Cuma, Nisan 26, 2024
tr
Ana Sayfa GENEL Cumhurbaşkanlığı Seçimi, ‘Yeni Türkiye'nin miladı mı oldu?

Cumhurbaşkanlığı Seçimi, ‘Yeni Türkiye’nin miladı mı oldu?

  Toplumsal olaylarla ilgili belki de en sağlıklı değerlendirmeler, o toplumsal olayın tamamlanıp sonuçlarının tam olarak ortaya çıkmasından sonra yapılan değerlendirmelerdir.
  21. yüzyılın hemen başında Türkiye’de gerçekleşen sosyal ve siyasal olaylar, belki de etkisi yüzyılın sonuna kadar ve hatta gelecek yüzyılda da devam edecek nitelikte olaylardır. Konuyla ilgili şimdiden kesin yargı/yargılar ortaya koymak gerçekten çok güç gözükmektedir. Ancak Türkiye’de son 10 yılda gerçekleşen siyasal olaylar ve buna bağlı gelişen sosyal olayların halihazırda ortaya çıkardığı ve kısa vadede ortaya çıkaracağı muhtemel gelişmelerle ilgili ön kestirimlerde bulunabilir.
  Bu siyasi olayların başlangıcı olarak 2002 yılında AK Parti’nin iktidara gelmesini kabul etmek mümkünse, asıl dönüm noktasının da geçtiğimiz Ağustos ayında gerçekleştirilen ‘Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ olduğunu söylemek gerekmektedir.
Bu çerçeveden bakıldığında, cumhurbaşkanlığı seçiminin Türkiye’nin siyasi, sosyal, ekonomik, askeri ve stratejik durumlarında ciddi bir değişim yaşadığı/yaşayacağı değerlendirmesi yapılabilir. Çünkü söz konusu seçim, bazı ilkleri barındırmaktadır. Bu ‘ilk’ler, iç ve dış konjonktürel gelişmeler bağlamında olabildiğince geniş çerçevede değerlendirmeden söz konusu seçimin Türkiye’yi hangi yönde ve nasıl etkileyebileceğini de ortaya koymak güç olacaktır.
 Öyleyse, cumhurbaşkanlığı seçimini değerlendirebilmek için dış konjonktürden başlayarak tüm etmenleri, ana hatları ile ele almak gerekmektedir.
Küreselleşme ve Ulus Devlet’e itirazlar
  Fransız İhtilalı ile ortaya çıkan kavramlardan birisi de milliyetçilik olmuş ve milletçilik akımları sonucunda ulus devletler ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik kavramı ve sonrasında başlayan akım, Osmanlı gibi çok etnik yapılı devletlerin parçalanmasına yol açmıştır. Bu yeni durumun altyapısını ise modernizin ortaya koyduğu ulus devlet anlayışı oluşturmuştur.
20. yüzyılın ikinci yarısından sonra modernizme yöneltilen eleştiriler, post-modernizmi doğurmuş; post-modernizm anlayışı da dünyaya yeni kavramlar ve yeni kurumsal yapılar getirmiştir ve genellikle de modernite sonucunda oluşan toplumsal yapılara itirazlar ile şekillenmiştir. Post-modern yaklaşım, bir taraftan yeni kavramlar ve yeni olgular teklif ederken diğer taraftan da modernizm sonucu ortaya çıkmış olan toplumsal yapıları eleştirmiştir. Post-modernizm, yeni olarak, ‘zamanda ve mekanda sıkışmayı’ ifade eden ‘küreselleşme’ kavramını, yani bilgi, sermaye ve teknolojinin sınır tanımadan dünyaya dolaşımını teklif ederken modernizm etkisi ile oluşan/oluşturulan ulus devletlerin varlığını özellikle sermayenin sınırsız dolaşımındaki en büyük engel olarak görmeye başlamıştır. Hal böyle olunca da ulus devletlerin modasının geçtiği düşüncesini yaymaya başlamıştır.
  21. yüzyılın hemen başında özellikle Batılı ülkelerin sermayedarlarının hedef olarak seçtikleri ülkelerde ulus devletlerin var olduğu görülecektir. Bu durum, ulus devletleri, sermayenin dolayısıyla sermaye ile ilişkili veya ilintili tüm süreçlerin en büyük engeli olarak görmüş ve yeni bir dünya düzeninin kurulması gerektiğini ve bu yeni dünya düzeninde de ulus devletlere yer olmadığını vaaz etmeye başlamıştır. Sermayenin hedefindeki bölgenin/bölgelerin her yönüyle en kritik noktasında ise Türkiye vardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Modernite
  I.Dünya Savaşı’ndan (birinci paylaşım savaşı olarak adlandıranlar da vardır) sonra Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğan genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti, egemenlik kurduğu toprakları üzerinde ‘kültür milliyetçiliği’ olarak tanımlanabilecek bir kimlik inşasına girişmiş ve milleti bilim, sanat, teknoloji… kısaca her alanda çağın gerekleri doğrultusunda yükseltmeyi ülkü edinmiştir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, çağın kabul gören ‘ulus devlet’ anlayışına göre şekillendirildiği söylenebilir. Osmanlı Devleti’nin çok etnikli yapısının uzantılarının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin benimsediği ‘kültür milliyetçiliği’ potasında buluşturulması ve anayasa ile vatandaşlık bağı ile devlete bağlanması sağlanmıştır. Post-modernizmle birlikte, ulus devletlere yöneltilen toplumsal yapı merkezli eleştirilerin odak noktasını da zaten bu oluşturacak ve etnik kimlik moda haline getirilerek aynı kültür ve inanç potasında birleşen farklı etnik kimlikler, sözde kendi kendilerini yönetme hakkı elde etme adına birbirlerini yok etmeleri körüklenecektir.
  Kısaca post-modern yaklaşımın öngördüğü yeni dünya düzeninin kurulması ve buna bağlı olarak sermayenin yayılmacılığının önünün açılabilmesi için, bu yayılmacılığı engelleyecek her unsura karşı o unsurun zayıflıklarını kullanacak yeni argümanlar geliştirilmekte ve ulus devletler de kendi payına düşeni almaktadır.
‘Yeni’ Kavramının Türkiye’de yükselişi
 Türkiye’de 2002 yılında yapılan seçimlerden birinci parti olarak çıkan AK Parti (Adalet ve Kalkınma Partisi), beklenenin aksinde iktidarının ilk yıllarında Türkiye’nin mevcut durumunda radikal bir değişim yapmadan/yapamadan/yapmaya çalışmadan hükümet etmiştir.
  2007 genel seçimlerden yine birinci parti olarak çıkması ve hükümeti kurma görevini üstlenmesinden hemen sonra özellikle Türk dış politikasında ‘yenileşme’ adına radikal bir değişime imza atmaya başlamıştır. O dönemlerde -bazı kaynaklara göre Amerika’daki düşünce kuruluşları tarafından Türkiye’ye önerilen görüş; bazı kaynaklara göre Türkiye’nin o güce ulaşmadığı, dolayısıyla kendi isteği ile harekete geçmesi sonucu- ‘Yeni Osmanlıcılık’ kavramı ülkenin gündemine oturmuş, özellikle dış politikadaki her adımın çerçevesini neredeyse bu ‘Yeni Osmanlıcılık’ kavramı belirler olmuştur. Kavramın ‘New Agressive Ottoman’ biçimindeki orijinal haline bakıldığında birinci iddiayı dillendirenlerin de haklı olabileceği ihtimali kuvvetledir. Çünkü ABD’nin aynı dönemde daha da üzerinde yoğunlaştığı BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), ‘Türkiye’nin de artık bölgesel bir güç’ vurgusunu barındırmakta ve AK Parti Hükümeti, bu vurguyu ‘gönüllü olarak kabullenmenin’ ötesinde, bunu pekiştirici nitelikteki tüm gelişmelerde ‘rol’ almayı arzulamıştır.
  ‘Yeni Osmanlıcılık’ düşüncesi, bir taraftan dış politik bakışın çerçevesini belirlerken bir taraftan da iç politikada toplumsal ayrışmanın ilk uç veren unsuru olmuştur. Çünkü, cumhuriyet ‘elitleri’nin Osmanlı’nın top yekun ‘kötü’ iddiasına karşı muhafazakar kesimin top yekun ‘iyi’ yaklaşımının, bu kavramla birlikte bir devlet politikası olarak desteklenir gibi algılanması/gösterilmesi, cumhuriyetin kazanımlarını koruma adına birinci grubun bakış açısını daha da bilerken, radikalize ederken; ikinci kesimin kısmen tevatüre dayalı ‘iyi’ algısı ‘mükemmeldi’ye evirilmeye başlamış ve daha fanatik olarak savunmaya itmiştir.
  Ancak burada daha ilginç olan ‘yeni’nin artık her alanda kullanılır olması ve genel geçer bir akçe olarak toplum tarafından kolayca kabullenilmesidir.
Çünkü, CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) Genel Başkanı Deniz Baykal’ın ‘bir tür skandal’ ile görevinden ayrılmak zorunda kalması/bırakılması, Cumhuriyet ile özdeşleşmiş bir partinin de bu ‘yeni’den nasibini alacağının ilk işaret fişeğini oluşturmuştur. Gerçekten de daha sonraki süreçlerde CHP’ye bakıldığında ‘eski’ye dair ne varsa yavaş yavaş ‘terk edildiği’, sürekli ‘yeni’ adımların atıldığı bir gelişme gözlemlenmektedir.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesi süreci adayları ve akmpanyalar
  AK Parti’nin ikinci dönem hükümet etme görevini üstlenmesinden bir süre sonra Anayasa’da yapmak istediği değişiklikler, 21 Ekim 2007 tarihinde halk oylamasına sunulmuş ve oylamaya katılan vatandaşların yüzde 68’nin ‘Evet’ oyunu alarak yürürlüğe girmiştir. ‘Cumhurbaşkanını halkın doğrudan seçmesini’ de öngören bu yeni değişiklikle birlikte Türkiye’de ‘yeni’lik adına en büyük adımlardan biri daha atılmıştır. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile başlayan ‘Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi’ bu yeni yasayla birlikte aşılmış olunuyordu; ancak yasanın hazırlanmasından sonraki süreçte 28 Ağustos 2007’de Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül’ün görev süresinin eski yasanın öngördüğü üzere 7 yıl olması ve yeni kabul edilen yasanın Cumhurbaşkanlığı görev süresinin 5 yıl ile sınırlaması, bir bilinmezliği ve dolayısıyla yeni bir krizi doğurmuştu. Anayasa Mahkemesi’nin konuyla ilgili ‘Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 7 yıllığına seçildiği ve 7 yıl görevde kalacağı’ yönündeki kararı ile bu kriz de aşılmıştır. Referandum sonucu gerçekleşen Anayasa değişikliği Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde ilk kez bir cumhurbaşkanı doğrudan halk oylaması belirlenecektir. Kabul edilen değişikliklerden diğerleri ise, cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıldan beş yıla indirilmesi ve bir kişinin en fazla iki defa bu göreve seçilebilmesiydi.
  Ancak, 28 Ağustos 2007 tarihinde yedi yıllık bir dönem için Türkiye Cumhuriyeti‘nin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Abdullah Gül‘ün görev süresi ve dolayısıyla bir sonraki seçimin tarihi, 21 Ekim 2007 tarihinde düzenlenen referandumda kabul edilen anayasa değişikliği nedeniyle tartışmalı hale gelmişti. Anayasa Mahkemesi, 15 Haziran 2012 tarihinde, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, 6271 sayılı kanunun bazı hükümlerinin iptali istemiyle açılan davayı esastan karara bağladı. Yüksek Mahkeme, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresinin 7 yıl olduğuna ve ikinci kez aday olabileceğine karar verdi.
 11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresinin sona ermesiyle birlikte halk oylamasıyla yeni cumhurbaşkanının seçimine ilişkin çalışmaları Yüksek Seçim Kurulu kamuoyuna açıklamıştır. YSK, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur oylamasının 10 Ağustos 2014 Pazar günü yapılmasına; seçimin ikinci tura kalması durumunda ise ikinci oylamanın 24 Ağustos 2014 Pazar günü yapılmasına karar vermiştir. Yurt dışında yaşayan Türkler için bulundukları ülkede oy kullanma tarihleri ilk tur için 31 Temmuz-3 Ağustos tarihleri arası, ikinci tur için ise 17-20 Ağustos 2014 olarak açıklanmıştır.
Yeni Türkiye ve başkanlık seçimi
Yüksek Seçim Kuruludan (YSK) 6 Mayıs 2014 günü yapılan açıklama, seçim takvimi ve sürecine ilişkin yol haritasını açıklamıştır. Buna göre Cumhurbaşkanlığı seçim süreci 29 Haziran 2014 Pazar günü başlamıştır; aynı gün adaylık başvuruları, 3 Temmuz 2014 Perşembe günü mesai bitimine kadar devam etmiştir. 11 Temmuz günü kesin aday listesinin Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla propaganda dönemi de başlamıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli, 16 Haziran 2014 tarihinde  TBMM‘de düzenledikleri ortak basın toplantısıyla Ekmeleddin İhsanoğlu‘nu çatı aday olarak gösterdiklerini açıklamışlardır.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) 30 Haziran 2014 tarihinde düzenlediği basın toplantısı ile partinin cumhurbaşkanı adayının HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş olduğunu açıklamıştır. AK Parti ise 1 Temmuz 2014 tarihinde düzenlediği bir tören ile Adalet ve Kalkınma Partisi‘nin cumhurbaşkanı adayının AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğu açıklamıştır.
Seçim sonuçları
Cumhurbaşkanlığı için ilk oylama, 10 Ağustos 2014 Pazar günü gerçekleştirildi. Birinci tur oylamasında adaylardan birinin salt çoğunluğu sağlayan oyu alamaması durumda ikinci tur oyalama tarihi olarak 24 Ağustos 2014 günü tespit edilmişti; ancak ilke oylama sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçerli oyların yaklaşık yüzde 52’sini alarak cumhuriyet tarihinin halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olmuştur.

Adaylar ve aldıkları oy dağılımı şöyle:

Aday
Destekleyen partiler
1. Tur
Oy sayısı
%
21.000.143
51,79
15.587.720
38,44
3.958.048
9,76
Toplam geçerli oy
40.545.911

Toplam geçersiz oy
737.716

Toplam oy kullanan seçmen
41.283.627

Kayıtlı seçmen
55.692.841

Seçime katılma oranı

74,13


Seçim kampanyalarının değerlendirilmesi
 Cumhurbaşkanlığı seçimi için adayların kesinleşmesinin ardından propaganda sürecinin başlamasıyla, bu değerlendirmenin önceki bölümlerinde ifade edilen ‘yeni’ler ve ‘ilk’ler de yaşanmıştır. Bu ‘yeni’ler ve ‘ilk’lerin en belirgin tezahürleri de AK Parti Adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim stratejisinin omurgasını oluşturduğu ifade edilebilir. Erdoğan’ın söylemlerinin temelini ‘Yeni Türkiye’ sloganı oluşturmuştur. Bu ‘yeni Türkiye’nin altını doldurmak ise gerek televizyonlardaki tartışma programlarına katılan ve AK Parti’yi açıktan destekleyen konuşmacılar, gerekse iktidara yakını bir yayın çizgisi izleyen gazetelerdeki köşe yazarlarına düşmüştür. ‘Yeni Türkiye’nin alt başlıkları arasında kamuoyunda en çok tartışılan konulardan bir tanesi de ‘Başkanlık’ sistemi olmuştur. AK Parti propagandacıları, söylem bilimin bütün ustalıklarını kullanarak ‘ilk defa cumhurbaşkanını halkın seçmesi’ ile kalınmayacağını; “cumhurun kendisine ‘Başkan’ seçeceğini” sürekli olarak işlemişlerdir. Bu söylemin açıkça ifade edilmeyen/edilemeyen yan söylemlerinde ise Türkiye’nin artık bir yol ayrımında olduğu, Yeni Türkiye’nin başkanlık ya da yarıbaşkanlık sistemine geçmesi gerektiği, bu bağlamda federalizmin kabul edilebilir olduğu iması yatmaktadır.
Bir yandan bu tartışmalar devam ederken diğer taraftan da AK Parti’nin cumhurbaşkanı adayı Erdoğan, ‘eski cumhurbaşkanlarına benzemeyeceğini’, cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda ‘cumhurbaşkanının tüm yetkilerini kullanacağını; mesela, bakanlar kuruluna başkanlık edebileceğini’ belirtmiştir. Bu tür söylemlerin toplamı, artık ‘eski Türkiye’nin olmayacağının, ‘yeni Türkiye’nin geleceğinin açık göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Bir başka ‘yeni’ söylemi kullanan aday ise Halkların Demokratik Partisi (HDP) adayı Selahattin Demirtaş idi. Demirtaş da seçim kampanyasını ‘yeni’ler ve ‘yenilikler’ üzerine inşa etmiştir. Söylemlerinde artık ‘eski Türkiye’nin olmayacağını, ‘yeni Türkiye’nin geleceğini, ancak bunun AK Parti adayı Erdoğan’ın betimlediği Türkiye de olmayacağını ifade etmiştir. Gerçekten de seçim kampanyası bakımından en ‘yeni’ci olarak Demirtaş’ın kampanyası değerlendirilebilir.
  Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin ortak cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdikleri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kampanyasının ‘cılız’ kaldığı söylenebilir. İhsanoğlu’nun seçim kampanyasının odağını ise, son 10 yıldır Türkiye’nin iç siyasal değişimi paralelinde tezahür eden etnik ve mezhepsel ayrışmaları önleyici ya da yeninden inşa edici bir söylem olarak ‘birliğe, dirliğe’ atıfta bulunan sloganlar olduğu ifade edilebilir. İhsanoğlu’nun söylemlerinde ‘yeni’ye dair bir ifadenin yer almayışı, rakip adaylar tarafından ‘eski Türkiye’nin devamı’ ithamlarına maruz kalmıştır.
Bu seçim kampanyalarının söylemlerinin ve etkilerinin, yukarıda ifade edilen sonuçlarının yanında ve henüz görülmeyen/görülemeyen başka etkileri de olmuştur. Recep Tayyip Erdoğan isminin, ‘tek lider, güçlü lider, milli lider’ gibi ifade edilebilecek zihinsel kodları toplumun geniş kesimlerinin bilinçaltına yerleşmesi/yerleştirilmesi bu etkilerden biridir. Daha önce PKK’ya yakınlığı ile bilinen Selahattin Demirtaş ismi, Türkiye’de sol yelpazede siyaset yapan ve isteyenlere ‘solun yeni umudu’ olarak aşılanmıştır; diğer taraftan da geçmişi ‘PKK ile doğrudan ilintili olan bir kişinin’ toplumun diğer kesimlerinde meşruiyet kazanması sağlanmıştır.
 Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçları ile ilgili partiler düzleminde yapılacak değerlendirmeler ise AK Partinin ‘en örgütlü siyasal parti’ gerçeğini bir kez daha kanıtlamıştır.
 Cumhuriyet Halk Partisinin ‘seçim kazanma adına her türlü açılımı yapabilecek bir zihinsel atmosfere büründüğünün’ somut göstergesi olmuştur. Ancak bu ‘her türlü açılım’ın sonucunda da CHP tabanından ciddi bir kayma olasılığını da gözler önüne sermiştir.
 Milliyetçi Hareket Partisi açısından ise bir ‘Lider’ sorunu tartışması başlatılmak istense de bu kadük kalmıştır; 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in aday gösterilmesi ve seçilmesi sürecinde yaşanan parti içi muhalefetin Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığında aynı hararetle yaşanmadığı gözlenmiştir. Bu durum, iki aday arasındaki kişilerin ideolojik arka planlarından kaynaklandığı söylenebilir. Ancak MHP teşkilatlarının Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kampanyasında ‘aktif’ olarak bulunmamaları da bir yönüyle ‘adayın taban tarafından onaylanmadığı’, diğer yönüyle de ‘Genel Merkezin seçim çalışmasına ciddi olarak asılmadığı’ şeklinde değerlendirilebilir.
 Sonuç olarak bugün gelinen noktada AK Partinin Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan, oyların yüzde 52’sini alarak Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı olmuştur. Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik özellikleri ,Erdoğan’ın gücü ve karizması nereden kaynaklanıyor? Türkler onu neden seviyor?
  Recep Tayyip Erdoğan iradesini çok güçlü bir şekilde kullanan, yılmayan, her durum ve şartta strateji ve taktik geliştirebilen ve daima gündemi kendi belirleyerek , kendine ve halkına güvenen bir lider olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan, halkı arkasına alarak mücadele eden ve başarılı olan bir liderdir. Türkiye’de sokaktaki insanda ‘Erdoğan bizden biri’ duygusu olgusu mevcuttur. Türkiye’deki sosyolojik değişime destek vermiştir. En önemli özellikleri , partisine sahip olmasıdır. AK partide kimse Erdoğan’a karşı çıkamaz. Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’un fakir mahallesinde yetişmiştir. Kasımpaşa gibi çeşitli sınıfların, farklı unsurların, orta hallinin, fakirin, Yahudi’nin, Müslüman’ın, Karadenizlinin, İstanbullunun bir araya geldiği bir yerde yetişmiştir. Lider politikacıların içinde çok önemli bir yanı vardır. Hitabet dili için kendisini iyi yetiştirmiş ve Türkçesi çok düzgün. Bu da siyasette çok önemli bir etkendir.. Halkla müthiş bir diyalog kuruyor ve bu önemli bir siyasi karakterdir.

YORUM YAP

Please enter your comment!
Please enter your name here

SON HABERLER

Gürcistan, Avrupa’nın en güvenli ülkelerinden birisi

Gürcistan; farklı doğası, kültürü ve tarihi zenginliği ile bilinen muhteşem bir ülkedir. Gürcistan'ın adı Aziz George'dan geliyor Gürcistan'ın İngilizce ismi "Georgia"nın kökeni kesin olarak bilinmese de,...

Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya

Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan’ın görev süresinin 20 Nisan’da dolacak olması nedeniyle Anayasa Mahkemesinde Genel Kurul’da bugün başkanlık seçimi yapıldı. Genel Kurul’da...

Önce insan, sonra bakan

Ticaret Bakanlığı görevine başladıktan sonra yeni düzenleme ve başarılı çalışmaları ile kamuoyunun takdirini kazanan, “İhracatımızı yüksek teknolojili düzeylere çıkarma hedefindeyiz. İnovasyon, yatırım, üretim, katma...

Gümrük Muhafaza’dan 252 milyon lira değerinde kaçak eşya operasyonu

Ticaret Bakanlığı Gümrük Muhafaza ekiplerince Mersin ve Ankara'da gerçekleştirilen operasyonlarda, 252 milyon lira değerinde kaçak ticari eşya, makaron ve kıyılmış tütün ele geçirildi. Ticaret...

SON YORUMLAR

error: Content is protected !!