Günümüzde
enerji kaynakları dünya devletlerinin gücünü niteleyen önemli faktörlerden biri
olarak kabul edilir. Çünkü gittikçe yeryüzünde tükenen bu kaynaklara daha uzun
süre sahiplik etmek devletlerin diğerlerine etki gücünü de artırır ve onları
küresel anerlamda söz yapmaktadır. Bu açıdan enerji kaynakları ile zengin Hazar
Denizi havzası çevresinde uzun yıllardan beri mevcut olan görüş ayrılıkları
dünya devletlerinin ilgisini bu yöne yöneltmiştir.
Sorunun
tarihi köklerine inecek olursak, görürüz ki, bu ilk kez I Petro’nun “Fars
seferi” sırasında (1722-1723 yılları) ortaya çıkmıştır. Öyle ki, Hazar
arazilerin dağıtımı ile ilgili ilk uluslararası belge de Rusya ile İran
arasında bu seferden sonra St Petersburgda imzalanmıştır. Bundan sonra ise Reşt
(1729 yılı), Gülistan (1813 yıl) ve Türkmençay (1828) anlaşmaları sonucunda
Hazar Denizi tamamen Rusya’nın arazisine geçmesi Hazara Rusya’nın iç denizi
gibi bakılmasına neden olmuştur.
Fakat daha sonra durum biraz değişti. Öyle
ki, 26 Şubat 1921 yılında Rusya ile İran, 25 Mart 1940 yılında SSCB ile İran
arasında Hazarla bağlı imzalanan beşinci ve altıncı anlaşmalardan sonra Hazar
“Rusya denizi” olmaktan çıkarak “Sovyet-İran iç denizi”
durumu kazandı. Bu sözleşmelere uygun olarak Hazar Denizi’nde sadece Rusya ve
İran gemileri yüzebilir, serbest yüzme ve kıyıdan 10 deniz mili mesafesinde her
ülke serbest balıkçılıkla uğraşa bilirlerdi. 1940 anlaşmasına göre SSCB’nin
Hazar’daki payı % 86, İran’ınki ise
%
14 belirlenmişti.
1954, 1956 ve 1957 yıllarında iki ülke
arasında gerçekleştirilen sınır demorkasisi sırasında da yukarıda belirtilen
hükümler esas alınmıştı. İran’ın Hazar sınırlarının başlangıcı Azerbaycan’ın
Astara – Türkmenistan’ın Hasangulu yerleşim birimlerinden – denizin orta
hattına kadar, düz hat üzerinde tespit edilmişti. SSCB ise kendi iç kurallarına
göre (aynı orta hat ilkesi üzere) Hazar Denizi ona ait olan % 86 ‘lik arazisini milli çiftlik işleri yapmak vb. amaçlarla
1970 yılında dört Hazar kenarı cumhuriyetler arasında – Rusya (% 19),
Kazakistan (% 29), Azerbaycan (% 21) ve Türkmenistan
% (16 ) olmak üzere milli sektörlere bölmüş, her müttefik ülkenin deniz
arazilerini (sektörlerini) belirlemiştir.
Bilindiği gibi, Sovyetler Birliği’nin
dağılması sonucu yeni bağımsız devletlerin oluşması beraberinde Hazar’ın hukuki
statüsü sorununu da bir daha gündeme getirdi. Yaklaşık 2 yüzyıldan fazla bir
sürede Rusya ve İran arasında siyasi-ekonomik ilgi bölgesi sayılan Hazar Denizi
bu aşamadan sonra artık 5 devletin – Rusya, İran, Azerbaycan, Türkmenistan ve
Kazakistan’ın ilgi bölgesine dönüştü. Sorunun bugüne kadar devam etmesi ise
onun artık yeni dünya düzeni çerçevesinde bölgesel önemden çıkarak küresel önem
arz etmesi ile sonuçlandı.
Tabii
ki, burada bir takım noktalara dikkat etmek gerekir:
1- Hazar havzasının jeopolitik yeri ve konumu
devletlerin buraya olan ilgisini daha çok artırır;
2-Denizin doğal enerji kaynaklarına sahip
olması bu kaynakların daha fazla kullanılması için mücadeleye zemin oluşturur;
3-Devletlerin Hazar’ın onlara ait olan
bölümünde gerçekleştirdiği enerji politikası (özellikle Azerbaycan) ve diğer
faktörler Hazar devletlerin farklı teklif ve vâridâtın ortaya çıkmasına neden
oluyor.
Belirttiğimiz gibi, Azerbaycan
Cumhuriyeti’nin Hazar’ın ona ait olan bölümünde dış ülkelerle, özellikle batı
devletleri ile ortak enerji projelerine imza atması bir takım devletler
tarafından, özellikle İran ve Rusya tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Bu da
kendini meselenin çözümünde özellikle Azerbaycan’a karşı uzlaşmaz tutum
ettirilmesine neden olur. Kısa olarak her bir ülkenin konuyla ilgili konumuna
dikkat edelim:
Rusya Federasyonu
Bilindiği gibi, 1994 yılında “Yüzyılın
anlaşması” imzalanması ile Azerbaycan yeni petrol stratejisinin temelini
oluşturdu. İlginçtir ki, bu zamana kadar İran ve Rusya Hazar’ın statüsünün
yenilenmesi gerekliliği hakkında konuyu hiç ele almıyorlardı. Sadece yeni
bağımsız devlet tarafından yabancı petrol şirketlerinin Hazar havzasına çekmek
ve yeni petrol ve gaz yataklarının açılmasının onları rahatsız etmesi sonucu bu
meseleyi ortaya atmalarına neden oldu. Özellikle Rusya Federasyonu tarafından
“Hazar Denizi’nin hukuki statüsüne ilişkin Rusya Federasyonu konumu
hakkında” BM Genel Kuruluna yolladığı belgede deniyor ki, “… bazı
Hazar devletler tek taraflı işler yaparak uluslararası hukuk ilkeleri ve
normları ile çiğneyerek diğer Hazar devletlerin hukuk ve çıkarlarına aykırı
olarak tek taraflı avantajlar elde etmeye çalışıyorlar”. Tabii ki, bu
süreci sadece jeoekonomik faktörlerle anlatmak olmaz. Burada jeopolitik ve
askeri stratejik faktör de özel bir rol oynamaktadır.
Hazar’ın jeostratejik konumunun Rusya için ne
kadar önemli olduğunu düşünürsek, yirminci yüzyılın başlarına kadar burada
egemen olan Rusya için buraya yeni güçlerin katılımı oldukça tehlikeli kabul
edilmektedir. İşte bu yüzden Rusya yeni oluşmuş bağımsız devletlerin Batıya
entegrasyonu, hem de, Batı şirketlerinin Hazar Denizi havzasına dahil olmasını
azami derecede önlemeye çalışıyor.
Belirtelim ki, 1992-95 yılları arasında Rusya
tarafından sergilenen karşı durma 1995-97 yıllarında yumuşama politikası ile
sonuçlanmıştı. Önceki dönemde Rusya daha fazla güç uygulaması ile öne çıkarken,
artık 1995 yılından itibaren tavizli eğilimler başlamıştı. 1997 yılında
Rusya’nın ileri sürdüğü teklife göre: her bir havza ülkesi sadece 12 millik
sektörlere tam sahip oluyordu ve kalan 25 millik sektör “ekonomik
bölge” olarak görülüyordu. Fakat bu öneriye göre Azerbaycan hariç, tüm
Hazar havzası ülkelerinin milli sektörlerindeki kaynaklar onların kendi
topraklarında kalıyordu. Sadece Azerbaycan Güneşli, Çırak, Azeri ve b.
yataklarından mahrum ediliyordu ki, bunu da Rusya genel kullanımda koruyarak
gelecekte kendi eline geçirmek ve Azerbaycan’ı bu kaynakların mahrum etmek
istiyordu.
Fakat milli lider Haydar Aliyev’in aktif
diplomatik çabaları sonucunda bir süre sonra durum tamamen değişti. Öyle ki,14
Mayıs 2003 yılında Astana’da Azerbaycan, Rusya ve Kazakistan arasında
“Hazar’ın dibinin orta hat üzerinde milli sektrlara bölünmesi, su
yüzeyinin genel kullanımı” hakkında üçlü anlaşma imzalandı. Bununla da
taraflar Hazar’ın dibinin bölünmesine dair nihai anlaşmaya imza attılar.
Üçlü anlaşmaya göre, orta hat üzerinde
Hazar’ın dibinin %18,7 ‘sı Rusya, %19,5 Azerbaycan’ın, % 29,6’ sı Kazakistan’ın, %13,8
İran’ın, %18,4 Türkmenistan’ın kontrolünde kaldı.
Uzmanlara göre,bu üçlü anlaşma hazar çevresi
güçler oranını köklü şekilde değiştirdi ve henüz 1992 yılında kurulmuş
“jeopolitik kutuplaşma” sürecine Azerbaycan’ın lehine olumlu etki
göstererek, yeni jeopolitik durum yarattı.
Ayrıca “Yüzyılın anlaşması”
Azerbaycan’ın Batı’daki, Batı’nın ise Hazar havzasındaki konumlarını hayli
güçlendirdi ki, bu da Rusya’nın anlaşmayı tanımasına zemin yarattı. Buna ek
olarak, 1995 yılının Nisan ayında ABD Başkanı Bill Clinton’ın Azerbaycan devlet
başkanı Haydar Aliyev’e mektup göndererek, Hazar’ın sektörlere bölünmesi ile
ilgili bu ülkenin tutumunu desteklediğini beyan etmesi Azerbaycan’ın milli
sektörüne iddiasını tam resmileşmesine olanak sağladı. Fakat Azerbaycan,
Kazakistan ve Rusya’nın Hazar’ın hukuki statüsüne ilişkin üçlü anlaşma
imzalayarak denizin dibinin milli sektörlere bölünmesi ile ilgili anlaşmaya
gelseler de, nihai görüş halen elde edilememiştir. Burada da tabii ki, diğer
uzlaşmaz mevki sahibi İran’dır.
İran İslam Cumhuriyeti.
Genellikle İran İslam Cumhuriyeti’nin Hazar
denizine yaklaşımı farklıdır. 1955 yılında İran tarafının kabul ettiği
“Kıta şelfin doğal kaynaklarının araştırılması ve kullanılması
hakkında” kanunda belirtiliyor ki,
“Hazar Denizi’ne karşı uluslararası yasalar yürürlüktedir ve onun
doğal kaynakları, İran sınırları ve İran adaları olan yerler İran egemenliğinde
olmuş ve olacaktır “. Bu da demektir ki, İran tarafı Hazar’ı aslında
kapalı deniz modunda görüyor.
İran
İslam Cumhuriyeti Hazar’ın hukuki statüsü ile ilgili iki temel öneri ortaya
koymuştur:
1-Denizin altının % 20 olmak üzere beş kıyı
ülkesi arasında “eşit bölünmesi”, yüzeyinin ise genel kullanımda
tutulması;
2- Hazar’dan her bir kıyı devlete kendi
topraklarından denizin ortasına doğru 20 millik – “kıyı arazi suları
bölgesi” ve 20 millik “ekonomik bölgesi” ayrılması. 40 millik
bölgesinden dışında kalan Hazar’ın orta kısmının tüm kıyı ülkelerin “ortak
kullanımında” kalması ve “uzlaşma” yoluyla yönetilmesi.
Uzmanların görüşüne göre, Hazar Denizi’nin
statüsüne yaklaşımda İran’ın her iki pozisyonu iki temel amile dayanıyor.
1- Batı ülkelerinin denizde ne
askeri-jeostratejik, ne de ki, jeoekonomik katılımına imkan vermemek;
2- Yeni oluşmuş ortamı kullanarak, Hazar
Denizi’nde kendi jeopolitik konumlarını güçlendirmek, bölgenin Müslüman
ülkelerinde hakimiyeti kazanmak ve mümkün olduğunca Rusya’yı bu mekandan
sıkıştırmaktan ibarettir.
Profesör
Ali Hasanov bu konuya ilişkin belirtmiştir ki, İran’ı kendi ekonomik
çıkarlarından daha çok, jeopolitik çıkarları düşündürüyor. Çünkü resmi Tahran’ı
bu konuda ilgilendiren temel nokta Hazar’ın “deniz”, veya
“göl” olarak kabul edilmesi değil, İran’ın jeostratejik güvenliğinin
sağlanması ve bölgede aktivleşmiş Batı ülkelerinden kaynaklanan
“potansiyel tehlikelerin” önlenmesidir.
Ekonomik çıkarlar ise Tahran için en az ona
göre ikinci planda ki, onun Fars körfezinde, diğer kuru topraklarında Hazardakinden
kat kat üstün ve zengin enerji kaynakları, hazır üretim altyapıları mevcuttur.
İran da ayrıca Rusya gibi Azerbaycan’ın
bölgede gerçekleştirdiği enerji projelerine ve yabancı şirketlerin buraya dahil
edilmesine, özellikle de, Azerbaycan’ın bu alanda ABD ile ilişkilerinin
gelişmesine hassasiyetle yaklaşmaktadır.
Türkmenistan Cumhuriyeti
Hazar etrafı devletlerden biri de dünyada gaz
rezervleri ile zengin devlet gibi tanınan Türkmenistan Cumhuriyetidir ki, bu
konuda onun konumu biraz farklıdır. Yabancı şirketlerle ortak çalışma yapmak ve
kendi ürünlerini serbest şekilde dünya pazarlarına çıkarmak açısından
Azerbaycan’la aynı konumda olmasına rağmen, milli sektörlerin sınırları,
yabancı sermaye çekme açısından Azerbaycan rekabette olan Türkmenistan’ın resmi
tutumu İran ve Rusya konumuna yakın olarak kabul edilir.
Türkmenistan’ın Hazar’ın statüsü ile ilgili
konumunda gerginlik yaratan temel konulardan biri Hazar’daki bazı petrol ve
doğal gaz kuyuları ile bağlı Azerbaycan’a karşı bir takım iddialarda
bulunmasıdır. 1997.ci yılın yazında İslam Konferansı Örgütü’nün Aşkabatta
geçirilen toplantısında Türkmenistan yönetimi Azerbaycan tarafına
“Azeri” ve “Çırak” yataklarının Azerbaycan’ın değil,
Türkmenistan’ın sektöründe olduğunu kanıtlamaya çalışmış ve biraz ödenek
karşılığında bu kuyulara ait davadan vazgeçmeye hazır olduğunu
belirtmişti.
Ana
dava ise, Türkmenlerin “Serdar” dediğimiz “Kepez” yatağı
ile bağlıydı. Tahmini hesaplamalara göre, bu yatakta 80 milyon tondan fazla
petrol rezervi vardır.
2007-2009-cu yıllarda Azerbaycan
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Türkmenistan Cumhurbaşkanı Gurbanguli
Berdimuhammedov arasında yapılan görüşmeler ve ilişkilere belirli
konstruktivlik getirmiştir. Şu anda taraflar arasında “Kepez” in
ortak kullanımı ve orta hattın belirlenmesi ile ilgili uzlaşmak için seçenekler
tartışılıyor. Tahminlere göre bu fikir etrafında gelecekte iki ülke arasında
anlaşmaya varılacağı gerçek görünmektedir.
Görüldüğü gibi, Türkmenistan’la Azerbaycan
arasında oluşan sorunun giderilmesi için her iki ülkenin yönetimi bir takım
adımlar atmıştır ve bugün artık Türkmenistan Hazar’ın sektörlere bölünmesini
öneren Azerbaycan’ın fikirleri ile hemfikirdir. O, Hazar’ın dibinin milli
sektörlere bölünmesini artık kabul etmektedir.
Bu arada, Türkmenistan’ın Dışişleri Bakanı
Raşit Meredov bu sene 2 Nisan da Bakü’deyken Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile
Hazar’ın statüsü konusunu toplantılar yapmıştır. R.Meredov Bakü görüşmelerinin
sonuçlarından memnun kaldığını belirtmiştir. Bu ise bir sonraki toplantıya sorunun
çözümü ile ilgili daha yapıcı kararların çıkması yönünde umutlar vermektetir.
Azerbaycan Cumhuriyeti
Azerbaycan Cumhuriyeti Hazar’ın hukuki
statüsü hakkında sözleşmenin hazırlanmasında iyi komşuluk, karşılıklı egemen
haklara saygı, toprak bütünlüğünün tanınması prensiplerini esas alarak en
yapıcı teklif ileri süren taraf olarak kabul edilir. Elde edilen bilgilere
göre, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kavramsal konumuna göre Hazar Denizi kıyı
devletlerin egemen hakları ve yargı eşitliliği ile eşit sektörlere
bölünmelidir. Hazar Denizi kıyı devletler arasında sektörlere bölünmesi orta
hat ilkesi dikkate alınarak, bu denizde teşekkül etmiş tecrübe, uluslararası
hukukun bilinen ilkeleri ve kıyı devletlerin Hazar Denizi’nde egemenlik
haklarının uygulanması temelinde yapılmalıdır.
Azerbaycan
Cumhuriyeti konumuna göre;
a- Hazar açık deniz değildir, çünkü dünya okyanusu
ile doğrudan ilişkisi yoktur;
b- Hazar kapalı deniz de değildir, çünkü
dünya okyanusuna doğal çıkış yolu var;
c- Hazar iç deniz değildir. İç su havzası ve
iç göl değildir, çünkü bir devletin içerisinde sığmıyor;
d- Hazar 5 devlet arasında bulunan sınır
gölüdür.
Bütün bunları temel alan Azerbaycan
Cumhuriyeti meseleye kavramsal
tutumu
şudur ki, Hazar Denizi uluslararası sınır gölü gibi uygun sektörlere
bölünmelidir ve bu sektörlere kıyı devletlerin tam egemenliği ile
kullanılmalıdır.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin teklifine göre,
Hazar Denizi sektörleri orta hattın uygun sektörlerin dış sınırını çekmek
sonucunda oluşturulur ve Hazar devletlerin devlet sınırı olarak kabul edilir.
Hazar Devletlerden birinin diğer kıyı devletin sektöründe herhangi faaliyeti
sadece sonuncunun rızası ile gerçekleştirilebilir.
Azerbaycan Cumhuriyeti böyle bir seçenek
sunuyor ki, sınır gölü gibi Hazar’ın kıyı devletleri arasında sektörlere
bölünmelidir, bu sektörler Hazar devletlerin egemen topraklarının bir parçası
olmalıdır.
Görüldüğü gibi, bağımsızlığını yeniden yapmış
Azerbaycan Cumhuriyeti onu kendisinden sürekli bağlı durumda tutmaya çalışan
Rusya Federasyonu’nun tüm baskılarına, uzlaşmaz önerilerine rağmen kendi
konumunu uluslararası hukuka dayanarak beyan etmiş ve bu tutumu daima
korumuştur.
Aynı zamanda Hazar’ın ona ait olan bölümünde
gerçekleştirdiği enerji projelerinde uluslararası hukukun ilgili ilkelerini
dikkate alan Azerbaycan Cumhuriyeti de bölge devletlerinin de ortak ulusal
çıkarlarını esas tutmuştur ve günümüzde de bu prensip ve çıkarların korunmasına
dikkat etmektedir.
Kazakistan Cumhuriyeti
Bu arada, Hazar devletleri içerisinde Azerbaycan
Cumhuriyeti’ne en yakın pozisyon sergileyen devlet Kazakistan Cumhuriyeti’dir.
Öyle ki, Kazakistan Cumhuriyeti de Azerbaycan Cumhuriyeti gibi, Hazar’ın her
bir ülkeye ait olduğu bölüm onun egemen arazisi olarak kabul edilmelidir. Bu
bölümün boyutları ise devletlerin kıyı çizgisine uygun olarak bölünmelidir.
Kazakistan Cumhuriyeti konumuna göre, her bir
kıyı devlet denizin dibinden ve doğal kaynaklarını kendi payına düşen bölümde
özel yetki çerçevesinde yararlanma hakkı elde etmelidir. BM’nin 1982 yılında
kabul ettiği “Deniz Hakları” Sözleşme “eşit mesafe metodu”
nu esas tutan Kazakistan Hazar’ın özelliklerini dikkate alarak bu sorunun
çözülmesi teklifi ile görür.
Hazar devletlerinin Aşkabat Zirvesi’nde (24
Nisan 2002) Nursultan Nazarbayev kendi ülkesinin tutumunu bir kez daha
açıklayarak bildirmiştir: “Biz kabul edilmiş balıkçılık bölgelerini
belirlemeyi, fakat denizin dibinin milli sektörlere bölmeyi, kalan kısmı ise
genel kullanımda tutmayı öneriyoruz. Bizim tutumumuz kıyı devletlerin doğal
kaynaklara olan haklarına net sınır koymaya sağlayan, bu da bölgemizde yatırım
koşullarına verimli etkileyecektir “.
Belirtelim ki, 2001 yazında İran askeri deniz
kuvvetlerinin denizde bölge sularımıza dahil olması, bunun ardından İran’ın
askeri hava kuvvetlerine ait askeri uçaklarının hava sınırlarını bozarak
yaklaşık Salyana kadar ilerlemesi Kazakistan tarafından olumsuz hal gibi
karşılanmıştı.
Bu açıdan Kazakistan Dışişleri Bakanlığı
yaptığı açıklamada belirtiyordu ki:
“Kazakistan
böyle düşünüyor ki, BM üyesi gibi kıyı devletler Hazar’da faaliyet gösterirken
öncelikle BM yönetmeliğinin temel prensiplerini- zor kullanmamak veya zor
tatbik etmemekle, tehtit etmemekle prensibini rehber tutmaktadır”.
Fakat bir konuda Kazakistan’ın tutumu
Azerbaycan’ın tutumundan farklıdır ki, o da enerji projelerine Rusya’yı
yakından çeker ve tüm etkinliğini bir anlamda bu devletle hayata geçirir.
Görüldüğü
gibi, şimdiye kadar devam eden tüm görüşmelerde devletlerin farklı tutum
sergilemeyi meselenin çözümünün uzamasına neden oldu. Artık Hazar’da
gerçekleştirilen çeşitli projeler sonucunda sorun sadece bölge devletlerinin
sorunu olmaktan çıkarak küresel bir meseleye dönüşmüştür. Çünkü enerji
projelerinde temsil edilen Avrupa devletleri ve ABD de ayrıca meselenin çözümü
ile ilgilenmektedir.
Bilindiği gibi 22 Nisan 2014 yılında Moskova’da Hazar’a kıyısı olan
ülkelerin dışişleri bakanlarının toplantısı yapıldı ve konferansta Azerbaycan,
Rusya, İran, Kazakistan ve Türkmenistan temsilcileri tarafından Hazar’a kıyısı
olan ülkelerin devlet başkanlarının Astrahan yapılacak IV zirve toplantısına
hazırlık konuları tartışıldı.
Toplantıda konuşan Bakan Elmar Memmedyarov bu
konuda bildirmiştir ki: “Biz Azerbaycan Cumhuriyeti, Kazakistan
Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu arasında Hazar Denizi’nin dibinin bölünmesi
hakkında imzalanan anlaşmaları takdir ediyor yüksek değerlendiriyoruz. Bu
anlaşmalar Hazar Denizi’nin hukuki statüsünün ayrılmaz bir parçası ve genel
anlaşmaların elde edilmesi için esastır.
Azerbaycan işbirliğinin tüm alanlarına dahil
Hazar’ın hukuki statüsüne ilişkin tüm konuların Hazar devletlerin egemen
haklarına saygı, karşılıklı ortaklık ruhunda, barışçıl yolla ve görüşmeler
yoluyla çözümünden yana “.
Görüldüğü gibi, tam anlaşma elde edilemese
de, son dönemlerde Azerbaycan, Rusya ve Kazakistan devletlerinin tutumuna
yaklaşılmıştır. Ayrıca İran ve Türkmenistan’ın da öncesine göre ılımlı bir
tutum sergilemesi sorunun çözümünde belli bir ilerleme olduğunu ispatlıyor.
Azerbaycan Cumhuriyeti de Hazar bölgesi çevresinde dostluk ve işbirliğinin
sağlanmasında elinden geleni yapmaya devam ediyor.