Cuma, Aralık 19, 2025
tr
Ana Sayfa Blog Sayfa 214

Dünyadaki bilim casusluğu

0

  Dünya devletlerin de bilhassa gelişmiş olan ülkelerdeki olumlu ve olumsuz gelişmeler çok kısa zamanda dalga dalga dünyanın diğer ülkelerine yayılıp o, ülkelerin insanları tarafından etki veya tepki şeklinde karşılık bulmaktadır.

  Dünya da daima var olan kargaşanın başında; Siyasi ve ekonomik bakımından ablukalar, işgaller, insanların kendi vatanlarında tutsak veya işgalciler tarafından ülke içinde çıkarılan kargaşada, tutuklanmaları, çıkarılan kargaşanın genel olarak konusu,

Siyasi, ekonomik, sanayii, bilim, edebiyat, kültür ve ekonomik değer ifade ettiği için Telif Haklarının da sıralamak mümkündür. Dünya gündeminde her zaman varlığı hissedilen kargaşa ülkelerin iç sorunlarından olabileceği gibi dış kaynaklı mihraklar tarafından zaman zaman çıkarıldığı bilinir. Bütün bunların dışında :

  Geri kalmış ülkeler de hiçbir zaman bitmeyen sancı, Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatının (WIPO) aldığı önlemlere rağmen: Ekonomik, Sosyal ve Eğitim kargaşası devam ediyor. Bu devletler de fikir ve sanat tamamen korumasız. Sanat, usta çırak ilişkisi ile devam eder. Genel olarak eğitim yetersizdir. Gelişmekte olan ülkelerin ise Ekonomik, Sanayi, Eğitim ve Kültürel kargaşa çıkarmak için misyoner çalışmaları sahne aldıkları görülür. Böyle bir kargaşa içinde : Fikir ve Sanat tamamen korumasız duruma düşer. Bölgeler arasında olduğu gibi aynı şehirde bile eğitim düzeyinde farklılık görülür. Kanunsuz işler yapılır. Güçlü olan kanun nizam tanımadan kazananların sınıfından olur. Kısa yoldan çok kazanma hırsına kapılanlar, bilim adamının, yazarın ve şairin emeğini korsan yayınla sömürürler.

  Yukarıda açıklandığı gibi geri kalmış ülkelerde, gelişmekte olan ülkelerde ve gelişmiş olan ülkelerde ekonomik kargaşa hiç bitmez. Çünkü insanların istekleri bitmez. Dünyanın her neresinde olursa olsun, her ortamda  veya her düzeyde insanlar daha fazlasını kazanmak için iç güdüsel kazanma arzularına kapılırlar. Kısacası bu tip insanlar sınır tanımazlar. Bunun için en iyi yol; bilimden sosyal alana çok yönlü toplumsal bir eğitimin sağlanmasıdır.

Bilim casusluğu:

  Gelişmiş olan ülkelerde ise kargaşanın boyutunda önemli değişiklik görülür. Model taklitçiliği, marka kopyası, formül ve proje hırsızlığının yapıldığı kısaca teknoloji günlük olay haline gelir.

  Sanayi ve Bilim casusluğunun birinci sıraya oturması, kısa yoldan kazanma hırsıdır. Dünya’nın sanayi devlerinin kargaşası ise ayırbir kargaşa türü olarak insanların zihinlerinde yer bulur.

  Gelişmiş olan ülkelerde, ayrıca toplumsal olan ahlâki çöküntü ve kültürel değerlerde ise telafisi  veya düzeltilmesi mümkün olmayan sosyal patlamalar görülmekte. Bu tür olaylar konumuz değil ama yansımaları az da olsa ülkemizde  görülmeye başlandı. Bu tür olumsuz olayları görmemezlikten gelemeyiz. Bu olayı kısaca  hatırlatmada fayda var. Ülkemizde son zamanlarda gündeme gelen vahşet olayı “testere cinayetleri” bilhassa içinde bulunduğumuz çağda insanlık dışı  bir olay diye nitelendiriyorum. Bundan sonra bu tür olumsuz olayların olmaması için gereken tedbirlerin alınması ülkemiz için iyi olur.

  Gelişmiş olan ülkelerin bazılarında sanayici iş adamları devlet yönetimini etkilemekte olup daha çok kazanma uğruna ülkeler arası savaşların çıkmasına sebep oldukları gibi dünya huzurunda  olumsuz etkileri izlenir.

  Türkiye’de değişik zaman dilimlerinde bu tür kargaşadan etkilenmekte. Ülkemizin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesi başlı başına sorunlar yumağı olduğu  bilinir. Bilindiği gibi  Ortadoğuda ki kargaşa tamamen dış kaynakların oyunu olduğu görülmekte. Türkiye bu sorunları aşacak güçtedir.

  Ayrıca, genç nesillerin yeterince aydınlanması için; bilim adamlarına, yazar ve şairlerimize büyük görevler düştüğünü hatırlatmaya bile gerek görmüyorum. Çünkü Arife tarif gerekmez. Arif olan anlar.

Amasya Valisi Abdil Celil Öz’den Cumhuriyete yakışır resepsiyon

0

  Amasya  kendi şehircilik misyonu içinde özel bir yere sahip şehirlerimizden birisidir. Tarih boyunca birçok  uygarlıklara beşiklik etmiştir. Hatta tarihte birçok devletlere de başkentlik yapmıştır. Osmanlı devleti döneminde ise şehzadeler şehri olarak anılmıştır. Cumhuriyetimiz döneminde ise Amasya Tamimi ile tarihe tanıklık etmiştir. Milletimizin o dönemde geleceği ile ilgili   kararlar Amasya’da alınmıştır. Genel olarak  Amasya şehir değerlendirmesine baktığımız zaman. Amasya, tarihi ve konumu itibariyle önemli şehirlerimizden birisidir. Kısa bir Amasya değerlendirmesinden sonra geçtiğimiz günlerde ülkemiz medyasına konu olan Cumhuriyetimizin 89. yılı nedeniyle Amasya’da düzenlenen Cumhuriyet resepsiyonunun neden Mado Pastahanesinde düzenlenmesi konusuydu.

  Amasya’da şimdiye kadar genelde Cumhuriyet resepsiyonları Büyük Amasya Otelinde düzenleniyordu. Kısaca mekan itibariyle özel bir işletmenin salonunda düzenleniyordu. Bu yıl ise ülkemizde marka işletme olan Mado Pastanesinin salonunda düzenlendi. Düzenlenen bu resepsiyona  katıldım. Mado salonu gerçekten Cumhuriyetimizin ruhuna uygun bayrak, Atatürk resmi  ile  donatılmış.  Dizayn olarak mükemmel bir kutlama salonu haline getirilmiştir. Görüntü olarak harikaydı. Kalbimden burada Cumhuriyetimizin ruhuna uygun düzenleme yapılmış dedim. Salona tüm il protokolü geldi. Genellikle katılan protokol üyelerine sorduğumda kutlama düzeni ve mekandan memnun olduklarını belirttiler. Resmi kutlama düzeninden protokol üyelerinin memnuniyetleri yüzlerinden okunuyordu. Daha sonra Amasya Valisi Abdil Celil Öz konunun önemine binaen bir konuşma yaptı.

  Salonda Cumhuriyet ruhu oluşturduklarını, her tarafın bayraklarla donatıldığını vurgulayarak  Cumhuriyet manasına uygun bir resepsiyon gerçekleştirdiklerinin altını çizerek, Amasya’da böyle bir güzel mekan açıldığı için bu mekanı halkın hizmetine açanlara teşekkür ediyorum dedi. Resepsiyon sonlarına doğru Cumhuriyet pastası kesildi ve Cumhuriyet meşalesi yakıldı. Sonra günün anlama ve önemine binaen havai fişek gösterileri yapıldı. Mado’da düzenlenen Cumhuriyet resepsiyonuna katılım hayli yüksekti. Salon tamamen doluydu. Sonuç itibariyle Amasya’da Cumhuriyetimizin 89.yıl resepsiyonu tam anlamıyla güzel oldu. Amasya Valisi Abdil Celil Öz eleştirilerin aksine Amasya Mado’da Cumhuriyetimizin ruhuna uygun yakışan bir Cumhuriyet resepsiyonu yaptı.                                                                                    

Ortadoğu’nun kaosu sona erer mi?

0

  Kaos kavramı günlük kullanımdaki anlamının aksine fizik, biyoloji ve son dönemde de sosyal bilimlerde “düzenli düzenliği” ifade eder. Düzensizliğin nedeni belirsiz bir karmaşa değildir, sonuçlar üzerinde etkileri olan değişkenlerin, sebep olabilecekleri etkinin boyutlarının önceden kestirilemezliğidir.  Kaosun içerisinde, başlangıç noktasına olan hassas bir bağımlılık söz konusudur. Gelişen her aşamada meydana gelen etkileşimlerin toplamı sonuçta bir kaos yaratır ve kimin neye ne derecede sebep olduğu anlaşılamaz.   

  Tunus’ta bir seyyar satıcının davranışına hassas bağımlı olan bir kaos süreci Ortadoğu’nun yapısal büyük kaosunun içerisinde kendine yaşam alanı açmış görünüyor. Ortadoğu’nun coğrafik, politik ve sosyolojik özellikleri, petrol üzerindeki kontrol stratejilerinin katalizör etkisiyle, yaşanmış olayların analiz edilmesini, gelecek olayların öngörülmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor. Ancak hepimizin neler olduğuna dar bir anlayışı ve gelecek öngörümüz var. Önemli olan, bu anlayış ve öngörülerin ne kadarının gerçekle uyumlu olduğudur. Geçmişte olanları ne kadar doğru anlayabilirseniz bu doğruluk bugünü ve yarına yönelik anlayışınızı o kadar etkileyecektir.

  Arap baharının dinamiklerini özgürlük, adalet, demokrasi arayışına temellendirirseniz Libya’da ne olup bittiğini anlamlandırmak mümkün olmaz. Suriye’de neler olduğu ise biraz daha karmaşıktır. Halen nelerin neden dolayı olduğunu ve nereye gidildiğini anlamlandırmaya çalışıyoruz. Meydana gelmiş olaylardan yola çıkarak doğrunun ne olduğunu anlamak ve geleceği tahmin etmek muhtemelen sizi doğru yerde konumlandırmayacaktır. Yaşanan, elle tutulur olayları, delilleri bir araya getirmek sanılanın aksine resmi tamamlamaya bir türlü yetmez. Uluslararası alanda, çevrelerini etkileme gücü olan aktörlerin stratejileri bazen açık, çoğunlukla kapalı ve bilinmezdir. Aktörlerin karşılıklı etkileşim sürecinde bu stratejilerin ne kadar başarılı olduğu, kimin diğerine kendi isteklerini kabul ettirdiği çoğu zaman başka şekillerde görülür olur. Bazen duvarlar yıkılır, bazen renkli devrimler,  bazen türlü baharlar olur. Ancak genel olarak kabul edilebilecek bir konu, aktörlerin stratejilerinin kaosun sınırlarını belirlediğidir. Belirsizliğin belirli olduğu, düzensizlik içinde bir düzenin  anlaşılabildiği yer burasıdır. Sözün özü şudur: yaşanan günlük olayların peşinde sürüklenerek doğru bilgiye ulaşmak imkânsızdır, kaosun içinde kaybolursunuz, stratejileri anlarsanız (kaos kuramındaki garip çekiciler tanımına uyarlar) geçmişi, günü ve geleceği bir düzen içinde anlayabilirsiz.

  Ancak aktörlerin stratejileri hepimize açık olmadığından, bunları geçmişte yaşanmış tecrübelerimiz üzerine kurduğumuz zihni bir modele göre tahmin etmeye çalışırız. Dolayısıyla bu da şimdi aktaracaklarımızın tartışmaya açık yönüdür.

  Arap Baharının, alternatif enerjilerin önünü açmaya yardımcı olduğunu kabul etmek yanlış olmayacaktır. Böylece, petrole ulaşmanın maliyetinin yükselmesi alternatif enerjileri nispi olarak ucuzlatmıştır. Petrol ürünlerinin fiyatının artmasının aksine, Ortadoğu’nun kaosun içerisine atılmasının sebebi olan petrol, uzun vadede önemini kaybetmektedir. Kaosun kıyısında yaşanan düzensizlik değişim için gerekli ortamı sağlamaktadır.

  Petrolün enerji alanındaki son dönem getirilerinin İsrail ile bir savaş hazırlığına veya diktatör rejimlerin keyfi harcamalarına değil geniş halk kitlelerine yönelik yatırımlara aktarılması olasıdır. Ortadoğu’da öngörülen değişim birinci dünya savaşının bitiminde oluşmaya başlayan düzeni farklı bir konuma taşımaktadır. Değişim basit değil aksine ciddi bir düzeydedir. Yüz yıl öncesinin aksine istilacı ordular yoktur bu sefer. Libya’daki dış müdahale isyancıların yeterli güce ulaşamamasından kaynaklanıyordu. Suriye’de de isyancıların devlet güçlerine karşı bir denge durumuna ulaşmaları mümkün görünmüyor. Mücadeleyi devam ettirebilmek için kent ve kasabaları kullanmaları, konvansiyonel olarak daha güçlü olan devlet güçlerinden saklanmalarını sağlarken, sivil halkın zarar görmesi nedeniyle uzun vadede destek görmeleri ihtimalini gittikçe zayıflatıyor.

  Petrol tükendiğinde bölgede yaşanacak iktidar mücadeleleri şimdiden kontrollü bir biçimde gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Kimi aktörler işin harekete geçiricisi pozisyonunda kimi takipçi konumunda. Örneğin Çin bu olayların başlamasında bir etkiye sahip görünmemekle beraber, gelişen durumda uzun vadeli çıkarları korumaya çalışıyor. Gelişen olaylara yöne vermese de durumunu korumaya çalışıyor. Şimdilik bir takipçi olduğu söylenebilir. Belki de uzun vadeli niyetlerini çabuk belli etmesi şimdi takipçi olmasının nedeni sayılabilir. Muhtemelen bunun bedeli olarak, Çin tahmin ettiğinden daha fazla biçimde bölgeden ve Afrika’dan uzak kalacak ve bölgede Batı dünyasının alternatifi Çin değil Rusya olacaktır.

  Karşıtlıkları ile var olan her şey gibi bölgede de Rusya’nın karşıtı ABD değil, yumuşak gücüyle hazırlık yapan Türkiye’nin olması şaşırtıcı olmamalıdır. Nükleer güç dengesinde de ABD’nin Türkiye tarafında olması beklenmelidir. Suriye’deki olaylara bu gözlükle bakarsanız, yakında bir savaş değil karşılık bir kaplaşma görürsünüz. Arap Baharının son noktası muhtemelen bu olacaktır. Ortadoğu ve Afrika’da yakın dönemde başlayacak bir kaplaşma görebiliriz. Rusya ve İran merkezli bir bloğa karşı Türkiye tarafında ekonomik ilişkiler ve mezhepler ekseninde toplanan bir bloğun yükselişi görülebilir. Bu kaplaşma soğuk savaş dönemindeki biçimde gelişirse Ortadoğu’nun kaos’unun bittiğinin ve artık bir denge kurulduğunun işareti olabilir. Lübnan istihbarat şefinin öldürülmesi önemli bir olaydır. Lübnan’da bazı dinamikleri ve böylelikle Ortadoğu’yu beklenmedik bir şekilde harekete geçirmeye çalışılıyor olabilir.

Nato ile işbirliği kapsamında Azerbaycan…

0

  20. yüzyılın sonunda dünyada yaşanan küresel gelişmeler, özellikle Varşova Paktı’nın dağılması, “Soğuk Savaş”ın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin çöküşü uluslararası alanda politik ortamın ciddi şekilde değişmesine ve yeni jeopolitik durumun ortaya çıkmasına neden oldu. SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan devletlerin doğrudan uluslararası ilişkiler sistemine katılması ve kendi çıkarlarını ifade eden dış politika uygulamaya başlaması, dünyada devletlerarası ilişkilerin yeni düzeninin oluşmasına yol açtı.

  Soğuk savaşın doğurduğu çatışmanın sona ermesinden sonra Avrupa’da güvenlik konularını yeni olumlu yöne yöneltmek, Avrupa’nın Doğu ve Batı ülkeleri arasındaki ilişkileri normalleştirmek, özellikle de, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin yeni kazanılmış bağımsızlıklarını pekiştirmek ve onların bölgede ve dünyada küresel güvenlik sorunlarının çözümünde tam demokratik bir ülke olarak yer almak arzusunu hayata geçirmek zorunluluğu ortaya çıkmıştı.

  Avrupa’da politik değişiklikler süreci NATO’nun gelecek görevleri ile ilgili bir takım başvurular yapılmasına neden oldu. Öyle ki, NATO ülke başkanları 6 Temmuz 1990 yılında Londra’da yapılan zirvede Doğu-Batı ayrımcılığına son vererek tüm Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine yeni işbirliği teklif ettiler.

  İlişkilerdeki bu temel değişiklikler NATO’nun 8 Kasım 1991 yılında devlet ve hükümet başkanlarının yüksek düzeyde yapılan Roma toplantısında ilan edilmiş ve güvenlik konularına daha geniş yaklaşımın kabul edildiği “teşkilatın yeni stratejik konsepti”nde teyit edildi. Teşkilatın yeni stratejik konseptinde 1989 yılından başlayarak Avrupa’da politik durumun değiştiği gösteriliyordu. NATO’nun geçmişte karşılaştığı sorunların yerini yenileri almıştır. Şu an itibariyle teşkilat için esas tehlike NATO üyelerinden birine saldırı tehlikesi değil, gayri istikrarın (ekonomik, sosyal ve siyasal sıkıntılar, etnik çatışmalar, toprak anlaşmazlıkları, kitle imha silahı ve balistik füzelerin yayılması, hayati önemli kaynakların yetmezliği, terör ve sabotaj eylemleri) belirmesi olasılığıdır.

  Stratejik konsept küresel karşılıklı bağımlılığı ve teşkilatın güvenliğinin bölünmezliğini öngörmekle beraber, Avrupa’da güçler oranının dengesinin korunmasını temel görev olarak benimsemektedir. Aynı zamanda stratejik konsept Avrupa’da güvenliğin üç temel unsurunu, diyalog, işbirliği ve kolektif savunma yeteneğinin korunmasını belirlemiştir.

  Roma Bildirisi NATO’nun görevlerini ve gelecek yönlerini belirler. Bildiride, yeni sorunların herhangi bir enstitü tarafından değil, Avrupa ve Kuzey Amerika devletlerini birbirine bağlayan bütün enstitüler birliği tarafından çözülebileceği onaylanıyor. Aynı zamanda deklarasyonda belirtiliyor ki, teşkilat öyle bir güvenlik sistemi üzerinde çalışıyor ki, onun çerçevesinde NATO, AGİT, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi birbirini karşılıklı olarak tamamlamalıdır. Ayrıca, deklarasyonda Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile danışma ve işbirliği sisteminin gelişmesi öngörülmüştür.

  Böylelikle, 20 Aralık 1991 yılında müttefikleri ve yeni ortak-devletleri birleştirmiş Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi (KAİK), genel rahatsızlık verici konuları tartışmak için danışman kuruluşun oluşması için bir araya geldi.  Konseyin görevi güvenlik alanında işbirliği ve ülkeler arasındaki ilişkilerin gelişmesine yardım etmekten ibaretti. 1992 yılının martında KAİK’in içeriği genişletildi ve Azerbaycan’la birlikte 11 BDT devleti bu kuruma kabul edildi. Böylece, Azerbaycan-NATO işbirliğinde gelişme dönemine girildi.

Azerbaycan ile NATO arasında oluşturulan işbirliğinin temel ilkeleri

  Azerbaycan’la NATO arasında ikili ilişkilerin ilk tezahürleri 1992 yılının Ekiminde kendini gösterdi. O zaman egemen devletimizin temsilci heyeti NATO üyesi ülkelerin Türkiye’de yapılan seminerinde yer alıyordu. Seminer sırasında Azerbaycan temsilcileri NATO Genel Sekreteri M. Verner ile görüşmüşlerdir. Burada karşılıklı ilgi uyandıran konular etrafında konuşulmuş, iki taraflı işbirliğinin geliştirilmesinin önemi vurgulanmıştır.

  1993 yılının Şubat ayında Azerbaycan heyeti Brüksel’de Avrupa güvenliği ile ilgili sorunlar üzere Kuzey Atlantik İttifakı’nın düzenlediği konferansta yer almıştır.  Konferansta temsilci heyet tarafından Azerbaycan’da yaşanan toplumsal-siyasal süreçler, Ermenistan’ın ülkemize saldırısı ve başka konular hakkında bilgi verilmiştir.

  Azerbaycan için askeri-politik açıdan zor olan bu yıllarda ülkemiz NATO’nun yarattığı çeşitli forum ve yapıları kullanarak, oluşmuş bilgi ablukasını delmeye, Azerbaycan’da ve Kafkasya’da yaşanan gelişmeleri objektif şekilde dünya kamuoyuna ulaştırmaya çalışmıştır. Bu dönemde Azerbaycan’ın NATO’dan büyük beklentileri olduğu halde ülkemizde, özellikle Kafkasya’da iç istikrarsızlık ve bölge hakkında Brüksel’de objektif düşüncelerin olmaması bu beklentilerin karşılık bulamamasına sebep olmuştur.

  1994 yılına kadar Azerbaycan-NATO ilişkileri neredeyse yüzeysel olarak nitelendirilmekteydi. Fakat gittikçe topraklarında ayrılıkçı güçlerin ciddi askeri operasyonlar yapması ve topraklarının yüzde 20’sinin Ermenistan birlikleri tarafından işgal edilmesi Azerbaycan’ın güçlü uluslararası örgütlerle, özellikle NATO ile işbirliğine daha büyük ihtiyaç hiss edilmekteydi.

  Öncelikle, Karabağ sorununun barışçıl çözümünde, cumhuriyetimizin işgal edilmiş topraklarının kurtarılmasında, bir milyondan fazla mülteci ve zorunlu göçkünün kendi evlerine geri dönmesinde NATO gibi saygın kurumun büyük rolü olabileceği inkaredilemez bir olgudur. Kuzey Atlantik Bloğu ile kurulan ilişkilerin ve işbirliğinin bağımsız Azerbaycan devleti için diğer bir önemi de, cumhuriyetimiz “Barış İçin Ortaklık” programına katılmakla hem NATO’nun çeşitli kuruluş ve enstitüleri aracılığıyla dünyanın kolektif güvenlik sistemine girmek, kendi güvenliğini uluslararası güvenlik konularına uyarlamak, üstelik de birliğe dahil olan 26 ülke ile ayrı-ayrı ve birlikte barış ve insani eylemlere katılmak olanağı kazanmaktır.

Ayrıca, NATO ile işbirliği çerçevesinde Cumhuriyetimiz Kafkasya bölgesinde stratejik denge ve güvenlik sistemi kurmak, tartışmalı konuları uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde çözmek, Azerbaycan’ın bağımsızlık ve güvenlik sorunlarının çözümünde NATO’nun geniş nüfuzunu ve etkin mekanizmalarını kullanmak olanağı da elde ediyor.

  10-11 Ocak 1994’de NATO üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının Brüksel’de yapılan zirve toplantısında ise Barış için Ortaklık faaliyetinin temeli atıldı ve her bir ülkeye kişisel olarak karşılıklı işbirliği çerçevesinde bunu hayata geçirmeye olanak sağlanıldı.  “Barış İçin Ortaklık” (BİO) programı pratik işbirliği ve Kuzey Atlantik Konseyi’nin atıfta bulunduğu demokratik ilkelere sadıklığa dayanmaktadır. İstikrarın pekiştirilmesi, barış için tehlikenin azalması ve güvenlik alanında NATO ile ayrı-ayrı ortak devletler arasında sıkı ilişkilerin kurulmasını amaçlamaktadır.

  Barış için ortaklığın kendine has alet ve mekanizmaları mevcuttur ki, bunlara Avrupa-Atlantik işbirliğinin İşçi Planı (WP), Bireysel Ortaklık Planı (İPP), Planlama ve Tahlil Süreci (PARP), Üyeliğin Faaliyet Planı (MAP) ve Bireysel Ortaklığın Faaliyet Planı (İPAP) dahildir.

4 Mayıs 1994’de Devlet Başkanı Haydar Aliyev “Barış için Ortaklık” programının çerçeve belgesini imzaladı.  Bu belgenin imzalanması Azerbaycan’ın uluslararası konumlarının güçlendirilmesi yönünde önemli adımlardan biri oldu. Elbette, Cumhuriyetimize bu programa katılmakla hemen daha güçlü uluslararası askeri destek almakla ilgili teminat verilmedi. Ama   “BIO” programının Azerbaycan için önemi şu ki, bu program NATO Güvenlik sistemine dahil olan Avrupa ülkeleri ve ABD ile dünya güvenlik ve uluslararası ilişkilerinin sivil kuralları çerçevesinde her türlü işbirliği yapmak olanağı vermiştir. Bu da aslında NATO askeri yapıları ile Azerbaycan ordusunun barış için işbirliği yapmak, ortak eğitim ve tatbikatlar hayata geçirmek, onların ordu yapılanması birikiminden yararlanmak, kadro hazırlığı ve başka alanda ortak hareket etmek olanağı sağlamaktadır.

  Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev: “NATO karargahında “Barış İçin Ortaklık” belgesinin imzalanması Azerbaycan için çok büyük önem taşımaktadır”. Genç bağımsız devlet olan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bu programa katılımı öne sürülen amaçların gerçekleştirilmesi için elverişli bir ortam oluşturmaktadır. Bölgede askeri çatışma olduğundan Azerbaycan bu programa büyük umutlar besliyor. Bağımsız Azerbaycan’ın “Barış İçin Ortaklık” programına katılması Türkiye ve diğer NATO üyesi devletler arasında ilişkilerin genişlemesine yardımcı olacaktır.

  Azerbaycan’ın “Barış İçin Ortaklık” programına katılması hem de Azerbaycan’ın uluslararası konumlarının güçlendirilmesi anlamına gelmektedir. Elbette, Cumhuriyetimizin bu programa katılması hemen güçlü uluslararası askeri-politik destek almaya teminat vermemektedir. Amaca ulaşmak için Azerbaycan’ın çok etkin düşünülmüş, amaçlı ve yüksek verimli çalışma yürütmesi gerekmektedir.

  NATO ve Azerbaycan arasında karşılıklı ilişkiler 1994 yılı Haziran’ında Azerbaycan heyetinin Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi oturumunda katılımıyla bir kadar da geliştirilmiştir.  Ziyaret sırasında Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırısı ve onun sonuçları hakkında geniş bilgi verilmiş ve bu sorun kabul edilmiş bildirinin “Bölgesel İhtilaflar” bölümünde yer bulmuştur. Bildiride şöyle bir ilkesel hüküm ifade edilmiştir ki, bütün devletlerarası çatışmalar devletlerinin toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine uygun çözümlenmelidir.

  Azerbaycan ile NATO arasında oluşturulan işbirliğinin temel ilkeleri ve yönleri “Barış İçin Ortaklık” programında ve Azerbaycan’ın sunduğu “Sunum Belgesi”nde yer almıştır. 23 Nisan 1996’da Brüksel’de Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev NATO karargah binasında bu örgütün Genel Sekreteri J. Solana ile görüşmede Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Kuzey Atlantik İttifakı ile işbirliğini onaylayan “Sunum belgesini”  kendisine takdim etmiştir.

  1994 ve 1996’lı yıllarda temeli atılmış ve geliştirilmiş Azerbaycan-NATO ilişkileri sonraki dönemde ilişkilerin daha da pekiştirilmesi için elverişli çekirdek rolünü oynadı. İşte o yıllarda ilişkilerin hukuki yönden düzenlenmesi ve bir takım pratik adımların atılması NATO’nun     Azerbaycan ile işbirliğini geliştirmeye ilgisini arttırdı.

 __________________

  1-NATO Handbook. NATO office of information and press.

     1110 Brussels. Belgium, 2001, p. 412.

  2-NATO Handbook. NATO office of information and press.

     1110 Brussels. Belgium, 2001, p. 439.

  3-NATO Public Diplomacy Division. 1110 Brussels, Belgium, 2005, p. 4

  4-NATO Handbook. NATO office of information and press.

     1110 Brussels. Belgium, 2001, p. 446.

  5-Hasanov A.M. Modern uluslararası ilişkiler və Azerbaycanın dış politikası,

     Bakü, 2005, s. 207.

  6-NATO Transformed. Public Diplomacy Division. 1110 Brussels, Belgium, 2005, p. 16.

  7-“Halk gazetesi”, 10 mayıs 1994.

4 Temmuz, Bağımsızlık Günü

0

  Kimin aklına gelirdi, kişinin mensubu olduğu Cumhuriyetin kuruluşunun yıldönümü kutlamalarına katılmasının yasak olacağı daha 89. yılında iken. Kutlamayı isteyen, yasalara göre yasal kişiliği olan parti(ler), kuruluş veya TC vatandaşları, kimler davet ediliyor, Cumhuriyete vatandaşlık bağı ile bağlı kurum ve kişiler. Ne başka bir ülkenin kutlaması yapılıyor ne de başka ülkenin vatandaşları bizim kutlamalarımıza katılıyor. Gösteri ve yürüyüşleri düzenleyen kanuna göre yasaklamayı valilikler yapıyor, vali neyi temsil ediyor devleti, devleti kim yönetiyor halkın verdiği oyla aldığı yetkiden ve başında Türkiye Cumhuriyeti ibaresi bulunan hükümet. Cumhuriyetin kutlanmasına, cumhurun iştirak edilmesi neden engellenmeye, yasaklanmaya çalışılıyor, neden kitlelerin katılmasına gerek kalmadan birkaç protokol zevatıyla yapılmaya çalışılıyor. Sıradan bir kutlama töreni değil ki bu, bir milletin (çoğu günümüzde müttefikimiz olan) 90 yıl önce ülkemizi ele geçirmeye çalışan emperyal güçlerden bağımsızlığını kazanmasını kutladığı bir bayram bu. Eğer herhangi bir kimse bağımsız ve özgür yaşamamızı sağlayan Cumhuriyetimizin kuruluşunu kötü amaçlara alet etmeye çalışırsa elbette katılmasın ama diğerlerinin engellenmesi niye.

  Yazının başlığındaki 4 Temmuz bağımsızlık günü elbette Amerika Birleşik Devletlerinin bağımsızlık günü, hani hayran olduğumuz Amerika’nın. Bundan yirmi yıl kadar önce doktora çalışması ve akademik çalışmalar için gitmiştim, 2011 yılında yine 3 ay süreyle akademik çalışmalar için bulunmuştum. Her ikisinde de oradaki tüm insanlar 4 Temmuz’daki bağımsızlık günlerini coşkuyla kutladıklarına şahit olmuştum. Resmi kurumlar, evler, araçlar her yer bayraklarla süslenmiş ve heyecanla yapılan kutlamaların hazırlıkları da günler öncesinden duyurulmuştu. Tabiî ki tüm toplu gösteri yapılacak yerlerde de şerifler ve polislerde güvenliği sağlamak için bulunuyordu. Güzelim ülkemizde ise günler öncesinden izinli ve/veya izinsiz nedenini bilemiyorum günler öncesinden Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarının milletin kendiliğinden topluca coşkuyla kutlanmasının yasaklandığı bazı şehirlerde duyurulmuştu. Ben gönül rahatlığı ile Cumhuriyetimizin 89. yıl dönümünün nasıl coşkuyla kutlanacağını/kutlandığını yazmak isterdim. Aklıma 13 Ekim Ankara’nın başkent olmasıyla ilgili kutlama yasaklamaları geldi.

   Ben tüm içtenliğimle yinede Cumhuriyet’imizin kuruluşunun 89. yılının kutlu olmasını diliyorum.  

Mülki idarede çalışanın moralini bozmak yerine takdir etmek gerekmez mi?

0

  Türk milletine hizmet etmek her Türk vatandaşının asli görevlerindendir. Bunu herkes kendine ilke edinmelidir. Bunu kendisine ilke edinenlere ne mutlu. Ülkemize yapılan  hizmetlerden dolayı bir Türk vatandaşı olarak gurur duyuyorum. Ülkemize ve milletimize hizmet edenleri yürekten tebrik ediyorum. Milletimiz her türlü hizmete layıktır. Gazetecilik mesleğim gereği ülkemizin her tarafına gidip-gelmekteyim. Sosyal alanda yapılan reformlar ve alt yapı hizmetleri gurur vericidir. Özellikle kaymakam ve valilerimizin vatandaş odaklı hizmetleri takdire şayandır. Kaymakamlarımız köy ve kent demeden yardıma muhtaç insanlarımızın yanlarına giderek onların gönüllerini alarak kendilerine yardım yapılmasını sağlıyor. Yönetimde gönül adamı olmak ayrı bir duygudur.

  Bu konuda kaymakam ve vali örnekleri çok ama şu isimleri anmadan geçemeyeceğim;  Hopa Kaymakamı Abdullah Akdaş, Göksun Kaymakamı Ali Hamza Pehlivan, Şahinbey Kaymakamı Uğur Turan, Seydişehir Kaymakamı Tuncay Sonel, Pınarbaşı Kaymakamı Mevlüt Özmen bu konuda örnek kaymakamlarımızdandır. Bunlar vatandaş odaklı hizmetlerde ülkemizde marka olmuş kaymakamlarımızdandır. Eski Tokat Valisi olan Sayıştay Başkanı Dr. Recai Akyel Tokat Valiliği döneminde  “Tokat üretiyor” projesiyle halk tarafından takdir edilen mülki idare amirlerindendir. Mülki idareden vatandaş odaklı hizmet yapanları takdir ediyorum.

  Hopa Kaymakamı Abdullah Akdaş’ın Sarp Sınır Kapısı çevre düzenlemesi ve Tır parkları projesi  bu konuda  tarihimize imza atılan projelerdendir.Yapılan hizmetler  her Türk vatandaşının gurur duyması gereken  hizmetlerdir. Göksun Kaymakamı Ali Hamza Pehlivan’ın görev yaptığı yerlerde halkın kendisine gösterdiği sevgi selini unutmak mümkün mü?, Şahinbey Kaymakamı Uğur Turan’nın  vatanadaşa hizmette  nazik, kibar, halktan biri gibi mülki idare duruşu takdir edilecek bir durumdur. Seydişehir Kaymakamı Tuncay  Sonel’in vatandaşa hizmet odaklı projelerini hatırlamamak mümkün mü? Pınarhisar Kaymakamı Mevlüt Özmen’in Yusufeli Kaymakamlığı döneminde  sarp ve kayalık köy yollarında korkmadan vatandaş odaklı hizmet için dolaşması  hiç unutulur mu? Türk milletine hizmet etmekten zevk alan mülki idare amirlerimizin sayısı çoktur.

  Devlete ve millete özveriyle çalışarak  hizmet yapan mülki idare amirlerini küstürmemek gerekir. Onları bu güzel davranışlarından dolayı takdir etmek gerekir. İnsanın morali olduğu zaman hizmet yapar. Moralsiz olan insan hizmet yapamaz. Hizmet yapan mülki idare amirini takdir etmek her üst yönetimin görevi değil midir?  Size bağlı olarak çalışan mülki idare amiri kişilik karakterinize ters düşebilir, sevmeyebilirsiniz ama yönetici olarak onun moralini bozmaya hakkınız yoktur. Yöneticilerin önce kendi iç duygularını bırakıp, ülkeye hizmeti ön planda tutmaları gerekmez mi? Bence bu ülkeye hizmet eden herkesi alkışlamak gerekmez mi? Ya sizce…

Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesinin 14. sayısı çıktı

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Gürcistan-Acara Özerk Cumhuriyetinin başkenti Batum’da 05.07.2011 tarihinde yayın hayatına başlayan ve Batumi-Georgia Network Medya Grup tarafından çıkarılan, Türkiye temsilciliğini de Habergünebakış Sitesinin yaptığı (www.habergünebakis.com) Karadeniz Bölgesinin Türkçe-Gürcüce dilinde onbeş günlük olarak yayınlanan tek gazetesi olan ve Gürcistan-Batum, Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun illerinde dağıtımı yapılan uluslararası “Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesi”nin 14. sayısı çıktı.Kuşe kağıda baskılı, haftalık tirajı 8.000 ve 8 sayfa renkli olarak yayınlanmaktadır.

    
             Haberci Gazetesi 1.sayfahttp://a1210.hizliresim.com/12/8/drws5.jpg
             Haberci Gazetesi 2.sayfa : http://g1210.hizliresim.com/12/8/drww5.jpg
             Haberci Gazetesi 3.sayfa :  http://g1210.hizliresim.com/12/8/drwys.jpg
             Haberci Gazetesi 4.sayfa : http://f1210.hizliresim.com/12/8/drwz7.jpg
             Haberci Gazetesi 5.sayfa : http://f1210.hizliresim.com/12/8/drwzz.jpg
             Haberci Gazetesi 6.sayfa : http://f1210.hizliresim.com/12/8/drx1l.jpg
             Haberci Gazetesi 7.sayfa : http://f1210.hizliresim.com/12/8/drx29.jpg
             Haberci Gazetesi 8.sayfa : http://a1210.hizliresim.com/12/h/dyzmp.jpg
 
                
             Haberci Gazetesi 1.sayfa  Haberci Gazetesi 2.sayfa  Haberci Gazetesi 3.sayfa
 
                
             Haberci Gazetesi 4.sayfa  Haberci Gazetesi 5.sayfa  Haberci Gazetesi 6.sayfa
 
                                 
                                Haberci Gazetesi 7.sayfa   Haberci Gazetesi 8.sayfa

Batum Build 2012 Uluslararası Yapı ve Dizayn Fuarı

0

Haber: İlker ÇAKAN.

  Gürcistan- Özerk Acara Cumhuriyetinin Başkenti Batum’da 19-21 Ekim 2012 tarihleri arasında Uluslararası  Yapı ve Dizayn Fuarı düzenlenecektir. Fuara yaklaşık 70 firmanın katılacağı öğrenildi. Bu tarihler arasında fuarın hergün ziyareti 18.00-20.00’dir. Batum Uluslararası Yapı ve Tasarım Fuarı; yapı malzemeleri, makine, hammadde, ekipman ve inşaat ve mimarlık, iç ve dış dekorasyon, sanal ve endüstriyel tasarım alanındaki son teknolojik gelişmelerin en önemli görüntüler biridir. Fuara; Yapıcılar, mimarlar, mühendisler, dekoratörler ve tasarımcılar katılacaktır.

 

Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesinden Hopa Kaymakamı Abdullah Akdaş’a ödül

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Gürcistan-Acara Özerk Cumhuriyetinin başkenti Batum’da 05.07.2011 tarihinde yayın hayatına başlayan ve Batumi-Georgia Network Medya Grup tarafından çıkarılan, Türkiye temsilciliğini de Habergünebakış Sitesinin yaptığı (www.habergünebakis.com) Karadeniz Bölgesinin Türkçe-Gürcüce dilinde onbeş günlük olarak yayınlanan tek gazetesi olan ve Gürcistan-Batum, Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun illerinde dağıtımı yapılan uluslararası “Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesi”; kuşe kağıda baskılı, haftalık tirajı 8.000,  ve 8 sayfa renkli olarak yayınlanmaktadır.

  Türkiye- Gürcistan Haberci Gazetesi yayın kurulu yaptığı değerlendirmede; Hopa-Sarp Sınır  Kapısı çevre düzenlemesi ve  ülkemize kazandırdığı  Esenkıyı ve Kopmuş TIR Parkları, göreve başladığından  bu tarafa devlet hizmetinde  etkin ve kararlı tavırlarıyla kamuoyunun takdirini kazanan, Türkiye-Gürcistan ilişkilerinin de sosyal ve kültürel yönden daha iyi bir seviyeye gelmesinde  gösterdiği üstün gayretlerinden dolayı Artvin-Hopa Kaymakamı Abdullah Akdaş’ı  ödüle layık görmüştür. Bunun ilgili ödül Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlker Çakan tarafından Hopa Kaymakamı Abdullah Akdaş’a makamında takdim edilmiştir.

Acara Özerk Cumhuriyetinde devlet sigortası yeni programı faaliyete geçti

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Gürcistan-Acara Özerk Cumhuriyeti Hükümet Başkanı Levan Varshalomidze Acara Sağlık ve Sosyal İşler Başkanı Temur Gabaidze ile beraber Batum Cumhuriyet Hastanesinde Devlet sağlık sigorta başlayışına baktılar. Hükümet Başkanı Levan Varshalomidze, hastalarla ve hastane personelleriyle devlet sağlık sigorta hizmet şartları hakkında konuştu.

  Yeni sigorta yaptıranların kapsamlı hizmetleri almaları için bütün poliklinikler acil çalışma rejimine geçti. Acara’da sigortalanmış 81 hasta bu programdan yararlandılar ve onlardan birine cerrahi ameliyatta yapıldı.

  Şu andan itibaren devlet yaklaşık 1 milyon kişiden oluşan; 5 yaş olmak üzere çocukları, emeklileri, engelli ve gelir düzeyi çok düşük olan aile bireylerine de ücretsiz sigorta hizmetlerini sunuyor.

error: Content is protected !!