Chavez sonrası Venezüella’nın ve Güney Amerika’nın geleceğinin ne olacağı okyanus ötesinden buralarda pek çoğumuzun ilgisini çekmiyor. Bazılarımız Chavez’in genç bir yaşta yaşamını yitirdiğini ve belkide bir operasyona kurban gittiğini düşünüyor. Bu konuda yeterli bilgimiz yok ama Güney Amerika’nın geleceğini tahmin etmemizin bir mahsuru da yok. Venezüella’nın anti emperyal mücadelesinin zirve noktasını Chavez’le yapmış olduğunu, devrim ve değişim rüzgârının denge durumunu korumaya çalışarak bir müddet daha süreceği bekleyebiliriz. Ayrıca Güney Amerika ülkelerinin politikalarını da belirli ölçüde etkilemeye devam edebilir. Ancak uzun vadede önceki hatalarını tekrarlamayarak dengeli ve kontrollü bir biçimde liberal ekonomiye ve serbest pazara açılması şaşırtıcı olmamalıdır. Asgari yaşam koşullarını elde eden halk kitleleri daha fazla refah ve zamanla devrim rüzgârını kaybeden merkezi denetimin hantallığından kurtulmak için liberal ekonomiye ve dış ticarete istekli olabilir. Bu değişimin kısa vadede gerçekleşmesi beklenmemelidir ancak uzun vadede yaşanabilecek bu değişimin bizleri ilgilendiren tarafı, bölgelerinde benzer misyonu yüklenmiş ülkeler olan İran ve Kuzey Kore gibi ülkelere olacak etkileridir. Şimdilik bu kehanet hakkında daha fazla ileri gitmeyelim zamanı gelince tekrar bu konuyu incelemek üzere burada noktayı koyalım.
Bölgemizde gündemde sıcaklığını koruyan en ciddi olaylar zinciri Suriye’de yaşanmaya devam ediyor ve bir müddet daha devam edeceğe benziyor. Gelinen noktada isyancı tarafın isyan sürecini devam ettirme gücünün zayıfladığı ve ileriki süreçte radikal değişimlerin yaşanacağının işaretleri gözlenmeye başladı. Batılı devletlerin gizli saklı ve genellikle mali destekle sürdükleri yardımlar artık aleni olarak ortaya çıkmaya başladı ve bundan sonra askeri yardımların yapılacağının mesajları verildi. Bu durumun birkaç farklı açıklaması olabilir. Bunlardan birincisi Suriye devletinin mücadele gücü küçümsenmiş ve yapılan hesaplar tutmamış olabilir, isyancıların gücü abartılmış olabilir, belki de Suriye’de taraflarının kesin biçimde birbirine üstün gelemediği bir savaş durumunun bir müddet sürmesi isteniyor olabilir. Son seçenek doğruysa, Suriye’de Irak’taki gibi bir oluşumu ortaya çıkarabilir, yani bir kuzey bölgeyi, Kuzey Irak’tan sonra Kuzey Suriye’yi yavaş yavaş canlandırabilir. Kuzey Irak’ı Doğu Akdeniz’le buluşturabilir. Arap Baharı ilginç bir finalle son bulabilir.
Irak’ta neden bir işgal yaşandığı, ülkeyi oluşturan toplulukların birbirinin boğazına neden sarıldığı, neden bazılarının güçlenip zenginleştiği anlaşılabilmiş değil. Irak’ın geleceğini de kestirmek pek kolay görünmüyor. Acaba Suriye Irak benzeri bir kaosa mı sürükleniyor yoksa bu badireden yaralarını sararak çıkabilecek mi? Suriye devleti dış müdahale olmazsa durumu idare edebileceğini gösterdi ve bu durum isyancıların mücadele gücünü maddi ve manevi olarak zayıflattı. Bu şartlarda isyan hareketinin devam etmesi oldukça zor. Ancak, iki yıla yakın zamandır devam eden çatışma biçiminin Batının beklenmedik biçimdeki askeri destekleri ile dengenin isyancılar lehine değiştiğini kısa bir süre içinde görmemiz mümkün. Ardından Akdeniz’e yerleşen Rus savaş gemileri ve askeri varlığı sürpriz olmaz. Kısacası bir müddet daha Suriye halkını kolay günler beklemiyor.
Türkiye’nin Suriye iç savaşının başlangıcından beri taraf olması onun Ortadoğu’ya yönelik tarihi misyonuyla çelişiyor. Genellikle Arap ülkelerine karşı hami, arabulucu, korumacı bir politika çizgisinde gözlenen Ortadoğu’ya yönelik politikaları şimdi tezat biçimde iç savaşın bir tarafının yanında olmasıyla değişime uğramış görünüyor. Türkiye dış politikasının değiştiği bir müddettir dile getiriyor ancak bu değişimin yakın coğrafyasında kendisi için olumlu olup olmadığını söylemek zor görünüyor. Acaba Türkiye, Suriye’ye yönelik bu tercihinin bölgede sahip olduğunu düşündüğü yumuşak gücünü ne yönde etkileyeceği de acaba hesap ediyor mu?