İsveç ve Finlandiya, Rusya-Ukrayna savaşı ve komşuları Rusya’nın olası bir saldırısı endişesiyle, yıllar süren tarafsızlık politikalarından vazgeçerek ABD koordinasyonundaki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) katılmak isteklerini resmi olarak ortaya koydular. İsveç ve Finlandiya’nın bu isteği, ABD’nin Avrupa’yı sömürgeleştirmek stratejisine bal sürerken, Türkiye’nin bu ülkelerde yaşamlarını sürdüren YPG/PKK ve FETÖ teröristlerinin Türkiye’ye iade edilmesi talebine takıldı.
Gerçekte Türkiye’nin talebi fırsatçılık değildi. İsveç’ten, sınırları içinde yaşamlarını sürdüren YPG/PKK ve FETÖ teröristlerinin Türkiye’ye iade edilmesi talebini 2019 ve 2020 yılı içinde yani İsveç’in NATO üyeliği talebinden çok önce yapmıştı. Haklı ısrarını sürdürmeyi tercih etti.
ABD’nin Türkiye’ye vetosunu kaldırması için, NATO’dan atmakla, geçmişte yaptığı gibi silah ambargosu uygulamakla veya benzeri yaptırımlarla tehdit etmesi söz konusu değil. Elinde kalan son kozu Türk Lirası üzerinde baskılarını arttırmak, mali manipülasyonlar yapmak ve Türkiye’yi ekonomik açıdan itibarsızlaştırarak iflasa sürüklemek. Türkiye de bu baskılardan kurtulmak için enerji yatırımlarına hız vermiş durumda. Enerji ithalatı için harcadığı para miktarı azaldıkça, uluslararası mali baskılardan kurtulma olasılığı artacak.
Bilindiği üzere Avrupa Birliği, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) olası silahlı veya ekonomik veya da sivil tehditlerine kaşı ABD ile işbirliği yapmak zorunda kalmış, ekonomisinin tüm iplerini ABD’nin eline vermişti. Diğer bir tanımlamayla da ABD’nin sömürgesi olmayı kabul etmişti. Her ne kadar SSCB 1982 yılında dağılmış olsa da SSCB’nin çekirdeği olan Rusya tekrar toparlanmış ve günümüzde Çin ile birlikte yeniden hatırı sayılır bir güç olmayı başarmış durumda.
ABD’nin AB’yi kendine daha da bağımlı hale getirme, Rusya ve Çin’e karşı işbirliğini arttırma amaçlı başlattığı işbirliği anlaşmasının resmi kılıfı, birincisi 2016’da ikincisi de 2018’de imzalanan “NATO-AB İşbirliği Anlaşması.”
Bu işbirliğinin üçüncü adımı da geçen hafta atıldı ve üçüncü ortak bildiri NATO ile AB arasında karşılıklı imzalandı. Çin ilk kez, olası tehdit olarak bu ortak bildiri içinde yerini aldı. Aynı şekilde İsveç ve Finlandiya’nın da NATO’da yer almasına da nazikçe değinildi.
ABD, son 77 senedir tarafsız olan İsveç ve Finlandiya topraklarına adım atışının zeminini, Türkiye’nin vetosunu bahane ederek kazanıma dönüştürdü ve İsveç’in ABD ile güvenlik amaçlı savunma işbirliği anlaşması yapmak isteğini memnuniyetle kabul etti.
ABD, Yunanistan’a yerleştiği ve ordusunu konuşlandırdığı yöntemin aynısını İsveç ve Finlandiya’da uygulayacak. Askerini bu iki ülkenin toprakları içine elini kolunu sallayarak yerleştirecek. Bu yöntemle 1949 yılında NATO’ya kabul edilen Norveç ve Danimarka’ya ilaveten İsveç ve Finlandiya da yan kapıdan NATO şemsiyesi altına girecek. Böylece Avrupa kıtası ile Baltık ülkelerinin tümü ABD’nin kontrolü ve yönetimi altına girmiş olacak.
Yani Avrupa Birliği’nin, özgür, demokratik ve bağımsız olduğu iddiası tartışma kaldırır zira bağımsızlıklarının sınırları ABD’nin çıkarlarının sınırları.
Yaşayıp göreceğiz…
ABD , AB’ye ayar mı veriyor?
Konuyu daha iyi anlayabilmek için biraz gerilerden başlayalım.
İsveç ve Finlandiya, Rusya’nın Ukrayna’yı 2022 yılının Şubat ayında işgal etmesinin ardından, Rusya’nın kendi ülkelerini de işgal etmesinden korkarak, on yıllardır süren askeri tarafsızlık politikasından vazgeçtiler ve birlikte 18 Mayıs’ta NATO’ya üyelik başvurusu yaptılar. Bu üyelik sonrasında ABD ve Kıta Avrupası, Rusya başta olmak üzere Avrasya’ya karşı kullanabileceği 1,340 km’lik büyük bir sınıra sahip olacaktı. NATO’yu fiilen yöneten ABD, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımının bu ülkelerin egemenlik ve etki alanları ile milli güç unsurlarını, NATO üzerinden kendi menfaati doğrultusunda kullanabileceği için bu çifte başvuru karşısında ellerini ovuşturup onaylamaya hazırdı. Ancak beklemedikleri bir şey oldu, Türkiye, PKK, YPG ve FETÖ üyelerine kol kanat geren bu iki ülkenin NATO’ya kabul edilmelerini ve üye olmalarını veto etti. Kabul şartlarını da masanın üstüne koydu.
Geçtiğimiz Haziran ayında -NATO zirvesi öncesi-Türkiye’nin kabul şartları ile ilgili Finlandiya, İsveç ve Türkiye arasında üçlü muhtıra imzalandı ve söz konusu ülkeler terör örgütlerine, özellikle de PKK/YPG ve FETÖ’ye karşı daha sert adımlar atmayı taahhüt ettiler.
Türkiye’nin terör örgütleri konusundaki kararlılığından ve İsveç ile Finlandiya üzerindeki baskısından hoşlanmayan ABD, Türkiye’nin bu tavrını beğenmedi ve konuyu çözmenin yollarını aramaya başladı lakin ABD’nin, Türkiye’ye karşı NATO içinde yapabileceği bir şey yok. NATO’nun kuruluş anlaşmasına göre üye ülkelerin üyeliklerine son verilemiyor, herhangi bir üye ülkeyi oy çokluğu veya oy birliği gibi kararlarla üyelikten atmak veya da herhangi bir üyenin elinden veto yetkisini almak mümkün değil. Türkiye’yi NATO’dan atmakla tehdit edip, veto isteğini kaldırtması da mümkün değil.
Yıllarca Türkiye’yi hizaya sokmak için acımasızca uyguladığı “Silah Ambargosu” sopası da artık geçerliliğini yitirince kala kala geriye İsveç ve Finlandiya’ya gözdağı vererek Türkiye’nin isteklerine karşı durmalarını sağlamak kalıyor.
Nitekim bunda başarılı olmuş olacak ki, eli kanlı terör örgütü PKK ve FETÖ’cülerin sığınağı haline gelen ve bu nedenle Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıktığı İsveç ve Finlandiya ile teröristlerin iadesi için gerçekleştirilen görüşmeler devam ederken, aniden ve hiç beklenmedik bir anda İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’dan dikkat çeken bir açıklama geldi.
Başbakan Ulf Kristersson bu açıklamasını, İsveç’te ünlü bir savunma düşünce kuruluşu tarafından düzenlenen bir konferansta yaptı. İşin önemli tarafı bu toplantıda NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İsveç ile birlikte NATO’ya girmek isteyen Finlandiya’nın Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto da hazır bulunmaktaydı. Bana göre, bu konferansta NATO Genel Sekreterinin de bulunması pek de tesadüf değil ve işin perde arkası biraz farklı.
Aralık ayının ortalarında Fransa’da Vatansever Partisi’nin, “NATO’dan çıkalım, AB’den çıkalım, özgür Fransa” sloganlı mitingi yapması, Cumhurbaşkanı Macron’un, birkaç gün sonra “Bağdat İş birliği ve Ortaklık Konferansı” sonrasında ülkesine dönerken başkanlık uçağında; “Daha güçlü bir Avrupa’nın NATO içinde ittifaka bağlı olmadan hareket edebileceğini…
İttifak bağlı olmam gereken bir şey değil, seçmem gereken ve birlikte çalıştığım bir şey. Stratejik özerkliğimizi yeniden düşünmeliyiz” sözlerini sarf etmesi, ABD için “ipler elimden gidiyor” uyarısı ABD’nin AB ile ters düştüğü izlenimini veriyor.
Çok kısa bir zaman sonra Fransa’nın başkenti Paris’te Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’nin bulunduğu Enghien Caddesi’nde silahlı bir saldırının gerçekleşmesi pek de tesadüf değil. Bu saldırıda 3 kişi yaşamını yitirmesi ve YPG/PKK taraftarlarının Paris’i yakıp yıkmaları, gerçekte ABD’nin Fransa’ya yaptığı bir uyarıydı. “Bağımsızlık senin neyine. Ayağını denk al. Bir dahaki sefere Fransa’ya bunun bedelini daha ağır ödetirim” mesajıydı aslında verilen.
İşte ABD’nin Türkiye’nin vetosuna karşı kullanabildiği yaptırım bu. ABD, Türkiye’ye sözünü geçirtip Veto’yu kaldırtamayınca, çareyi İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’a tükürdüğünü yalatmakta buldu. Belli ki ABD, kendi yarattığı YPG/PKK terör örgütü üzerinden Kıta Avrupası’na ayar veriyor; “Benim sömürgemsiniz ve ben ne dersem o olur…”