Pazar, Mayıs 5, 2024
tr
Ana Sayfa SİYASET Turkuaz Hareket Lideri Ali Müfit Gürtuna: Turkuaz Hareket, pozitif siyaset anlayışının marka...

Turkuaz Hareket Lideri Ali Müfit Gürtuna: Turkuaz Hareket, pozitif siyaset anlayışının marka ismidir

Haber: İlker ÇAKAN
    Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna İstanbul- Maslak’ta Darüşşafaka Tesislerinde yaklaşık 1000 kişinin katıldığı iftar yemeğinde yaptığı konuşmada şunları söyledi;
Büyük Ortadoğu Projesi adıyla kendini gösterdi
     “Dostlarımızla bir araya gelememenin yoğunluğunu bugün yaşadık. Türkiye’nin sorunları bizim sık olarak bir araya gelmemizi zaruri kılıyor. Dünyanın gidişine baktığımızda küresel yapıda çok önemli kırılmalar görüyoruz. 2000 yılı ile başlayan süreç, 2008 yılından sonra değişik bir mecraya oturacak görünüyor. 2000 yılı başlayan 11 Eylül olayı dünyaya yeni bir çizgiyi ve vizyonu dayattı. Bunun sonucunda da dünyanın çeşitli ülkelerinde karşı konulamaz bir giriş söz konusu oldu. Bundan çok etkilenen ülkelerden biriside Türkiye ve bizim bölgemiz oldu. 2000 yılı 11 Eylülü ile gelen dünyadaki değişim olayı bizim bölgemize Büyük Ortadoğu Projesi adıyla kendini gösterdi.
Geldiği iktidarda da o sözlerin bedelini ne yazık ki Türkiye ödedi
     Büyük Ortadoğu Projesinin bölgesel etkileri yayılırken, Türkiye’mizde de bunun sonuçların gördük. 1997 yılı şubat siyasi krizi, 2001 ekonomik krizi Türkiye’de bir takım arayışları da kendiliğinden beraberinde getirdi. Bu ortam iç ve dış konjonktür bir araya gelmesiyle, Türkiye’de yeni bir partinin kurulması ve o arayış sebebiylede iktidar olmasını sağladı. Bir bakıma AKP’yi 11 Eylül küresel kriziyle, 28 Şubat krizinin ortak ürünüdür diyenler çok yanılmış sayılmazlar. Ama o konjonktür artık değişiyor. Yapı değişiyor. Türkiye’nin içine olan yansımalarına baktığımız zaman, AKP kurulurken dünyadaki bu yeni trendi görerek, Türkiye adına her türlü vade imza attı. Değişebilecek her türlü şartları kabul edeceğini benimseyerek ve benimsediğini ifade ederek o konjonktüre ayak uyduracağını ifade etti. Bu şekilde geldiği iktidarda da o sözlerin bedelini ne yazık ki Türkiye ödedi.
Türkiye’yi çok ciddi bir borç bataklığına taşıdı
     O şartlara baktığımız zaman, Türkiye’ye dayatılmış olan, küresel gücün Türkiye’ye en azından AKP hükümetine ekonomik anlamda takdim ettiği işbirliği teklifi şu oldu. Biz size sermaye, para, finans getirelim. Sizde yüksek faizle bunu karşılayın. Bunun yanında gerek konjonktüre, gerekse bölgesel birçok konularda, hükümet Türkiye’nin köprü olacağı işaretini verdi. Ama bunun sonuçlarını da yine Türkiye bir bir ödüyor. Ortaya çıkan fotoğrafa baktığımız zaman elde edilen, o geldi diye sevinilen yüksek faizli finans yapısı Türkiye’yi çok ciddi bir borç bataklığına taşıdı. 2002 yılında iktidara gelen hükümet, 200 milyar dolarlık bir borç devir almıştı. Bugün bur borç 550 milyar dolara yaklaştı. Bu çok büyük bir açıktır, farktır. Bunun yanında alınan paralarda dağılım, Türkiye’den toplanan vergilerde, gelen finansta dağılım adaletli olmadığı için, büyük halk kitleleri yani şöyle diyebiliriz piramidin en altında bulunan en yoksul, en sıkıntılı kitlelerin imkânı da bir şekilde yüksek faizli borçla alınmış olan paraların dağıtımı ile bastırılma yoluna gidildi.
Türkiye üretmeden, tüketen, kazanmadan harcayan bir düzene dönüştü
     Böylece bir yandan Türkiye’deki açık büyüdü, bir yandan da toplumun % 50’sinden fazlası devlete bağımlı, yardıma muhtaç, piyasaya hiçbir katkı sağlamayan, üretime hiçbir faydası olmayan bir yapıya dönüştürüldü. Bir yandan yüksek faizli alınan paralar dağıtılırken, bir yandan da dağıtılan kitleler ekonomiden ve üretimden koparıldı. Bunun yanında bu gelen küresel dalganın Türkiye’de oluşturduğu bir başka sonuçta şu oldu. Türkiye’ye takdim edilen bir sitsem oldu. Denildi ki üretmeyin, tüketin. Üretip ne yapacaksınız, bizi sizin yerinize üretiriz. Kazanmayın, harcayın. Kazanıp ne yapacaksınız, biz size borç para veririz. Yapı bu oluşunca, Türkiye üretmeden, tüketen, kazanmadan harcayan bir düzene dönüştü, dönüştürüldü. Böyle bir sistemin son yoktur. Bir hikâye var: Adamın biri çatıdan aşağıya hep para atıyormuş. Bunu oğlu da zevkle seyrediyor. Herkes kapış kapış para alıyor. Adam oğlunu bir gün işe başlatmış. Oğlunun maaşını atmaya başlamış. Çocuk babasına feryat ediyor. Baba ne yapıyorsun? Ama kendi parasını atmazken, zevkle seyir ediyor. Aslında saçılan, savrulan, faizle dışarıya akıtılan paralar bu milletin kaynaklarıdır.
Üretmeden zenginlik yaşamanın sonucu iflastır
     Bu fakir milletin, güç durumda olan milletin, sıkıntı yaşayan milletin, kendi geleceğinden, çocuğundan, rızkından ayırarak, bir şeyler vererek ürettiği değerlerdir. Bu değerleri bir bir güneşin karşısında erittiğimiz gibi eritince, Türkiye işin içinden çıkamayacağı bir yapıya dönüşüyor. Bunun sosyal, siyasal yansımaları hepimiz çok şey takip ediyoruz, biliyoruz. Bunları uzun uzun anlatmak istemiyorum. Bir iftar sofrasının tadını ve lezzetini kaçırmak istemiyorum. Ancak şunu bilmeniz gerekiyor ki, dikkat çekmek istediğim husus yaklaşan bir fırtına var. Bu fırtına kasırgaya dönmesin, arzu ediyoruz. Aksi halde bu kasırga ülkeyi kasıp kavuracaktır. Onun için özellikle parmak basıyoruz. Şöyle özetlersek; 2000 yılı ile başlayan yapıyı, terörü ortadan kaldıracağız dendi. Ortadoğu terör yuvasına dönüştü. Başta Irak onun yansıması Türkiye’dir. Bu bölgeyi yeniden yapılandıracağız dendi, karşılığı olarak Türkiye olarak bağımlı bir yapıya dönüştük. Burada kast ettiğim klasik bir bağımlılık hali değildir. Biraz önce söylediğim gibi üretmeyenin zenginliği yaşatılmaya çalışıldı. Üretmeden zenginlik yaşamanın sonucu iflastır. Bir şirket kazanmadan harcarsa onun sonu iflastır. Bir ülkenin iflası Allah korusun devletinin yıkılmasıyla karşı karşıya kalma şeklinde olur.
Düşünün ki Kafkaslarda savaş çıktı, Sayın Başbakan Bodrum’da tatilde
     Onun için bizi yaklaşan bu kasırgayı ciddiye alıyoruz. Uluslararası siyasi kriz
sınırımızdadır. Kafkaslarda savaş, Karadeniz’de gemiler cirit atıyor. Bunlar basit şeyler değildir. Uluslararası ekonomik kriz kapımıza dayandı. Dayandığı gibi adımını da içeriye attı. İçeriye kadar biraz girdi. Ama biz hala Türkiye olarak nelerle uğraşıyoruz. Hangi gündemi takip ediyoruz. Bir düşünün. Hangi uluslararası meseleyi, hangi küresel bir konuyu tartışıyoruz. Hangi meselemize bir çözüm arayan bir yapıyı ortaya koyuyoruz. Onun için endişemizi artıran konular bunlardır. Düşününki Kafkaslarda savaş çıktı, Sayın Başbakan Bodrum’da tatilde, Sayın Dışişleri Bakanı Roma’da tatildedir. Eğer siz burnumuzun dibinde savaş çıkacağı haberini alamıyorsan yazık bu memlekete. Onun için bunlar bizim endişemizi artırıyor. Ülke adına endişemizi artırdığı için bunlara parmak basıyoruz.
Bugünkü siyaset anlayışı da altında yumurta
olmayan, kuluçkaya yatmış tavuk gibidir
     Ne yazık ki düşük profilli yapı, Türkiye’nin yüksek tansiyonunu taşıyacak durumda değildir. Siyasetçiyi çok kötülemekte istemiyorum. Sonuçta demokratik yapının temel argümanı siyasetçidir. Siyasetçi ile bir şey olacaktır. Ama burada benim tenkit ettiğim negatif siyaset anlayışıdır. Biz olumsuzluğa dayalı siyaseti tenkit ediyoruz. Biz sonuç doğurmayan siyaset anlayışını tenkit ediyoruz. Tavuğu kuluçkaya yatırmışsınız, altında kuluçka yok. Yıllarsa beklese bir şey olur mu? Olmaz. Bugünkü siyaset anlayışı da altında yumurta olmayan, kuluçkaya yatmış tavuk gibidir. Mevlana’nın güzel bir sözü vardır.” Siz bardağınızı çeşmeye tutmadıysanız, bin yıl geçse de dolası değil” O bakımdan sonuç üreten siyaset yapısı üretilmedikçe, onlar Türkiye için geçerli hale getirilmedikçe boşa sonuç bekleriz. Bugün tenkit ettiğimiz negatif siyaset anlayışı değişmelidir diyoruz. Negatif siyaset anlayışı üretime dayalı bir sistemi getirmiyor. Bilgiye dayalı bir siyaset anlayışı yoktur. Türkiye’nin geleceği adına bir öngörüsü yok. Küresel çatlağı bir algılaması yok. İçeriye dönüyoruz. Başarısız olduğu için kavga çıkararak sonuç almaya çalışan bir yapı var. Kavgaya dayalı bir anlayış, gerilime dayalı, kamplaştırmaya dayalı bir anlayış var. İşte bu anlayışa negatif siyaset diyoruz.
Kavgayı değil, barışı esas alıyoruz. Ayrışmayı değil, birliği esas alıyoruz
    O bakımdan tenkit ettiğimiz negatif siyasettir. Siyaset bana göre yapılabilecek en kutsal işlerden birisidir. Sonuçta insana, insanlığa hizmet ediliyor. Bundan daha güzel bir şey olabilirmi? Bizim işte anlayışımız pozitif siyaset anlayışıdır. Her türlü negatiflikten uzak, pozitif siyaset anlayışını takdim ediyoruz. İşte Turkuaz Hareket pozitif siyaset anlayışının marka ismidir. Kavgayı değil, barışı esas alıyoruz. Ayrışmayı değil, birliği esas alıyoruz. Geriliği, cahilliği, slogana dayalı siyaset anlayışını, istismara dayalı siyaset anlayışını değil, bilgiye dayalı siyaset anlayışını esas kabul ediyoruz. Onun için toplumun önüne iki temel hedef koyuyoruz.1-Değerler toplumu olmak 2-Bilgi toplumu olmak. Değerler toplumu olmanın iki temel ayağı vardır. Birincisi yüzyıllar içerisinde taşıya geldiğimiz, bu coğrafyanın ve genetiğimize işlemiş olan değerleri, milli ve manevi değerlerimiz, insani değerlerimiz, insanlığın ürettiği evrensel değerler. Özgürlük, demokrasi, hukuk devleti, adalet bunlar insanlığın ortak malıdır. Türkiye olarak biz bunların olmazsa olmaz olduğunu kabul ediyoruz.
Ülkenin değerleri talan ediliyor. İstanbul’da boş bir arazi kalmadı
     Değerlere dayalı bir siyaset anlayışının, ahlaka, tekniğe dayalı, dürüstlüğe dayalı, maddiyata dayalı bir siyaset anlayışını ortaya koyamazsak, çıkara dayalı bir siyaset anlayışı egemen olur. İşte bugün yaşadığımızda budur. Ülkeyi talan eden, şehirlerimizi talan ediyor. İstanbul’da boş bir arazi kalmadı. Sıra; Karaca Ahmet Mezarlığına, Zincirlikuyu Mezarlığına ve Eyüp Sultan Mezarlığına geldi. Yakında buralarda talan edilir. Ülkenin değerleri talan ediliyor. Sadece maddi değil aynı zaman manevi değerleri de talan ediliyor. Üzüntümüz budur. Onun için gerçekten bu milletin bize istikamet gösteren, tarihten gelen pusulasını önümüze koymak durumundayız. Bu sadece bizim milletimizin kimliğini, kişiliğini korumada ve devam ettirmede başarılı kılmayacak, aynı zamanda tarihten gelen kökün verdiği güçle insanlığa da katkı sağlayacağız. İnsanlıkta  bu değerlere muhtaç. Parayı ve maddi refahı üretiyor. Ama psikolojik anlamda, huzur ve iç huzur anlamında üretemiyor. İnsanlıkta o bizim değerlerimize muhtaçtır.Onun için biz burada temel olarak yeni bir demokrasi anlayışı ile yeni bir demokrat kafanın Türk siyasetine egemen olmasını istiyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman dayatmacı olmamalıdır
     1-Sonuna kadar özgürlükçü 2-Olabildiğince demokrasi 3-Sadece çoğunluğun hegemonyasına dayanan bir yapı değil, insana saygıyı esas alan, hoşgörüyü esas alan. Demokrasinin paradigması farklılıkları kabuldür. Hoşgörüyle, saygıyla ifade etmektir. O zaman demokrasiyi geliştirmek istiyorsak, hoşgörüyü, saygıyı sevgiyi de geliştirmek durumundayız. Onun için demokrasilerde vazgeçilmez temel yapı olarak, onun kaidesi olarak hoşgörüyü, farklılklara saygıyı esas kabul ediyoruz. Bu anlayışın bugün ciddi bir şekilde zedelendiğini görüyoruz. Bunun sonucu demokratik düzenin sekteye uğramasıdır. Demokrasiyi yüzde yüz demokrasi haline getirmeyi sağlayacaksak temelinde samimiyet, sevgiye saygıya dayalı özgürlük anlayışı olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman dayatmacı olmamalıdır. Kafatası devleti olmamalıdır. Ancak özgürlükleri tayin eden, bir özgürlüğün, bir sosyal kesitin özgürlük alanını tayin edecek olanda adalet duygusudur. Hukukun ta kendisidir. Onun için adalet duygusunu ve hukuk devleti kavramını fevkalade önemsiyoruz. Hukuk devleti ortadan kalkarsa, bu sefer kanun devleti olur. Majestelerinin kanunları ile de otokratik bir yapı oluşur. Bu bakımdan bu değerler zincirini çok önemsiyoruz.

                     
                          
Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna

Türkiye’nin içinde bulunduğu düzen, bana göre ortaçağ düzenidir
      Milletimizin önüne koyduğumuz ikinci vizyoner hedefimiz bilgi toplumu hedefidir. Bilgi toplumu masanın üzerine birkaç bilgisayar koymak anlamında değildir.Bazen görüyoruz, şuralara birkaç bilgisayar dağıttık.Konuyla ilgili bir bakana sordular.Mahcup etmemek için ismin vermeyeceğim.Bilgi ile ilgili çalışma yapan devlette bir kurum vardır bu neresidir diye sordular.Bilemedi. Aslında bu kurum kendisine bağlıydı. İşte Türkiye’nin bilgi toplumuna yaklaşım kavramı budur. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar ne? Bana göre ilkçağ şartlarıdır. Belki kılığımız, kıyafetimiz çağdaş bir görüntü sergiliyor. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu düzen, bana göre ortaçağ düzenidir. Neden? 1-Türkiye hala Ortaçağ liderlik tipini takdim ediyor. Bağıran, çağıran, vuran, kıran  lider yapılmak isteniyor. Masanın üstüne ne koyuyoruz? Hangi sistemi geliştiryoruz? 2-Fabrika, sanayi açıyoruz.Bu fabrikalar klasik anlamda makine üreten ve ürtetiği malın değeri de kg bazında 1 doları geçemeyen tesisler açıyoruz..Batı bu tür tesisleri 19. yüzyılda bıraktı.20. yüzyıla taşımadı.Çevreyi kirleten, emekli olmuş, katma değeri olmayan, zenginlik üretmeyen bir anlayış. Onu bile rekabete hazır hale getiremiyoruz. Hâlbuki esas olan dünya ile yarıştıracak üretim mekanizmalarının kurulmasıdır. Ekonmide üretim diyoruz. Sonuna kadar üretim diyoruz. Üretime dayanmayan hiçbir ekonomik yapı zenginlik, varlık, güç üretemez, kalıcı olamaz.
Türkiye dünyada ARGE sıralamasında, bilgi üretiminde 171. sıradadır
     Onun için birincisi üretim eğitimle ile desteklenecek. ARGE ile bilgi ile desteklenecek. Türkiye dünyada ARGE sıralamasında, bilgi üretiminde 171. sıradadır. Onun için bu yapıya ilkçağ yapısıdır diyorum. Hiç üretmeyen bir yapı, insanları sınıflandıran, kategorize eden, insanın ne ürettiğine değil, şekline, şemailine bakan bir yapıdır. Bilgiyi değerlendirmede 61. sıradayız. Türkiye bilgiyi kullanmadan, bilginin verimliliğini ve katma değerini kullanamadan yola gidiyor. Onun için üretim bilginin verimliliği ile desteklenmelidir. Şöyle örnek vereceğim; Tarım topraklarımızın bir dönümünden hububat olarak bir ton alırız. ABD aynı topraktan hububat olarak 10 ton alır. Biz bir petek baldan yılda 25 kg. alırız. Çin aynı petekten yılda 100 kg., ABD ise 150 kg. alır.Nasıl rekabet edeceğiz? Biz onlarca, yüzlerce ton mal satarak bir değer üreteceğiz.
Her yaptığımız bir liralık ihracat için, iki liralık ithalat yapıyoruz
       Ama çok değerli hocalarımız, doktorlarımız var. Bir tıp cihazı için milyon dolar vereceğiz. Bir enerji, uzay cihazı alacağız milyar dolarlar vereceğiz. Nasıl rekabet edeceğiz? Bu mümkün mü? Bu asla mümkün değildir? Bizim ineğimiz günde 10 kg. süt verecek. Hollandanın ineği günde 60 kg. süt verecek. Nasıl yarışacağız? Bizim tarımda aktif ve fiilen 6 milyon insanımız çalışıyor. Tarımsal ihracatımız 9–10 milyar dolardır. Hollanda da tarımda 100.000 kişi çalışıyor. Bu ülkenin tarımsal ihracatı 90–100 milyar dolardır. Bu bizim on katımızdır. Yani onda bir nüfusla on katı para kazanıyor, yüz katı ediyor. Nasıl yarışacağız? Bu mümkün mü? Hollanda Konya ovası kadar bir yerdir. Hollanda’nın yıllık 400 milyar dolarlık ihracatı vardır. Singapur’un üç milyon nüfusu vardır. Bu İstanbul’un beşte biridir. Singapur yılda 300 milyar dolar ihracat yapıyor. Biz de ihracatımız 100 milyon doları geçti diye seviniyoruz. O da ithalat iki katına çıkıyor. İhracatın, ithalattaki payı % 20 olması gerekirken % 75’e çıkmıştır. İhracatı hiç yapmazsak daha iyi, çünkü her yaptığımız bir liralık ihracat için, iki liralık ithalat yapıyoruz. Böylece açığımız büyüyor, açığımız büyüyor. Bu yapı sürdürülebilen bir yapı değildir. Asla verimli bir yapı değildir. Bunlar Türkiye’de üretilen mutlaka katma değer katacak, bilgiye dayalı düzeni sağlayacak yapının oluşmasıdır. Onun için ısrarla bilgiye dayalı üretimi söylememizin sebebi budur.
Merkez Bankasını İstanbul’a taşımakla, İstanbul finans merkezi olmaz
      İkincisi üretim finansla desteklenmelidir. Sayın Başbakan İstanbul finans merkezi olacak dedi. Hâlbuki ben kendilerine Başbakan olunca İstanbul’un nasıl finans merkezi olacağını bir saatlik görüşmemizde anlatmıştım. Ama o görüşmemizden hiçbir sonuç çıkmadığını acıyla öğrendim. Çünkü İstanbul’da benim finans merkezi diye takdim ettiğim arazi, daha sonra kooperatiflere tahsis edildi. Bunlar inşaat kooperatifleridir. İşte bugünkü varlığın vizyonu budur. Merkez Bankasını İstanbul’a taşımakla, İstanbul finans merkezi olmaz. Finans merkezi olmanın kurumsal alt yapısı gerekiyor. Türkiye’ye gelen para, Türkiye’yi soyan para değildir. Türkiye’ye destek veren para olması lazımdır. Bugünkü sistem içinde İstanbul’u finans merkezi yapmak demek, bu ülkeyi daha çok üttürmek demektir. Cüzdanındaki parayı, sıcak paraya teslim ettirmek anlamına gelir.
Bizim vizyonumuzda İstanbul’un karar merkezi olması var
        Önce bu sistemin, bu yapının değişmesi gerekiyor. Finnas sitemi elbette Türkiye’nin önemsediği bir sitsem olmalıdır. Bizde bunu çok önemsiyoruz. İstanbul’un finans merkezi olmasını da önemsiyoruz. Çünkü bizim vizyonumuzda İstanbul’un karar merkezi olması var. İstanbul dünya kültür başkenti olması yanında, Avrasya’nın merkezi lider şehir İstanbul hedefi vardır. Karar merkezi olmanın içinde kongreler, finans, ticaret, fuarlar merkezi olma hedefi vardır. Ancak onun alt yapısını hazırlamak gerekir. New York borsasını gezdim ve buranın başkanıyla görüştüm. Dünya ekonomisinin üçte ikisinin sirküler olduğu Nazlak’a gittim ve gezdim, inceledim. Nazlak başkanından bilgi aldım. Londra’da London City Finans Merkezini inceledim. Frankfurt’u, Paris’te, Japonya’da, dünyanın bütün önde gelen finnas merkezlerinin yapısını inceledim. Ondan sonra İstanbul için bir finans merkezi sistemini geliştirdim. Ama bugünkü yapıyla ne yazık ki bunları yapmamız mümkün değildir. Bize gelen para dünyanın en yüksek faizi ile ütüp gitmesin. Biz buna karşıyız.
4T dediğim tarım, tekstil, turizm, ticaret
 bugün bitik duruma gelmiş vaziyettedir
      ABD bugün enflasyondan eksi faize geçti. Japonya’nın 100 katı faiz veriyoruz. Japon ev kadınları para biriktirip Türkiye’ye geliyor ve Türkiye’den gelen faizle para kazanıyorlar. Finans yapısı üretimi KOBİ’ yi, tarımı, tekstili desteklemesi lazım.Bilgiye dayalı ekonomik yapıyı bırakınız.Türkiye’nin temel sermayesi niteliğindeki üretim kaynaklarımızı,değerlerimizi bitirdik.4T dediğim tarım,tekstil,turizm,ticaret bugün bitik duruma gelmiş vaziyettedir.Elbette hedefimiz tek başına bunlar değildir.Sermayenin ve bu kaynaklardan elde edeceğimiz güç ve imkânlarla biz sıçrama yapacağız.Onun için kurulacak finans sistemi mutlaka teknolojiyi,bilgiyi desteklemelidir.Diğer üretim kaynaklarını desteklemelidir.
Biz bugün üretimi destekleyeceğimize, üretimi cezalandırıyoruz
      Biz bugün üretimi destekleyeceğimize, üretimi cezalandırıyoruz. Bakın nasıl? Çok fındık ürettin diye üreticiye kızıyoruz. Allah aşkına çok ürettin diye üreticiye hiç kızılır mı? Dünya eroini pazarlıyor. Beyaz zehiri pazarlıyor. Bir şehri kişi başına milli geliri 1500 doları geçti diye ona teşvik vermiyoruz. Bu ne demek? Sen başarmışsın, üretimi artırmışsın diye cezalandırmak demektir. Oraya teknoloji desteği verilecek. Her şeyin kendine göre özelliği var. Bizim bu alandaki projemiz, iktisat kentleri projesidir. Her şehrimiz, her ilimiz birbiri ile değil, dünya ile yarışacaktır.
Sanal zenginliği Nasrettin Hocanın bir fıkrasına benzetiyorum
      Onun için iktisat kentleri projesi ile finansal açıdan bir ilimiz belli bir alanda, hatta köylerimiz iktisat köyleri projesi ile desteklenecektir. Diğer bir konuda küresel pazar sistemidir.Biz kendi ürettiğimizi satacak küresel pazarlar oluşturmamız gerekirken, bugün kendi iç pazarlarımız bir çöküntü yaşar hale geldi.Üretime yarın başladığımızda kendi ülkemizde ürettiğimiz malı bile pazarlayacak dağıtım noktalarımız nerdeyse kalmayacaktır.Onun için biz üretimi, bilgiyi, teknolojiyi, finansal desteği çok önemserken aynı zamanda dünyanın her yerinde bu ülke insanının ürettiğini pazarlayacak pazar desteğini de fevkalade önemsiyoruz. İşte siyasetçinin, devletin, sivil toplumun, diplomasinin yapması gereken en temel konular bunlardır. İşte bunları yapabilirsek, başarabilirsek reel zenginliği, gerçek zenginliği oluştururuz. Aksi halde bugün yaşanan sanal zenginlikle idare etmek zorunda kalırız. Ben bu sanal zenginliği Nasrettin Hocanın bir fıkrasına benzetiyorum.”Adamın biri köftecinin yanından geçerken, karnı açmış, köfte kokularını içine çekmiş, canı çekmiş. Adamda demiş ki para ver. Niye? Sen köftenin kokusunu aldın, ya buna para olur mu? Aldın. Almasaydın. Sonunda mahkemeye düşmüşler. Kadı Nasrettin Hocadır. Hoca iki tarafı da dinlemiş. Köfteciyi çağırmış. Gel bakalım demiş. Cebindeki bozuk paraları sallamış. Sesi duydun mu? Demiş. Duydum. Hadi paranı aldın git demiş.”İşte şimdiki zenginlik budur.
Bu millet tembeldir lafını asla kabul etmiyorum. Bu millet; çalışkandır, namusludur, haysiyetlidir. Önünde yeter ki güzel örnekler olsun.
     O bakımdan sanal zenginlik değil? Türkiye’nin insan gücü, güzel insanları var. Verimli olacak çok insanları var. Bilim adamları, iş adamları, üretim yapacak, her alanda üretim isteyen insanları var. Bu millet tembeldir lafını asla kabul etmiyorum. Bu millet; çalışkandır, namusludur, haysiyetlidir. Önünde yeter ki güzel örnekler olsun. Onun için üretmemiz gereken bu güzel örneklerdir. Verimli, faydalı örneklerdir. Bu faydalı örnekleri ve Türkiye’yi zenginleşmede, değerler üretiminde, şehirleşmede, dünya ile yarıştıracak siyaset anlayışı bizim en temel yaklaşımımızdır. Türkiye’nin bu imkânları ile kısa zamanda Türkiye’nin ürettiği gayri safi milli hâsılanın 1 trilyon dolara, orta vadede 3 trilyon dolara, uzun vadede 10 trilyon dolara çıkacağına yüreğimden inanıyorum. Ama bu bir liderlik, yönetim işidir. Olmaz, biz beceremeyiz diye bizi şartlayanları da şiddetle telin ediyoruz. Bu şartlanmalara asla kendimizi kandırmayacağız. Bizi şartlıyorlar.  
Sorunlarla boğuşan bir ülke değil,
dünya ile yarışan bir ülkeyi üretmek vardır
     Balıklarda yapılan bir deney çok ilginçtir. Akvaryumun ortasına bir cam koyuyorlar. İki taraftan geçecek balıklar bu cama çarpıyorlar. Bir müddet geçip aradaki camı kaldırıyorlar. Ama balık oraya gelince geri dönüyorlar. Bu milleti bu şekilde şartlama sürecinde götürüyorlar. Başaramayız, bittik, öldük, üretim yapamayız, Almanya, ABD, Japonya nerede, biz neredeyiz. Kıyaslanmaz. Bunu asla kabul edemeyiz. Onun için pozitif siyasetin esasında iddia sahibi olmak vardır. Sorunlarla boğuşan bir ülke değil, dünya ile yarışan bir ülkeyi üretmek vardır. Pozitif siyaset budur.1945 yılında Almanya ve Japonya yerle bir olmuştu. Japonya atom bombasını yemiş ve teslim olmuş. Ama o akşam imparator Hirohito radyolarda bir konuşma yapar. Şöyle der; ” Asıl savaş şimdi başlıyor” Yılmayarak, o azimle 1960 yılına geldiklerinde, dünyanın önemli bir ekonomik gücü oluyorlar. Ancak bu güç taklit ağırlıklıdır. Dünyada birisi bir şey yapmışsa, bunlar ertesi gün taklit ediyorlar. Ama taklit, orijinali kadar değer ve zenginlik üretmiyor. O zaman, 1960 yılında oturuyorlar. Diyorlar ki; bizim orijinal bilgiyi, teknolojiyi üretmemiz gerekir. Bu nedenle iki ve üç yıl planlama çalışması yapıyorlar. Daha sonra onu hayata geçirmek üzere çalışmaya başlıyorlar.1970 yılından sonra bunun meyvesini almaya başlıyorlar. Bugün Japonların petrolü var mı? Arazisi var mı? Türkiye’nin yarısı kadar, doğru dürüst ekilebilir arazisi yok. Yılık ürettiği gayri safi hâsılası 5 trilyon dolardır. İşin özü budur.
Türkiye’nin önüne 25 yıllık bir vizyon koyuyoruz
     Olmaz diye bir şey yoktur. Biz istersek başarırız. Çünkü bizim geçmişimiz, mazimiz başarılarla doludur. Tekrar başarabileceğimizin en büyük delili bu milletin muhteşem mazisidir, o büyük geçmişidir. Biz işte o büyük geçmişe inandığımız gibi, bu ülkenin büyük geleceğine de inanıyoruz. Türkiye’nin önüne 25 yıllık bir vizyon koyuyoruz. Türkiye 25 yıl sonra bizim ortaya koyduğumuz bu stratejik çalışmayla dünyanın en önde gelen üç ülkesinden biri olmaya adaydır. Türkiye’nin bunu başarabilecek gücü ve imkânları vardır. Bunun için zamanımız gittikçe daralıyor. Çünkü mesafe çok açılıyor. Eskiden üç yüzyıl, beş yüzyıl sonra açığı kapatma imkânı vardı. Ama bilgi o kadar hızlı gelişiyor ki biraz daha mesafe açılırsa ilerde bunu kapatma fırsatımız ortadan kalkabilir endişesini taşıyorum. Türkiye onun için önümüzdeki 25 yıla, 100 yılı sığdırmak mecburiyetindedir. Geçmişin açığını ve geleceğin farkını kapatmak durumundadır. O bakımdan biz kavanoz fileleri gibi değil, çok hızlı, ok gibi fırlamak durumundayız. Bunu ancak iyi liderlikle yönetilen bir ülke yapar. Finansal bağımlı, ithalat anlamında bağımlı, savunmada bağımlı, bilgide bağımlı, siyasette bağımlı bir ülkenin bunu yapabilmesi mümkün değildir.
Çok ciddi bir yoksulluk, açlık sıkıntısı,
çok büyük bir enerji krizi Türkiye’nin kapısındadır
       Onun için pozitif siyaset bu alanlardaki bağımsızlığı öne alır. Gerçek bağımsızlıkta bunlardır. Türkiyeyi bekleyen bir sıkıntı buna bağlı olarak çok ciddi bir yoksulluk, açlık sıkıntısı, çok büyük bir enerji krizi Türkiye’nni kapısındadır. Türkiye ne yazık ki bunları hiç konuşmamaktadır. Bunları asla hiç tartışmıyoruz. Gönlüm ister ki liderler televizyona çıksınlar. Türkiye’nin enerji problemini ben şu projeyle çözebilirim diye tartışsınlar. Öbürü ben üretimi bir yılda ikiye şu projeyle katlarım. Şu ilimizi şu projelerle kalkındırırım. Şu sektörümüzü şu alanda şu şekilde dünyanın önüne taşırım. Siyasilerin bunları tartışmasını yüreğim istiyor. Yoksa ben daha iyi yumruk atarım, benim sesim daha gür, ben daha çok çamur atarım yaklaşımı Türkiye’de; siyasete, siyasetçiye asla bir şey kazandırmaz. Onun için bugünkü yapı çarpık ve bozuk bir yapıdır. Diyoruz ki Türkiye’nin bir devrime, bir bilgi devrimine ihtiyacı vardır.
1918 yılında Türk olmak ve Müslüman olmak
        Bunları bu ülkenin insanları, hep beraber gerçekleştireceğiz. Bu ülke hepimizi yetiştirdi. Bize bu ülke; ekmek, eğitim, iklim, güç, onur verdi. Şimdi bu ülke bize sesleniyor. Ey evladım! ey çocuğum bak ben bereler, yaralar içerisindeyim. Sen nerdesin? Bu ülke bize sesleniyor. Ey evlatlarım! Başka ülkelerden gelen adamlar beni kurtarmaya çalışırken, hiç yüzünüz kızarmıyor mu? Diye bize sesleniyor. Onun için biz, bizler şeref, onur, haysiyet mücadelesi vermeye hazır bu milletin evlatlarının iyilik çatısı altında bir araya gelmesi lazımdır diyoruz. Kimin inancı ne ise o, kimin kökü ne ise o, kim nasıl giyiniyorsa giyinsin ama kafasının içini doldursun, birikimini versin ve ortak havuzumuza bir şeyler dolduralım. Aksi halde yarın geç olduğunda, gemimiz battığında, ahlanıp, vahlanmanın hiçbir faydası olmaz. İlerde Allah nasip eder de imkânım olursa bir kitap yazacağım adı şu olacak;”1918 yılında Türk olmak ve Müslüman olmak” 1908 yılında Osmanlı dünyanın ikinci gücü.1918 yılında bu güç yok ve paramparçadır. Neden? Kargaşa, kavga, iç çekişmeler. Geri dönüş var mı? Yok. Onun için hepimizin omzunda, boynunda bu ülkenin vebali vardır. İyiliğin, güzelliğin vebali var. İyiliklerin ve güzelliklerin bir araya gelmesini fevkalade önemsiyoruz.
Ülkemizin önderlerine ihtiyacı vardır
     Onun için ülkemizin önderlerine ihtiyacı vardır. İnşallah temenni ediyoruz ki acı çekmeden, daha büyük sıkıntılara duçar olmadan, bu ülke içinde bulunan şartlardan çıkacaktır. Ben buna inanıyorum. Biz yeter ki adımımızı atalım. Mevlana Hazretlerinin ve Hacıbektaş Velinin birbirine yakın çok güzel deyişleri var.”Her ne ararsan isen kendinde ara”. Onun için her şey bizim içimizde başlar. Biz içimizde, yüreğimizde bu ateşi yakıyorsak, ülkenin semalarında da bu ateş yanar. Ama bizim yüreğimizde bu ateş yoksa başkasının da bir ateş yakmasını beklemeyelim. Onun için bunu bizim yüreğimizdeki ateş yakacaktır. İnanıyorum. Allah’ın izniyle gelecek güzel olacak. Çünkü Allah’ın vadide budur. Çalışana vermektir. Çalışan kazanır. Bizde işte usulü dairesinde çalışmayı esas gördük. Onun için barış, birlik ve bilgi dedik. Bu 3B’yi iyi ortaya koyarsak ve bu 3B esasına göre çalışırsak bunu sonucu da 3B olacaktır. O da bolluktur, berekettir, başarıdır.”
 
                 
      

YORUM YAP

Please enter your comment!
Please enter your name here

SON HABERLER

Ünlü Keman Sanatçısı Marina Lobanova-Famous Violin Player Marina Lobanova

Dünyaca ünlü Rus Keman Sanatçısı Marina Lobanova, 1999 yılına kadar Belarus'un başkenti Minsk'te yaşadı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde konserler veren ünlü Kemancı Marina Lobanova, 2022...

Amasya eski Belediye Başkanı Mehmet Sarı’ya Amasya’da yoğun ilgi

Daha önceki dönemde Mahalli İdareler Seçimlerinde MHP’den oy çoğunluğuyla Amasya Belediye Başkanı seçilen ve daha sonra da Milletvekili Genel Seçimlerinde MHP Amasya Milletvekili adayı...

Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e yeni havalimanı inşa edilecek

Gürcistan Başbakanı Irakli Kobakhidze, başkent Tiflis'te yeni bir havalimanı inşa etmeye karar verdiklerini duyurdu. Başbakan Irakli Kobakhidze, Başbakanlık Binası'nda başkanlık ettiği Bakanlar Kurulu toplantısında...

Gürcistan Trabzon Başkonsolosu Nikoloz Iashvili’den Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlker Çakan’a teşekkür plaketi

Türkiye-Gürcistan Haberci Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlker Çakan Gürcistan Trabzon Başkonsolosluğuna yeni atanan Başkonsolos Nikoloz Iashvili ziyaret ederek kendisine yeni görevinde başarılar dileyerek tebrik...

SON YORUMLAR

error: Content is protected !!