık harcamaları çok pahalı, ilaçlar pahalı (doktor reçeteli olmak üzere tane ile de ilaç verebiliyor ve ilaç israfı engelleniyor), benzinin litresi 1 dolar civarında (ülkemizde litresi 2.5 dolar), bizde ise sosyal güvence kapsamında olduğumuz zaman cebimizden çok para çıkmıyor, bunun değerini iyi bilmeliyiz, savurganlığımızı azaltırsak sosyal güvencesi olmayanlar bile bundan faydalanabilir.

  Yaşam kalite standardı, saygı, kurallara uyma orada bir yaşam biçimi olmuş (kurallara uymayanlar elbette var ve diğer bireylerin rahatsız olması durumunda hemen cezalandırılıyor) bizde ise karmaşa maalesef devam ediyor. Burada bir öğretim üyesi olarak eğitimin şart olmasının dışında görgünün de şart olduğunu ifade ederek sözlerimi sonlandırıyorum. Ancak Türk toplumu olarak gerçekten zeki bir millet olduğumuzu (ancak çok çalışmama, azimli olmama zafiyeti ve işin kolayına kaçma konusuna ise değinmiyorum) bir kez daha ifade etmek isterim. Görüşmek üzere saygılarımla. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilk Cumhurbaşkanı Sayın Rauf DENKTAŞ’a acil şifalar diliyorum.         

Libya ve Suriye arasındaki farka analitik bakış

0

  Libya’da geçen her anın Kaddafi’nin temsil etiği eski Libya devletinin aleyhine geliştiğini söylemek yanlış olmaz. Ülkede patlayan isyanın başlangıcında en güçlü durumda olan Libya devletinin özellikle NATO ve batı ittifakı tarafından deyim yerindeyse beli kırıldığı anlaşılıyor.  İsyanın alevlendiği ilk günlerde en fazla makineli tüfeklerle sağa, sola ya da havaya ateş eden karmakarışık bir kalabalık olarak görünen isyancılar, artık tanklarla ilerliyorlar ve harita başında operasyonları ve son durumu anlatan üniformalı askeri liderleri boy gösteriyor.

  Çatışma durumlarında gerçek bilgilere ulaşmak, söylenenlerden hangilerinin doğru olduğunu anlamak oldukça zordur. Irak savaşının hararetli günlerinde, Amerikan kuvvetlerinin Bağdat’ı bombaladığı ve şehrin ele geçirilmesinin an meselesi olduğu batı medyasında yer alırken, Irak devlet adamlarının televizyonlarda neredeyse savaşı kazanmak üzere olduklarına dair demeçleri ile yürüttükleri karşı propagandalarını hatırlayanlar vardır. Libya konusunda söylenenlerden çok görünenler üzerine fikir yürütecek olursak, devlet güçlerinin isyanın ilk başlarındaki ezici üstünlüklerini NATO bombardımanı ile kaybetmiş oldukları, ezilmek tehlikesini atlatan isyancıların, üstüne lojistik destek alarak Kaddafi’nin güçlerine göre daha üstün konuma gelmeye başladıkları ve her geçen gün daha organize ve güçlü olmaya başladıkları söylenebilir. Kaddafi’nin ise tecrit edilmiş bir durumda, harcadığı mermilerin yerine yenisi koyamaz durumda cephanesini tükettiği ve her geçen gün konvansiyonel askeri gücünün azaldığı bir savaşı sürdürmeye çalıştığı ileri sürülebilir. Bu açıdan bakıldığında yakın gelecekte Libya’da ne olacağını kestirmek zor olmasa gerek.

  Suriye’de neler yaşandığına, isyancılar ve devlet güçlerinin ne durumda olduğuna baktığımızda durumun Libya’dan oldukça farklı olduğunu söylemek mümkün. Zira devlet iç savaşın belirleyici unsuru olan konvansiyonel silah üstünlüğünü başından beri koruyor. İsyancılar ise bir şekilde elde ettikleri silahlarla devlet güvenlik güçlerine baskınlar düzenleyip bazılarını öldürebiliyorlar. Ama bu eylemleri bir bölgenin ele geçirilip devlete karşı elde bulundurulmasına kadar varamıyor, devlet güçleri yakıp yıkarak istediği bölgede üstünlüğünü gösterebiliyor. Zaman açısından bakıldığında Suriyeli isyancıların, her geçen gün devleti yıpratmaya çalışırken kendilerinin de yıprandığı gözleniyor.

  Kazandıkları tek şey dünya kamuoyunda devletin vatandaşlarına karşı zalimliğini gösterebilmek. İşin ilginç yanı isyancılara ateş eden Suriye güvenlik güçlerinin saflarından çekilen görüntülerin onları kötülemek için medyada kullanılması. Devlet tarafında ise geçen zamanın isyanı bastırmak için daha elverişli şartlar sağladığı düşünülebilir. Ancak dışarıda devletin itibarı zedelendiği aşikâr. Buna şimdilik ölüm kalım savaşı yaşanırken aldırış eden yok gibi görülüyor. Dolayısıyla, uluslararası bir yaptırım, müdahale olmazsa Suriye isyanı hedefine varamayabilir. Libya’dakine benzer dış müdahale isyancılar için can simidi olabilir belki.

  Türkiye’nin askeri bir müdahalenin içinde olması pek olası görünmüyor ama bu müdahaleyi başkalarının yapmayacağı anlamına da gelmez. Türkiye’nin bu konudaki feryadı, kendisi herhangi bir müdahaleye yanaşmazken, başkalarını da bundan uzak tutmak istemesi, iç savaş durumunu müzakerelerle sonuca bağlamak istemesi şeklinde yorumlanabilir. Anlaşmazlığın nedeni ise muhtemelen Suriye’nin ülkesine yabancı bir askeri müdahaleyi uzak görmesi ve içeride isyancılara karşı kendisini daha güçlü görmesi olabilir.

  Esad yönetiminin sadece yolun sonunda mücadeleyi kaybedebileceği şartların oluştuğunu görürse masaya oturabileceğini dikkate almak gerekir. Ancak Ortadoğu’da yaşanan isyan dalgasının küresel boyutta destekçilerinin olduğu göz önünde bulundurulursa meselenin, Suriye tarafının Türkiye’nin isteklerini yerine getirmekten daha fazlası olduğu düşünülmelidir. İsyan dalgalarıyla yeniden şekillenen Ortadoğu coğrafyasında Suriye’nin, Şii eksenden Sünni eksene kayması bekleniyor olabilir. Bu Lübnan’da dengeleri sarsarken, İsrail’in nispeten rahatlamasına sebep olabilir. Bu rahatlama umulmadık biçimde olumlu yönde etki yaparak barış sağlama çabalarını kolaylaştırırsa şaşırmamak gerekir.             

“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” Edebiyat dünyamızdan hoş vedalar…

0

  Sevgili kadim dostum, pek muhterem Sn. Abdullah Satoğlu Beyefendinin 2. cildini çıkarmış olduğu “Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” isimli bu kitap, derin araştırmalar sonucu doğmuş ve okuyucusu ile buluşmuştur. Kitapta 30 tanınmış edebiyat, fikir, kültür ve sanat adamının eserleri hakkında örneklemeler ve değerli bilgiler bulunmaktadır. Kitabın içinde yer alan bu değerli şahsiyetlerden tanıdığım ve usta kalem olarak addettiğim bazı kalem arkadaşlarımı görmek beni son derece mutlu etti. Ayrıca kitaptan okuduğuma göre, kitabın basım aşamasında olduğu süreçte bazı değerli üstatlarımızın kitabı göremeden hayata veda ettiklerini öğrendim. İşte bu okuduğum satırlar yazımın ana başlığını “Edebiyat Dünyamızdan Hoş Vedalar” olarak koymama vesile oldu.  Ancak bana sorarsanız onlar şahsen aramızdan ayrılmış olsalar da, arkalarında bıraktıkları değerli eserleri ile daima gönüllerde yer alacaktır, yaşayacaktır.

  

                                                   
                                                   Şair-Yazar Abdullah Satoğlu
 
  Kayseri’nin yetiştirdiği değerli gazeteci, şair, yazar, kültür ve folklor adamı araştırmacı, mümtaz insan ; “Edebiyat dünyamızdan hoş sedalar isimli bu kıymetli eserini son derece büyük bir titizlik içinde hazırlamış. Kitapta kimi anlatıyorsa, yazının baş sayfasına anlatılan kişinin fotoğrafını koymuş olması, kitabın daha kolay okunur ve anlaşılır olması bakımından kitaba ayrı bir ahenk katmış. Anlatılan portrelerde şiirlerinden seçilmiş örneklere yer verilmesi, beraberinde yer alan yazılarda lirik bir hava estirmiş.
Anlatımlarında son derece sade, temiz ve arı bir dil kullanan Satoğlu, bu güzel çalışması ile, Türk Edebiyat Dünyasına son derece önemli bir eser kazandırmıştır. 
  Sevgili dostum, değerli kalem arkadaşım Abdullah Satoğlu’nun güzel kişiliği, her daim gülen yüzü, misafirperverliği, beyefendiliği, insani yönünün kuvvetliliği, duyarlı yüreği, sevgili ve saygılı davranışları ile çevresinde son derece sevilen ve sayılan bir insan olduğu gözle görülür bir gerçektir. Bu gerçek duruş, gelecek kuşaklara muhterem bir kişilik içinde eserlerini büyük bir özenle bırakacaktır. 
                                                  
                                            Şair-Yazar Abdullah Satoğlu’nun
                                       “Edebiyat dünyamızdan hoş sedalar” kitabı
 
  Bu gönül dostunu, mana da ve madde ayrı ayrı tanımak lazımdır diye düşünüyorum. Manada tanımak için; şiirlerini okumak, zaten onun ruh âlemi içine girmek demek olduğundan pek zor değildir. Maddede tanımak için ise; bu kadar da zahmete gerek yok. Ne kadar faal, ne kadar hareketli, ne kadar atılgan olduğunu, bu meziyetleri kadar da insan sevgisi ile dolu olduğunu ve dost olduğunu bilmeyen yoktur herhalde; çünkü o, bazen Yunus yüreğini taşır yüreğinde, bazen bir Evliya Çelebi olur yazılarında, bazen Molla Fenari olur aziz inancıyla, bazen de küçük bir çocuk olur yüzündeki gülüşüyle, ama her şeyden önce o Türk Edebiyat dünyasının ağabeyidir, kalemi kırılmaz güçlü ve muhterem bir edebiyatçıdır. Birbirinden değerli birçok güzel esere imza atmış Satoğlu’nun bu kitabını okurken, ufkum ve gönlüm aydınlandı. İyi ki varsın, iyi ki yazıyorsun… Eline, yüreğine, gönlüne sağlık…

Enosis propagandası Türk düşmanlığına dayanılarak yürütülmüş ve yürütülmektedir

0

  1878-1914 devresinde İngilizler “Kıbrıs Türkiye’den şartlı devralınmıştır, kimseye devredilemez” şeklinde Kıbrıs siyasetlerini formüle etmişler ve bu esasa sıkı bir şekilde bağlanmışlardır. Ne var ki 1914- 1918 harbinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya yanında yer alması İngilizlerin bu siyasetlerini değiştirmelerine bir vesile olacak ve sırf Yunanistan’ı kendi saflarında  harbe   sokmak  için   Kıbrıs’ı  Yunanistan’a  peşkeş   çekeceklerdir.

  Yunanlılar, o devrede, harbe girmemek için bu teklifi reddedecekti. Bu dönemde Kıbrıs Türkü en acı günlerini yaşamış, türlü sıkıntılara katlanmış ancak bütün bunlar halkımıza  büyük bir mücadele azmi vermiş, Türklük şuurunu bir o kadar daha kuvvetlendirmiş ve herşeyi ile Türk olan bu toprakları esas sahibi olan Türkiye’ye iade etmek arzusunu bir o kadar daha bilemiş oldu. Esasen Rumların her Enosis istek ve faaliyetlerine Türk halkı  karınca kararınca bir bütün olarak karşı çıkmış ve “Kıbrıs’ın ancak hakiki sahibi Türkiye’ye iade edilebileceği” tezini savunmuştur.

  1931   isyan   denemesi   hariç   tutulursa   1878-1950   yılları   arasında Rumların,  Megalo  İdea’nın  bir halkası  olan  Enosis’i  propaganda yolu  ile yaymaya ve canlı tutmaya çalıştıkları görülür. Bu devre Enosis fikrini Rum halkına indirmek veya empoze etmek için kilisenin yoğun faaliyet göstermesine sahne olan bir devredir. Enosis propagandası Türk düşmanlığına dayanılarak yürütülmüş ve yürütülmektedir.

  1950 sonrasında ise Rumların ayni mücadeleye Makarios’un önderliğinde devam ettiği görülür. 1950 yılında Başpiskopos seçilen Makarios, Rumların Enosis rüyalarını gerçekleştirmek gayesiyle Kilisenin de olanaklarından faydalanarak faaliyete geçer.   Başpiskopos   seçildiği   gün   “ölmeden   Enosis’i   gerçekleştireceği” hususunda kilisede açıkça yemin eder. Ancak bu dönemdeki (1950— 1954) faaliyet şekli ve mahiyeti, 1878—1950 döneminin, propaganda ve ideali canlı tutarak halk tabanlarına indirmek faaliyetlerinden çok ayrı bir görünüşte ortaya çıkmaktaydı…

Yanlıştan dönmedikçe-2

0

  Rum tarafına göre “adil ve kalıcı” formül 1963’de yerle bir ettikleri Cumhuriyetin üniter bir devlet olduğunu kabul etmemize bağlıdır.”Ortaklık ne demek?” diyorlar. “Kıbrıs’ta tek halk vardır” diyerek, eski ortakları olan Kıbrıs Türklerini azınlık sınıfına alıyorlar. Eşitliği kabul etmiş gibi davranarak görüşmelere devam etmeleri; Klerides’in itiraf ettiği gibi, taktiksel bir yaklaşımdan ibarettir.

  O halde, Sayın BM Genel Sekreteri üçlü konferanslara prestijini yatırmadan önce “Kıbrıs meselesinin” Rumlar açısından Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkmak için “milli bir mesele” olduğunu ve Kıbrıslı Türk ortağın, Garantör Türkiye ile birlikte buna asla boyun eğmeyeceği bir hak ve hürriyet meselesi olduğunu teslim etmelidir.

  1960 devletinin ortaklık olduğunu, Rumların Türklere tahakküm hakkı olmadığını, Kıbrıs’ın AB üyeliğinin Kıbrıs Türklerini bağlamadığını, garantilerin gündeme alınamayacağını, Kıbrıs meselesinin 1974’de başlayan bir istila meselesi olmadığını; bunun 1963’de başlayan bir Rum-Yunan taarruzu olduğunu; 1963’den bugüne Kıbrıs Türk halkına yapılan zulüm için tazminat ödenmesi gerektiğini; bu konuda Yunanistan’ın da Rum idaresi kadar sorumlu olduğunu kabul ve tescil etmeden Kıbrıs meselesinin halledilemeyeceğini 1968’den bu yana yaşananlar teyit etmemişse, hiçbir şey teyit edemeyecektir demektir. O zaman, çare, görüşmelerden ve BM’den ümidi keserek, KKTC’nin kendi yoluna devam etmesidir.

  Sayın Genel Sekreter! “Kıbrıs Hükümeti” olarak karşınıza aldığınız Rum idaresinin 1960’daki ortaklık hükümeti olmadığını, tam aksine BM’de tescil edilmiş olan o hükümeti yıkan ve Türk ortağa yıllarca zulüm yapan Rum idaresi olduğunu bilmemeniz mümkün değildir. Bunların “meşru hükümet” iddiaları hak ve hukuka dayanmıyor; gaspa, cinayete, insan haklarını kökten ihlâle dayanıyor.

  Halbuki, 20 yıl devlet dışında bırakılarak yok edilmek istenen Kıbrıs Türklerinin hür iradeleri ile kurdukları KKTC meşru bir doğuştur. Buna ABD ve Garantör İngiltere “UDI” diyorlar diye, siz bu mantıksız değimi benimsemeye mecbur değilsiniz. KKTC, meşru bir kuruluştan kopmuş, ayrılmış değildir. Meşru 1960 ortaklık devletinden silah zoru ile kopup ayrılan taraf Rum tarafıdır. Bunların kan akıtarak, masum Türk halkını toplu mezarlara gömerek, ABD ve İngiltere sayesinde elde ettikleri bir ünvan sizi yanıltmış olamaz. Adil bir anlaşma, sahtekârlara ve toplu mezar kazıcılara prim vererek elde edilemez. Kalıcı bir anlaşma garantilerin dokunulmazlığının ve iki eşit egemen halkın varlığının teyidine bağlıdır. Türk garantisi tartışılmazdır. 29 yaşına gelmiş KKTC’nin varlığı da tartışılmazdır. Bu garanti olmasaydı bugün Kıbrıs’ta Türk kalmayacaktı. KKTC olmasaydı, Kıbrıs çoktan bir Yunan adası olacaktı.

  O halde Kıbrıs meselesi, Türk-Rum ortaklığının Rum ortak tarafından yıkılması meselesidir. Adil ve kalıcı bir anlaşma, bu ortaklığın, yeniden, Rum’un yıkamayacağı bir şekilde oluşmasıdır. Bu da, iki egemen halk, iki devlet esasına dayanmalıdır. Başka çare yoktur.

Ülkemizin turizme bakış gerçeği

0

  Ülkemizin turizm potansiyeli yüksek olup, her tarafı buram buram tarih kokuyor. İnsan gezdiği zaman bakmaya kıyamıyor, bir tarafta Karadeniz yaylaları, diğer taraftan Akdeniz’in, Ege’nin o muhteşem turistik denizle buluşan plajları,  berrak denizleri, kültür turizmi olarak tarih kokan şehzadeler şehri Amasya, Çorum’un Hattuşaşı ,dünyada ilk barajın yapıldığı tarihi Alacahöyük, diğer taraftan Frigler’in uygarlık izleri görülen Afyonkarahisar’ın İhsangazi ilçesi, Eskişehir’in Han ilçesindeki tarihi Yazılıkaya anıtı. Daha ülkemizin birçok yerinde bulunan ismini sayamadığımız tarihi eserler zenginliği. Özellikle yayla turizmi açısından Ordu’nun Çambaşı Yaylası, Giresun Kovanlık, Paşaoğlu Konağı Yaylası, Trabzon’un Haçkalı Yaylası, Trabzon’un Uzungölü..Yüzlerce yayla. Karadeniz Bölgesinde Giresun’dan yaylalara girdiğinizde; Rize’ye kadar hep yayla. Her gittiğim yerde bu güzelim ülkemiz yerlerine neden yerli ve yabancı turistler yeteri kadar gelmiyor diye düşünüyorum. Bürokrası hep birbirinden şikayetçi, kısaca herkes birbirinden şikayetçi. 
  Ortada çözüm yok. Hiç unutmam belgesel çekim yaparken Trabzon- Beşikdüzü ilçesi sahilinde bir grup Alman karavan turist kafilesi ile karşılaştım.Türkçe tercümanları kanalıyla kamera kayıtlı bir söyleşi yaptım. Kafileye ilginç bir sorum oldu. Siz burayı nasıl buldunuz? Elinizde rehber tanıtım kitapçığınız var mı var? Yoksa kendiniz mi buldunuz? Diye sordum. Onlarda biz burayı tesadüfen bulduk dediler. Almanya’da basılan elimizdeki üçbin kişilik dünya karavan turizm rehberinde Türkiye’de beş yer var. Karadeniz’de hiçbir yer gösterilmiyor dediler. 
  Kültür ve Turizm Bakanlığı onlarca tanıtım kitapçığı ve broşür bastırıyor. Bunlar bize ulaşmıyor.Türkiye yeteri kadar tanıtılmıyor.Tanıdığınıza bu formu verinde bu katalogda turizme hitap edenler yer alsınlar.Tabi bunlar anlatılınca, hayretler içerisinde kaldım. Demek ki ülkemiz yeteri kadar tanıtılmıyor. Ülkemiz turizm cenneti ama, yeteri kadar tanıtım yapamıyoruz.Japonya’dan, Çekoslovakya’dan kilometrelerce uzaklardan ülkemize gelerek Çorum’un Hattuşa’yı geziyorlar.Biz kendi ülkemizdeki tarihi zenginlikleri ve güzelliklerini göremiyoruz.Demek ki ortada bir sorun var. Sorun ekonomik mi? Yoksa alışkanlık mı? Biraz düşünmek  lazım. Demek ki turizmi hep ihmal ediyoruz. Turizm gelirlerinden o yöre halkı faydalanamıyor. Kendi güzelliklerimizi ve turizm değerlerini kendi halkımıza dahi tanıtamamışız. Bu gerçekten acı bir durum. Hiç unutmam! 
  Niksar eski Belediye Başkanı İdris Şahin şu gerçeği ne kadar güzel söylüyor. ” Budapeşte gezisinde gördüğüm zaman yerleşim yeleri nüfusları onar milyondur. Ziyaret eden nüfus sayısı 200 milyondur. Şu anda biz 20 milyon turist geldi diye şapkayı havaya atıyoruz. Turizm konusun da bu konulara daha çok eğilip, tarihi dokuyu çok iyi korumalıyız.”İşte turizm konusunda Türkiye gerçeği. Türkiye’de turizmle ilgili görüşleri nedeniyle kamuoyunun dikkatini çeken turizmci ve Kemer İşadamları Derneği Başkanı Ali Nail Kılıç şunu söylüyor; “Turizm milli politika olarak algılanmalı diyerek, turizmde ki bürokrasi anlayışını ortaya koyuyor. Turizmde temel politikalar önemli. Temel politikaları doğru koymak lazımdır. Temel politikalardan birisi de Türkiye’nin artık turizmi milli politika olarak algılaması gerekir.  Türkiye’de bakanlıklar tüm hükümet dönemlerinde paylaşılır. En son Turizm Bakanlığı düşünülür. 
  Halbuki turizm Türkiye için her manada önemlidir. Türkiye’nin geleceğini belirleyecek, 40-50 sektörü direkt ilgilendirecek bir yapısı var. Türkiye’de hala hükümetlerin ve devletin  turizm konusunda, okullarda yerli malı kutlanması gibi angarya bir yaklaşımı var. Mısır’da turizm bakanı var, adam turizmci aileden geliyor, uluslararası turizm okumuş, uluslararası turizm konjektörünü yakından takip eden birisi, rekabeti ve rekabet koşullarını biliyor. Bu işler bu şekilde yürür. Sokma akılla, birtakım insanların yönlendirilmesi ile bakanlık turizmin önünü açamaz, strateji belirleyemez. Dünya da uluslararası ekonomi anlam değişikliğinden dolayı, ekonomi çok önemli hale geldi.” Evet ülkemizin turizme bakışı böyledir.  Bu nedenle kimsenin kimseye bir şey demeye ihtiyacı yok. Turizm bakış anlayışımızın değişmesi dileğiyle.

error: Content is protected !!