Haber: İlker ÇAKAN
AK Parti Kırklareli Milletvekili Av Şenol Gürşan, Babaeski Kaymakamı Mustafa Asım Alkan’ı ziyaret etti. AK Parti Milletvekili Av. Şenol Gürşan Kaymakam Mustafa’a Asım Alkan’a çalışmalarında başarılar diledi.
Haber: İlker ÇAKAN
AK Parti Kırklareli Milletvekili Av Şenol Gürşan, Babaeski Kaymakamı Mustafa Asım Alkan’ı ziyaret etti. AK Parti Milletvekili Av. Şenol Gürşan Kaymakam Mustafa’a Asım Alkan’a çalışmalarında başarılar diledi.
Haber: İlker ÇAKAN
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın kaleme aldığı ve İngiltere merkezli The Guardian’da 14 Temmuz 2012 tarihinde yayınlanan “Vize Kısıtlamaları Türkiye’yi AB’nin Dışında Bırakıyor” başlıklı makalesi şöyledir;
“2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmanın onurunu yaşayan İstanbul, bu yıl da Avrupa Spor Başkenti olmuştur. Bu tür organizasyonlar, sadece Türkiye’nin güçlü ulusal kimliğini ve sahip olduğu temel Avrupa değerlerini vurgulamakla kalmamaktadır. Bu ödüller aynı zamanda İstanbul’un kültürel çeşitliliği ve eşsiz coğrafyasıyla Doğu ile Batı arasında, geleneksellik ile modernlik arasında köprü oluşturarak, dar kalıplara nasıl meydan okuduğunu göstermektedir. İstanbul mükemmel bir Avrupa kentidir.
Binlerce yıllık tarih üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin nispeten genç halkı, 1848 yılında Victor Hugo’nun da söylediği gibi “ulusların farklı özelliklerini ve onurlu benliklerini” yitirmedikleri “bir Avrupa kardeşliği” istemektedir. İstanbul, Avrupa Birliği’nin siyaset belirleyicilerine, -Türkiye’nin yer almadığı bir Avrupa’nın eksik kalacağını- hatırlatmaktadır.
Son iki yıldır dünyada yaşanan gelişmeler, Türkiye-AB ilişkilerinin başarılı biçimde ilerlemesi ve kültürel, ekonomik, siyasi alanlarda daha güçlü işbirliği yapılması potansiyelini göstermektedir. Kısa süre önce Ankara’da gerçekleştirilen Avrupa Günü kutlamaları bu hedefe yönelik kararlılığımızın göstergesidir. Hem Avrupa, hem de Asya topraklarına uzanan dinamik, genç ve geleceğe umutla bakan nüfusa sahip Türkiye, uzun süredir AB üyeliği için beklemekte ve bu hedef doğrultusunda çalışmaktadır. Dolayısıyla Avrupa’dan, Türkiye’nin AB üyesi olmak için “çok büyük, çok fakir ve Müslüman” olduğuna dair iddialar duymak, heves kırıcıdır.
Bu söylem artık geçmişte kalmıştır. Evet, Türkiye pek çok AB üyesi ülkeye kıyasla daha büyüktür; ancak bu durum, Türkiye’nin dünyanın en büyük on ekonomisinden biri olma yolunda ilerlemesini sağlayan unsurlardan biridir. “Müslüman” kısmına gelince, Türkiye laik bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz Eylül ayında Trablus’da katıldığı cuma namazının ardından, Tunus, Mısır ve Libya bağlamında laiklik ve demokrasinin önemini vurgulamıştır. Bu değerlerin birbirini tamamlayıcı nitelikte oldukları ve birbirinden ayrılamayacakları unutulmamalıdır. Türkiye, İslam Dünyası için bir ilham kaynağıdır ve öyle kalmayı dilemektedir.
Ne yazık ki, Türk vatandaşlarına uygulanan, Schengen vizesi bizim için önemli bir engeldir. Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci olarak, Türkiye’nin AB üyeliğini engelleyen duvardaki bütün tuğlaları teker teker yere indirmek, benim sorumluluğum ve görevimdir. Önyargı, siyaset ve bürokrasi tuğlalarının yanı sıra, bir başka tuğla vardır: Vize tuğlası… Vizenin kaldırılması halinde Türk vatandaşlarının Avrupa’ya kitleler halinde göç edeceği- yargısı temelsizdir, bize hakarettir. AB’ye göç etme arzusu olmayan Türk turistler, öğrenciler, sanatçılar, tacirler, işadamları, masrafı çok faydası yok bir ayrımcı vize uygulamasına tabi tutulmaktadır. Almanya’daki Türklerin ise daha iyi iş olanakları bulma umuduyla Türkiye’ye dönmeye başlamaları şaşırtıcı gelmemelidir.
Türkiye, Schengen Bölgesi dışında bırakılan tek aday ülkedir. Rusya, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan gibi AB’ye aday olmayan ülkeler dahi vize muafiyeti konusunda müzakereleri sürdürmektedir. Son dönemde aldığı kararlarla Avrupa Birliği Adalet Divanı ve Almanya’nın Hannover ve Münih mahkemeleri ve Hollanda’nın Haarlem Mahkemesi gibi bazı üye devletlerin ulusal mahkemeleri, Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat etme hakkına sahip oldukları yönünde karar vermiştir. O zaman biz niçin hâlâ dışlanıyoruz?
Türklerin ekonomik gerekçelerle mülteci olarak AB ülkelerine akın edecekleri- yolunda bir kısım Avrupa’da uydurulan toplu göç senaryosu saçmadır. Bu senaryo, ülkemizin kalkınma gerçeklerini çarpıtmaktadır. Hatta Türkiye’nin ulaştığı güçlü ekonomik büyüme sayesinde, bu senaryonun tam tersinin gerçekleşmesi muhtemeldir.”
Eğer bu tutumun gerekçesi Türkiye’nin nüfusu ise, Batı Balkan ülkelerinin milyonlarca vatandaşının veya 200 milyon Brezilyalının ya da 120 milyon Meksikalının AB vize muafiyetine sahip olması nasıl açıklanabilir?
Ayrıca, Türkiye, AB ile ticari sınırları kaldırmış tek aday ülkedir. Gümrük Birliği kapsamında, Türkiye’de üretilen mallar AB’de serbestçe dolaşabilirken, bu malları üretenler AB’ye serbestçe seyahat edemiyor. Birbirimizden uzaklaşmak yerine, uyum sağlamaya çalıştığımız komşularımızla aramızda karşılıklı dolaşım özgürlüğü istiyoruz. Elbette ki AB vatandaşlarına mahsus çalışma izinlerini veya diğer sosyal hakları turistlerimize talep etmek gibi bir niyetimiz yoktur. Avrupa’daki ekonomik kriz açısından bakınca, Türk vatandaşlarının daha özgür ve kolay seyahat etmeleri, komşumuz Yunanistan gibi krizden çok etkilenmiş ekonomilere yarar sağlayacaktır.
Ayrıca, bazı üye devletlerde vizenin, göç politikalarının, ya da Türkiye ile ilgili herhangi bir konunun iç siyaset malzemesi yapıldığını görmek cesaret kırıcıdır. Yine de, azımsanmayacak sayıdaki Avrupalı ve Avrupa’daki siyasi liderler, Türklere tanınacak vize muafiyetinin AB ülkelerini olumsuz etkilemeyeceğine inanmaktadır.
Sağduyunun kazanmasını çağdışı ayrımcı vize uygulamalarının yakında sona ermesini umut ediyorum. Bu önemli adım sayesinde, aradaki duvardan bir tuğla daha çekilecek, duvarın boyu biraz daha kısalacaktır.”
Haber: İlker ÇAKAN
ÇAYKUR Haziran ayında üreticiden almış olduğu yaş çay bedellerinin ödemesini tamamladı. ÇAYKUR 2012 Mayıs ayında satın aldığı 127 bin ton yaş çay bedeli olan 140 milyon lirayı Haziran ayında üreticilerine ödemişti. Satın aldığı yaş çayın bedelini bir sonraki ayda ödeyen ÇAYKUR Haziran ayında satın aldığı 97 bin ton yaş çayın tahakkuk işlemlerinin bitmesi ardından Temmuz ayı içerisinde ödemeye başlamıştı.
Haziran ayında üreticiden satın alınan 97 bin ton yaş çayın karşılığı olan 106 milyon liranın tamamı 31 Temmuz 2012 tarihi itibariyle üreticilerin hesabına aktarıldı. ÇAYKUR bu güne kadar Mayıs ve Haziran aylarında satın almış olduğu toplam 224 bin ton yaş çay karşılığında üreticiye 246 milyon lira ödeme yapmış oldu.
Haber: İlker ÇAKAN
Sanayi bölgesinin projesi içerisinde su ve kanalizasyon rehabilitasyonu ve doğal gaz sistemleri yapıldı. Sanayı bölgesi yolunda beton kaplama çalışmaları da devam ediyor. Bölgenin % 60’ı yerli ve yabanci yatırımcılar tarafinda kulanılmıştır.
Haber: İlker ÇAKAN
Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Yusuf Kaya tayinin çıkması nedeniyle Artvin Valisi Necmettin Kalkan’a veda ziyaretinde bulundu. Ziyaret sırasında Artvin Valisi Necmettin Kalkan Tümgeneral Yusuf Kaya’ya günün anısına bir tablo hediye etti.Ziyaret sırasında Artvin İl Jandarma Komutanı Albay Alper Sır’da hazır bulundu.

İki cihan sultanı
Ey iki cihan sultanı gül kokulu Efendim!
Gök kubbenin şakağına adın nurla yazılmış
Yüreklerimize ismin dualarla kazılmış
Sen yeryüzünde Muhammed gökyüzünde Ahmed’sin
Yürekleri nurlandıran Muhammed’ül Emin’sin
Ey iki cihan sultanı güzel huylu Efendim!
Âlemlerin en eşrefi varlığın en kerimi
Nur yağmuru aydınlattı gözlerdeki ferimi
Abdullah’ın alnında misafir olan nurdun sen
Amine’nin cemalinde koku saçan güldün sen
Ey iki cihan sultanı yüzü nurlu Efendim!
Kâinatın efendisi sen güzeller güzeli
Rabbimin sevgilisi sen ki özeller özeli
Bereket vesilesi aziz ve rahmet hanesi
Yâ Resûl Allah sensin O varlığın bir tanesi
Ey iki cihan sultanı cismi güzel Efendim!
Yetimlerin babası Nebilerin Nebisisin
Sen ki hidayet güneşi “Hâtemün-Nebiyyin”sin
Hidayetine sığındım da ben lütfuna geldim
Kulluk edemedim de yar sana affına geldim
Ey iki cihan sultanı O mübarek Efendim!
Mesrûr gecelerde ettiğim duasın dilimde
Ya habibi kibriya! Şahidim olsun ilimde
Elçiydin adildin cesurdun övülmüş bir kuldun
Ay yüzlü peygamberim ümmetine şefkat sundun
Ey iki cihan sultanı gönül yakan Efendim!
Âlemler yaratıldı da hürmetine Efendim!
Eşref-ül insan hayrandır sünnetine Efendim!
Mütevekkildin yüzün gülzar-ı cennet Efendim!
Sana koşacak ümmetin Ahmed’ine Efendim!
Asr-ı saadetten bir selam ver bize Efendim!
Su
Ab-ı hayat iksiridir şifa kaynağıdır su
Hacer’in ellerinde zemzem olur tarihtir su
İsmail’in susuzluktan ağlaması candır su
Çaresiz kalan Hacer’in olmayan sütüdür su
Safa ile Merve arasında hep koşmaktır su
Ümidini kesmeyip Hakk’a dua etmektir su
Merve tepesinden Cebrail’in görünmesi su
Yaratanın bizlere büyük armağanıdır su
Bebeklere yaşam hastalara şifa olur su
Garibanın sofrasında lezzetli ikramdır su
Toprağa can insana ise hayat verendir su
Cennet çeşmesinden akan ilahi zemzemdir su
Rabbimin bahşettiği, o mukaddes kaynaktır su
Kültür köprüsünde kurulan, asıl dostluktur su
Temizliğin timsali, en büyük arınmadır su
Medeniyet beşiğinde içilen yaşamdır su
Bazen savaş sebebidir, barış olur akar su
Kaybolan değerlerin, yegâne adı olur su
Bism-i nur ile başlayıp, içtiğimiz nurdur su
Dudaklardan dökülen, dua dolu şükürdür su
25 Şubat 2004 yılında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Ermenistan-Azerbaycan Dağlık Karabağ sorunu için raportörü Terry Devisin Azerbaycan’a ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Ermenistan’ın askeri saldırısı faktlarını bir daha vurgulayarak Avrupa Konseyi’nin bu konuya siyasi değer vermesinin önemini belirtti.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Walter Şvimmer 8 Nisan 2004 tarihinde Azerbaycan’a ziyareti sırasında Ermenistan-Azerbaycan sorununun çözümlenmesinin önemini vurgulayarak, bu sorunun Avrupa’da “dondurulmuş çatışma” adlandırılmasına kesin karşı olduğunu bildirmiştir. Aynı zamanda, Genel Sekreter sorunun sadece Azerbaycan, Ermenistan ve Güney Kafkasya bölgesinin değil, tüm Avrupa’nın sorunu olduğunu ve bu nedenle sorunun Avrupa düzeyinde, barışçıl yollarla çözülerek bölgede kalıcı barışın sağlanmasının gerekliliğini beyan etmiştir.
29 Nisan 2004 yılında AK PM-nin sonraki yaz oturumunda artık Azerbaycan Cumhurbaşkanı olarak katılan Sayın İlham Aliyev’in Ermenistan’ın toprak iddiaları ve askeri saldırısı hakkında detaylı konuşması büyük yankı uyandırdı ve Avrupa kamuoyunda bu çatışma hakkında geniş tasavvur yarattı. Ermenistan’ın tecavüzü neticesinde Azerbaycan’ın durumu hakkında geniş bilgi veren Cumhurbaşkanı kendisinin kararlı ve ilkeli tutumunu bir kez daha gözler önüne serdi: “… Elbette ki, biz bu durumla barışmayacağız. Azerbaycan hiçbir zaman topraklarının kaybedilmesini kabullenmeyecektir. Meselenin çözümünde uluslararası hukuk kuralları esas alınmalıdır . Azerbaycan dünyadaki tüm ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duyuyor ve kendisine karşı da aynı tutumu beklemektedir. Bizim toprak bütünlüğümüz sağlanmalıdır. Ermenistan’ın işgalci güçlerinin istila edilmiş bölgelerden çekilmesi. Mültecilere ve göçmenlere yurtlarına dönmek imkanı verilmelidir. XXI yüzyılda Avrupa Konseyi üyesi bir ülkenin -Ermenistan’ın Avrupa Konseyi üyesi diğer ülkenin-Azerbaycan’ın topraklarını işgal etmesine izin vermemeliyiz “.
Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının 16-17 Mayıs 2005 tarihinde Varşova’da yapılan 3. zirve toplantısında yer alan Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev konuşmasında teşkilata üye ülkelerin güvenliği alanında önemli çalışmaların yapılmasının gerektiğini belirterek, Ermenistan’ın askeri tecavüzünün ağır sonuçlarını uluslararası topluma iletti. Güney Kafkasya’nın Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev bu bölgede barışın ve güvenliğin sağlanmış olması ve işbirliğinin gelişmesi için tüm çabaların birleştirilmesinin gerektiğini belirterek kaydetti ki, bu, özgür, tek ve güvenli Avrupa’nın oluşturulmasına önemli katkda bulunacaktır.
Genellikle, ülkemizin yasama organı olan Ulusal Meclis’in AK PM-deki heyeti Azerbaycan’ın hak sesinin dünya kamuoyuna doğru şekilde ulaştırılmasında ayrıca, Avrupa Konseyi ile işbirliğinin genişletilmesi ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin heyeti tarafından onlarca belge hazırlanmış ve konseyin resmi belgeleri gibi yayılmıştır. Öyle ki, “Ermenilerin Azerilere karşı yaptıkları soykırım hakkında”, “Dağlık Karabağ’da, istila altındaki topraklarda Kültür Varlıklarının imha edilmesi hakkında”, “Ermenistan ve Dağlık Karabağ’da olan askeri esirler ve rehinler hakkında”, “Mülteci ve zorunlu göçmen çocukların eğitimi hakkında”, ” Azerbaycan Cumhuriyeti’nde (Dağlık Karabağ, Laçin, Gubatlı, Kelbecer, Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Zengilan) çevresel durum hakkında “,” Azerbaycan’ın kültürel mirasının gasp edilmesi ve dağıtılması “,” Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ sorunu “,” Azerbaycan’da mülteci kadın ve çocukların insani durumuna dair “vb önem arz eden belgeler 2001-2003 yılları içinde, yani sayın İlham Aliyev’in parlamento heyetine başkanlık yaptığı dönemde ve aynı zamanda, sonraki dönemde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde kabul edilmiştir.
Azerbaycan Cumhuriyeti Parlamento heyetinin gayretiyle AK PM-de çatışma hakkında objektif olumlu fikrin oluşması sonucunda 2005 yılının kış toplantısında kabul edilen belge ülkemiz için büyük önem arz etmektedir. Öyle ki, 25 Ocak 2005 yılında David Atkinsonun hazırladığı ve AK PM-de tartışmaya sunulan “AGİT Minsk Grubu tarafından incelenen Dağlık Karabağ sorunu” adlı raporu karar ve tavsiye denilen iki bölümden oluştu.
Raporun 1416 sayılı karar bölümünde Azerbaycan topraklarının büyük bir bölümünün Ermenistan birliklerinin işgali altında olduğu, aynı zamanda Dağlık Karabağ bölgesini halen bölücü güçlerin kontrol ettiği gösteriliyordu. Bununla birlikte, belgede not ediliyordu ki, Avrupa Konseyi üyesi bir ülkenin başka ülkenin topraklarını işgal altında bulundurması o ülkenin kendi üzerine düşen sorumlulukları açıkça aykırıdır ve Kurul kendi yurtlarından göçmen düşmüş insanların geri iadesi hakkını bir kez daha doğruluyordu. Aynı zamanda, Kurul BM Güvenlik Konseyi’nin bildirilerine amel etmeye, ayrıca ermeni silahlı kuvvetlerinin tüm işgal altındaki Azerbaycan topraklarından çıkarılmasına çağırıyordu. Bu talepler AK PM-nin 1690 sayılı tavsiyesinde de yer bulmuştur.
AK PM-de kabul edilen bu belgelerin uygulanmasını kontrol etmek için Dağlık Karabağ üzere alt komisyon oluşturuldu ve Büyük Britanya’da bulunan milletvekili Lord Russell Johnston bu komisyonun ilk başkanı seçildi.9 Ocak 2006 yılında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Dağlık Karabağ sorunu üzere Alt Komisyonu’nun Strasbourg’da yapılan olağan toplantısında Lord Russel Johnstonun hazırladığı yeni raporda Azerbaycan topraklarının işgali, Dağlık Karabağ’daki rejimin bölücü olması, bir milyon Azeri’nin yurdundan kovulması vb bilgiler yer buldu.
Bu komisyonun oluşturulmasına Ermenistan tarafı itiraz bildirse de, fakat komisyona başkanlık eden Lord Russel Johnston’ın döneminde Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı saldırısı ve Dağlık Karabağ meselesi daima odak noktasında olmuş, işgal altındaki ülkelerdeki gerçek durumla ilgili sürekli raporlar hazırlanarak kurul üyelerinin dikkatine iletilmiştir. Lord Russel Johnston’un 2009 yılının yazında vefatından sonra, yüksek komisyon faaliyetlerini fiilen durdurmuştur. Fakat 2010 yılında AK PM-nin yaz toplantısında kurumun Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu Dağlık Karabağ alt komisyonunun faaliyetlerinin yeniden teşkil edileceğini beyan etmiştir.
Avrupa Konseyi resmi belgelerinde ermeni silahlı kuvvetleri tarafından işgal edilmesi olgusu defalarca kayıt edilmiş ve Ermenistan-Azerbaycan Dağlık Karabağ sorununun çözümlenmesi ile ilgili bir uluslararası örgüt olarak Avrupa Konseyi düzenli olarak kendi konumunu bildirmiştir. Öyle ki, Avrupa Konseyi Bakanlar Komisyonu başkanı sözde “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti” nda düzenlenen “parlamento seçimleri” ile ilgili 26 Mayıs 2010 yılında Strasbourg’da bildiri vermiştir. Bildiride, Bakanlar Komisyonu Ermenistan-Azerbaycan Dağlık Karabağ sorununun barış yoluyla düzenlenmesi yönünde AGİT’in Minsk Grubu’nun ve eşbaşkanlarının çabalarını tamamen desteklediğini bildirmiş ve “seçimlerin” uluslararası örgütler tarafından tanınmadığını beyan etmiştir.
Bununla birlikte, belgede Bakanlar Komisyonu bütün partileri, aynı zamanda Avrupa Konseyi’ne üyeliğe kabul edilirken Dağlık Karabağ sorununun çözümü ile ilgili kurum önünde yükümlülük almış Ermenistan ve Azerbaycan’ı sorunun çözümünü bulmak yolunda çabalardan kaçınmamaya çağırmıştır.
Genellikle, Azerbaycan’ın Avrupa Konseyi ile diplomatik ilişkileri son yıllarda yükselen çizgi üzere gelişmiştir. Azerbaycan heyeti kurumun çeşitli kuruluşlarında yapılan etkinliklere katılarak tartışılan konulara ilişkin ülkemizin konumunu bu saygın kurumun tribününden Avrupa kamuoyuna iletiyor. Ayrıca, Azerbaycan’da gelişen süreçler Avrupa Konseyi tarafından dikkatle izleniyor ve buna uygun konum bildiriliyor.
Azerbaycan’ın Avrupa Konseyi’nin muvafık kurumları ile çeşitli alanlarda bir takım toplantıların hayata geçirilmesi de bu örgütle işbirliğinin tüm istikametlerde başarıyla geliştiğine delildir. Buna örnek olarak 2 Aralık 2008 yılında Bakü’de “Kültürlerarası diyalog Avrupa ve komşu bölgelerinde sürekli gelişimin ve barışın temelidir” konusunda düzenlenen konferansta 48 devletin ve 10 uluslararası örgütün başkanının katılımı çok büyük önem taşımaktadır. Öyle ki, Avrupa ve müslüman ülkelerinin tarihinde kültürlerarası diyalog konularında yapılan ilk uluslararası programda yeni işbirliği sürecinin temeli atıldı.
Programda yer alan devlet başkanı sayın İlham Aliyev Azerbaycan’ın kültürlerarası diyaloğun genişletilmesine büyük önem verdiğini bildirmiştir: “Biz bugün çeşitli ülkelerden kültür bakanlarının konferansını teşkil etmekle bir daha onu gösteriyoruz ki, son yıllarda Azerbaycan dini, ulusal ve etnik hoşgörü konularında çok büyük başarılar elde etmiştir. Aslında bizim ülkemizde tüm insanlar çeşitli dönemlerde, sosyo-politik yapısından bağımsız olarak, hep bir aile gibi yaşamışlardır “.
Azerbaycan hükümetinin ve Avrupa Konseyi’nin birlikte düzenlediği bu konferansta Avrupa ve komşu bölgelerinde sürekli gelişimin ve barışın sağlanmasında kültürlerarası ilişkilerin perspektif imkanları da tartışılmıştır.
Ülkemizin Avrupa Konseyi önünde alınmış yükümlülükler bağlamında işbirliğine gelince, Azerbaycan Parlamentosu 31 maddeden oluşan Avrupa Sosyal Tüzüğü’nün 18 maddesini artık Avrupa Konseyi’ne üye olduktan 3 yıl sonra onay etmiştir. Öyle ki, Azerbaycan hükümeti 6 Ocak 2004’te Avrupa Sosyal Tüzüğü’ne katılmıştır. Ana içeriği üye ülkelerin nüfusunun sosyal haklarını belirleyen Tüzük’te emek ve sosyal konularla ilgili toplam 31 hukuk yer bulmuştur. Ayrıca, ülkemiz Avrupa Konseyi’nin 55 sözleşmesi ve 8 bölüm antlaşması’na da katılmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki, örgüte üye olduktan sonra İnsan Hakları Müvekkili (Ombudsman) kurumu da yaratılmıştır.
Böylece, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Avrupa Konseyi’ne üye olurken bildirdiği “Azerbaycan Avrupa’nın çok değerli üyesi olacaktır” sözleri artık gerçeğe dönüşmüştür. Avrupa Konseyi’nde bugüne kadar elde edilmiş başarılar ve Azerbaycan’ın Avrupa entegrasyon süreçlerine katılımı ülkemizin uluslararası örgütle ilişkilerinin önem arz ettiğini göstermektedir.
Avrupa Konseyi ile işbirliğinin genişletilmesi, ülkemizin Avrupa’ya bütünleşmesi, kendi çıkarlarını doğrudan temsil etmesi açısından önemli olduğu için bu alanda faaliyet Azerbaycan devletinin dış politikasının önemli unsurlarından biridir. Şu anda Azerbaycan Cumhuriyeti Avrupa Konseyi’nin insan haklarının korunması, demokratik süreçlerin geliştirilmesi, küresel sorunların çözümüne yardım, uluslararası yükümlülükleri vicdanla yerine getirmek gibi ilkelerini gözönünde tutarak, bu örgütle işbirliğini yükselen çizgi üzere geliştiriyor.
______________________
“Azərbaycan” Gazetesi, 20 Şubat 2004
“Azerbaycan” Gazetesi, 9 Nisan 2004
1 Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 29 Nisan 2004 tahirindeki AK PM-nin ilkbahar toplantısındakı konuşması “Azerbaycan”, 1 Mayıs 2004
1 “Azerbaycan” Gazetesi, 20 Mayıs 2005
1 PACE. REC. 1690/2005. The conflict over the Nagorno-Karabakh region dealt with by the OSCE Minsk Conference.
1 PACE. REC. 1416/2005. The conflict over the Nagorno-Karabakh region dealt with by the OSCE Minsk Conference.
1 “Azerbaycan” Gazetesi, 28 Mayıs 2010
1 “Azerbaycan” Gazetesi, 3 Aralık 2008
Türk savaş uçağının düşmesi veya düşürülmesi olayı çevresinde meydana gelen açıklama ve gelişmelerin Suriye ve bölgesi üzerinde güç mücadelesi içerisinde olan tarafların karşılıklı iletişiminin gözlendiği bir süreç olarak ele almak konunun görünmeyen bazı yanlarının açıklanmasını sağlayabileceği söylenebilir.
Türk tarafının uçağın düşüp düşmediğini anlamaya çalıştığı anlarda Suriye’nin çıkıp ben düşürdüm demesi manidardır. Sonra da aslında onu İsrail uçağı sanmıştık demeleri çok da inandırıcı değildir ancak Suriye’nin saldırganlığının sınırını göstermektedir. Uçağa yapılan saldırı bir savaş başlatmak için değil üstü örtülü bir mesaj iletmek içindir. Aslında mesajın sahibinin de Suriye değil Rusya olması muhtemeldir. Kimsenin elinde uçağın vurulup vurulmadığı veya nasıl vurulduğu yönünde bir bilgi yokken Rusya’nın alel acele elindeki bilgileri Türkiye’ye sunması, silahın yeni bir tür Rus füzesi olduğu söylentilerinin dolaşması gelişigüzel olaylar değil muhtemelen bir senaryonun ürünü olabilir. Peki nedir bu senaryo?
Sanılanın aksine uçak olayı Türkiye’yi Suriye’de savaşa sokmak değil tam aksine Suriye’den uzak durması yönünde ciddi bir uyarıdır. Zira olası bir müdahalede bulunabilecek en önemli aday Türkiye gibi görünüyordu. En azından Türkiye’nin açıklamaları ve bu yöndeki uygulamaları Suriye ve destekçilerini buna inandırmış olmalıdır. Türkiye’nin ciddi bir teknolojiyi barındıran bir savaş uçağının fark edilemez ve anlaşılmaz bir biçimde düşürülmesi karşı tarafta bilinmeyen ve üstün bir teknolojinin varlığını göstermektedir. Yani eylem yapılmak için özellikle bir savaş uçağı seçilmiştir. Mesaj başta Türkiye olmak üzere Suriye’ye askeri güç kullanabilecek tüm taraflara verilmiştir. Aslında mesaj yerine ulaşmıştır. Karşı mesaj gönderilmiştir. Çıkarılan uçak parçaları üzerinde bir silahın izine rastlanmadığı haberi Türk kamuoyuna değil Suriye’ye ve büyük olasılıkla Rusya’ya verilmiştir. Yani ima edilen üstün teknolojili uçaksavar silahı tehdit olarak tanımlanmamaktadır. Ancak bölgenin geleceğine yönelik stratejileri belirleyeceği kaçınılmazdır.
Kısacası alınan verilen mesajlardan şunları çıkarmak mümkündür. Suriye, Libya değildir. Batının asimetrik güç kullanarak Suriye ordusunu ezmesine Rusya göz yummayacaktır. Suriye seferi herkes için pahalıya mal olabilir. Dolayısıyla yakın gelecekte sıcak bölgede askeri kuvvetlerin yığışımını beklemek mümkündür ancak bunların birbiriyle çatışmaya girmesi olası değildir. Berlin duvarının iki tarafı başka coğrafyada tekrar hortlamıştır.
Türkiye için söylenebileceklerin başında, tekrar NATO’nun bir cephe ülkesi konumuna geldiğidir. İlk kan akıtılmıştır ve değişik bir savaş türü başlamıştır. Bu ne soğuk savaşa ne de kitlesel savaşlara benzemektedir. Türkiye Irak’ta ABD ile komşu olmuştu, şimdi Suriye’de Rusya ise komşu oluyor. Bunun farkına varılması atılacak adımların sonuçlarının neler olabileceğini tahmin etmeye yararlı olacaktır. Dünyada soğuk savaş dönemi gibi olmasa da farklı bir şekilde kutuplaşmaya gidildiğini, Ortadoğu’da boşluğu doldurulamayan Rusya’nın geri döndüğünü söylemek olasıdır.
Türk tarafı için analiz edilmesi gereken soru şudur. Türkiye gelişen olaylar karşısında kendi tarafını kendi mi seçmiştir yoksa taraflardan biri tarafından seçilmiş midir? Ortadoğu’ya yönelik ekonomik olarak büyüme arifesinde olan Türkiye’nin Suriye ile kontrol edilmesi mümkün müdür acaba? Kısa vadede ise Rusya’nın uçaksavar silahı restine karşılık Suriye politikasında neler değişecektir?
Haziran’ın 22 si, haberlerde Jetimizin Suriye tarafından düşürüldüğü iddiasıyla ilgili haberi acı bir şekilde öğrendik. Şehitlerimize ancak 2 haftadan sonra ulaşabildik, bu arada sağ olmaları için dua ettik. Ama olmadı. Açıklamalar hızla geldi, müttefiklerimiz yanımızdaydı, Arap dostlarımız yanımızdaydı ancak İran, Irak, Ürdün hatta Filistin bile Suriye’den taraf oldu. Batı bizi teselli edecek açıklamalar yaptı, başka da bir şey yapılmadı mülteciler için bile Angelina Jolie’den daha yakın davranan olmadı. Libya için derhal müdahale kararı alındı, Kaddafi’nin linç edilmesine göz yumuldu o Kaddafi ki, bir zamanlar müttefiki olduğu, kendisine saldıran ülkelerde çadır kuran liderdi. Elbette savaş son çare ve bunca yapılan savaşlardan kadınların ve çocukların zarar gördüğünü hatırlarsak savaş gereksizdir. Şüphesiz bağımsızlığımızın söz konusu olduğu Ulu Önder Atatürk’ün önderliğinde yapılan Kurtuluş savaşımız bağımsızlık mücadelesi veren ülkeler için her zaman hala örnektir. Bu açıdan Suriye ile bir savaş bu açıdan mantıksızdır. Onca göz nuru, onca emekle yetişen, canlarını bu ülkenin bağımsızlığını korumak için ant içmiş, vatan uğrunda şehadet yemini etmiş TSK mensubu bu vatan evlatlarının şehit olması ve onları yetiştiren ana babanın acısı ne olacak. Elbette vatan sonsuza kadar sağ olacak ama onların kanları yerde mi kalacak?
Bölgede ABD’nin, İngiltere’nin ve Rusya’nın Suriye’de askeri üsleri olduğuna göre uçan kuştan haberin olunmaması mümkün müdür? Uçağımızın nasıl düştüğü Kaddafi’nin çadırına nokta atış yapan ABD ve gelişmiş radar sistemine sahip İngiltere ve zaten Suriye’de üssü olan Rusya bilmiyor mu? Şehitlerimizi denizin dibinden çıkaran ABD gemisi ve ABD elçisi uçağımızın düşürülmesiyle ilgili bilgileri Türk Hükümetiyle ilettiğini 13 Temmuz 2012 de açıkladı. Bizim uçağımızın nasıl düşürüldüğü de 13 Temmuz 2012’da GB’nin yaptığı açıklamada yapılacak tetkikler sonrası açıklanabileceği söylendi. Olayın belli olduğu günlerde ise yetkili merciler uçağımızın Suriye tarafından füze ile düşürüldüğünü açıklamıştı ve gerekende yapılacaktı (Bu açıklamalar basından takip edilebilir). Yine o günlerde gerek NATO sekreteri gerekse ABD dış işleri bakanı en sert açıklamaları yaptılar Rusya’yı ve Çin’i de uyarmayı ihmal etmediler. NATO’da Türkiye’nin isteği üzerine yapılan toplantıda elle tutulur bir şey çıktı mı? Hatırlayan var mı? Bir kez daha söylüyorum, 1993’de Avrupa’nın tam ortasında insan hakları havarisi kesilen ülkelerin tam ortasında 300.000 (üçyüzbin)’den fazla insanın katledilmesine ses çıkarmayan, 2003 yılından beri 1.000.000 (bir milyon)’dan fazla Müslüman insanın Irak’ta (Ne içindi hatırlayalım, ABD’deki insanlık dışı 11 Eylül terör saldırısı sonrası Irak’a özgürlük ve demokrasi getirilmesi için ve olmadığı halde kimyasal silah olduğu şüphesiyle işgal edilen Irak’ta) öldürülmesine ses çıkarmayan uygar batı ne olduysa Kuzey Afrika ülkelerindeki özgürlük hareketini desteklemişler ve herhangi görüşmeye gerek görmeden Libya’ya yine Libya halkının özgürlüğü için saldırmışlardı. Peki o diktatörleri kim destekliyordu, biraz düşününce bunların hangi ülkeler olduğunu rahatlıkla bulabiliriz. Eğer bu ülkeler de, yani batılı ülkeler demokrasi istemiş olsalardı önce onları istila etmeyecekti, başlarına kukla diktatör koyup onları desteklemeyecekti sonra da o diktatörleri devirip demokrasi getirmeye çalışmayacaklardı. Kurtuluş Savaşımızda bunu bu topraklarda yaşayan Ulusumuza Sevr ile yapmaya çalıştılar ama yapamadılar. Klasik bir söylem olacak ama en azından okuyanların yorumuna bırakmak istiyorum; 2008 yılından beri küresel ekonomik kriz devam ediyor, küresel sermaye ve kapitalizm çıkış yolu arıyor. Çıkış yollarından biri kaos yaratmak ve savaş çıkarmak ve bu kaos ortamından en fazla karla çıkmak. Bana göre küresel ekonomik dünyada, ülkelerden ziyade küresel sermaye ve kapitalizm arka planda işleri kotarıyor. Sözüm ona demokrasi ve insan hakları savunucusu ülkeler de küresel sermaye ve kapitalizmin yörüngesinde hareket ediyor.
Bir yıl öncesine kadar sıfır sorunlu komşuluk ilişkilerinin yürütüldüğü dış siyasetimiz neden birden değişti. Suriye’de insan haklarının ihlal edildiği bilinmiyor muydu? İran hava kuvvetleri komutanı bile hedefleri arasında Kürecik’teki üs radar üssü nedeniyle ülkemizi göstermedi mi? Bir yıl öncesine kadar içli dışlı olduğumuz vizeleri kaldırdığımız Suriye ilişkiler neden bozuldu. Esed’in diktatör olduğu, onun babasının da diktatör olduğu biliniyordu, bu ülkede demokrasi olmadığı biliniyordu, insanların özgür olmadığı biliniyordu, bildiğimiz Arap ülkelerinde demokrasi olmadığını da biliyoruz zaten. Örneğin Arabistan’da ileride böyle bir durum olursa ne olacak (Yoksa oradaki insanlar için demokrasi erken mi? Zamanı gelince mi orada insanlar özgürlükleri için meydana çıkacaklar? Ya da ne zaman demokrasi için mücadele edecekleri dizayn mı edildi? Bilemiyoruz, küresel sermaye ve kapitalizm bilir ya da kim bilir, kim bilir?
Birinci körfez harekatında Irak üç bölgeye ayrılmış ve kuzey bölümü de uçuşa yasak bölge olmuştu, hatırlayalım. Sonra bu bölgede neler yeşerdiğini hep birlikte gördük. Şimdide kuzey Suriye’den söz ediliyor. Küresel kaos gözünü Türkiye’ye dikti. Bizler ulus olarak bu topraklarda yaşayan tüm bireyler bundan sonra da bağımsızlık ve özgürlüklerini koruyarak varlığını devam ettirecektir.
Sonuçta yine yalnız kalmadık mı? Türkiye’miz hiçbir zaman muhannetlere ihtiyaç duymamıştır, duymayacaktır? (Hangi Müslüman ve dost ülke gerçek anlamda KKTC konusunda bizi desteklemiştir örneğin). Dünya durdukça özgür ve bağımsız yaşayacağız ve Yüce Türk halkı tarihe not düşülen bu günleri yüz yıllardır süzülerek gelen, var olmanın tarihi mantığı ile değerlendirecektir.
Şehitlerimiz; sizler bizim özgürce nefes almamızı ve bağımsız yaşamamızı sağlıyorsunuz, sizler, bu millet nefes aldığı müddetçe yüce Türk Milletinin içinde yaşayacaksınız. Savaş olmadan da gereken dersin verileceği, sadece ülkemiz insanlarının duygularına hitap eden değil de bizi yalnız bırakan, dost dediğimiz ülkelerinde anlayacağı ve bize hak verecekleri gerçekten kayda değer atımların atılacağı umudunu taşıdığımı ifade etmek istiyorum.
Son olarak Samsun’da sel felaketi oldu 12 vatandaşımız hayatını yitirdi. Dünyanın her yerinde doğal afet olabilir, oluyor da. Doğa kendisine yapılan olumsuz müdaheleyi ve hatayı kabul etmez. Doğada göz yummak ya da bu seferlik idare edelim olmaz. Eğer dere yatağına konut yapılırsa bir süre sonra fazla yağış olduğunda kaçınılmaz sonla karşılaşmak kaçınılmaz olur. Yağmurun yağması takdiri ilahidir elbette ama gereken tedbirleri almak da kullarının işidir. Yağmur yağıp sel olduğunda sele, ey sel evlerin inşa edildiği yerden geçip de evleri yıkma demek ne kadar mantıklıysa dere yatağına inşaat yapmak o kadar mantıklıdır. Hayatını kaybedenlere Yüce Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır dileyerek onların da yalnız kalmaması dileği ile, saygılarımla.
Her yıl olduğu gibi, bu ramazan ayında da nefes grubu, semazen grubu, ve müzik grubu ile birlikte naat-ı şerif konserleriyle yurt içi ve yurt dışında yine sizlerle birlikte olmaya devam edeceğiz. organizasyonlarımız için: 0541 979 58 30 dan irtibat kurabilirsiniz.
Ramazan ayı içinde konser vereceğimiz yerlerden bazıları: Artvin, Bolu, Burdur, Erzincan, İstanbul, Muş, Trabzon, Uşak, Yozgat ve yurtdışında Roma, Tiran, Tunus, İsviçre ve Dubai’de vereceğimiz konserlerle sizlerle birlikte olmaya devam edeceğiz.
Bilindiği gibi daha önce konser vermek için gittiğim Tiran Evrenkenti Devlet Üniversitesi Rektörlüğü tarafından, konser bitiminde dünyada naat-ı şerif yazıp yorumlayan ilk kadın “Naathan” ünvanı ile onurlandırılmıştım.