Almanya’da yaşayan Türkler, 1960 yılı ve sonrasında iş bulmak amacıyla Almanya’da gurbetçi, Türkiye’de Almancı adı ile anılmaya başlamışlardır. 3. nesili bulan sayıları katlanarak artış göstermektedir. Buradaki Türkler Heterojen bir gurup halinde yaşamlarını sürdürmektedir. Gözlemlerim doğrultusunda burada sadece Türkiye’den gelen Türkler değil, Kıbrıs, Suriye ve Balkan Ülkelerinden gelen, bu ülkelerin vatandaşlığında olan Türk kökenli insanlarında yaşadığıdır. Buradaki Türkler adeta kimlik sorunu halinde kaybolup gitmişler, disipline edilmiş yaşamın kuralları içinde kaybolmuşlar. Almanya da her şey resmiyete dayalı olarak, yazışmalarla yapılmaktadır. Örneğin, siz bir anne ya da baba olarak, çocuğunuzun öğretmeni ile randevusuz (Termin almadan) kesinlikle görüşemezsiniz. Öğretmenin çocuğunuz ile size göndereceği, yazılı görüşme mektubu (Termin mektubu) olmadan, öyle elinizi kolunuzu sallaya sallaya okula gidip öğretmenle görüşme şansınız yok ne yazık ki
Bu sadece küçük bir örnek. Burada tüm yasal işlemler çok ağır işlediği gibi, her şey polisle başlayıp, polisle bitmektedir. Polis demek kanun demektir. Polisin ağzından çıkan en küçük söz sizin yaşamınızı kararta da bilir, sizin yaşamınızda iyi bir dönüm noktası da olabilir. Öyle Türkiye de ki polislerimiz gibi yetkisiz değiller. Almanya da tüm yasal haklarınızı Polis belirliyor.
1974 senesinde Almanya’nın petrol krizinden sonra getirilen göçmen yasağından sonra, Türk vatandaşları evlenme, aile birleşimi, kaçak veya irticai sebeplerle bir yollarını bulup geldikleri Almanya da, zamanında çok sıkıntılar çektiklerini konuşmalarının başlarında duymanız çok mümkündür. Alman devleti bunu takip eden senelerde, yeniden düzenlenen irtica, göçmen ve vatandaşlık yasaları ile bu akımı engellemek için yasal baraj koymaya çalışmış olsa da, Türkler her zaman bir yolunu bularak bir kurtuluş olarak geldikleri Almanya’ya yerleşmeyi başarmışlardır. İrtica etmek isteyenlerin baş listesini bugüne kadar Türk vatandaşları çekmektedir. İrtica ederek gelen Türkler çoğunlukta Menheim eyaletinde yaşamaktadırlar.
Almanya da yaşayan göçmenler ne kendilerini tam bir Alman gibi görebiliyorlar, ne de onların yaşam tarzı ile rahat hissediyorlar. Burada adım başı bir Türk görmeniz, yada alış veriş yaptığınız büyük bir mağazada bir Türk’e rastlamanız mümkün. Sizinle küçük bir anımı paylaşmak istiyorum; Aschaffenburg Bavyera Eyaletinde alış veriş yapmak üzere girdiğim bir mağazanın kasasındaki genç bir kızcağız dikkatimi çekti. Önümdeki uzun kuyruğun bitip, sıranın bana gelmesini bekliyordum. Ancak bu zaman zarfında kızı iyice gözlemleme fırsatım oldu. Bu kızcağız hakkındaki ilk kanaatim, bu bir Türk dedim kendi kendime. O kadar düzgün Almanca konuşmasına rağmen onun Türk olduğunu anlamıştım.
Kulağındaki ard arda dizili halkalardan oluşmuş, sayısını benim bile saymakta güçlük çektiğim küpeler yığını, burnunda, her iki kaşında ve alt dudağında takılı olan piercing küpeler, yaşına uymayan aşırı ağır bir makyaj ve tırnağının uzunluğundan ve kesiminden vazgeçtim, siyah renk sürdüğü ojeler o kadar iticiydi ki, neredeyse aldığım ürünleri bir an bırakıp çıkasım geldi mağazadan. Nihayet sıra bana gelmişti, bu genç hanım kasadan aldığım ürünleri okuturken, ben daha fazla dayanamayıp bu kızcağıza soruverdim, Türk’müsün? Aldığım yanıt beni hiç de şaşırtmamıştı. Kocaman bir EVET ve Türk’üm sözleri. Burada anlatmak istediğim; Almanya da yaşayan bazı Türkler kendini o kadar kaptırmış ki yaşamın rahatlığına ve günü birlik yaşamalara. Maalesef özlerini unutmuşlar. Bir Türk olduklarını, Türk gibi yaşaması gerektiğini unutmuşlar. Bazı ailelerde Alman kültürüne yenik düşerek, çocuklarını bu kültürün içinde kaybetmişler.
Yine küçük bir anektod aktarmak istiyorum sizlere; değerli bir arkadaşımın vesilesi ile tanıştığım bir Türk hanımefendi; o zamanlar benim Türkiye’den henüz yeni geldiğimi öğrenince sanki vatan toprağını kucaklar gibi kucaklayıp sarıldı bana. Mesela Türkiye’den
özledikleri çok ilginç şeyler var. Konuşmalarımızda sıcacık bir İstanbul simidine, kuruyemişçiden alınan sıcacık çereze, Türk suyuyla yapılmış çaya özlemlerini dile getirdi ağlayarak. En büyük özlemlerinden birisinin de çay bahçesinde oturmak olduğunu söyledi. Örneğin dil kullanımları ile ilgili ilginç gözlemlerim oldu. Aileler kendi anne-babaları ve arkadaşları ile Türkçe konuşmayı tercih ediyorlar ama çocukları ile Almanca konuşmaya çalışıyorlar. Bunun da en önemli sebebi çocukların okulda diğer çocuklardan geri kalmaması isteği. Bir diğer ilginç gözlemim ise medya tüketimlerine yönelik oldu. Reklam çok fazla izlemediklerini söyleyen tüketiciler, Türk kanallarındaki dizileri kaçırmıyorlar ama haberleri Alman kanallarından takip ediyorlar. Bir şekilde hayal dünyaları Türk kanalları ama gerçek dünyaları Alman kanallarında
Aile ilişkilerinde erkeğin egemenliği yok sayılıp, tamamen kadının sözü hakimdir aileye. Eğer kadın kocasını evde görmek istemezse, yada en küçük bir tartışmalarında kocasını polise şikayet ederek evden attırabiliyor. Ta ki; kadının “Ben kocamı affettim, eve yeniden dönebilir” diye yazılı dilekçe verene kadar. Aksi halde beyefendi, kesinlikle evin belli mesafedeki yakınına dahi yaklaşamıyor, şikayet olduğu takdirde sonuçta cezaevine girmek var.
Son olarak; Almanya’da ki gurbetçileri tatillerde memleketine, ailelerini son model arabaları ile ziyaret eden, insanlara rastlamışsınızdır. Aslında Almanya anlatıldığı gibi yaşanılası bir ülke değildir. Yine anlatıldığı gibi kolay is ve çok para kazanılan bir ülkede değildir. Almanya yoğun bir çalışma ve monoton temposuyla meşhur bir ülkedir. Kısaca bizim vatanımızda bu şekilde çalışarak aynı emek verilseydi inanın yine istenilen yaşam standartlarına kavuşabilirlerdi. Almanya da yaşayan Türklerimizin şikâyetçi oldukları konu hep aynı; bizler Almanya’da yabancı, Türkiye’de Almancıyız