Cuma, Aralık 5, 2025
tr
Ana Sayfa Blog Sayfa 342

Ondokuz Mayıs Üniversitesi-Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gökhan Açıkgöz: Şehit ailelerine tıp desteği

0
Haber: İlker ÇAKAN
  Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi- Diş Hekimliği Fakültesi Dekanlığı Samsun Valiliği ile işbirliği yaparak çocuk, dâhiliye doktorları ve ilgili sağlık personeli ile birlikte Samsunda bulunan 168 şehit ailesi yakınlarını evlerinde ziyaret ederek, onları sağılık taramasından geçirdi ve tedavi ettirdi. Ücretsiz yapılan bu sağlık taramasından ve tedavisinden toplam 118 şehit ailesi yararlandı.
  Konuyla ilgili bir açıklama yapan Ondokuz Mayıs Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gökhan Açıkgöz şunları söyledi: ” Şehitlerimize destek olmak ve onları unutmadığımızı hatırlatmak anlamında böyle bir sağlık yardımını kendilerine ve yakınlarına yaptık. Bu çalışmalarımızdan gurur duyuyoruz. Böyle bir çalışmayı komşu illerimiz olan Amasya ve Sinop’ta bulunan şehit yakınlarına yapmak istiyoruz”
 

Konyada Hennar şifa kaynağı

0
Haber: İlker ÇAKAN
   Konya C.I.O. Bitkiler ve Baharat Ltd. Şti. Sahibi Özgür Özkan Hennar bitki suyu ile ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Hennar elma sirkeli bitkisel karışım suyu; Bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar, hemeoroid-basura engeller, yanma ve sancıları giderir, hazmı kolaylaştırarak kabızlığı giderir, kalın bağırsak iltihabına iyi gelir, kalın bağırsak kanamalarını durdurur, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, astım, bronşit, nefes darlığına faydalı, bronşları açar, balgam söktürür, öksürüğü giderir, göğsü yumuşatır, üst solunum yolu enfeksiyonlarına faydalı, bademcik ve boğaz iltihabına iyi gelir, sinizüte etikili, ataş düşürücü, ağız yaralarına faydalıdır.”
 

Fiskobirlik Yönetim Kurulu eski Başkanı Yaşar Pamuk: “Fındık 5,4 YTL olmalıdır”

0
Haber- Röportaj: İlker ÇAKAN
    
Fiskobirlik Yönetim Kurulu eski Başkanı ve Ordu Yağ Sanayi A.Ş. eski Genel Müdürü Yaşar Pamuk, 2008 yılı fındık fiyatları konulu yaptığımız röportajda şunları söyledi;
2008 yılı fındık ürün fiyatının 5,4 YTL’ den aşağı olmaması gerekir
    ” Ordu ve Giresun yöresinde fındık üretim maliyetleri diğer yörelere göre pahalıdır. Geçen yıl 15 Temmuz’a kadar fındık fiyatları hükümet tarafından açıklanmıştı. Bu yıl ise hala fiyatlar açıklanmadı. 2008 yılı ürün fiyat açıklaması geç kalmıştır.  Vatandaş fiyatların açıklanmasını beklemektedir. Fiyatlar daha önce açıklanacak ki vatandaş ona göre gerekli tedbirlerini alacaktır. Fındık bölgemizde üreticiye 4 YTL.’ye mal olmaktadır. Bu nedenle 2008 yılı ürün fiyatının 5,4 YTL’ den aşağı olmaması gerekir. Fındık üreticisinin devlet tarafından desteklenmesi güzel bir gelişmedir. Fındık alımlarının Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından devam ettirilmesi gerekir. 
Fındıkta devlet desteği şarttır
    Fındıkta devlet desteği şarttır. Fındık alan ülkeler bellidir. Fındık tüketiminde iç ve dış tüketime önem verilmelidir. Fındık alan ülkelerin sayısının çoğaltılmasında değişik çözüm yolları üzerinde durulmalıdır. Fındık rekoltesinin bu yıl yüksek olacağı tahmin edilmektedir. Bölgemizin fındığı diğer yörelere göre kalitelidir. TMO’nin yanında Fiskobirlik’te fındık alımlarına devam etmelidir. Fındık alımlarında para ödemeleri üreticiye zamanında ve seri bir şekilde ödenmelidir. Ödemelerde aksamalar, sıkıntılar yaratmaktadır. Geçen yıl Ordu içinde Ordu valiliği tarafından teşvik edilen fındık kavurma makinelerinin Ordu’da fındık tüketimini özendirmiştir ve olumlu katkıları olmuştur. Üreticinin maliyet hesabı yüksek olduğu için, fındık fiyatını merakla beklemesi doğaldır. Bölgemizde halkımız temel geçim kaynağı fındıktır. Halkımız ekonomik durumunu fındığa göre belirlemektedir.
Fındıkta kalıcı çözümler üretmek mecburiyetindeyiz
    Fiskobirlik’e bir merkez bankası görevi verilmelidir. Fındık tüm kesimlerin anlaştığı fiyatların altına düşerse veya üstüne çıkarsa Fiskobirlik’in bu piyasaya müdahale etmesi sağlanmalıdır. Aksi takdirde bir gün satarız iki yüz dolara, bir gün satarız 1200 dolara. Bu da alıcıların, bunun sanayisini yapan, yurt dışındaki firmaların alternatif aramalarına sebebiyet verebilir. O anlamda fındıkta kalıcı çözümler üretmek mecburiyetindeyiz.
Dönemimizde zarar eden Fiskomarları kapattık
     Fiskomarlar;1994 yılında, fındık üreticisinin kendi ihtiyaç maddelerini satın almalarını sağlamak amacıyla kurulmuşlardır. Bizim dönemimizde sadece zarar eden yeleri kapattık ve diğer yerlerde ise gerekli tedbirleri aldık.
Ordu Yağ Sanayi A.Ş. Türkiye’de marka oldu
     Karadeniz insanı için fındık alternatifi olmayan bir üründür. Karadeniz insanı; vatanını, milletini seven, yani bu uğurda mücadele eden insanlardan oluşuyor.  Fındığa kalıcı çözümler ulaştırma mücadelesi verilmelidir. Ordu Yağ Sanayi A.Ş. dönemimizde yapılan çalışmalar sayesinde Türkiye’nin beş sanayi kuruluşu arasına girmiştir. Distribütörlük ağıyla da tüm Türkiye’de ürünleri satılan bir noktaya gelmiştir. Sıvı yağ sektörü firmalarının en iyilerinden birisi olmuştur. Ayrıca temizlik gurubu tesisi yaparak temizlik gurubu ürünleriyle de piyasada varlığını devam ettirme noktasında mücadele veren ve iyi noktalara doğru ilerleyen bir kuruluş olmuştur Ordu Yağ Yağ Sanayi A.Ş Türkiye’de bir marka olmuştur. Bu nedenle marka değeri çok yüksek kuruluşlar arasına girmiştir.”
 

 

Turkuaz Hareket Lideri Ali Müfit Gürtuna: Turkuaz Hareket, pozitif siyaset anlayışının marka ismidir

0
Haber: İlker ÇAKAN
    Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna İstanbul- Maslak’ta Darüşşafaka Tesislerinde yaklaşık 1000 kişinin katıldığı iftar yemeğinde yaptığı konuşmada şunları söyledi;
Büyük Ortadoğu Projesi adıyla kendini gösterdi
     “Dostlarımızla bir araya gelememenin yoğunluğunu bugün yaşadık. Türkiye’nin sorunları bizim sık olarak bir araya gelmemizi zaruri kılıyor. Dünyanın gidişine baktığımızda küresel yapıda çok önemli kırılmalar görüyoruz. 2000 yılı ile başlayan süreç, 2008 yılından sonra değişik bir mecraya oturacak görünüyor. 2000 yılı başlayan 11 Eylül olayı dünyaya yeni bir çizgiyi ve vizyonu dayattı. Bunun sonucunda da dünyanın çeşitli ülkelerinde karşı konulamaz bir giriş söz konusu oldu. Bundan çok etkilenen ülkelerden biriside Türkiye ve bizim bölgemiz oldu. 2000 yılı 11 Eylülü ile gelen dünyadaki değişim olayı bizim bölgemize Büyük Ortadoğu Projesi adıyla kendini gösterdi.
Geldiği iktidarda da o sözlerin bedelini ne yazık ki Türkiye ödedi
     Büyük Ortadoğu Projesinin bölgesel etkileri yayılırken, Türkiye’mizde de bunun sonuçların gördük. 1997 yılı şubat siyasi krizi, 2001 ekonomik krizi Türkiye’de bir takım arayışları da kendiliğinden beraberinde getirdi. Bu ortam iç ve dış konjonktür bir araya gelmesiyle, Türkiye’de yeni bir partinin kurulması ve o arayış sebebiylede iktidar olmasını sağladı. Bir bakıma AKP’yi 11 Eylül küresel kriziyle, 28 Şubat krizinin ortak ürünüdür diyenler çok yanılmış sayılmazlar. Ama o konjonktür artık değişiyor. Yapı değişiyor. Türkiye’nin içine olan yansımalarına baktığımız zaman, AKP kurulurken dünyadaki bu yeni trendi görerek, Türkiye adına her türlü vade imza attı. Değişebilecek her türlü şartları kabul edeceğini benimseyerek ve benimsediğini ifade ederek o konjonktüre ayak uyduracağını ifade etti. Bu şekilde geldiği iktidarda da o sözlerin bedelini ne yazık ki Türkiye ödedi.
Türkiye’yi çok ciddi bir borç bataklığına taşıdı
     O şartlara baktığımız zaman, Türkiye’ye dayatılmış olan, küresel gücün Türkiye’ye en azından AKP hükümetine ekonomik anlamda takdim ettiği işbirliği teklifi şu oldu. Biz size sermaye, para, finans getirelim. Sizde yüksek faizle bunu karşılayın. Bunun yanında gerek konjonktüre, gerekse bölgesel birçok konularda, hükümet Türkiye’nin köprü olacağı işaretini verdi. Ama bunun sonuçlarını da yine Türkiye bir bir ödüyor. Ortaya çıkan fotoğrafa baktığımız zaman elde edilen, o geldi diye sevinilen yüksek faizli finans yapısı Türkiye’yi çok ciddi bir borç bataklığına taşıdı. 2002 yılında iktidara gelen hükümet, 200 milyar dolarlık bir borç devir almıştı. Bugün bur borç 550 milyar dolara yaklaştı. Bu çok büyük bir açıktır, farktır. Bunun yanında alınan paralarda dağılım, Türkiye’den toplanan vergilerde, gelen finansta dağılım adaletli olmadığı için, büyük halk kitleleri yani şöyle diyebiliriz piramidin en altında bulunan en yoksul, en sıkıntılı kitlelerin imkânı da bir şekilde yüksek faizli borçla alınmış olan paraların dağıtımı ile bastırılma yoluna gidildi.
Türkiye üretmeden, tüketen, kazanmadan harcayan bir düzene dönüştü
     Böylece bir yandan Türkiye’deki açık büyüdü, bir yandan da toplumun % 50’sinden fazlası devlete bağımlı, yardıma muhtaç, piyasaya hiçbir katkı sağlamayan, üretime hiçbir faydası olmayan bir yapıya dönüştürüldü. Bir yandan yüksek faizli alınan paralar dağıtılırken, bir yandan da dağıtılan kitleler ekonomiden ve üretimden koparıldı. Bunun yanında bu gelen küresel dalganın Türkiye’de oluşturduğu bir başka sonuçta şu oldu. Türkiye’ye takdim edilen bir sitsem oldu. Denildi ki üretmeyin, tüketin. Üretip ne yapacaksınız, bizi sizin yerinize üretiriz. Kazanmayın, harcayın. Kazanıp ne yapacaksınız, biz size borç para veririz. Yapı bu oluşunca, Türkiye üretmeden, tüketen, kazanmadan harcayan bir düzene dönüştü, dönüştürüldü. Böyle bir sistemin son yoktur. Bir hikâye var: Adamın biri çatıdan aşağıya hep para atıyormuş. Bunu oğlu da zevkle seyrediyor. Herkes kapış kapış para alıyor. Adam oğlunu bir gün işe başlatmış. Oğlunun maaşını atmaya başlamış. Çocuk babasına feryat ediyor. Baba ne yapıyorsun? Ama kendi parasını atmazken, zevkle seyir ediyor. Aslında saçılan, savrulan, faizle dışarıya akıtılan paralar bu milletin kaynaklarıdır.
Üretmeden zenginlik yaşamanın sonucu iflastır
     Bu fakir milletin, güç durumda olan milletin, sıkıntı yaşayan milletin, kendi geleceğinden, çocuğundan, rızkından ayırarak, bir şeyler vererek ürettiği değerlerdir. Bu değerleri bir bir güneşin karşısında erittiğimiz gibi eritince, Türkiye işin içinden çıkamayacağı bir yapıya dönüşüyor. Bunun sosyal, siyasal yansımaları hepimiz çok şey takip ediyoruz, biliyoruz. Bunları uzun uzun anlatmak istemiyorum. Bir iftar sofrasının tadını ve lezzetini kaçırmak istemiyorum. Ancak şunu bilmeniz gerekiyor ki, dikkat çekmek istediğim husus yaklaşan bir fırtına var. Bu fırtına kasırgaya dönmesin, arzu ediyoruz. Aksi halde bu kasırga ülkeyi kasıp kavuracaktır. Onun için özellikle parmak basıyoruz. Şöyle özetlersek; 2000 yılı ile başlayan yapıyı, terörü ortadan kaldıracağız dendi. Ortadoğu terör yuvasına dönüştü. Başta Irak onun yansıması Türkiye’dir. Bu bölgeyi yeniden yapılandıracağız dendi, karşılığı olarak Türkiye olarak bağımlı bir yapıya dönüştük. Burada kast ettiğim klasik bir bağımlılık hali değildir. Biraz önce söylediğim gibi üretmeyenin zenginliği yaşatılmaya çalışıldı. Üretmeden zenginlik yaşamanın sonucu iflastır. Bir şirket kazanmadan harcarsa onun sonu iflastır. Bir ülkenin iflası Allah korusun devletinin yıkılmasıyla karşı karşıya kalma şeklinde olur.
Düşünün ki Kafkaslarda savaş çıktı, Sayın Başbakan Bodrum’da tatilde
     Onun için bizi yaklaşan bu kasırgayı ciddiye alıyoruz. Uluslararası siyasi kriz
sınırımızdadır. Kafkaslarda savaş, Karadeniz’de gemiler cirit atıyor. Bunlar basit şeyler değildir. Uluslararası ekonomik kriz kapımıza dayandı. Dayandığı gibi adımını da içeriye attı. İçeriye kadar biraz girdi. Ama biz hala Türkiye olarak nelerle uğraşıyoruz. Hangi gündemi takip ediyoruz. Bir düşünün. Hangi uluslararası meseleyi, hangi küresel bir konuyu tartışıyoruz. Hangi meselemize bir çözüm arayan bir yapıyı ortaya koyuyoruz. Onun için endişemizi artıran konular bunlardır. Düşününki Kafkaslarda savaş çıktı, Sayın Başbakan Bodrum’da tatilde, Sayın Dışişleri Bakanı Roma’da tatildedir. Eğer siz burnumuzun dibinde savaş çıkacağı haberini alamıyorsan yazık bu memlekete. Onun için bunlar bizim endişemizi artırıyor. Ülke adına endişemizi artırdığı için bunlara parmak basıyoruz.
Bugünkü siyaset anlayışı da altında yumurta
olmayan, kuluçkaya yatmış tavuk gibidir
     Ne yazık ki düşük profilli yapı, Türkiye’nin yüksek tansiyonunu taşıyacak durumda değildir. Siyasetçiyi çok kötülemekte istemiyorum. Sonuçta demokratik yapının temel argümanı siyasetçidir. Siyasetçi ile bir şey olacaktır. Ama burada benim tenkit ettiğim negatif siyaset anlayışıdır. Biz olumsuzluğa dayalı siyaseti tenkit ediyoruz. Biz sonuç doğurmayan siyaset anlayışını tenkit ediyoruz. Tavuğu kuluçkaya yatırmışsınız, altında kuluçka yok. Yıllarsa beklese bir şey olur mu? Olmaz. Bugünkü siyaset anlayışı da altında yumurta olmayan, kuluçkaya yatmış tavuk gibidir. Mevlana’nın güzel bir sözü vardır.” Siz bardağınızı çeşmeye tutmadıysanız, bin yıl geçse de dolası değil” O bakımdan sonuç üreten siyaset yapısı üretilmedikçe, onlar Türkiye için geçerli hale getirilmedikçe boşa sonuç bekleriz. Bugün tenkit ettiğimiz negatif siyaset anlayışı değişmelidir diyoruz. Negatif siyaset anlayışı üretime dayalı bir sistemi getirmiyor. Bilgiye dayalı bir siyaset anlayışı yoktur. Türkiye’nin geleceği adına bir öngörüsü yok. Küresel çatlağı bir algılaması yok. İçeriye dönüyoruz. Başarısız olduğu için kavga çıkararak sonuç almaya çalışan bir yapı var. Kavgaya dayalı bir anlayış, gerilime dayalı, kamplaştırmaya dayalı bir anlayış var. İşte bu anlayışa negatif siyaset diyoruz.
Kavgayı değil, barışı esas alıyoruz. Ayrışmayı değil, birliği esas alıyoruz
    O bakımdan tenkit ettiğimiz negatif siyasettir. Siyaset bana göre yapılabilecek en kutsal işlerden birisidir. Sonuçta insana, insanlığa hizmet ediliyor. Bundan daha güzel bir şey olabilirmi? Bizim işte anlayışımız pozitif siyaset anlayışıdır. Her türlü negatiflikten uzak, pozitif siyaset anlayışını takdim ediyoruz. İşte Turkuaz Hareket pozitif siyaset anlayışının marka ismidir. Kavgayı değil, barışı esas alıyoruz. Ayrışmayı değil, birliği esas alıyoruz. Geriliği, cahilliği, slogana dayalı siyaset anlayışını, istismara dayalı siyaset anlayışını değil, bilgiye dayalı siyaset anlayışını esas kabul ediyoruz. Onun için toplumun önüne iki temel hedef koyuyoruz.1-Değerler toplumu olmak 2-Bilgi toplumu olmak. Değerler toplumu olmanın iki temel ayağı vardır. Birincisi yüzyıllar içerisinde taşıya geldiğimiz, bu coğrafyanın ve genetiğimize işlemiş olan değerleri, milli ve manevi değerlerimiz, insani değerlerimiz, insanlığın ürettiği evrensel değerler. Özgürlük, demokrasi, hukuk devleti, adalet bunlar insanlığın ortak malıdır. Türkiye olarak biz bunların olmazsa olmaz olduğunu kabul ediyoruz.
Ülkenin değerleri talan ediliyor. İstanbul’da boş bir arazi kalmadı
     Değerlere dayalı bir siyaset anlayışının, ahlaka, tekniğe dayalı, dürüstlüğe dayalı, maddiyata dayalı bir siyaset anlayışını ortaya koyamazsak, çıkara dayalı bir siyaset anlayışı egemen olur. İşte bugün yaşadığımızda budur. Ülkeyi talan eden, şehirlerimizi talan ediyor. İstanbul’da boş bir arazi kalmadı. Sıra; Karaca Ahmet Mezarlığına, Zincirlikuyu Mezarlığına ve Eyüp Sultan Mezarlığına geldi. Yakında buralarda talan edilir. Ülkenin değerleri talan ediliyor. Sadece maddi değil aynı zaman manevi değerleri de talan ediliyor. Üzüntümüz budur. Onun için gerçekten bu milletin bize istikamet gösteren, tarihten gelen pusulasını önümüze koymak durumundayız. Bu sadece bizim milletimizin kimliğini, kişiliğini korumada ve devam ettirmede başarılı kılmayacak, aynı zamanda tarihten gelen kökün verdiği güçle insanlığa da katkı sağlayacağız. İnsanlıkta  bu değerlere muhtaç. Parayı ve maddi refahı üretiyor. Ama psikolojik anlamda, huzur ve iç huzur anlamında üretemiyor. İnsanlıkta o bizim değerlerimize muhtaçtır.Onun için biz burada temel olarak yeni bir demokrasi anlayışı ile yeni bir demokrat kafanın Türk siyasetine egemen olmasını istiyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman dayatmacı olmamalıdır
     1-Sonuna kadar özgürlükçü 2-Olabildiğince demokrasi 3-Sadece çoğunluğun hegemonyasına dayanan bir yapı değil, insana saygıyı esas alan, hoşgörüyü esas alan. Demokrasinin paradigması farklılıkları kabuldür. Hoşgörüyle, saygıyla ifade etmektir. O zaman demokrasiyi geliştirmek istiyorsak, hoşgörüyü, saygıyı sevgiyi de geliştirmek durumundayız. Onun için demokrasilerde vazgeçilmez temel yapı olarak, onun kaidesi olarak hoşgörüyü, farklılklara saygıyı esas kabul ediyoruz. Bu anlayışın bugün ciddi bir şekilde zedelendiğini görüyoruz. Bunun sonucu demokratik düzenin sekteye uğramasıdır. Demokrasiyi yüzde yüz demokrasi haline getirmeyi sağlayacaksak temelinde samimiyet, sevgiye saygıya dayalı özgürlük anlayışı olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman dayatmacı olmamalıdır. Kafatası devleti olmamalıdır. Ancak özgürlükleri tayin eden, bir özgürlüğün, bir sosyal kesitin özgürlük alanını tayin edecek olanda adalet duygusudur. Hukukun ta kendisidir. Onun için adalet duygusunu ve hukuk devleti kavramını fevkalade önemsiyoruz. Hukuk devleti ortadan kalkarsa, bu sefer kanun devleti olur. Majestelerinin kanunları ile de otokratik bir yapı oluşur. Bu bakımdan bu değerler zincirini çok önemsiyoruz.

                     
                          
Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna

Türkiye’nin içinde bulunduğu düzen, bana göre ortaçağ düzenidir
      Milletimizin önüne koyduğumuz ikinci vizyoner hedefimiz bilgi toplumu hedefidir. Bilgi toplumu masanın üzerine birkaç bilgisayar koymak anlamında değildir.Bazen görüyoruz, şuralara birkaç bilgisayar dağıttık.Konuyla ilgili bir bakana sordular.Mahcup etmemek için ismin vermeyeceğim.Bilgi ile ilgili çalışma yapan devlette bir kurum vardır bu neresidir diye sordular.Bilemedi. Aslında bu kurum kendisine bağlıydı. İşte Türkiye’nin bilgi toplumuna yaklaşım kavramı budur. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar ne? Bana göre ilkçağ şartlarıdır. Belki kılığımız, kıyafetimiz çağdaş bir görüntü sergiliyor. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu düzen, bana göre ortaçağ düzenidir. Neden? 1-Türkiye hala Ortaçağ liderlik tipini takdim ediyor. Bağıran, çağıran, vuran, kıran  lider yapılmak isteniyor. Masanın üstüne ne koyuyoruz? Hangi sistemi geliştiryoruz? 2-Fabrika, sanayi açıyoruz.Bu fabrikalar klasik anlamda makine üreten ve ürtetiği malın değeri de kg bazında 1 doları geçemeyen tesisler açıyoruz..Batı bu tür tesisleri 19. yüzyılda bıraktı.20. yüzyıla taşımadı.Çevreyi kirleten, emekli olmuş, katma değeri olmayan, zenginlik üretmeyen bir anlayış. Onu bile rekabete hazır hale getiremiyoruz. Hâlbuki esas olan dünya ile yarıştıracak üretim mekanizmalarının kurulmasıdır. Ekonmide üretim diyoruz. Sonuna kadar üretim diyoruz. Üretime dayanmayan hiçbir ekonomik yapı zenginlik, varlık, güç üretemez, kalıcı olamaz.
Türkiye dünyada ARGE sıralamasında, bilgi üretiminde 171. sıradadır
     Onun için birincisi üretim eğitimle ile desteklenecek. ARGE ile bilgi ile desteklenecek. Türkiye dünyada ARGE sıralamasında, bilgi üretiminde 171. sıradadır. Onun için bu yapıya ilkçağ yapısıdır diyorum. Hiç üretmeyen bir yapı, insanları sınıflandıran, kategorize eden, insanın ne ürettiğine değil, şekline, şemailine bakan bir yapıdır. Bilgiyi değerlendirmede 61. sıradayız. Türkiye bilgiyi kullanmadan, bilginin verimliliğini ve katma değerini kullanamadan yola gidiyor. Onun için üretim bilginin verimliliği ile desteklenmelidir. Şöyle örnek vereceğim; Tarım topraklarımızın bir dönümünden hububat olarak bir ton alırız. ABD aynı topraktan hububat olarak 10 ton alır. Biz bir petek baldan yılda 25 kg. alırız. Çin aynı petekten yılda 100 kg., ABD ise 150 kg. alır.Nasıl rekabet edeceğiz? Biz onlarca, yüzlerce ton mal satarak bir değer üreteceğiz.
Her yaptığımız bir liralık ihracat için, iki liralık ithalat yapıyoruz
       Ama çok değerli hocalarımız, doktorlarımız var. Bir tıp cihazı için milyon dolar vereceğiz. Bir enerji, uzay cihazı alacağız milyar dolarlar vereceğiz. Nasıl rekabet edeceğiz? Bu mümkün mü? Bu asla mümkün değildir? Bizim ineğimiz günde 10 kg. süt verecek. Hollandanın ineği günde 60 kg. süt verecek. Nasıl yarışacağız? Bizim tarımda aktif ve fiilen 6 milyon insanımız çalışıyor. Tarımsal ihracatımız 9–10 milyar dolardır. Hollanda da tarımda 100.000 kişi çalışıyor. Bu ülkenin tarımsal ihracatı 90–100 milyar dolardır. Bu bizim on katımızdır. Yani onda bir nüfusla on katı para kazanıyor, yüz katı ediyor. Nasıl yarışacağız? Bu mümkün mü? Hollanda Konya ovası kadar bir yerdir. Hollanda’nın yıllık 400 milyar dolarlık ihracatı vardır. Singapur’un üç milyon nüfusu vardır. Bu İstanbul’un beşte biridir. Singapur yılda 300 milyar dolar ihracat yapıyor. Biz de ihracatımız 100 milyon doları geçti diye seviniyoruz. O da ithalat iki katına çıkıyor. İhracatın, ithalattaki payı % 20 olması gerekirken % 75’e çıkmıştır. İhracatı hiç yapmazsak daha iyi, çünkü her yaptığımız bir liralık ihracat için, iki liralık ithalat yapıyoruz. Böylece açığımız büyüyor, açığımız büyüyor. Bu yapı sürdürülebilen bir yapı değildir. Asla verimli bir yapı değildir. Bunlar Türkiye’de üretilen mutlaka katma değer katacak, bilgiye dayalı düzeni sağlayacak yapının oluşmasıdır. Onun için ısrarla bilgiye dayalı üretimi söylememizin sebebi budur.
Merkez Bankasını İstanbul’a taşımakla, İstanbul finans merkezi olmaz
      İkincisi üretim finansla desteklenmelidir. Sayın Başbakan İstanbul finans merkezi olacak dedi. Hâlbuki ben kendilerine Başbakan olunca İstanbul’un nasıl finans merkezi olacağını bir saatlik görüşmemizde anlatmıştım. Ama o görüşmemizden hiçbir sonuç çıkmadığını acıyla öğrendim. Çünkü İstanbul’da benim finans merkezi diye takdim ettiğim arazi, daha sonra kooperatiflere tahsis edildi. Bunlar inşaat kooperatifleridir. İşte bugünkü varlığın vizyonu budur. Merkez Bankasını İstanbul’a taşımakla, İstanbul finans merkezi olmaz. Finans merkezi olmanın kurumsal alt yapısı gerekiyor. Türkiye’ye gelen para, Türkiye’yi soyan para değildir. Türkiye’ye destek veren para olması lazımdır. Bugünkü sistem içinde İstanbul’u finans merkezi yapmak demek, bu ülkeyi daha çok üttürmek demektir. Cüzdanındaki parayı, sıcak paraya teslim ettirmek anlamına gelir.
Bizim vizyonumuzda İstanbul’un karar merkezi olması var
        Önce bu sistemin, bu yapının değişmesi gerekiyor. Finnas sitemi elbette Türkiye’nin önemsediği bir sitsem olmalıdır. Bizde bunu çok önemsiyoruz. İstanbul’un finans merkezi olmasını da önemsiyoruz. Çünkü bizim vizyonumuzda İstanbul’un karar merkezi olması var. İstanbul dünya kültür başkenti olması yanında, Avrasya’nın merkezi lider şehir İstanbul hedefi vardır. Karar merkezi olmanın içinde kongreler, finans, ticaret, fuarlar merkezi olma hedefi vardır. Ancak onun alt yapısını hazırlamak gerekir. New York borsasını gezdim ve buranın başkanıyla görüştüm. Dünya ekonomisinin üçte ikisinin sirküler olduğu Nazlak’a gittim ve gezdim, inceledim. Nazlak başkanından bilgi aldım. Londra’da London City Finans Merkezini inceledim. Frankfurt’u, Paris’te, Japonya’da, dünyanın bütün önde gelen finnas merkezlerinin yapısını inceledim. Ondan sonra İstanbul için bir finans merkezi sistemini geliştirdim. Ama bugünkü yapıyla ne yazık ki bunları yapmamız mümkün değildir. Bize gelen para dünyanın en yüksek faizi ile ütüp gitmesin. Biz buna karşıyız.
4T dediğim tarım, tekstil, turizm, ticaret
 bugün bitik duruma gelmiş vaziyettedir
      ABD bugün enflasyondan eksi faize geçti. Japonya’nın 100 katı faiz veriyoruz. Japon ev kadınları para biriktirip Türkiye’ye geliyor ve Türkiye’den gelen faizle para kazanıyorlar. Finans yapısı üretimi KOBİ’ yi, tarımı, tekstili desteklemesi lazım.Bilgiye dayalı ekonomik yapıyı bırakınız.Türkiye’nin temel sermayesi niteliğindeki üretim kaynaklarımızı,değerlerimizi bitirdik.4T dediğim tarım,tekstil,turizm,ticaret bugün bitik duruma gelmiş vaziyettedir.Elbette hedefimiz tek başına bunlar değildir.Sermayenin ve bu kaynaklardan elde edeceğimiz güç ve imkânlarla biz sıçrama yapacağız.Onun için kurulacak finans sistemi mutlaka teknolojiyi,bilgiyi desteklemelidir.Diğer üretim kaynaklarını desteklemelidir.
Biz bugün üretimi destekleyeceğimize, üretimi cezalandırıyoruz
      Biz bugün üretimi destekleyeceğimize, üretimi cezalandırıyoruz. Bakın nasıl? Çok fındık ürettin diye üreticiye kızıyoruz. Allah aşkına çok ürettin diye üreticiye hiç kızılır mı? Dünya eroini pazarlıyor. Beyaz zehiri pazarlıyor. Bir şehri kişi başına milli geliri 1500 doları geçti diye ona teşvik vermiyoruz. Bu ne demek? Sen başarmışsın, üretimi artırmışsın diye cezalandırmak demektir. Oraya teknoloji desteği verilecek. Her şeyin kendine göre özelliği var. Bizim bu alandaki projemiz, iktisat kentleri projesidir. Her şehrimiz, her ilimiz birbiri ile değil, dünya ile yarışacaktır.
Sanal zenginliği Nasrettin Hocanın bir fıkrasına benzetiyorum
      Onun için iktisat kentleri projesi ile finansal açıdan bir ilimiz belli bir alanda, hatta köylerimiz iktisat köyleri projesi ile desteklenecektir. Diğer bir konuda küresel pazar sistemidir.Biz kendi ürettiğimizi satacak küresel pazarlar oluşturmamız gerekirken, bugün kendi iç pazarlarımız bir çöküntü yaşar hale geldi.Üretime yarın başladığımızda kendi ülkemizde ürettiğimiz malı bile pazarlayacak dağıtım noktalarımız nerdeyse kalmayacaktır.Onun için biz üretimi, bilgiyi, teknolojiyi, finansal desteği çok önemserken aynı zamanda dünyanın her yerinde bu ülke insanının ürettiğini pazarlayacak pazar desteğini de fevkalade önemsiyoruz. İşte siyasetçinin, devletin, sivil toplumun, diplomasinin yapması gereken en temel konular bunlardır. İşte bunları yapabilirsek, başarabilirsek reel zenginliği, gerçek zenginliği oluştururuz. Aksi halde bugün yaşanan sanal zenginlikle idare etmek zorunda kalırız. Ben bu sanal zenginliği Nasrettin Hocanın bir fıkrasına benzetiyorum.”Adamın biri köftecinin yanından geçerken, karnı açmış, köfte kokularını içine çekmiş, canı çekmiş. Adamda demiş ki para ver. Niye? Sen köftenin kokusunu aldın, ya buna para olur mu? Aldın. Almasaydın. Sonunda mahkemeye düşmüşler. Kadı Nasrettin Hocadır. Hoca iki tarafı da dinlemiş. Köfteciyi çağırmış. Gel bakalım demiş. Cebindeki bozuk paraları sallamış. Sesi duydun mu? Demiş. Duydum. Hadi paranı aldın git demiş.”İşte şimdiki zenginlik budur.
Bu millet tembeldir lafını asla kabul etmiyorum. Bu millet; çalışkandır, namusludur, haysiyetlidir. Önünde yeter ki güzel örnekler olsun.
     O bakımdan sanal zenginlik değil? Türkiye’nin insan gücü, güzel insanları var. Verimli olacak çok insanları var. Bilim adamları, iş adamları, üretim yapacak, her alanda üretim isteyen insanları var. Bu millet tembeldir lafını asla kabul etmiyorum. Bu millet; çalışkandır, namusludur, haysiyetlidir. Önünde yeter ki güzel örnekler olsun. Onun için üretmemiz gereken bu güzel örneklerdir. Verimli, faydalı örneklerdir. Bu faydalı örnekleri ve Türkiye’yi zenginleşmede, değerler üretiminde, şehirleşmede, dünya ile yarıştıracak siyaset anlayışı bizim en temel yaklaşımımızdır. Türkiye’nin bu imkânları ile kısa zamanda Türkiye’nin ürettiği gayri safi milli hâsılanın 1 trilyon dolara, orta vadede 3 trilyon dolara, uzun vadede 10 trilyon dolara çıkacağına yüreğimden inanıyorum. Ama bu bir liderlik, yönetim işidir. Olmaz, biz beceremeyiz diye bizi şartlayanları da şiddetle telin ediyoruz. Bu şartlanmalara asla kendimizi kandırmayacağız. Bizi şartlıyorlar.  
Sorunlarla boğuşan bir ülke değil,
dünya ile yarışan bir ülkeyi üretmek vardır
     Balıklarda yapılan bir deney çok ilginçtir. Akvaryumun ortasına bir cam koyuyorlar. İki taraftan geçecek balıklar bu cama çarpıyorlar. Bir müddet geçip aradaki camı kaldırıyorlar. Ama balık oraya gelince geri dönüyorlar. Bu milleti bu şekilde şartlama sürecinde götürüyorlar. Başaramayız, bittik, öldük, üretim yapamayız, Almanya, ABD, Japonya nerede, biz neredeyiz. Kıyaslanmaz. Bunu asla kabul edemeyiz. Onun için pozitif siyasetin esasında iddia sahibi olmak vardır. Sorunlarla boğuşan bir ülke değil, dünya ile yarışan bir ülkeyi üretmek vardır. Pozitif siyaset budur.1945 yılında Almanya ve Japonya yerle bir olmuştu. Japonya atom bombasını yemiş ve teslim olmuş. Ama o akşam imparator Hirohito radyolarda bir konuşma yapar. Şöyle der; ” Asıl savaş şimdi başlıyor” Yılmayarak, o azimle 1960 yılına geldiklerinde, dünyanın önemli bir ekonomik gücü oluyorlar. Ancak bu güç taklit ağırlıklıdır. Dünyada birisi bir şey yapmışsa, bunlar ertesi gün taklit ediyorlar. Ama taklit, orijinali kadar değer ve zenginlik üretmiyor. O zaman, 1960 yılında oturuyorlar. Diyorlar ki; bizim orijinal bilgiyi, teknolojiyi üretmemiz gerekir. Bu nedenle iki ve üç yıl planlama çalışması yapıyorlar. Daha sonra onu hayata geçirmek üzere çalışmaya başlıyorlar.1970 yılından sonra bunun meyvesini almaya başlıyorlar. Bugün Japonların petrolü var mı? Arazisi var mı? Türkiye’nin yarısı kadar, doğru dürüst ekilebilir arazisi yok. Yılık ürettiği gayri safi hâsılası 5 trilyon dolardır. İşin özü budur.
Türkiye’nin önüne 25 yıllık bir vizyon koyuyoruz
     Olmaz diye bir şey yoktur. Biz istersek başarırız. Çünkü bizim geçmişimiz, mazimiz başarılarla doludur. Tekrar başarabileceğimizin en büyük delili bu milletin muhteşem mazisidir, o büyük geçmişidir. Biz işte o büyük geçmişe inandığımız gibi, bu ülkenin büyük geleceğine de inanıyoruz. Türkiye’nin önüne 25 yıllık bir vizyon koyuyoruz. Türkiye 25 yıl sonra bizim ortaya koyduğumuz bu stratejik çalışmayla dünyanın en önde gelen üç ülkesinden biri olmaya adaydır. Türkiye’nin bunu başarabilecek gücü ve imkânları vardır. Bunun için zamanımız gittikçe daralıyor. Çünkü mesafe çok açılıyor. Eskiden üç yüzyıl, beş yüzyıl sonra açığı kapatma imkânı vardı. Ama bilgi o kadar hızlı gelişiyor ki biraz daha mesafe açılırsa ilerde bunu kapatma fırsatımız ortadan kalkabilir endişesini taşıyorum. Türkiye onun için önümüzdeki 25 yıla, 100 yılı sığdırmak mecburiyetindedir. Geçmişin açığını ve geleceğin farkını kapatmak durumundadır. O bakımdan biz kavanoz fileleri gibi değil, çok hızlı, ok gibi fırlamak durumundayız. Bunu ancak iyi liderlikle yönetilen bir ülke yapar. Finansal bağımlı, ithalat anlamında bağımlı, savunmada bağımlı, bilgide bağımlı, siyasette bağımlı bir ülkenin bunu yapabilmesi mümkün değildir.
Çok ciddi bir yoksulluk, açlık sıkıntısı,
çok büyük bir enerji krizi Türkiye’nin kapısındadır
       Onun için pozitif siyaset bu alanlardaki bağımsızlığı öne alır. Gerçek bağımsızlıkta bunlardır. Türkiyeyi bekleyen bir sıkıntı buna bağlı olarak çok ciddi bir yoksulluk, açlık sıkıntısı, çok büyük bir enerji krizi Türkiye’nni kapısındadır. Türkiye ne yazık ki bunları hiç konuşmamaktadır. Bunları asla hiç tartışmıyoruz. Gönlüm ister ki liderler televizyona çıksınlar. Türkiye’nin enerji problemini ben şu projeyle çözebilirim diye tartışsınlar. Öbürü ben üretimi bir yılda ikiye şu projeyle katlarım. Şu ilimizi şu projelerle kalkındırırım. Şu sektörümüzü şu alanda şu şekilde dünyanın önüne taşırım. Siyasilerin bunları tartışmasını yüreğim istiyor. Yoksa ben daha iyi yumruk atarım, benim sesim daha gür, ben daha çok çamur atarım yaklaşımı Türkiye’de; siyasete, siyasetçiye asla bir şey kazandırmaz. Onun için bugünkü yapı çarpık ve bozuk bir yapıdır. Diyoruz ki Türkiye’nin bir devrime, bir bilgi devrimine ihtiyacı vardır.
1918 yılında Türk olmak ve Müslüman olmak
        Bunları bu ülkenin insanları, hep beraber gerçekleştireceğiz. Bu ülke hepimizi yetiştirdi. Bize bu ülke; ekmek, eğitim, iklim, güç, onur verdi. Şimdi bu ülke bize sesleniyor. Ey evladım! ey çocuğum bak ben bereler, yaralar içerisindeyim. Sen nerdesin? Bu ülke bize sesleniyor. Ey evlatlarım! Başka ülkelerden gelen adamlar beni kurtarmaya çalışırken, hiç yüzünüz kızarmıyor mu? Diye bize sesleniyor. Onun için biz, bizler şeref, onur, haysiyet mücadelesi vermeye hazır bu milletin evlatlarının iyilik çatısı altında bir araya gelmesi lazımdır diyoruz. Kimin inancı ne ise o, kimin kökü ne ise o, kim nasıl giyiniyorsa giyinsin ama kafasının içini doldursun, birikimini versin ve ortak havuzumuza bir şeyler dolduralım. Aksi halde yarın geç olduğunda, gemimiz battığında, ahlanıp, vahlanmanın hiçbir faydası olmaz. İlerde Allah nasip eder de imkânım olursa bir kitap yazacağım adı şu olacak;”1918 yılında Türk olmak ve Müslüman olmak” 1908 yılında Osmanlı dünyanın ikinci gücü.1918 yılında bu güç yok ve paramparçadır. Neden? Kargaşa, kavga, iç çekişmeler. Geri dönüş var mı? Yok. Onun için hepimizin omzunda, boynunda bu ülkenin vebali vardır. İyiliğin, güzelliğin vebali var. İyiliklerin ve güzelliklerin bir araya gelmesini fevkalade önemsiyoruz.
Ülkemizin önderlerine ihtiyacı vardır
     Onun için ülkemizin önderlerine ihtiyacı vardır. İnşallah temenni ediyoruz ki acı çekmeden, daha büyük sıkıntılara duçar olmadan, bu ülke içinde bulunan şartlardan çıkacaktır. Ben buna inanıyorum. Biz yeter ki adımımızı atalım. Mevlana Hazretlerinin ve Hacıbektaş Velinin birbirine yakın çok güzel deyişleri var.”Her ne ararsan isen kendinde ara”. Onun için her şey bizim içimizde başlar. Biz içimizde, yüreğimizde bu ateşi yakıyorsak, ülkenin semalarında da bu ateş yanar. Ama bizim yüreğimizde bu ateş yoksa başkasının da bir ateş yakmasını beklemeyelim. Onun için bunu bizim yüreğimizdeki ateş yakacaktır. İnanıyorum. Allah’ın izniyle gelecek güzel olacak. Çünkü Allah’ın vadide budur. Çalışana vermektir. Çalışan kazanır. Bizde işte usulü dairesinde çalışmayı esas gördük. Onun için barış, birlik ve bilgi dedik. Bu 3B’yi iyi ortaya koyarsak ve bu 3B esasına göre çalışırsak bunu sonucu da 3B olacaktır. O da bolluktur, berekettir, başarıdır.”
 
                 
      

Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna’ya Diyarbakır ve Mardin halkından yoğun ilgi

0
Haber: İlker ÇAKAN          
Seçmen artışı cidden endişe verici
    Turkuaz Hareket Lideri Ali Müfit Gürtuna gezi ve incelemelerde bulunmak amacıyla gittiği Güneydoğu Anadolu gezisini tamamladı. Diyarbakır ve Mardin illerinde ziyaret ve incelemelerde bulunan, halkın ve esnafın arasında serbestçe dolaşan, onlarla sohbet eden, gezdiği yerlerde halkın yoğun ilgisiyle karşılaşan Gürtuna, gazeteciler ile yaptığı sohbet toplantısında önemli mesajlar verdi.
     Bir soru üzerine, 28 Mart 2009 tarihinde yapılacak olan yerel seçimlerde 6 milyon yeni seçmenin oy kullanacağını belirten Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit  Gürtuna,”Önümüzdeki seçimlerdeki bu kadar seçmen artışı cidden endişe verici bir şey, yani nerden çıktı bu? 16 ay içerisinde 6 milyon insan gibi yeni bir seçmen kitlesi oluştu, nerden çıktı bu? Hükümetin bu noktada ciddi inandırıcı bir açıklama yapması gerekiyor, yoksa önümüzdeki seçimlere şaibe karışır ve bu da Türkiye için şu istikrarsızlık ortamında daha büyük bir istikrarsızlığın işaret fişeği olur” dedi.
Türkiye için ciddi bir derlenme ve toparlanma fırsatı
    Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna, önümüzdeki yerel seçimlerin Türkiye için ciddi bir derlenme ve toparlanma fırsatı olarak görülmesi gerektiğini kaydetti. Her yerde en uygun adaylar etrafında toplanmakta fayda olduğunu ifade eden Gürtuna, şunları söyledi: ”Bugün Türkiye’de yürütülmekte olan cari sistemin ciddi bir şekilde sorgulanması lazım. Ekonomide ‘Üretme tüket’ sistemi var.
Türkiye bir yandan fakirleştiriliyor,
 bir yandan da muazzam bir soygun düzeninin geçerli olduğunu görüyoruz
     Türkiye biryandan fakirleştiriliyor bir yandan da muazzam bir soygun düzeninin geçerli olduğunu görüyoruz. Bu da birtakım kanunileştirilmiş ortamlarda yapılıyor. Hukuki değil ama, kanuniymiş gibi gösterilen bir ortamda yapılıyor ve bunların ciddi sorgulanması gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin önünde çok fazla vakti kalmadığını düşünüyorum. Bu yapıyı bu süreci taşıyamayan Türkiye bir yerde karaya oturacak. Geçtiğimiz yüz yılda Osmanlı örneği bizim gözümüzün önünde. Bu ülke her kesimi ile çok büyük bedeller ödemiş. Onun için önümüzdeki sürece baktığımız zaman bunun iyi değerlendirilmesi gerekiyor.
Halk doğrular üzerine seçim yapmalı bence, 
psikolojik yönlendirmeler üzerine değil
     Halk doğrular üzerine seçim yapmalı bence, psikolojik yönlendirmeler üzerine değil. Ülkesine sahip çıkmalı ve ülkeye sahip çıkarken de kentine sahip çıkmalı. Bunun başka yolu yok. Bu yerel seçimlerin klasik belediye seçimlerinden öte anlamı olduğunu düşünüyorum ve herkesin de bu noktada iyilerin dayanışmasının ve birbirine sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum.”Bölgeye ait izlenimlerini de aktaran  Gürtuna önemli noktalara parmak bastı:
Bölge insanı fakirliğin, işsizliğin, yılların getirdiği 
ezilmişliğin pençesinde kıvranıyor
     “Bölge insanı fakirliğin, işsizliğin, yılların getirdiği ezilmişliğin pençesinde kıvranıyor. Siyaseten sahipsiz. Nüfusun %65’i 25 yaş altı. Düzenli eğitim alamıyor. İş yok.
Bulabilenlerin ücreti son derece düşük.  Onların da birçoğu  mevsimlik işçi. Tarım çökmüş. Verimli bir tarım ve ticaret yapılanması yok. Sosyal alanda, kültürel yapıda ve ekonomik olarak sürekli çöken, fakirleşen, geri giden bir süreç var.
Bu kötü gidişe bir dur demeli ve hep birlikte silkinmeliyiz
      Bu kötü gidişe bir dur demeli vehep birlikte silkinmeliyiz. Çözüm hep birlikte, Bu kötü gidiş kaderdeğil. Çözüm var. Bir başka Türkiye var. Artık öbür Türkiye’den öbürTürkiye’ye geçmeliyiz. Öbür Türkiye’yi anlamalıyız. Başta Diyarbakır,Mardin, Şanlıurfa olmak üzere bölgenin potansiyeli çok yüksek. 3 T diyebileceğim Tarımda, Turizmde, Ticarette bütün Ortadoğu’nun merkezi olabilir.”Gürtuna, Türkiye’nin eğitim, sağlık, işsizlik gibi sorunları olduğunu ama, bunların temel nedeninin Türkiye’nin iyi yönetilmemesi olduğunu savundu.
Ülke iyi yönetilmediği, için çeşitli alanlarda problem yaşandığını
     Ülke iyi yönetilmediği için çeşitli alanlarda problem yaşandığını anlatan Gürtuna, ”İyi yönetilse her şey düzgün olur. Ne kadar iyi yönetim o kadar başarılı sonuç, nasıl kötü bir yönetim onun karşılığında başarısız bir sonuç ve sonuçlar başarısız olunca da herkesim hassas olduğu noktalardan sonucu algılıyor. Bu sefer toplumsal problemlere dönüşüyor ve bunun maliyeti artıyor. Onun için iyi yönetilen bir Türkiye’de muazzam bir güç oluşur, onur oluşur ,şeref oluşur ve diğer sorunların çözümü hakça daha kolay olur” şeklinde konuştu. Diyarbakır ve Mardin’in tarihi ve turistik mekanlarını ziyaret eden Gürtuna ayrıca Kanal 21 TV’de “Perspektif” programının, Kanal 47 TV’de ise “Güncel” programının konuğu oldu. Mardin ve Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odalarını ziyaret eden Gürtuna, Tarihi Mardin Çarşısı’nda ve Kuyumcular Çarşısı’nda esnafla görüşerek yerel esnafın sorunlarını dinledi. Ayrıca Mardin Deyrülzafaran ve Kasımiye Medresesi’ni ziyaret eden Gürtuna, yapacağı özel görüşmeleri de tamamlayarak güneydoğu Anadolu ziyaretini tamamladı.

BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu: “Hazar Ortak Pazarını kurmalıyız”

0
Haber-Röportaj: İlker ÇAKAN

 Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Türkiye konulu yaptığım röportajda şunları söyledi;                        – Türkiye’de madencilik politikasını ve madenlerin   yabancılara satışını nasıl değerlendiryorsunuz?
Türkiye’nin önce bir maden envanterinin çıkarılması gerekir                                                                           
  Madenler milli bir servettir. Milli bir anlayışla milli bir politikayla milletin yararına kullanılacak şekilde değerlendirilmesi gerekir. Dolayısıyla bu madenler günlük hayatımızda yer eden, birçok endüstriyel ürünün hammaddesi olarak kullanıldığı gibi bir kısmı stratejik madenlerdir. Bunlar çok daha önemlidir. Bu itibarla Türkiye’nin önce bir maden envanterinin çıkarılması lazım. Bu madenlerimizin türev ve rezervlerinin envantere dönüştürülmesi, türev ve rezervlere göre temel değerlerinin çıkartılması lazımdır. Bu değerlere göre de madenlerimizin işletmeye açılması sonra bunun pazara sunulması endüstriye dönüştürülmesi ve mamul madde haline getirilmesi safhalarında milli menfaatlerinden ödün verilmemesi gerekir.                                                                                                                                                     Cenab- Allah Türk dünyasının göğsüne bir altın kolye takmıştır                                                                            Şimdi öyle madenlerimiz var ki imtiyaz hakkı çok önceden emperyalistlere ülkenin çeşitli zorluklarından istifade ederek verilmiştir. Şimdi bunların bir çoğuna dokunamadıklarımız var. Ege sahillerinden başlayıp Karadeniz’e oradan Kafkaslar üzerinden Kırgızistan’a kadar ulaşan bu çizgide Cenab-ı Allah Türk dünyasının göğsüne bir altın kolye takmıştır.Bu çizgide altın madenlerimiz var. Ama Bergama’daki altının tartışmalarını yabancılar yapıyor, biz sadece seyirci pozisyonundayız. Kaz Dağlarında ormanlık alanlarda altın madeni çıkartılıyor, biz sadece tartışmayı seyrediyoruz. Gümüşhane altın madenlerinin halen işletilmediğini biliyorsunuz. Bir altın rezervinin işletilmesi için bir ton cevherden 1,5 gr ile 4 gram arasında altın üretilebiliyorsa, o altın madeni işletilebilir kabul ediliyor, temel değeri itibariyle yeterli sayılıyor. Bugün Gümüşhane altın madenlerinin tonunda 25 gramdan 200 grama kadar değişen ölçüde değere sahip olduğunu düşünün, böyle bir imkanın kullanılabilmesi için sermaye lazımsa devlet yeter ki garantörlük yapsın.                        Londra borsasında 1 milyar sterlinin üstünde hisse sattılar                                                                                         Bu sermayede bulunur. Manisa Çaldağında İngilizler platin madeni buldular ve daha bir kazma vurmadan Londra borsasında 1 milyar sterlinin üstünde hisse sattılar. Rezerv tespitinden sonra bunu yaptılar. Halbu ki bizim Kayseri Sivas arasındaki Uzun yayla mevkiinde bundan çok daha fazla platin madeni var. Ülkemizin her köşesinde madenlerimiz var. Bunlar içerisinde en önemli iki tanesi Bor ve Toryum’dur. Bor 280 endüstri alanında kullanılıyor. Yani beyaz eşyadan görünmez uçaklara kadar, borcam diye ifade ettiğimiz dayanıklı mutfak eşyalarından füze yakıtlarına kadar 280 endüstriyel üründe ana ve ara madde olarak kullanılıyor. Eğer uç ürünler olarak ifade ettiğimiz ileri teknoloji gerektiren imalatlarla ilgili kendi vatan toprağımızda işlemek suretiyle değerlendirirsek, biz deriz ki sana 99 yıllığına kiralık olarak arazi veriyorum altyapısını yapıyorum ve çok ucuza bu cevherimizi sana veriyorum ama şartım ileri teknoloji üreteceksin yani bilgisayar çipleri gibi iletişim çubukları gibi uzay teknolojisi gibi bu yatırımı Türkiye’de yapacaksın istihdamı teknik adamlar hariç Türkiye’den yapacaksın şirketin merkezi Türkiye’de olacak ve başka ülkelere ihraç edeceksin.                -Türkiye’de tarım politikası, İsrail’den geni değiştirilmiş tohum alımını
  ve bu nedenle dışa bağımlılık konusunda görüşünüz nedir?   
                                                                     Dışarıdan her şeyi alır hale geldik                                                                                                                           Tarımda kendi kendisine yeten 7 ülkeden biri olarak övünüyorduk şimdi maalesef dışarıdan her şeyi alır hale geldik. Köylü köylülüğün gereğini yapamıyor, tarım alanları daralıyor, yaylalar boşalmış durumda, girdi maliyetleri çok yüksek, çiftçi ürettiğinin karşılığını alamıyor ve girdileri karşılayamadığı için çiftçilikten vazgeçer hale geldi. Tabii ki bizim bu alanda da tarım envanteri çıkartmamız lazım ve organize tarım bölgeleri kurmalıyız. Organize tarım bölgelerinde tarım ürünlerine dayalı endüstri kurmalıyız ve bunların entegrasyonunu sağlayarak pazar alanına kadar giden bir süreçte tarım stratejisi tarımsal endüstriyel bir strateji ortaya koymamız lazım. Yani bir yerde mısır pancar üreteceksiniz bunun slajını yapacaksınız, yem bitkisi olarak kullanacaksınız, şeker fabrikasını buna bağlı olarak kullanacaksınız, hayvancılığı bunun yanında yapacaksınız, süt üretimini yapacaksınız, sütü işleme ve paketlemesini yapacaksınız. Yani bu Organize Tarım Bölgesi olacak. Maalesef Türkiye bu tür birbiriyle entegre olan birbiriyle ilişkili olan süreci oluşturacak bir politika geliştirmedi.                                                                                                                                                                       Milli yapımızı bozacak şekilde, gen yapımızla oynuyorlar                                                                                       Şimdi biz mevsimlerine göre gerekirse Türki Cumhuriyetlerdeki arazileri de kullanarak kendi tohumumuzu kendimiz yetiştirmemiz lazım. Bugün İsrail’in ürettiği ve bize dayattığı domates ve diğer tohumlarda genleriyle oynandığı için tohumu bir kere alıyorsunuz, bir daha orda tohum üretemiyorsunuz. Eskiden biz domates tohumu üretirdik, şimdi İsrail’den alıyoruz bir daha kullanamıyoruz. Bu sadece ekonomik bağımlılığımızı getirmiyor, milli karakterimiz, milli yapımızı bozacak şekilde gen yapımızla oynuyorlar. Aslında tohumlarda oynanan genleme insanların ve hayvanların yapısını da bozuyor. İnsan sağılığı, hayvan sağlığından, hayvan sağlığı bitkilerden geçiyor. Sebze de meyvede ve yem bitkilerinde yaptığınız genlerle oynama biyolojik olarak bütün unsurları etkiliyor. Bugün TBMM’de çıkartılan yasalar bunun önünü açtı. Şu an TBMM’de tohumlarda yapılan oynama ile ilgili bunun önünü açacak bit takım yasalar çıkartılmak isteniyor bunun önü açılmamalı.                                                                                                                                             -Türk Dünyası ile ekonomik kültürel-sosyal konularda   mevcut   hükümetin  politikasını nasıl  değerlendiriyorsunuz?    Hükümetin AB politikası hakkında görüşünüz ve hükümetin 
  AB  görüşünü destekliyor musunuz?                                                                                                             
Türkiye’nin ve Türklerin kızıl elması Avrupa Birliği değildir                                                                                          Bir defa biz Avrupa Birliği sürecine karşıyız. Avrupa Birliği bir hayal sürecidir. Uzun vadede geleceğimizi bağlayacağımız geleceğimizi ipotek altına sokabileceğimiz sağlıklı bir proje olduğu kanaatinde değilim. Zaten şimdiden bu yapı değişmeye başladı. Türkiye’nin ve Türklerin kızıl elması Avrupa Birliği değildir, Büyük Ortadoğu Projesi hiç değildir. Bu bakımdan biz kendi projelerimizi geliştirmeliyiz. Türkiye kendi ekseninden hareket ederek Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve Asya’nın derinliklerine uzanan bir milli interlant çizmeli ve bu interlantta öncü rolü üstlenmelidir. Şu anda Avrupa Birliği treninin arkasına ite kaka takılmak yerine, kendisi lokomatif olmalıdır.                                                                           Hazar Ortak Pazarını kurmalıyız                                                                                                                                 Enerji üreten ve tüketen ülkelerin tam ortasındayız. Bu avantajımızı iyi kullanmalıyız. Biz AB ve BOP’a karşı HOP diyebileceğimiz yani Hazar Ortak Pazarını kurmalıyız. Hazar havzasındaki devletlerle biz ekonomik sosyal ticari işbirlikleri geliştirmeliyiz. Karadeniz Ekonomik İşbirliği gibi Doğu Akdeniz ülkeleriyle yapabiliriz. Bir de Avrasya coğrafyası ilgili Türkiye kendi merkezinden hareketle, çok unsurlu, çok yönlü ekonomik, sosyal politika takip edilebilir. Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Söylenen ama yapılamayan alfabe birliğini, dil birliğini sağlamalıyız. İş birliğini geliştirmeliyiz. Kendi aramızda bir bartır sistemi kurmalıyız yeni bir bartır yasası çıkartarak karşılıklı takasa dayanan, bir ekonomik model geliştirmeliyiz. Rusya’yla ve Türk Cumhuriyetleriyle Swap anlaşması yaparak, karşılıklı paralarımızı merkez bankalarına koymak suretiyle, kendi paralarımızla alışveriş yapabilecek bir düzen getirmeliyiz. Yani bu Amerikan dolarına bağımlılığı ortadan kaldırmalıyız. Nasıl bir bağımlıyla mücadele ediliyorsa Amerikan dolar bağımlılığıyla da öyle mücadele etmeliyiz.  
-30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesindeki anlaşma gereği  İngiltere- Fransa ve İtalya gibi ihtilaf devletleri o tarihlerde   haberleşme  sistemimize el koymuştur. Bugün haberleşme sistemimiz  olan Türk Telekom 5.5 milyar dolara satılmıştır ve  Türk  Telekomu alan bu şirketin kazancıyla alış parasının  taksitlerini  ödememektedir. Bu durumun Mondros Mütarekesi ile farkı var mı?                                                                                                       Türkiye belli kazanımlarını emperyalistlere devretmiştir                                                                                           Tabii ki hukuki bakımdan belki bazı farklılıkları olabilir ama neticesi itibariyle bakıldığında devletlerin bağımsızlığını sağlayan bir kaç tane unsur vardır. Bunlar; iletişim, demir çelik ve bir diğeri enerjidir. Eğer siz iletişimde, demir çelikte ve enerjide dışa bağımlıysanız bağımsız olduğunuzu söyleyemezsiniz. Maalesef  Türkiye belli kazanımlarını emperyalistlere devretmiştir. İçeride de haraç mezat belli açıkları kapatmak için bu özelleştirmeleri yapmıştır. Bu özelleştirme mantığının da doğru olmadığını düşünüyorum. Bir devlet kendi vatandaşıyla rekabet etsin demiyorum, kendi vatandaşıyla rekabet ederek, et süt yumurta satıp üreterek piyasayı kontrol altına alıp tekelcilik yapsın demiyorum. Elbette Türk teşebbüsünün önü açılmalı, özel teşebbüsün üretmesine imkan verilmeli, onların ihracatının önünü açmalıyız. Ama tekel niteliği taşıyan stratejik alanların bu şekilde böyle yabancıların ya da onların egemen olduğu ortaklıkların eline bırakılması doğru değil.                                     BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu

-Kopenhag kriterlerinin başlangıç maddeleri gereği  toprak  satışı yapılıyor. Hükümetin toprak satışı 
 politikasını nasıl  değerlendiriyorsunuz?
Toprak satışında da dünya da bizim ki kadar kolay toprak satan ülke yok
   Toprak satışında da dünya da bizim ki kadar kolay toprak satan ülke yok. Arazi satmak doğru değildir ama konut satabilirler. Bunu  birbirinden ayırmak lazım. Eğer yatırım yapmak istiyorsa o zaman toprak kiralamak suretiyle yapmalıdır. Sadece bu iktidar değil, bundan önce ki iktidarlardan başlayan bir toprak satış politikası takip edilmiştir. Dört tane yasa çıkartılmıştır. Bunların ikisi DSP-ANAP-MHP koalisyonunda çıkmıştır. İki tanesi de AKP hükümeti tarafından çıkartılmıştır.
– Azınlık vakıfları hakkında görüşünüz ve bu vakıfların   mülk edinmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
   Azınlık vakıfları ile ilgili çıkartılmış olan yasa maalesef mütekabiliyet haklarımızı elimizden almış, onlar batı Trakya’daki Türk mallarını vakıf mallarını en kötü şekilde kullanarak, oradaki haklarımızı görmezden gelerek,  Türkiye’de biz tam tersine, geçmişin derinliklerine inerek, her türlü azınlığın artık üzerinde binalar yapılmış, değişmiş olan yerleri almalarını sağlayacak imkanlar getirtilmiştir. Yani önümüzdeki dönemde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde yapılan bir takım müracaatlarla, Türkiye çok sıkıştırılacak diye düşünüyorum. Bunun çıkartılmaması için zamanında çok mücadeleler verdik, ancak neticede AKP çoğunluğuyla bu yasaları çıkarttı.
-Türkiye’deki devlete ait bankaların yabancılara satılmasını,   milli egemenlik ilkesine aykırılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
% 60 ile bankalar yabancıların eline geçmiştir
   Bankaları da sattılar. Hatta Vakıfbank ve Halk bankası ve Ziraat Bankası’ nı da eğer tepkiler olmasaydı satıyorlardı. Halen satılmasına yönelik altyapı oluşturmaya çalışıyorlar. Halbuki Ziraat Bankası devletin çiftçi kesiminin finans kaynağını sağlamak için kurulmuş, Halk Bankası esnaf kesimimizin finans kaynağını sağlamak için kurulmuş, Vakıfbank’ta bir devlet kuruluşudur. Bunların satışı kesinlikle engellenmelidir. Yoksa zaten % 60 ile bankalar yabancıların eline geçmiştir. Türkiye bir sıcak para cennetine dönüştürülmüştür. Daha önce sıcak para dışarı kaçıyordu. Şu an neden kaçamıyor? Çünkü mortgage (morgıc) krizinden sonra dünyada özel bankalar çok sıkıntıya girdi. Türkiye’de mevduatını yabancılar çekip nereye götürecekler? Türkiye’de devlet bankaları olduğu için, her halükarda devlet garantisi olduğu için, Türkiye’de bu mevduatı tutuyorlar. Ziraat Bankası, Halk bankası ve Vakıfbank devlet bankası olduğu için Türkiye bu krizi belki ucuz atlatmış oluyor.
– ABD’de bilgisayar programlarında seçmen sayısı iktidara gelecek partiler lehine değiştirilerek seçimlerin iktidara gelecek  parti lehine değiştirildiği şüpheleri Türk kamuoyunda yazılıp söylenilmektedir. Son olarak 6 milyon seçmenin normal seçmen sayısından fazla olması hakkında görüşleriniz nedir?
   Bir ülke daha seçmen listesini doğru dürüst yapamıyorsa neyi çözecek? Bu iktidarın sorumluluğunda olan bir şeydir. Her şeyde olduğu gibi, bunu da ellerine yüzlerine bulaştırdılar ve tartışmalı hale getirdiler. Geriye dönük olarak tartışılır hale geldi. Burada sağlıksız bir hazırlık yapıldığı anlaşılıyor ve güven vermiyor. Öncelikle demokrasinin olmazsa olmazı hür seçimdir ve sandıktır. Eğer hür seçimi ve sandığı doğru kullanacaksanız, seçmen kütüklerinin yazılımını doğru yapacaksınız. Yani gömleğin birinci düğmesi yanlışsa, hepsi yanlıştır.
 – İsrail’in Filistin’de Gazze’ye saldırmasını nasıl  değerlendiriyorsunuz?  Bu konuda görüş ve önerileriniz 
   nedir? Başbakanın İsrail’in Gazze’ye saldırması ile ilgili  yaptığı  açıklamaları ili ilgili olarak düşünceleriniz nedir?
Sadece kınamak ve bir takım tepkiler ortaya koymak değil, anlaşmaları askıya almamız lazım
   Tabii son saldırılardan sonra gerek Cumhurbaşkanı gerekse Başbakan tarafından yapılan açıklamaların diğer müslüman ülkelere göre daha anlaşılır tepkiler ortaya koyduğunu kabul etmek gerekir. Başbakan’ın Ortadoğu da bir takım girişimlerde bulunmasını takdirle karşılıyorum. Ama bütün bunlar yeterli değildir. İsrail’le şu anda ne gibi anlaşmalarımız var, bunların hangisini askıya alırız, diplomatik ilişkilerimiz ne durumda, İsrail’in ürettiği kaç kalem malı Türkiye’de askerimiz kullanıyor, Türkiye ekonomisindeki payı nedir? Bütün bunları açıklaması gerekir. Bunları doğru tespit etmeden, hükümetin politikalarının yeterli, yetersiz olduğu hakkında kanaat getiremeyiz. Sadece kınamak ve bir takım tepkiler ortaya koymak değil, anlaşmaları askıya almamız lazım. İsrail mallarını boykot etmemiz lazım. Türkiye’nin İsrail’le yaptığı anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini tekrar gözden geçirmesi lazım. Bunları yapmadığınız sürece söylemleriniz sadece sözde kalır.
– Mahalli İdareler Seçiminin 30 Mart sabahı Türkiye’ye  vereceği mesaj nedir?
  30 Mart sabahı uyandığında Türkiye milletin mevcut iktidarı ikaz ettiğini görecek. Dün iktidar olmuş partilerin, halen yanlışlarının unutulmadığı mesajını verecek. Ama öbür tarafta demokraside çareler tükenmez, hiç bir zaman alternatifsizlik diye bir şey yoktur ve Büyük Birlik geliyor diyecektir.
-2009 yılı Türkiye ekonomik anlamda nasıl gelecek? Bu yıl   Türkiye’de ekonomi nasıl olacak? Görüş ve önerileriniz nedir?
Türkiye’de derin bir kriz yaşanıyor
   Küresel krizin Türkiye’yi teğet geçtiği gibi iddialar ortaya atıldı. Bu çerçevede de tartışmalar oldu. Bence Türkiye’de derin bir kriz yaşanıyor. Tabii 2001 yılında bir kitapçık fırlatılmasından hareketle, bizatihi iktidarda olan koalisyonun kriz var diye bağırmış olmasından dolayı  %50 devalüasyon yaşadığımız ve belli kesimler hariç, sabah uyandığında her vatandaşımızın kaybettiğini öğrendiği bir kriz oldu. O zaman ki iktidarın kriz var diye bağırması ne kadar yanlışsa, şimdiki iktidarın kriz yok demesi de o kadar yanlıştır. Tabi ki siyasi iktidarların paniğe meydan vermemesi, psikolojik olarak krizi arttırıcı davranmaması gibi sorumluluğu var. Bütün bunlar ekonominin kırılganlığını görmezden gelmeyi gerektirmiyor ve ciddi bir kırılganlık olduğu da açıktır. Her kesimiyle Türkiye sıkıntı yaşıyor. Biz bunu çok iyi hissediyoruz. Gezdiğimiz yerlerde görüyoruz. Çiftçi girdi maliyetlerinin altında ezilmiş durumda. Tarlasını toprağını terk ediyor. Küçük ve orta işletmeler tabii ki sıkıntı yaşıyorlar.
Vatandaşımız hükümetle değil kendi kendine kriz yönetimini sağlamaya çalışıyor
   Hükümetin can suyu adı altında çıkarttığı yasalar KOBİ’lerimizin canını kurtarmadı. Çünkü hükümet herhangi bir şey vermiyor. Siz ölün intihar ederseniz de seyrederim diyor. Ben sadece ayakta olanlara, yürüyenlere koşanlara vereceğim diyor. Komaya girmiş olanlar ölebilir diyor. Hasta yatağında olanlarda intihar edebilirler ben karışmıyorum diyor. Maalesef böyle bir anlayış var. Şimdi çeki senedi yazılmayan kalmamış. Çeki senedi yazılmayan kalmadıysa siz çeki senedi yazılmamış esnafı iş adamını nereden bulacaksınız. Siz can suyunu yatakta olana komada olan verirsiniz, ayağa kalksın yürüsün kurtarayım diye. Bunlar böyle yapmıyorlar.
Özel sektörümüzün dinamizmi en büyük avantajımızdır
   Tabii ki ekonominin 2009 da biraz daha zor bir dönem yaşayacağı kanaatini taşıyorum. Ama en büyük avantajımız geçmişte krizler yaşadığımız için bağışıklık kazanır hale geldik. Vatandaşımız hükümetle değil kendi kendine kriz yönetimini sağlamaya çalışıyor. Tasarrufa gidiyor. Dışarıya açılıp yeni yatırım alanları arayıp buluyor. Özel sektörümüzün dinamizmi en büyük avantajımızdır. Milletimizin sabrı, komşunun komşuya hak gözetmesi ve komşusu aç iken tok yatan bizden değildir emrine riayet eden on binlerin milyonların bu ülkede varlığı büyük bir avantajdır. Eğer Türkiye bir Arjantin bir Arnavutluk olmuyorsa bunun sebebi bizim milli kültürümüzdür.
-Türkiye’de son işten çıkarmalar hakkında görüşleriniz nedir?
Çok büyük bir tehlike görüyorum
    En ciddi sorun işsizlik sorunudur. İşsizlik varsa, yoksulluk var, açlık var. Yoksulluk ve açlık varsa o zaman ahlaki çöküntü vardır. Bunlar birbirlerini tetikleyen şeylerdir. Bugün işsizlik ciddi boyutlara ulaşmıştır. İşsiz olan bir derece sorunludur ama işi olup ta işten çıkartılan daha büyük sorundur. Çünkü maaşı ücreti vardı. Ona dayanarak ev eşyası düzenledi, borçlandı, çocuğunu evlendirdi. Bunu da maaşından karşılayacağını düşünüyordu. İşten çıkartıldığında, borçlarını ödeyemeyecek. Bu kez sosyal patlamalar devam edecek. Onun için çok büyük bir tehlike görüyorum.
                
                               
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu
 
-Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarından geçim  zorluğu yaşayan insanlara yardım dağıtılıyor. 
 Sizce bu bir çözüm müdür?
Asıl olan, insanlarımızın çalışarak kazanmasını sağlamaktır
   Bu çözüm değil, elbette bu sosyal devlette değil. Sosyal devlet ne yapması gerekiyorsa onu yapıyoruz diyorlar. Asıl olan insanlarımızın çalışarak kazanmasını sağlamaktır. Eğer ciddi bir planlama yaparsanız kaynakları doğru olarak kullanırsanız yeni istihdam alanları oluşturursunuz. Amerika’da 1929 yılındaki büyük kriz nasıl atlatılmıştır? Çalışanların alım gücünü artırmış, işsizlerine ise birine al bu çukur eş, öbürüne şu çukuru kapat ve bu iş karşılığında ücret vermiş, git manavdan, bakkaldan alışveriş yap, bu şekilde devlete KDV olarak geri dönmüştür. Bu bakımdan insanları fitreye muhtaç hale getirip, arkasından çadırlara toplayıp, birbirleriyle boğuşturarak sosyal ihtiyacı olan bir varlık olarak tutmak, bir acımasızlık ve insafsızlıktır. Bizim şeffaf süreç büyük aile projemizde bunlar var. Biz iddia ediyoruz ki Türkiye çok kısa bir sürede işsizi olmayan bir ülke haline gelecek.
Hiç kullanılmayan hazine arazileri var
   Biz yaşlımıza kimsesimize ve çalışamayacak durumda olan vatandaşlarımıza sahip çıkmayı sosyal devletin bir gereği ve boynumuzun bir borcu olarak görüyoruz. Evine hemşire göndererek, onlara sahip çıkmak, ilgilenmek devletin işidir. Bütün dağlar kıraç ve boş. Bu ülkede daha çok ağaç dikmeye ihtiyaç var. Hiç kullanılmayan hazine arazileri var. Bütün buralarda vatandaşımıza üretmeyi öğreteceğiz. Çalışarak kazanıp, mutlu yaşamasını sağlayacağız. İşsizlik fonunda birikmiş, çok ciddi bir para var. Bunu neden tutuyorlar? Hükümetin bunu kullandığını, muhalefetinde sıradan eleştiriler yaptığını düşünüyorum.”
 

Bu sayfa hakkındaki yorumlar:
Yorumu gönderen: Ali KOPLAY, 06.01.2009 10:19:45:
Değerli İlker ÇAKAN beyin Sayın Yazıcıoğluyla gerçekleştirdiği Türkiye konulu yaptığı röportaj gerçekten Türkiye’yi kılcal damarlarına kadar anlatmış. İlker beyin nice güzel ve anlamlı röportajlarını daha çok okumak dileğiyle….. www.alikoplay.org

Yorumu gönderen: kutlusevdam, 05.01.2009 21:07:13:
Allah yolunuzu ve bahtınızı açık eylesin.Yiğit Adam,sizi Amasyada misafir etmekle onurlandık.TOHUM SAÇ BİTMEZSE TOPRAK UTANSIN….SELAM VE DUA İLE
.

 
 
 

CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kıılçdaroğlu Amasyada konuştu

0
Haber: İlker ÇAKAN
    CHP İstanbul Milletvekili ve CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu Amasya il merkezinde CHP Amasya İl Başkanlığı’nın düzenlediği yemeğe katıldı. Yemeğe; CHP Amasya İl Başkanı Mehmet Sayar, CHP Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal ve CHP Amasya Belediye Başkan Adayı Orhan Şahin’de katıldı. Daha sonra CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılçdaroğlu, Amasya CHP İl Başkanlığı’nın Amasya İl Özel İdare salonunda düzenlediği toplantıda bir konuşma yaptı.

 

Saadet Partisi Pazar- Üzümören Belediye Başkan Adayı Ali Çağlar: “Üzümören için 20 yıl daha nöbet tutmaya hazırım”

0
 Haber-Röportaj: İlker ÇAKAN
    Üzümören Beldesi, Tokat-Pazar ilçesine bağlı bir beldedir.Belde 6 mahalleden oluşmaktadır.Toplam nüfusu 4.100 olup, rakımı 645’dir.Üzümören Beldesi,Tokat ilinin en güzel ovası olan Kazova’nın ortasında kurulmuştur. Beldenin ikilimi her türlü meyve ve sebze üretimine uiygundur. Saadet Partisi Üzümören Belediye Başkan adayı Ali Çağlar, Üzümören konulu yaptığım röportajda şunları söyledi;
Kendinizden bahsedermisiniz?
    “1965 yılında Üzümören Kasabasında doğdum. İlkokul ve Ortaokul tahsilimi Üzümören’de, Lise tahsilimi Turhal’da tamamladım. Bilahare Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun olarak Lisans diploması aldım.
   1987 yılında açılan Polis Okulu sınavını kazandıktan sonra, Samsun 19 Mayıs Polis Okulundan mezun oldum. İlk görev yeri olarak Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığına atandım. Sırasıyla Ankara, Ş.Urfa-Suruç, Samsun ve en son olarak da İstanbul’da görev yaptım. 2006 yılında emekli olarak kasabamıza yerleştim.
Emekli olduktan sonra neden İstanbul’da değil de,
kasabanıza yerleştiniz ?
Üzümören gibi başka bir belde görmedim
    Ben gerek görev gereği, gerekse seyahatlerim esnasında yurdumuzun çoğu yerlerini gezdim gördüm. Ancak, benim doğduğum, büyüdüğüm, okulunda okuduğum, çocukluğumu yaşadığım, Üzümören gibi başka bir belde görmedim. Bütün insanları samimi ve candan. Düğünlerde, bayramlarda, cenazelerde tek yürek, tek yumruk gibi. Bu birlik ve beraberliğin başka bir yerde olmadığı inancındayım. Ben kendi adıma Üzümören’li olmaktan gurur duyuyorum. Bu duyguları taşıdığım için kasabama yerleştim.
 
                     
                                   Tokat-Pazar-Üzümören Beldesi
 
Neden siyasete atıldınız?
Memuriyette gösterdiğim hizmet ve görev aşkımı devam ettirmek
    Benim maddi olarak her hangi bir sorunum yok. Emekli maaşımın yanında, eşim de hemşire olarak çalışıyor, ayrıca 2 tane evim var.Meslek hayatım boyunca kasabamdan kopmadım, aslımı unutmadım. Kasabam, çevrem ve dostlarım ile sürekli yakın temas içerisinde olarak, üzerime ne düştüyse yapmaya çalıştım.Memuriyette gösterdiğim hizmet ve görev aşkımı devam ettirmek, ekmeğini yiyip, suyunu içtiğim Kasabama hizmet etme onurunu yaşamak, devlet hizmetinde edindiğim tecrübe, bilgi ve birikimi kasabamızın geleceğinde ve yeniden imarında kullanmak amacıyla bu hizmet yarışına katıldım.
Belediye Başkanı olduğunuzda nasıl bir yönetim şekli izleyeceksiniz, sorunları nasıl çözeceksiniz ?
Şeffaf, katılımcı ve paylaşımcı bir yönetim anlayışı
     Öncelikle vatandaşlarım ile her zaman iç içe olacağım. Beni düğünde, cenazede, kahvede, tarla her zaman yanlarında görecekler. Yapacağımız her hizmette onların görüşlerini ve desteğini alacağım. Şeffaf, katılımcı ve paylaşımcı bir yönetim anlayışı sergileyeceğim.
Kasabamızın çok eksikleri var, bu eksikleri üretimden, pazarlamaya, sağlıktan, yollara, su yetersizliğinden kasabamızın alt yapısına kadar birçok eksiklikleri olduğu, bu eksikliklerin giderilmesi için akılcı, çözüm üreten, sürekli ileriye bakan, değişen teknolojiye ayak uyduran, disiplinli bir yönetime ihtiyaç olduğu aşikârdır.
Problemlerin nasıl, nereden ve ne şekilde
çözüleceğini çok iyi biliyorum
      Bu eksikliklerin üstesinden geleceğimden eminim, emin olmasam zaten bu yola gönül vermezdim. Ben memuriyetim esnasında birçok siyasetçi ile yakından temaslarım ve diyaloglarım oldu. Problemlerin nasıl, nereden ve ne şekilde çözüleceğini çok iyi biliyorum.
Şunu belirtmek isterim ki, bizim gibi küçük beldelerin siyasetle pek işi olmaz, siyaset bizler için bir araçtır. Siyasetçiler seçim zamanları gelip, alabildikleri kadar oy alıp, Ankara’da oturmak isterler. Yanlarına gidildiğinde de ise, kırk dereden su getirirler. Bir de nasıl iş yaptıracağını bilemezsen elin kolun bağlı kalır.
Üzümören’e iş yapabilmek için 20 yıl daha nöbet tutmaya hazırım
     Biz projelerimizi faaliyete geçirirken bütün kurum ve kuruluşları ile karşılıklı diyalog içerisinde olacağız. Öncelikle Valiliğin ve ilgili kurum ve kuruşlarının tam desteğini arkamıza alıp, daha sonra ise Ankara’daki ilgili Bakanlıkların ve kurumların gerekirse kapısında yatarak istediğimizi almadan pes etmeyeceğiz.  Ben nöbet tutmaya alışkınım, devlet kapısında 20 yıl nöbet tuttum, Üzümören’li için, Üzümören’e iş yapabilmek için 20 yıl daha nöbet tutmaya hazırım. Kapıdan kovsalar bacadan girer, bacayı kapatsalar, kapısının önünü keser gene yaptırırım. Ben Üzümören’e yardım etmeyene hizmet etmem, etmeyeceğimde.     
Projeleriniz var mı ? varsa nelerdir ?
Üzümören’deki işsizliğin ve
iş istihdamının sağlanması için çalışacağız
     Ben yaklaşık 2 yıldır Belediye Başkanlığına hazırlanıyorum. Her kesimle görüşüyorum, kasabamızın sorunlarını ve sorunları nasıl çözeceğimizi çok iyi biliyorum. Kasabanın alt yapı ve bilinen belediye çalışmaları zaten belediyenin asli görevidir. Öncelikle Üzümören’deki işsizliğin ve iş istihdamının sağlanması için çalışacağız.  Evvelden, seçim zamanı geldiğinde bazı aileler, kendi çocuklarının işe alınmasını talep ederlerdi. Bu konunun seçim malzemesi yapıldığını, hala da yapılmaya devam edildiğini görüyorum. Ben özellikle şunu ifade etmek istiyorum. Bizim amacımız işçi çıkarıp, yerine yenisi almak değil. Bizim amacımız en az 100 kişiye iş imkânı sağlamak.
Bunu nasıl yapacaksınız?
İhracatı geliştireceğiz
     Biz ilk önce çiftçi vatandaşlarımızın ürününü en iyi şekilde pazarlanmasını sağlayacağız. İhracatı geliştireceğiz, vatandaşlarımızın ve tüccarlarımızın görüşünü ve desteğini alarak, ihracata giden mallarımızın 4.-5. şahıslara değil 1. şahıslara satacağız, Üzümören’den bir komisyon kurup, yurtdışına gidip bağlantılarımızı oradan kuracağız. 300-400 kuruşa satılan ürünü gerçek değerinde satacağız. İhracattan artan mallarımızı da iç pazarlarda harcayacağız. Yurtiçi pazarlarda satarken bizim mahsulümüzle birlikte Bursa, Çanakkale gibi illerle aynı zamanda piyasaya çıktığımız için, mahsulümüzü umduğumuz fiyatlara satamıyoruz.
Gerçek değerinde satabilmemiz için;
      İlk önce soğuk hava deposu kuracağız, kurduğumuz soğuk hava deposunda araziden çıkan mahsulümüzü çok cuzi fiyatlarla burada bekletmek suretiyle gerçek değerinde satacağız, hem vatandaşımız kazanacak, hem de belediyemiz kazanacak, aynı zamanda belediyeye alacağımız işçilerle istihdam yaratacağız.
Üzümören’li yine parasız kalmayacak
     Üzümören’de soğuk hava deposu kurulduktan sonra, yani alt yapısı oluşturulunca meyveciliği geliştireceğiz, az emekle çok para kazanma imkânlarını sağlayacağız. Eskiden pekmezimiz, yaprağımız, kirazımız olurdu, vatandaşımız parasız kalınmazdı. Üzümören’li yine parasız kalmayacak. Vatandaşımın geliri 3 ayla sınırlı kalmayacak, kış sezonunda bile geliri olacak.
     Kasabamızın Gelemüş istikametinden Fırat’a kadar uzanan, ancak suyu akmayan kanala su getirerek arazimizin daha verimli ve ekilebilir hale getirilmesini sağlayacağız, böylece çiftçilerimizin gelirine destek olacağız.
Üzümören’de süt ve et besiciliğini teşvik ederek kooperatifler kuracağız
Üzümören’de süt ve et besiciliğini teşvik 
ederek kooperatifler kuracağız
     Üzümören’de süt ve et besiciliğini teşvik ederek kooperatifler kuracağız, Bu kooperatifler AB tarafından desteklenen Yeşilırmak Havzası Gelişim Projesinden % 90 hibe şeklinde destek alınarak kurulacak. Üzümören Kasabasının etinin lezizliğini her yere duyurarak Üzümören etini bir marka yapacağız. Arazimizin toprak analizlerini yaparak hasta olan toprağın düzeltilmesi için gerekli ilaçlama ve hastalığın giderilmesini sağlayacağız. Gereksiz yere gübre atılmasını engelleyeceğiz. Organik tarım ve damlama sulama yapılmasını teşvik ederek müşteri istihdamını sağlayacağız. Diğer yapacağımız projeler ve hizmetlerimizi bastıracağımız broşürlerle vatandaşlarımızı bilgilendireceğiz. 
Eklemek istediğiniz herhangi bir konu var mı ?
Vermiş olduğu sözün takipçisi olacağız
     Son olarak şunu eklemek istiyorum. Belediye Başkanı seçildiğimde takibini yapacağım önemli bir konu var.  Geçen günlerde kasabamıza gelerek, Pınargözü mevkiine baraj yapımı sözünü veren, AKP Tokat Milletvekili Sayın Şükrü Ayalan’ın, vermiş olduğu sözün takipçisi olacağız. Bakalım verdiği söz siyaseten verilmiş boş bir vaatten ibaret mi ? Yoksa gerçekten kasabamızın geleceğini düşündüğü için verilmiş bir söz mü ? Gerçi vatandaşımız ne amaçla verildiğini çok iyi biliyor ? İnşallah bizi yanıltır. Bunun için de dua ediyorum. Eğer bizi yanıltır ise, yapılacak barajın Pınargözü mevkiine değil de, tam olarak nereye yapılmasının gerektiğini de biz söyleyeceğiz. Tekrar ediyorum, inşallah bizi yanıltır. Eğer o baraj yapılırsa Kasabaya Şükrü Beyin heykelini dikeceğim.
Beni seçtiklerine asla pişman olmayacaklar
     Son olarak vatandaşlarıma sesleniyorum. Beni seçtiklerine asla pişman olmayacaklar. Hedefi olan, kasabamızın daha güzel ve mutlu günlere ulaşmasını arzulayan, kadını-erkeği, yaşlısı-genci ile, herkesi bir araya gelmeye, kasabamızın makus talihini değiştirmeye davet ediyor, saygı, sevgi ve selamlarımı sunuyorum.”
 
 
 
 
 

Bu sayfa hakkındaki yorumlar:
Yorumu gönderen: Mustafa, 05.03.2009 11:56:59:
saadet bu işi bitirdi, gel 30 mart gelll,

Yorumu gönderen: Ahmet, 04.03.2009 18:24:09:
Üzümören’e ilk defa projesi olan bir başkan geliyor

 
 

MHP Ordu Milletvekili Av. Rıdvan Yalçın: Fındık fiyatının 3,6 YTL olması bölge için hayal kırıklığı

0
Haber: İlker ÇAKAN
   
MHP Ordu Milletvekili Av. Rıdvan Yaçın fındık fiyatlarının açıklanması ilgili yaptğı açıklamada şunları söyledi;
 
Verilen fiyat fındığın neredeyse toplanıp,
pazara indirilmesini anlamsız kılmaktadır
    Günlerdir büyük umutlarla hükümetin açıklayacağı fındık fiyatını bekleyen Karadeniz insanı bir kez daha devleti tarafındın üvey evlat muamelesine tabi tutulmasının üzüntü ve öfkesini yaşamaktadır. Bölgemizden AKP’ nin aldığı yüksek oy fındığa geçen yıl TMO eliyle verilen fiyat yaşanan enflasyon, ilaç gübre işçilik gibi temel girdi fiyatlarının artışı gözetildiğinde 6 YTL civarında oluşan beklenti karşısında 3 YTL 6 YKR şeklinde açıklanan fiyatın bölge için tam bir hayal kırıklığı yarattığını görmekteyim. Önceki yıllar fındık üreticisinin haklı mücadelesine destek vermiş kişi ve kuruluşlar mücadeleyi verenlere yeterince destek olunmayışının kırgınlığı içindeyken, vatandaşımızda ise AKP’ ye verilen % 57′ nin mahcubiyeti nedeniyle oluşan öfke henüz bireyleme dönüşmemişse de sesiz ama güçlü bir dalga şeklinde bütün bölgeye yayılmaktadır. Gerçekten de mübarek Ramazan ayına girdiğimiz ve aynı zamanda okulların açılması sebebiyle toplu harcamaların yapıldığı bu günlerde verilen fiyat fındığın neredeyse toplanıp pazara indirilmesini anlamsız kılmaktadır.
Maliyetini karşılamayan bu rakamlar
     Maliyetini karşılamayan bu rakamlar iktidarın, Sayın Başbakanın, Tarım Bakanlığının bölgemize bakış açısını ortaya koyduğu gibi Bayındırlık ve İskan Bakanı Sayın Faruk Özak’ ın Trabzonlu, AKP Gurup Başkan vekili Sayın Nurettin CANIK in Giresunlu, Ordudan Enerji Bakanımızın, Kültür Bakanımızın AKP Genel sekreterinin bulunması karşısında TMO genel Müdürünün de Giresunlu olması yanında ortaya çıkan sonuç adı geçenler için de tam bir fiyaskoya dönüşmüştür. Bırakınız fiyata ve sürece etki etmeyi adı geçen fiyatın ne zaman açıklanacağını 3–4 tahminde bile tutturamamışlardır.
Şehit veren bölgemizi devletine küstürmesinler
       Devletin imkânları elbette sınırsız değildir. Ancak milyonlarca insanın temel geçim kaynağı fındığın TMO da 3,5, serbest piyasada 2,5 YTL den almak, aldırmak alınmasına da sebep olmak, yardım ve yataklık etmek ne insanlığa sığar ne Müslümanlığa. Hükümetten bölge milletvekili olarak hiç değilse batı Karadeniz’ e göre iki kat fiyatla üretim yapan yarı oranda verim alan doğu Karadeniz üreticilerine 1,5 YTL denge ödeneği verilmesidir. Bu ödeme Batı Karadeniz’e karşı haksızlık değil, Doğu Karadeniz’e karşı adaletin temini anlamına gelecektir. TMO yetkililerini piyasadan 2,5 YTL den fındık toplayıp, kendilerine uydurma vergilerle satmak isteyenlere karşı dikkatli olmaya çağırıyorum. AKP iktidarını devlete karşı bütün yükümlülüklerini yerine getiren, vergisini veren. SSK, bağ kur ödeyen, elektrik su parası ödeyen ne yazık ki bu gün Çatalpınar da toprağa verdiğiniz gibi bol bol da şehit veren bölgemizi devletine küstürmesinler.”
             
 
 
 

MHP Ordu İl Başkanı Naci Şanlıtürk: “Türkiye üretimden uzaklaştırıldı

0
Haber-Röportaj: İlker ÇAKAN
   MHP Ordu İl Başkanı Naci Şanlıtürk, Ordu ve Türkiye konulu yaptığım röportajda şunları söyledi;
Fındığa dayalı ekonomi
    ” Ordu Karadeniz’de Samsun ve Trabzon illeri arasında sıkışmış, tarihten bu tarafa gelen şirin ve küçük bir ilimizdir. Ordu halkının geçim kaynağı fındıktır. Son zamanlarda fındığa dayalı ekonomisi vardır. Fındık para etmediği zaman, Ordulular ekonomik anlamda sıkıntıya giriyorlar. Ordu’da aktif olarak inşaat sektörü hakimdir. Ama mevcut hükümetin, son zamanlarda üreten kesimi cezalandırdığı gibi Ordu’da inşaat sektörü de bu manada sıkıntılar içerisindedir. İnşaat sektörünü bitirdiler. Memur-Sen’in yapmaya çalıştığı konutlar var. Onlarla ilgili vatandaş büyük bir beklenti içindedir. Ancak, Memur-Sen konutları hala başlamış değildir. Ordu ili kendi yağı ile kavrulan bir ildir. Havaalanı ve limanı olmayan, Karadeniz sahil yolu bir nefes aldırmış olsa da ciddi ulaşım sorunları olan bir ildir.
Ordu sürekli göç veren bir ildir 
    Fındığa bakmadan, mevcut hükümetin tarım politikası iflas etmiştir. Bu politikayla pirincimiz, tütünümüz, buğdayımız, incirimiz, üzümümüz, fındığımız olmaz. Bu manada bakmak gerekir. Ordu sürekli göç veren bir ildir. Devletin fındık ve tarım politikası yoktur. Geçmişte 1938 yılında kurulan Fiskobirlik iyi-kötü bu zamana kadar getirildi. Ordu dünya fındık üretiminin % 70–80′ inin karşılamaktadır. Türkiye’de üretilen fındığın % 70’de Ordu’dan çıkıyor. Ordu’nun böyle bir özelliği vardır. Yanlış politikaların neticesinde, devletin tarımsal ürünleri desteklememesi politikası içerisine girince, kısaca fındığa devlet desteği olmayınca fındık olmuyor. Tarımsal ihraç gelirlerimiz arasında en büyük kalemi fındık tutuyor. Fiskobirliğin elinde 2005 yılından kalma fındık var. 2006–2007 yılına ait fındıklar beklemektedir.
Fındığın fiyatı kesinlikle 5 YTL.’nin altında olacak
    Devlet desteği olmayınca, Fiskobirlik kendi destekleriyle bir şeyler yapmaya çalıştı, ancak kaynakları yetmedi. Geçen yıl hükümet Fiskobirlik seçimlerini kazanamayınca fındık alımı için bölgeye Toprak Mahsulleri Ofisini getirdi. Toprak Mahsulleri Ofisi de fındığın mantığını bilmeyince birtakım zararları oldu. Toprak Mahsulleri Ofisi nedeniyle maalesef fındığı bitirdiler. Sektöre birtakım zararları oldu. 2008 yılı fındık ürün rekoltesinin 800 bin ton olduğu tahmin ediliyor. Ancak 2007 yılı ürünü elde, 200 yılından kalanlar var. Vatandaşın Fiskobirlik’ten alacağı var. Bunlar ortada iken 2008 yılına ümitle bakmak mümkün değildir. Fiskobirlik ve hükümetler bir önceki fiyatın altında fiyat açıklamıyorlar. Belki bu yıl fiyat hiç açıklanmayacak. Fındığın fiyatı kesinlikle 5 YTL.nin altında olacak. Benim şahsi değerlendirmem halkımız 2,7 YTL’den alım yapan tüccarların insafına terk edilecektir.
    Ama tüccarlar, ihracatçı kazansa bu da ülke için bir kazanımdır. Ama fındığı biz üretiyoruz. Borsası Hamburg’dadır. Piyasası dışarıdadır. Onun için kaybedilen bu paralar Türk milletinin cebine girmiyor. Bu süreç iyi yönetilmiş olsaydı. Ciddi manada katma değeri olan bir ürün olacaktı. Bu manada Türkiye kaybediyor. Türkiye ile birlikte Ordu’da kaybediyor.
Fndığın maliyeti çok fazladır
     Karadeniz’de coğrafya Çarşamba, Bafra, Düzce, Akçakoca gibi değildir. Burada coğrafya ciddi manada engebelidir. Bu coğrafyada tarım yapmak, fındığı derenin dibinden çıkarmak, taşımak çok zordur. Bu nedenle burada fındığın maliyeti çok fazladır. Batı bölgesinde yapılan fındıkla, Ordu ve Giresun’da yapılan fındığı aynı kefeye koymamak gerekir. Bizim maiyetlerimiz çok yüksek olduğu için, vatandaş fındığı topladığımda masrafları karşılayabilirim mi tereddüdü içerisindedir.
Karadeniz Bölgesinde, fındığın yerine 
alternatif ürün olması mümkün değildir 
        Karadeniz Bölgesinde alternatif ürün olarak ne üretilip, ne üretilmeyeceğine bakmak gerekir. Devletin bunu tespit etmesi gerekir. Çarşamba ve Bafra ovasında her ürünü yapabilirsiniz. Bu coğrafyada fındığın yerini tutacak manada bir ürün yoktur. Fındık ağaçlarının fındık olarak geliri dışında başka faydaları da var. Heyelan, erozyon toprak kaybı önleniyor. Fındık yaygın bir şekilde dikildiği için böyle bir faydası da vardır. Bu nedenle Karadeniz Bölgesinde fındığın yerine alternatif ürün olması mümkün değildir.
Ordu’nun damgasını vuracak, daha doğrusu bir kimliği yoktur
     Ordu’ya hizmet anlamında AKP hükümetinin çakılmış bir çivisi yoktur. Sadece 15 yıldır devam eden Karadeniz sahil yolu bitirildi. Ama bunu biz yaptık diye söylüyorlar ama bu 1991 yılında başlayan bir projeydi. Son aşaması bunların zamanında oldu. Devlette süreklilik ve devamlılık esastır. u manada Ordu Devlet Hastanesi yapıldı, açılışı bunlara nasip oldu. Ancak biz yaptık dediler. Karadeniz sahil yolu yapıldı. Sadece Ordu tüneli kalmıştı. Ama biz yaptık dediler. Küçük yatırımları var. Ciddi manada istihdama dönük en ufak yatırımları yoktur. Ordu AKP içerisinde ciddi manada temsil edilen bir ildir. İki tane bakanımız var, geçmişte TBMM’de AKP grup başkanvekili Eyüp Fatsa vardı. AKP Genel Sekreteri İdris Naim şahin Ordu’ludur. Ciddi manada bir ağırlığı var ama maalesef, Ordu yatırım alamadı. 57. Hükümet döneminde ihalesi yapılan dere yolu projesi vardı. Topçam-Koyulhisar arası ihale edilmişti. Onun ihalesini de iptal ettiler. Yapılan yol, bir baraj yolu olmaktan ileriye gidemiyor. Bu yol yapılırsa güzel olur. Ordu’nun havaalanı, limanı, dere yolu yoktur. Ordu’nun damgasını vuracak, daha doğrusu bir kimliği yoktur. Burada zaten sanayi bölgesi olmuyor. Perşembe-Bolaman arasındaki güzel kıyımız turizm bölgesi ilan edildi. Burada turizm olur ama ciddi manada yatırımları olmadı.
Ülkemizi, milletimizi üretimsizleştirdi.
 Üretimden uzaklaştırdı, üreteni cezalandırdı
     Ordu Üniversitesini kurdular. Kâğıt üzerine kurulmuş bir üniversitedir. Üniversite rektörü özveriyle kısıtlı kaynaklarla çalışıyor. Fazla yapacağı bir şeyde yoktur. Her ile bir üniversite kuruldu ama Ordu’nun avantaj teşkil edecek bir konumu yoktur. Köylere gidiyoruz. Köydeki vatandaşın hayvanı ve tavuğu yoktur. Köylerimizde daha önce yapılan meyve ve sebze üretimi artık yapılmıyor. Hâlbuki Ordu bal üretiminde Türkiye’de ikinci sıradadır. Neden yapmıyorsunuz diye sorduğumda para yetmiyor ki yapalım diyor. Köylü hayvan yetiştiriyor eti para etmiyor. Bal yapıyor, balı para etmiyor. Bu manada mevcut hükümet ülkemizi, milletimizi üretimsizleştirdi. Üretimden uzaklaştırdı, üreteni cezalandırdı. Yardımlarla, dağıttıkları karşılıksız ünitelerle, siz çalışmayın, biz size yardım edelim diye bu manada davrandıkları için çok ciddi sıkıntılar oluştu. İnsanlarda tembelleşti. El açar hale geldi. Zaten yapılan nüfus sayımında da Ordu’da bizim bir milletvekilliğimiz düştü. Kırsalda, köylerde yaşayan insanlarımız hızlı bir şekilde büyük şehirlerin varoşlarına doluştu. Büyük şehirlerin varoşlarında her türlü üretimden uzak, gıda ve kömür yardımlarıyla el açar hale geldiler. Türkiye adeta dizlerinin üzerine çökertildİ.
Tohumculukta İsrail’in hakim olduğu bir ortam meydana geldi
    Türkiye üretimden uzaklaştırıldı. Teknolojiyi ABD’den alıyorsunuz. Bilim onlardadır. Birjinya’dan tütün getireceksiniz, bizim insanımız burada sigara içecek. Dışarıdan buğday mısır, alacaksınız. Dünyanın sayılı tahıl ambarlarından Anadolu’da. Türkiye Cumhuriyeti devletinde bunlar yakışıksız şeylerdir. Doğru şeyler değildir. Evlere şenlik bir tohumculuk yasası çıkarıldı. Bu yasa ile Türkiye tamamen milli bir tohumculuk politikasından uzaklaştırıldı. Tohumculukta İsrail’in hakim olduğu bir ortam meydana geldi. Gölköy’de genetik yapısıyla oynanmış patates ekildiğinden, şu anda Gölköy ilçemizde ekilen bu tohumlar toprağı bozduğu için patates yetiştirilmiyor. Şimdi değil, ileride Türkiye’nin başını ağrıtacak çok çeşitli yasalar çıkarıldı. Derhal dönülmelidir. 
Türkiye’de derhal üretim desteklenmelidir. 
 Üreten insanlar destek verilmelidir
    Türkiye’de derhal üretim desteklenmelidir. Üreten insanlar destek verilmelidir. Dönüm yardımı altında insana para dağıtacaksın, sağlık yardımı altında para dağıtacaksın, yakacak yardımı diye kömür dağıtacaksın. Bunlar çözüm değildir. Şu anda fındık bahçelerinde fındık dallarını yakar, ısınma ihtiyaçlarını öyle giderirlerdi. Şu anda fındık dalları evlere kömür geliyor diye bahçelerde kaldı. Bu ciddi manada sıkıntıdır. Fındıkla sobasını yakan insanlar kendi ekmeklerini de üretiyorlardı. Şimdi şehirdeki fırınlar köylere ekmek servisi yapar hale geldi. İnsanımız tembelleştirildi. Bu manada çok ciddi sıkıntılar var. Derhal bunlardan vazgeçilip, yardımlar kesilip, üreten insanlar desteklenmelidir. Örneğin fındık üreticisini kilogram başına desteklemek gerekir. Her şeyden önce üreten insanın yanında olmak gerekir. ABD’yi yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Hollanda, İsrail önce tarımsal planlamayı yaptı. Dünyada ekilebilir, dikilebilir arazisini bilmeyen devlet olur mu? Kadastro geçmeyen devlet olur mu? Hangi toprağında hangi ürün olur bunu bilmeyen olur mu? Yurt dışında ben ikibuçuk yıl kaldım. Adam diyor ki sen domates üreteceksin. Tarım Müdürlüğünün izni olmadan bahçene başka ürün ekemezsin. Ülkemizde; plansız, programsız istediğin yere istediğin ürün ekebilirsin.
Tarımsal planlamanın, ürün haritasının çıkarılması gerekir
   Ülkemizde GAP bölgesine fındık dikilmiş. Şimdi biz Terme ovasında mevsimde dört ürün alırken, taban araziye fındık dikilerek, o arazi heba edilirimi? Ondan sonra da diyorsun ki üretim, rekolte fazlası var diyorsunuz. Ondan sonra da Almanya, AB ülkeleri fındığı almıyor diyorsunuz. Böylece hem insanlarımız, hem ülke zarar ediyor. Rusya domatesimizi almadığı için domateslerimizi çöpe döktük. Ne kadar içeride tüketiriz, ne kadar dışarıya satarız diye planlama yapmayan bir hükümet, devlet olursa bu şekilde çok ciddi sıkıntılar yaşarız. Tarımsal planlamanın, ürün haritasının çıkarılması gerekir. Hangi bölgede neyi üreteceğiz onu bilmemiz gerekir. Onun için herkes önüne gelen ürünü istediği yerde ektiği için, sıkıntı oluyor. Doğudaki aşiret reisleri geniş arazilerini devletten dönüm parası aldıkları için ekmiyorlar. Devletimiz diğer medeni ülkelerde olduğu gibi vatandaşına bu tarla senden önce benim demelidir. Japonya, üst üste üç yıl tarlasını ekmeyenden tarlasını elinden alıyor ve bu tarlayı eken başkasına veriyor. Bu yapılmalıdır. Bu tarlaların tapusu bende diye bu tarlaları boş bırakamayız. Ülkemizi turizm, sanayi, tarım bölgesi şekelinde bölgelere ayırmak gerekir. Bunların tümünün planlanması gerekir. Eğitime önem vermemiz gerekir. İnsanımız her manada eğitme muhtaçtır. Bu manada Ordu çok sıkıntıları olan bir ildir. Alt yapıda sıkıntılar var. Bizim insanımız teşvik edildiği zaman, eski günlerdeki gibi çalışkan olur diye düşünüyorum.”
     

 

error: Content is protected !!