Henüz öğrenciyim o yıllarda, sağlık ocağında mesleğe atılmış abi ablalarımızın yanında stajda. Seksen beş yaşlarında tonton bir nine yanında torunuyla gelmiş, tansiyonu ölçülecek. “Hoş geldin teyze” dedim, “Geçmiş olsun”. Ses yok. Herhalde duymadı diyerek sesimi biraz daha yükselttim. Yine ses yok. Torunu “Anneannem sağır dilsizdir” dedi. “Biz anlaşırız her türlü” deyip nineye gülümsedim, kat kat giyinmiş olduğu kıyafetlerini sıyırdım, elini tuttum falan derken biz ninemle gözlerimizle konuşuyoruz.
Her hareketime pırıl pırıl bakıyor. Öyle böyle derken işlemi tamamladım ki kaptı anneanne elimi ve öptü. Öyle hazırlıksız yakalandım ki. “Dur ninem ne yapıyorsun” diyorum artık kullanabileceğim tüm mimiklerimle. Torunu girdi araya “Teşekkür ediyor, güler yüzlü candan çalışmanız hoşuna gitti herhalde anneannemin” dedi. Ben karışık duygular içinde; bir yandan eli öpülecek yaşta birinin elimi öpmesinin verdiği utanç, bir yandan minnettarlığın sağır dilsiz biri tarafından eşsiz sunumunun verdiği mutluluk… Gözlerim doldu. Sarıldım anneanneye, ben de öptüm onun elini, sırtımı sıvazladı ve sonra unutulmayacak bakışları eşliğinde torunuyla odadan çıktı…
Onca geçen seneden sonra kaç hatıra kalır ki geriye her anıldıklarında aynı duyguları hissettiren insana, gözlerini dolduran. Gerek var mı ki kelimelere sözlere, sevginin dili yokken