Perşembe, Kasım 21, 2024
tr
Ana Sayfa DÜNYA Ortadoğu denkleminde Türkiye–Lübnan ilişkileri

Ortadoğu denkleminde Türkiye–Lübnan ilişkileri

  Uzun bir arayıştan sonra, Hariri başkanlığında kurulabilen Lübnan Hükümeti, Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine öncelik verdi ve Türkiye’nin de aynı yöndeki politikası doğrultusunda yapılan bazı anlaşmaların yanında vize uygulaması karşılıklı olarak kaldırıldı.

  Suriye ile olduğu gibi coğrafi ve sosyolojik etmenler açısından yakın ancak ticari, ekonomik ve dolayısıyla genel ilişkiler açısından uzak olan Lübnan ve Türkiye yavaş yavaş yakınlaşmaya başlıyorlar. Bu yakınlaşma genel anlamda olumlu karşılanıyor, zira yakın komşuların aralarındaki geçimsizliklerin diğer güç odaklarının işine yaramış olduğunu tarih gösteriyor. Örneğin geçmişte Lübnan’ın Beka vadisinde Türkiye’de faaliyet gösteren terör örgütleri barınabilmiş ve destek görmüştür. Ayrıca ne yazık ki Ermeni soykırımını tanıyan devletlerden biri de Lübnan’dır.
  Türk kamuoyunda Suriye’den Hicaz’a kadar olan bölgede yaşayan Arap milletleri hakkındaki Birinci Dünya Savaşı’nın acı hatıraları küllenmiş olmasına rağmen hafızaların bir köşesinde halen duruyorlar. Türkülerde anılan Yemen’den, Kanal’dan, Gazze’den, Kûtülamare’den, kızgın Arap çöllerinden dönmeyen binlerce Anadolu evladının ardından, yeni kurulan Türk devleti günümüze kadar, Ortadoğu halklarını kendi başlarına bıraktı, yeri geldikçe sadece siyasi enstrümanlarını kullandı.
  Geçen yüzyılın başında bağımsızlık ateşiyle harekete geçip Osmanlıya başkaldıran Ortadoğu milletleri, müttefiklerinin himayesinde bağımsız devletler kurmayı başardıysalar da gerek emperyal güçler, gerekse totaliter yönetimleri sebebiyle özgür olamadılar. İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunda bir oldubittiye dönen İsrail meselesiyle de başa çıkamadılar ve yüz binlerce Filistinli mülteci konumuna düştü.
  Kısacası Ortadoğu devletleri, büyük oranda aynı soydan ve dinden gelmelerine rağmen, benzerliklerini değil farklılıklarını öne çıkarmaları nedeniyle güçlü bir siyasi yapı, ortak bir politika oluşturmayı ve olaylara yön verebilecek bir güç olmayı günümüze kadar başaramadılar.
  Geçtiğimiz yüzyılda Ortadoğu’da yaşanan acıların, Türklerin bu bölgeden çekilmesinin yarattığı otorite boşluğunun doldurulamamasından kaynaklandığı halen tartışıla gelmektedir. Ne var ki bir devir kapanmış ve yeni Türk devleti Ortadoğu mirasını devralmamıştır. Kendi kaderini belirlemek isteyen milletler muradına belirli ölçüde erebilmişlerdir. Günümüzde Suriye ve Lübnan’la başlayıp Afrika ülkelerine kadar uzanmaya başlayan olumlu ilişkiler komşuluk, ticari ve ekonomik ilişkiler açısından tartışılmaz faydalar sağlayacaktır.
  Örneğin yanı başımızdaki bu ülkelerde Fransızca dili konuşulurken Türkçe Türk azınlıklar dışında pek bilinmemektedir. Bunun aksine aynı dönemlerde Osmanlı hükümranlığında bulunmuş Balkanlar’da, Kosova’da halen Türk olmadığı halde Türkçe konuşan gruplara rastlanabilmektedir. Yine de Türkiye’nin batılı ve doğulu diğer devletlere karşı Ortadoğu devletleriyle ilişki kurması ve anlaşması sahip olduğu değerler açısından daha kolaydır. 
  Komşularımızla iyi ilişkiler içerisinde olmak, birbirimize her konuda destek olmak, gerektiğinde insani yardımlarda bulunmak, ticaret yapmak onlar ve kendi adımıza yapılacak en yararlı işlerdendir. Ancak bundan daha fazla bir beklenti içinde olmak: içinde bulunulan şartlar, sahip olunan imkânlar ve tarihsel birikimimiz açısından dikkatle süzgeçten geçirilmelidir. Bu bağlamda bakıldığında, sınır komşumuz olmasa da oldukça yakın bir ülke olan Lübnan ile Türkiye’nin iyi ilişkiler geliştirmekten faydalanacağı açıktır.     
  Ortadoğu’nun etnik ve dini olarak en parçalı devleti sayılan Lübnan, diğer Ortadoğu devletleri gibi petrol gelirine sahip değildir. Ekonomisi büyük oranda tarım ve turizme dayanmaktadır. Döviz girdisinde Türkiye’deki tabiri ile yurt dışında çalışan gurbetçilerinin büyük payı bulunmaktadır. Türkiye dışında bölgedeki ikinci laik devlet olmasının çevre ülkelerden gelen turistlerin rahat hareket etmelerini sağladığı ve Beyrut’taki eğlence sektörünün oldukça gelişmiş olmasının turizm açısından cazibeyi artırdığı söylenebilir. Ancak gelişmiş sanayiden ve teknolojiden yoksun ekonomi dolayısıyla kısıtlı bir bütçe, başta güvenlik olmak çeşitli alanlardaki devlet hizmetlerinde yetersizliklere yol açmaktadır. 
  Bunun yanında etnik ve dini olarak paylaşılmış devlet yönetimi sebebiyle, mevcut kaynakların ülkenin genel menfaatleri yönünde kullanıldığını söylemek oldukça güçtür.
  Kısıtlı kaynaklarını güvenlik üretmek yönünde etkili olarak kullanamayan, bunun yanında gelişmiş ülkelerden en ciddi tehdidi İsrail’e karşı askeri destek göremeyen Lübnan’ın askeri durumu oldukça zayıftır. Bunun yanında 1982’de İsrail işgali karşısında varlık gösteremeyen ve İsrail askeri gücüne karşı denge oluşturamayan Lübnan ordusunun işlevini gönüllü olarak yerine getirmek üzere kurulan Hizbullah’ın aradan geçen otuz yıl sonunda başarılı olduğu söylenebilir.
  Konvansiyonel bir muharebede üstün teknolojiye sahip İsrail kuvvetleri karşısında imhası muhtemel olan Lübnan ordusuna karşılık Hizbullah: intihar eylemleri, roket saldırıları ve gerilla taktiklerini kullanarak boy göstermiştir ve bu şartlar altında Lübnan ordusuna göre daha caydırıcı görünmektedir. Lübnan devletinin ülkede yaşanan iç savaş sonrasında tüm silahlı grupları silahsızlandırırken Hizbullah’ı bunu dışında tutması da muhtemelen benzer bir değerlendirmeye dayanmaktadır.
  Kesin sonuçlu olmayan İsrail işgal harekâtları ve geri çekilmeleri sonunda gelinen noktada, Lübnan sınırı iki yer dışında eski halindedir. Uluslararası baskılar dışında, organize silahlı bir direnişin İsrail işgallerinin sonlanmasında etkisi yadsınamaz. Diğer yandan, Suriye’nin de Hizbullah’ı desteklemesinin ardında İsrail’e karşı yetersiz gördüğü askeri gücünü tamamlayacak ve denge oluşturabilecek bir güç arayışı olabileceği göz ardı edilmemelidir.     
   Lübnan’ın ayrı bir devlet olarak kurulmasındaki tarihi rolünün etkisini sürdürmeye çalışan Fransa’nın yanında, İtalya ve İspanya gibi AB ülkelerinin doğu Akdeniz’in Ortadoğu’ya açılan kapısı konumundaki bu bölgede nüfuslarını artırma gayretleri içinde oldukları gözlenmektedir. AB, Iraktan sonra Ortadoğu’dan vazgeçmiş görünmemektedir. Bunun yanında İsrail’in arkasındaki destekleri aşikâr olan ABD ve İngiltere’nin bölge halkına açıktan faaliyetlerde bulunmamaları dikkat çekicidir.
  ABD’nin yumuşak gücü günümüz itibariyle bölgede etkili değil, aksine itici bulunmaktadır. Ancak Obama sonrası dönem dikkatle izlenmektedir. İsrail, koşulsuz en büyük destekçisini kaybetmiş görünmektedir. Bu durumun sürmesi ve İsrail’in yalnız kalması, saldırgan tutumundan döndürüp komşularıyla barış görüşmelerine zorlayabilir. İsrail’in bundan böyle sınırlarını genişletmesi değil belki de barış uğruna küçülmesi beklenebilir. Örneğin Suriye’yi memnun edecek kadar Golan’dan çekilebilir, Şabaa Çiftliklerini ve Gajar’ı Lübnan’a bırakabilir.
  Bu gibi gelişmelerin olması Ortadoğu devletleri arasında İsrail’in ortak düşman olmaktan çıktığını ve muhtemelen başka bir hasmın belirlenmiş olduğunun işaretleri sayılabileceğinden bölgenin tarihi açısından oldukça anlamlı olacaktır.      

YORUM YAP

Please enter your comment!
Please enter your name here

SON HABERLER

Ticaret Bakanlığı’nın; döner, iskender, hamburger’de gramaj bilgisi denetimleri

Ticaret Bakanlığı; döner, iskender, hamburger’de gramaj bilgisi denetimlerine başladı.Ticaret Bakanlığı’nın konuya ilişkin yazılı açıklaması şöyledir; “Perakende olarak satışa sunulan mal ve hizmetlere ait fiyat etiketleri,...

Gürcistan-Acara “Gandagana” Festivali

Gürcistan-Acara Özerk Cumhuriyeti Başkenti Batum’da Avrupa Meyanında 22-23 Kasım tarihleri arasında “Gandagana" Festivali düzenlenecektir. İki gün boyunca Acara köylerinin varlığı ve yaşamı misafirlerin önünde...

Erdoğan Hristodulidis görüşmesi

Evvelki hafta Macaristan'ın Budapeşte şehrinde düzenlenen Avrupa Politik Topluluğu Zirvesinde,Güney Kıbrıs’ın lideri Nikos Hristodulidis’in, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğü iddiaları Kıbrıs Rum...

SON YORUMLAR

error: Content is protected !!