Lübnan’ın kelime olarak anlamı Finikelilerden gelmektedir ve “Beyaz Dağ” anlamındadır. Ülkeyi kuzey güney istikametinde kesen Lübnan dağları, ülkeye ismini vermekle kalmaz aynı zamanda dağlık coğrafi yapının getirdiği iklim, sosyal yaşantı ve askeri faaliyetler bakımından da yakın çevresinden farklılaştırır. Ayrıca bu dağlarda yetişen bir ağaç türü olan sedir, Lübnan bayrağının merkezinde yer almaktadır ve altı bin yıllık bir tarihi sembolize etmektedir. Köklü geçmişine rağmen ülkenin gündemi ise son derece kırılgandır ve adeta her gün savaş ve barış arasındaki tahterevallide gidip gelmektedir. Lübnan’ın bugününü anlamak üzere geçmişine kısaca göz atmak gerekir.
Lübnan, Yavuz’un Mısır seferinden birinci dünya harbinin sonuna kadar yaklaşık dört yüz sene Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetinde kalmıştır. 1920’de Fransız mandasına giren ülkede 1926 yılında Lübnan Cumhuriyeti ilan edilse de bağımsızlığına ancak 1943 yılında kavuşmuştur. 1946’ya kadar ise Fransız askeri varlığı devam etmiştir. 1948 yılında Arap-İsrail savaşının ardından İsrail devletinin kurulması sonucu Filistinli mülteciler ülkeye akmaya başlamıştır. 1958 yılında hükümetin yardım talebi üzerine 5000 Amerikan askeri ülkede konuşlandırılmıştır.
Filistinlilerin ikinci dalgası 1967’deki altı gün savaşından sonra gelmeye başlamış ve bundan sonra Yaser Arafat’ın Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) İsrail’e saldıralar için ülkeyi bir üs olarak kullanmaya başlamıştır. 1975’de karşılıklı olarak Hıristiyan ve Müslümanların öldürülmesi ile Lübnan iç savaşı başlamış, 1976 yılında cumhurbaşkanının daveti ve Arap zirvesi kararıyla Suriye ordusu taraflar arasında barış sağlamak için ülkeye girmiştir. Ne var ki FKÖ’nün İsraillilere karşı eylemleri sonucunda İsrail de 1978 yılında güney Lübnan’ı işgal etmiş, 2000 civarında insan ölmüştür.
Bunun üzerine Birleşmiş Milletler İsrail’in geri çekilmesini istemiş ve bunu takip etmek üzere Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücünü oluşturmuştur. 1982 yılında FKÖ ve İsrail arasındaki çarpışmaların şiddetlenmesi üzerine BM güvenlik konseyi tüm tarafları ateş kes yapmaya çağıran kararını yayımlamış ancak bir gün sonra İsrail tekrar Lübnan’ı işgal etmiştir. Hıristiyan militanların 800 Filistinliyi topluca katletmesinden sonra hükümetin talebi üzerine Amerikan, Fransız ve İtalyanlardan oluşan barış gücü Beyrut’a gelmiştir. 1983 yılında İsrail ülkeden kısmen çekilmiştir. Yılın sonlarına doğru ise iki ayrı bombalı saldırıda 241 Amerikan, 56 Fransız askeri öldürülmüştür.
1984 yılında Amerikan askerleri ülkeyi terk etmiş, ancak hizipsel çatışmalar beş yıl daha kötüleşerek devam etmiştir. 1989 yılında “Taif Anlaşması” ile iç savaşın sona erdirilmesi için ilk adım atılmış 1991 yılında Hizbullah haricindeki tüm militan gruplar silahsızlandırılmıştır. 1993 ve 1996 yıllarında İsrail, Hizbullah üslerine yönelik olarak saldırılarda bulunmuş, 2000 yılında ise 17 yıllık işgali sona erdirerek ülkeden geri çekilmiştir. 2005 yılında eski başbakan Refik Hariri’nin Beyrut’ta bombalı saldırı sonucu öldürülmesinden Suriye sorumlu görülmüş ve uluslar arası baskılar sonucu Suriye askerleri ülkeden çekilmiştir.
2006 yılında Hizbullah’ın iki İsrailli askeri kaçırması üzerine İsrail hava ve denizden ülkeye geniş çaplı bir saldırıda bulunmuştur. Ancak Hizbullah’ın küçük çaplı füzelerle karşılık vermesi ve direnmesi Arap dünyasında başarı olarak yorumlanmıştır. Bu savaşın ardından 1701 sayılı güvenlik konseyi kararı yayımlanmış, BM gücü tekrar yapılandırılmış ve büyütülmüştür. Bu tarihten itibaren Türkiye’de barış gücü içerinde görev almaya başlamıştır. 2008 yılında Hizbullah ile Sünni ve Dürzi milisler arasında cereyan eden çatışmalarda en az 80 kişi ölmüş, iç savaşın geri gelmesinden korkulmuştur. 2009 yılı haziran ayında yapılan seçimlerin ardından beş ay sonra 14 Mart Koalisyonu lideri Saad Hariri başkanlığında hükümet kurulabilmiştir.
Görüldüğü üzere Lübnan’ın yakın tarihi çekişmeler, çatışmalar ve değişik aktörlerin güç mücadeleleri ile geçmiştir. Lübnan halkı barışa açtır aslında. Sessiz, çatışmasız geçen günler, haftalar garipsenmekte ve genellikle kısa bir süre içerisinde yeni çatışmaların yaşanacağı öngörülmektedir her defasında. Aslında kabullenmeye daha fazla eğilimin olduğu şey savaş değil barıştır, şüpheyle yaklaşılsa bile. İstikrarsızlık barışın tesisinde bir engel olarak durmaktadır.
Ülkenin istikrarsız durumunun en önemli gerekçesi olarak devlet otoritesinin bilinen anlamda bir devlet işlevini yürütecek biçimde şekillenmemiş olması sayılabilir. Dinsel ve mezhepsel olarak bölünmüş ülke halkının aidiyet duygularında ve bu grupların liderlerinde genel ülke çıkarından ziyade bu grupların çıkarlarını önde tutmaları, merkezi güçlü devletin hayat bulmasını neredeyse imkânsızlaştırmaktadır. Dolayısıyla iç ve dış politika konularında istikrarsız bir devlet görüntüsü ortaya çıkmaktadır.
Diğer yandan ülkeden eksik olmayan yabancı ülke askeri varlığı ve çeşitli organizasyonlar faaliyetleri, ülke içindeki grupların birbirleri ile yakınlaşması ve bütünleşmesinden çok kendilerini diğer gruplara karşı güçlendirebileceğini düşündükleri yabancı ittifaklar aramalarına ve ayrışmalara yol açtığı düşünülmektedir. Devlet olarak Lüban’ın İsrail ile aralarında bir savaş durumu söz konusu iken, iç savaş döneminde bazı grupların İsrail ile işbirliği içinde olması ve İsrail tarafından desteklenmesi, konunun anlaşılması için yeterlidir.
Birinci dünya savaşı sonunda Osmanlı topraklarından koparılan ve Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın başına geçmeyi umduğu Büyük Suriye devleti, Fransız mandasına bırakılınca hayal olarak kalmış, Lübnan’da bu topraklardan ayrılarak Hıristiyanların yönetime egemen olduğu ayrı bir devlet olarak kurulmuştu. Günümüzde halen, yönetimde ve ekonomik hayatta geçmişten gelen ayrıcalıklarını kullanan küçük bir azınlığın pastadan büyük payı aldığı gözlenmektedir. Uzun vadeli olarak Lübnan’ın en büyük açmazının bu sorun olacağı tahmin edilmektedir.
Zira Müslümanlar, özellikle Şiiler nüfus olarak en büyük grup olmalarına rağmen siyasi ve ekonomik hayatta bunun karşılığını alamamaktadırlar. İsrail işgaline karşı direniş maksadıyla İsrail ordusuna karşı yaptığı eylemleri nedeniyle batı dünyasında terörist bir örgüt olarak görülmesine rağmen Lübnanlı Şiilerin en önemli siyasi hareketi olan Hizbullah, “dünyadaki bütün ezilenlerin çıkarlarına ve toplumsal, ekonomik ve siyasi adalete kavuşmaları için sürekli devrime hizmet eden bir parti” olarak tanımlanmaktadır. Hizbullah, siyasal alanda Lübnan siyasi sistemi ile teorik problemleri nedeniyle gücü ile doğru orantılı olarak yer almamaktadır, ancak sosyal alanda özellikle güney Lübnan’da ciddi bir yer sahibidir.
Lübnan’da sosyal ve ekonomik hayatta eşitsizlikleri gidermeye yönelik, hak arama mücadelesinin ileriki dönemlerde yaşanması muhtemeldir ancak Hizbullah’ın bu mücadelede kullanacağı yöntemin şiddetten uzak ve diyaloga dayalı olması beklenmektedir. Zira Hizbullah “Lübnan’ı oluşturan ve her biri farklı ideolojiye kafa yapısına, anlayışa, bakış açısına be inanç sistemine sahip on sekiz mezhep arasında diyaloğun mümkün olduğunu” ileri sürmektedir. 2008 yılında batı Beyrut’ta yaşanan çatışmalarda kuruluşundan itibaren ilk defa ülke içi gruplarla çatışmaya girmiş olması Hizbullah’ın kuruluş felsefesine ve imajına hasar verdiği ve 2009 seçimlerinde bunun olumsuz etkisini yaşadığı düşünülmektedir. Benzer bir olayın yakın gelecekte tekrar etmesi ise beklenmemektedir.
Lübnan, Hizbullah ve İsrail arasındaki mevcut statükonun da en azından sıcak çatışmalar ile bozulması beklenmemektedir. 1978 yılında kurulan Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü 2006 yılına kadar bölgedeki saldırıları ve tekrarlayan işgalleri önlemede yetersiz kalmıştır. Ancak 2006 savaşının ardından 1701 sayılı kararla adeta yeni baştan yaratıldığı ve büyüdüğü, Litani nehrinin güneyinde kalan bölgede Lübnan ve İsrail arasında güvenliğin sağlanmasında önemli katkıda bulunduğu görülmektedir. Tarafların genel olarak mevcut durumdan memnun oldukları söylenebilir.
ABD başkanlık seçimleri sonucunda Ortadoğu bölgesinde esmeye başlayan olumlu rüzgârların, İsrail-Lübnan (Hizbullah) çatışma olasılığını minimize ettiği, buna karşılık İsrail’in hasmını sınırlayıcı-önleyici faaliyetlere öncelik verdiği düşünülmektedir. Kasım ayı başında İsrail’in, İran’dan Hizbullah’a silah sevk edildiği iddiasıyla, Kıbrıs açıklarında uluslar arası sularda Francop isimli gemiye baskın düzenleyerek, kargo içinde saklanmış yüzlerce ton silah bulunduğunu ileri sürerek bunlara el koymuştu. Bu hamle, İsrail’in askeri harekâtlarına alternatif olarak hasımlarının güçlenmesini önleyici-sınırlayıcı tedbirler uygulamaya başladığı şeklinde yorumlanabilir.
______________________________
UNIFIL, Culture of Lebanon, 2009
Alagha Joseph, Silahlı Mücadeleden İktidar Partisine Hizbullah, 2006, sf.125
Alagha Joseph, a.g.e., sf.173
The Daily Star, 19 Temmuz 2009
Al-Manar TV, 13 Eylül 2009
Jerusalem Post, 3 Kasım 2009