Cumartesi, Aralık 6, 2025
tr
Ana Sayfa Blog Sayfa 326

Makedonya Halk Dansları Topluluğu

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Amasya Uluslararası Atatürk Kültür ve Sanat Etkinlikleri programı gereği Amasya’ya gelen Makedonya Halk Dansları Topluluğu Amasya il merkezinde hafta boyunca değişik gösterilerde bulundular. Makedonya Halk Dansları Ekibinin sergilediği folklor gösterisi beğeniyle izlendi.

 
               
         Makedonya Halk Dansları- Vixi Kata       Makedonya Halk Dansları Topluluğu
 
 
     
        Makedonya Halk Dansları Topluluğu            Makedonya-Strumica Halk Dansları
                                                                             Manageri Aleksandara Atanasova
 
                               
                                             Makedonya Halk Dansları Topluluğu            
 
 
 
 
 

Ünlü bestakar Dr. Hüsamettin Olgun

0

Haber: İlker ÇAKAN

    Hüsamettin Olgun, 1955  Amasya doğumlu olup, 1979  Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur. Dünya Kültür Sanat Akademisi üyesi olarak 1996’da Japonya’nın Maebashi kentinde 2000 yılında Yunanistan’ın Selanik kentinde Dünya Şairler Kongresi’nde Türkiye’yi temsil etti. Yunanistan Kongre Jürisi’nce Kongre Barış Ödülü’ne layık görüldü.

İlk şiir kitabı “Bir lodos gibi” 1991’de,ikincisi 1998’de çıktı.İkinci şiir kitabı olan “Gide gide”,1999 yılında Kocaeli Üniversitesi Şiir Okulu tarafından Akademik şiir ödülü birinciliğine layık görüldü.

    Dr.Alaeddin Yavaşça, Dr.Selahattin İçli, Cinuçen Tanrıkorur,Akın Özkan, Avni Anıl, İrfan Özbakır, Bilge Özgen, Erdinç Çelikkol, Necip Gülses,Özgen Gürbüz, Turhan Taşan gibi bestekarlarca yüze yakın şiiri Türk Sanat Müziği formunda bestelendi ve tamamına yakını TRT repertuarında alındı.2004 de bestelenmiş şiirlerinin yer aldığı “Hüznün hikayesi ” adlı şiir kitabı bestelerin notalarının da yer aldığı bir sunumla okuyucularıyla buluştu.Bu kitapta yer alan şarkılardan ondördü TRT İstanbul Radyosu ses sanatçısı Melihat Gülses tarafından CD’ye okundu.KKTC Cumhurbaşkanı R.Rauf DENKTAŞ’ın tavassutuyla Kenan Güçlütürk tarafından bestelenen “Kıbrıs Marşı” isimli şiiri Türk Silahlı Kuvvetleri Marş repertuarında yer alıyor.

    Dr. Hüsamettin Olgun, 2000 yılını Unesco’nun Barış Kültürü Yılı ilan etmesiyle kurulan IFLAC(Uluslararası Barış Kültürü Forumu) Türkiye Başkanlığı görevini yürütmekte olup, ayrıca Türkiye’de aynı amaçlı Barış Kültürü Derneği’ni kurdu.2000,2001,2002 yıllarında dış ülkelerde Türkiye adına Barış Kültürü Konferanslarında tebliğler sundu.2003 yılında Bursa’da yapılan yerli ve yabancı bir çok bilim adamının katıldığı Uluslararası Barış Kültürü Konferansına başkanlık etti.

 
                                       
                                      Ünlü Bestekar Dr. Hüsamettin Olgun
                                      5.Altın Elma Beste ödülünü alırken
                                      
 
 

Emel Sayın konseri

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Türk Sanat Müziğinin ünlü sesi ve yorumcusu Emel Sayın, TRT ‘nin canlı olarak verdiği Amasya 5. Altın Elma  Türk Sanat Müziği Beste Yarışması nedeniyle Amasya Saraydüzü Kışlası Binası Milli Mücadele  Müzesi ve Kongre Merkezinde düzenlenen programda mini bir konser verdi. Söylediği şarkılarla herkesi büyüledi. 

 
 
           
                                                   Türk Sanat Müziğinin Ünlü Sesi ve
                                                           Yorumcusu Emel Sayın
 

Türk kamu yönetiminde bağımsız idari otoriteler

0

   Bağımsız İdari Otoriteler son zamanlarda Türkiye ve Dünyada  kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. Gündemi meşgul etmesine rağmen bu kavramın tam olarak neyi ifade ettiği konusunda herkes tarafından  kabul edilen tanım yapılamamıştır. Ülkemizde bugüne kadar yasal  ,yönetsel,yargı kararları ve doktrinde bu kavramdan bahis  edilmemiştir.Bağımsız idari otoriteler ilk olarak Amerika’da ortaya çıkmıştır.Bu kurulların ortaya çıkıp gelişmesi ile özelleştirme uygulamalarının başlaması ve ekonomide devletçi politikaların yerini düzenlenmiş piyasa ekonomisinin alması arasında paralellik gözlenmektedir.Amerika’da Bağımsız İdari Otoritelerin yaygınlaşmasının temelinde yatan temel nedenler şunlardır: Amerika’nın federal yapısı nedeniyle tüm ülkeyi ilgilendiren,ekonomik konularda federal  bir örgüt yaratma çabasıdır.Başkan ile kongre arasındaki güç ve yetki çekişmesi nedeniyle parlamentonun Başkanın görev ve yetkilerini ekonomik alandaki bu kurullar aracılığıyla sınırlamak istemidir.

    Türk kamu yönetiminin kamu hizmetlerini yerine getirmede pek de başarılı olduğu söylenemez. Bu başarısızlıkta, bu hizmet sektörlerinde, gerekli ve yeterli düzenlemelerin yapılmamış veya yapılamamış olması kadar, siyasetçilerin bu sektörlerdeki gücünü, yetkisini ve kontrolünü kaybetmek veya paylaşmak istememelerinin, son derece önemli bir payı vardır. Kısacası bu sektörler, ülke ekonomisine ve geleceğine yön veren kurumlardır ve bilhassa ekonomiyle ilgili olanlarda getirim paylaşımı son derece önemli bir yer tutmaktadır.   Bu yüzden bu kurum ve kurulların bağımsızlıkları son derece önemlidir. Demokratik ülkelerde bu türlü yapılanmalar çoktan tamamlanmıştır. Ülkemizde bazı üst kurullar kurulmadığı gibi, kurulanlar da henüz emekleme dönemindedir ve deneme yanılma yoluyla yapılan hizmette zarar çok fazla olmakta, onu da belli bir kesim çekmektedir. Ülkede mevcut bulunan demokratik yapılanma, bu kurum ve kurullarda da kendisini göstermektedir. Kısacası, bu kurum ve kurulların bağımsızlığı ve gücü ülkedeki demokratikleşmeyle yakından alakalı olduğu gibi, siyasi yapılanma ve anlayışla da yakından alakalıdır ve ondan ayrı düşünülemez.

    Kimileri bu kurum ve kurulları, “Bağımsız İdari Otoriteler”(BİO) olarak adlandırmakta ve bunların, klasik kamu kurumları dışında ele alınmalarında, yapısal özelliklerinin yanında, yeni getirdikleri görevler ve kullandıkları yetkilerin niteliklerinin de etkili olduğunu söylemektedir.

    Bu kuruluşlar, duyarlı sektörler denilen alanlarda geniş bir düzenleme yetkisine sahiptirler. Bu yetkilerini çeşitli düzenleyici işlemler yaparak kullanmaktadırlar. Öte yandan yasalar ve kendi düzenlemeleri ile getirilen kurallara uyulup uyulmadığını sürekli izleyip, aykırı davranışta bulunanlara emirler verip yaptırımlar uygulamak veya ceza yaptırımı uygulanması için yargı organlarını harekete geçirmek de bu kuruluşların yetkileri arasındadır. Tanınan yetkilerin çeşitliliği ve genişliği nedeniyle de bu kuruluşların nitelenmesinde güçlük çekilmekte, farklı değerlendirmeler yapıldığı gözlenmektedir. İhtiyaçtan doğan bu kurullar, Türk kamu yönetiminde önemli bir boşluğu doldurmaktadırlar.

    Hatta bu tür kurum ve kurulların, ortaya çıkmaları gecikmiş bile sayılabilir. Kaldı ki, bu yeni kurullar  için çıkarılan kanunlar uygulandıkça eksiklikler kısa sürede anlaşılmakta ve bu kanunlar sık sık değişikliklere uğramaktadır. Bu kuruluşların genel olarak işlevi, toplum yaşamının duyarlı alanlarındaki kamusal ve özel etkinlikleri düzenlemek, izlemek, denetlemek; yaptırım uygulamak suretiyle kimi temel hak ve özgürlükleri ve ekonomik düzeni korumak, güvence altına almaktır. Kurum ve Kurulların yapıları birbirinden oldukça farklı olmakla birlikte, genellikle kurul olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Devletin en önemli görevlerinden birisi de kamu hizmeti sunmaktır. Kamu hizmetlerinin nasıl daha etkin bir şekilde sunulabileceği konusunda çarelerin aranması gerekmektedir. Bu nedenle de, son yıllarda devletin büyüklüğü, rolü ve kamu hizmetlerinin etkin sunumu meseleleri de sık sık gündeme gelmektedir. Kamu hukuku ve yönetim biliminin günümüzde hızlı bir değişim geçirmekte olduğu gerçeği inkâr edilemez. Bu değişim klasik hukuki kavram ve kuramların gözden geçirilmesini gerektirdiği gibi, kamu yönetiminde yeni yapılanmalara da yol açmıştır.

    Bu bağlamda,   idari otorite niteliğinde. kamu  kurum ve kurulları ortaya çıkmıştır. Genellikle piyasa ekonomisi, görsel işitsel iletişim ve eğitim gibi kamusal alanın hassas sektörleri olarak nitelenen alanlarda düzenleyici ve denetleyici işlev üstlenen bu kuruluşlar, özgün yapıları ve yetkilerinin genişliği nedeniyle yakın tarihlerde yoğun araştırmalara konu olmuştur. Yüksek Öğretim Kurulu, Sermaye Piyasası Kurlu Radyo Televizyon Üst Kurulu, Bankalar Denetleme Düzenleme Üst Kurulu ve Türk Telekomünikasyon Kurumu, kamu hizmeti yapan bu kurullardan belli başlı birkaçıdır. Bu kurumlar, duyarlı sektörlerde, idare edilenleri keyfilikten koruyacak objektiflik ve yansızlık güvencesi olarak görülmektedir.

    Bağımsız idari otorite kavramının hukukumuzda yer aldığını söylemek bugün için mümkün değildir. Hukuki düzenlemeler kadar bir başka önemli konu da, kuruluşların oluşturulmasında izlenen yöntemdir. Bir başka deyimle, kurum ve kurullar oluşturulurken bağımsızlıkları güçlendirildiği ölçüde, ilgili oldukları sektördeki ağırlıkları artacak, kamuoyunca benimsenmeleri de kolaylaşacaktır. Küreselleşmenin yoğun bir şekilde yaşandığı günümüzde, ülkemiz en fazla ABD idari yapılanmasından etkilenmektedir ve bu nedenle ABD de görülen bu bağımsız kurum ve kurullar  ülkemizde de yaygınlaşmaktadır. Kara Avrupa’sında genellikle, bu kurum ve kurulların görevini sivil toplum örgütleri yerine getirmektedir. Türkiye de  kurum ve kurulların sayısı hızla artmakta,. bir kurum enflasyonu yaşanmaktadır. Kurum niteliği gösteren kurullar için kurum kavramı kullanılmalıdır ve böylece kurum ve kurul ayrımı netleştirilmelidir. Kelime manasından da anlaşılacağı gibi Kurum köklü bir yapılanmayı, Kurul ise birkaç kişiden oluşan bir çalışma grubunu anlatmaktadır. Ülkemizde, birçok kurul vardır ve kelime manasına uygun yapılanmışlardır.
    Kamu hizmeti kurum ve kurullarının kamu yönetiminde gerekli olduğu bir gerçektir. Hatta bu kurum ve kurulların oluşturulmasında geç kalındığı bile söylenebilir. Bilhassa SPK, RTÜK, BDDK ve TTK, oluşturuluncaya kadar uzun bir süre sektörlerde bir boşluk oluşmuş ve başıbozukluk görülmüştür. Bu Kurullar oluşturulduktan sonra, kanunların uygulanması sırasında bazı problemler yaşanmıştır. Ancak bu problemler onların varlığının gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır. İhtiyaç duyulan konularda ve toplumun ve sektörün beklentileri ve yaşanan gerçekler doğrultusunda kanunlarında gerekli değişiklikler yapılmalıdır. BDDK ve RTÜK yasalarında değişiklik yapılmıştır. Bu yasalar çıkarılırken kamuoyunun ve sivil toplum örgütlerinin fikrinin alınıp alınmadığı önemlidir.

    Geniş bir katılım sağlanarak yapılan yasalar daha uzun ömürlü olacaktır. Ancak kanunlar ne kadar mükemmel yapılırsa yapılsın, yeni teknolojik gelişmelerin toplumda meydana getirdiği değişim, kanunları da kısa sürede eskitmektedir. Ancak bu sürenin çok kısa olması da çok istenen bir durum olmadığı gibi, kanunun düşünülmeden ve danışılamadan çıkarıldığı izlenimini vermektedir. Kanunların uygulanması sırasında ortaya çıkan problemlerin bir kısmı, kurulların yapılanmalarından ve kanunlarından ve de muhatap olduğu kesimin görevlerini yerine getirmemesinden, eğitimsizliğinden kaynaklanmaktadır. Yani sorunları yaratan tek taraflı uygulamalar değildir. Ancak sorunları gideren yasal önlemler alındıkça, Üst Kurulların görevlerini yerine getirmesi daha da kolaylaşacak ve sorunlar azalacaktır. Burada asıl önemli olan, ilgili kurumların  yetkiyi paylaşmak istemeleri ve kanunları yenilerken ve değiştirirken toplumsal katılım sağlamalarıdır. Bu tavır ve anlayış, sorunların aza indirilmesinde ve çözülmesinde son derece önemlidir. 
    Kurum Niteliğindeki İdari Otoritelerin, maalesef bağımsız olduklarını ve kararlarını verirken yasadan ve vicdanlarından başka hiçbir kuvvetin tesiri altında kalmadıklarını söylemek mümkün gözükmemektedir.   Siyasi güçler, yetkilerini kolay kolay terk etmek istememekte ve Kurum ve Kurullarda tesirlerini devam ettirebilmek için, gerekli düzenlemeleri yapabilmektedirler. 
    Türk idari yapısı katı merkeziyetçi bir görünüm arz etmektedir. Gelişmiş ülkelerin tersine, yerel yönetim birimleri bile gerçek ve tam bir özerkliğe kavuşturulamamıştır. Özerk olarak nitelenen üniversiteler ve benzeri kurumlar dahi merkezi idarenin otoritesi ve denetimi altındadır. Bu bakımdan, Türkiye’nin siyasi sistemi içinde bağımsız  bir idari birimin yer alması mümkün değildir. Bu yüzden bu Kurum Niteliğindeki İdari Otoritelere, Bağımsız kelimesini sıfat olarak kullanmak doğru değildir. Batı ülkelerinde de örnekleri gittikçe çoğalan, bu tür teşkilatlarla karşılaştırma yapılırsa, bizdeki kurum ve kurulların bağımsız bir yapılanmasından söz edilemez. Kurum Niteliğindeki İdari Otoriteler, henüz emekleme dönemindedirler ve kamu yararını tam manasıyla koruduğu da iddia edilemez. Demokratikleşmenin artırılması çabalarına katkıda bulunacağına şüphe bulunmamakla birlikte, siyasi otoritelerden göbek bağını koparabildiği ölçüde, bağımsızlıklarını kazanacaklardır.

    Demokrasinin bütün Kurum ve Kurullarıyla yerleşmesinin biraz da toplumun bu rejimi benimsemesine ve gerekli çabayı ve özveriyi göstermesine bağlı olduğu unutulmamalıdır. Ülkemizin idari yapısı, merkezi idare,mahalli idareler ve kamu kurumları şeklinde örgütlenmiştir.Türkiye cumhuriyeti idari yapısında bu kurullar tanımlanmamış ve Anayasamızda yer almamıştır.Bağımsız idari otoritelerin  amacı,bireyi idareye veya genel olarak yurttaş haklarını devlet karşısında korumaktır.Diğer bir amacı,yönetimdeki hantal bir yapının  karşısını almaktır.Bağımsız İdari Otoritelerin böyle bir amacı gerçekleştirmesi için siyasal iktidar ve sermaye odakları karşısında bağımsız ,güvenceli,zararları önleme ve yaptırımlara sahip olan işleyişe sahip olmaları gerekir.Dolayısıyla baskılara maruz kalmayan  kurullara ihtiyaç vardır.

 

 

Hoş geldin Türkçe..

0

     … Son yıllarda bir medeniyet göstergesiymiş gibi işyeri tabelalarını yabancı kelimelerle donatmakta, reklam, duyuru gibi sıradan uygulamalarda bile yarı şaka, yarı ciddi farklı dillere ait sözcükleri kullanmakta yarışır olduk. Gündelik sohbetlerimizde dahi kullandığımız kelimelerin bir kısmı yabancı kökenli. Bu medeniyet(!) yarışı elbette. Zira, “güle güle” yerine “bye bye”, “baba” yerine “peder”, “kahvehane” yerine “cafe” diyebilmek medeni olmayı gerektirir bu anlayışa göre. Oysa bu güzelim Türkçemizi yozlaştırma yarışında kazanan değil kaybeden olduğumuzun farkına varmak zorundayız artık. Bu konudaki zararımıza dikkatimizi celbetmek için birçok kitap, makale yazıldı, söyleşiler, programlar yapıldı.

    Demek ki birileri bu gidişten endişe duymaya başladı. Kaybolan değerlerimizin alarmını vermek, çok önemsemeden yaptığımız bu hatanın dilimizle birlikte kültürümüze de tamiri zor yaralar açtığını hatırlatmak telaşıyla çalışmalar yapan bu insanları gönülden kutluyorum. Şüphesiz bu maksatla dünyanın en ücra köşelerinde bile güzel Türkçemizin telaffuz edilmesini, sevilmesini ve yayılmasını sağlayan gerçek gönül kahramanlarına ne kadar övgü yağdırsam az gelecek kanaatimce.

    Dünyanın diline dolanmış olan ve hükmünü her geçen gün artıran İngilizce bana kalırsa bilinen en istilacı dil. Hiç çaba sarfetmeden, sinsice ulusların içine sızmış saltanatını kurmuş her alanda. Öyle ki, 1590’lı yıllarda Samuel Daniel adlı bir şairin hayalinde ifadesini bulduğu gibi; “Dilimizin hazinelerini yabancı sahillere gönderebilir miyiz? Batı ufkunda henüz tanımlanmamış ülkelere bu en büyük gururumuzla ulaşabilir miyiz? Oraları bizim aksanımızla güzelleşir mi? şiirini hatırlamak yetiyor istilacı bir zihniyetin istilacı bir dili olduğunu anlamamıza. 19. y.y da ABD’ nin dünya sahnesine çıkışı bu istilayı güçlendirmiştir. 1919 “versailles Konferansı” nda ABD Başkanı Woodrow Wilson ve İngiltere Başbakanı Llayd George İngilizceden başka dil bilmediği ve Fransa Başbakanı Clemescau da İngilizceyi çok akıcı konuşabildiği için ortak resmi konuşma dili olma lüksünü burada yaşamıştır ilk adım olarak. Uluslar arası entelektüel gelişmeler, spor organizasyonları ve teknolojinin hızla gelişip yayılmasıyla dünya üzerindeki egemenliğini sağlamlaştırmıştır. 1940’lı yılların radyonun altın çağı olması ve radyo dilinin yüzde 60 kadarının İngilizce olması bu yayılmayı kolaylaştırmıştır.

    İngilizcenin en önemli özelliği esnek olması, bünyesine giren bütün yabancı kelimeleri kolaylıkla kendisiyle özdeşleştirebilmesi ve yabancı kelime girişinden endişe duymamasıdır. Zira İngilizceyi oluşturan Keltik ve Anglo Sakson dillerinden olan kelimeler bu dilin sadece 4 de birini oluştururken, diğer büyük kısmını dışarıdan gelen farklı uluslara ait kelimeler oluşturmaktadır. İstilacı olmasının en belirgin kanıtıdır bu. Ne gariptir ki, Osmanlıca kelimeler de bir kısmı direk olarak, bir kısmı Avrupa dillerine uğradıktan sonra ingilezceye geçmiştir. Birkaç örnek verecek olursak, “airan” ayran, “yoghurt” yoğurt,” bey gibi. Aslında küçük bir araştırmayla kendi döneminde Osmanlıcanın dünyadan birçok kelimeyi derleme, kendi harmanında işleme konusunda en az İngilizce kadar başarılı tek dil olduğunu hepimiz görebiliriz. Osmanlıdaki bu yetenek ufkunun, kültürel, entelektüel gelişmişliğin belki onda birine ancak rastlayabiliriz zamanımızda.

    Tam da böylesi karamsar bir tablo seyrederken, 1590’lı yılların o İngiliz şairinin ifade ettiği hayali gibi, bizden biri “dünya bizim sesimizi dinleyecek, bizim soluklarımız insanlığa ulaşacak, barış için Afrika bizi bekliyor, dünya bizi bekliyor” sözleriyle Türkçemizin dünyaya nasıl filiz filiz ekileceğinin müjdesini veriyor dilimizin yozlaşmasına tahammül edemeyen gönüllerimize. Şimdi bakıyoruz ki o emperyalist ülkelerin çocukları, sömürülen, ezilen milletlerin çocukları, zencisi, beyazı, kuzeylisi, güneylisi yıllar önce bu inançla ekilen kutsal tohumların meyvelerini sunuyor bizlere ve dünyaya.

    115 ülkeden 700 ü aşkın öğrenci gönüllerin dilini, sevginin dilini en manalı yorumlarıyla sergiliyor insanlığa hem de söylediklerini anlayarak, hissederek, içleri titreyerek, coşkuyla…

Yıllardır arkalarında nice sevdiklerini bırakarak çok uzak yollara düşenler, gurbetleri diyar edinenler, gönül elçileri, Türkçemizin fedakâr kahramanları sizlere müteşekkiriz. Uzak diyarlarda ektiğiniz tohumların nasıl güllere dönüştüğünü bilmek ne büyük bahtiyarlık, bu gülleri gönüllerin gözyaşlarıyla izlemek ne büyük bir gurur…

    Rüyalarımız, umutlarımız, istikbalimiz, dünümüz, yarınımızdır Türkçemiz. Ne istilacı bir zihniyetle, ne saldırgan bir üslupla kendini kabullendirmiş dünyaya, güzeli anlatmış, iyiyi, sevgiyi, barışı, birliği, dirliği yaşatmış hoşgörünün saltanat kurduğu bir dünyaya hasret yüreklere…

    Edirne’den Kars’a kadar olan vatan topraklarımıza hapsedilemeyecek kadar engin bizim Türkçemiz. Dünyayı kasıp kavuran insanlık dramlarının yaşandığı, insanlığın korkuyla uyuyup bombalarla uyandığı, çocukların anasız babasız kaldığı, güçlünün zayıfı,  zalimin mazlumu ezdiği, işgalciliğin sınırları aştığı şu günümüzde her kıtadan insanları sevgi merhamet hamuruyla yoğurup, yetiştirip ülkemizde kıtaları sallayacak kadar nefis bir organizasyonla ümitler yeşerten değerli eğitim fedailerine bütün dünyanın bir teşekkür borcu var.  İnsanlık adına, barış adına, sevgi adına…

    Ben de kendi adıma teşekkürümü bu vesileyle ifade ediyorum.

    Yüreklerinize sağlık, emeklerinize bereket olsun.

     Ve çok yaşa sevgi dili, çok yaşa Türkçe…

TURKUAZ Haraketi Lideri Ali Müfit Gürtuna’ya Ordulu sevgisi

0

Haber: İlker ÇAKAN                                                                              

    İstanbul Ordulular Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Merkezince piknik İstanbul Arnavutköy piknik alanında düzenlenen pikniğe, yaklaşık 3 bin kişinin katıldığı ve  pikniğe;   TURKUAZ Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna, AK Parti Genel Sekreteri ve İstanbul Milletvekili İdris Naim Şahin, ÜNDER Genel Başkanı Ahmet Yılmaz, ÜNSEV Genel Sekreteri Ayhan Doğan, Ünyespor Başkanı İsa Gümüş’ün katıldığı öğrenildi. İstanbul Ordulular Derneğinin düzenlediği bu piknikte bir konuşma yapan, TURKUAZ Hareketi lideri Ali Müfit Gürtuna’nın  Orduluların yoğun sevgisiyle karşılanması dikkat çekti. 

 

                        

                            TURKUAZ Hareketi Lideri                  TURKUAZ Hareketi Lideri

                              Ali Müfit Gürtuna                              Ali Müfit Gürtuna-

                                                                                 AK Parti Genel Sekreteri 

                                                                                       İdris Naim Şahin

Of Kaymakamı Tuncay Sonel’e takdirname

0

Haber: İlker ÇAKAN

   Trabzon Valisi Nuri Okutan; ekol ve gönül adamı, yaptığı örnek çalışmalarla Türkiye’de herkesin takdirini kazanan Of Kaymakamı Tuncay Sonel’e, Of ilçesinde yaptığı örnek çalışmalardan dolayı Of ilçesinde yapılan törende kendisine takdirname verdi. Trabzon Valisi Nuri Okutan takdirname verilişi sırasında yaptığı konuşmada şunları söyledi; “Yapılan çalışmalardan etkilendiğini ve bu çalışmaları alkışladığım için, tüm Of halkı adına Kaymakamınızı kutlamak istiyorum. Başarılarının devamını dilerim.”

Of Kaymakamı Tuncay Sonel’den altınlı diploma

0

Haber: İlker ÇAKAN

    Trabzon-Of Kaymakamı Tuncay Sonel tarafından gerçekleştirilen dört güzel proje; “Öğren Okuma Yazmayı Al Altınlı Diplomayı, Oku Kitabını Al Altınını, Evde Ders Çalışma Masası ve Berber, Kuaför ve Kahvehanelere Kütüphane Projeleri” hayata geçirildi. Türkiye’de; yönetimde ekol, gönül adamı ve proje kaymakamı olarak bilinen ve herkesin takdirini kazanan Of Kaymakamı Tuncay Sonel, bu projelerin hayata geçirilmesiyle ilgili yapılan törende şunları söyledi:” Sayın Valimizin önderliğinde biz  fikriyle yaptığımız çalışmalarda eğitim birinci önceliğimiz diyerek, Of’ta biz ruhuyla Milletvekilimizle, eğitim gönüllüsü Belediye Başkanımızla, İl genel meclisi üyelerimizle, Belde Belediye Başkanlarımızla, Muhtarlarımızla, Çalışma arkadaşlarımızla en önemlisi de hayırseverlerimizin destekleriyle kısa sürede birçok projenin başarıyla hayata geçirildi, emeği geçenlere teşekkür ederim.”

    Trabzon Valisi Nuri Okutan’da konuşmasında şunları söyledi;

“Okuyan Şehir” projesini hayata geçirildi

“Eğitimle ilgili projelerin hayata geçirilmesinden dolayı mutluyum, okumanın kendini keşfetmek olduğunu, ayrıca çalıştığım bütün yerlerde “Okuyan Şehir” projesini hayata geçirildi. Trabzon’da bütün dairelerde, okullarda ve camilerde her gün 20 dakika okuma saati uygulanıyor. İlçelerimizde de değişik uygulamalarla bu besleniyor ve destekleniyor. Ama bunu en iyi anlayan, uygulayan ve projelerle desteklenen ilçemizin Of olduğunu görüyorum. Bu bakımdan başta Kaymakam Bey olmak üzere herkesi kutluyorum.

Yapılan çalışmalardan etkilendim

    Doğrunun tek olduğunu ve buna ulaşmanın da yolunun okumadan geçtiğini söyleyen Vali Nuri Okutan, bu aydınlanma faaliyetine katılmaya herkesi davet ediyorum ve gerçek kalkınmaya ulaşmak için de okuma ile ilgili projeleri canı gönülden destekliyorum. Yapılan çalışmalardan etkilendim ve bu çalışmaları alkışladığım için tüm Of halkı adına Kaymakamınızı kutlamak istiyorum.”

 
                              
                                   Trabzon Valisi Nuri Okutan-Of Kaymakamı
                                      Tuncay  Sonel kitaplık incelemesinde
 
Vali Nuri Okutan’dan Kaymakam Tuncay  Sonel’e takdirname

Okuma ve yazma  bilmeyen 1296 vatandaşa ulaşıldı

    Daha sonra Vali Nuri Okutan hazırlattığı takdirnameyi Kaymakam Tuncay Sonel’e takdim etti ve başarılarının devamını diledi. Konuşmaların ardından ödül törenine geçildi. Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Eşi Sayın Emine Erdoğan’ın himayelerinde 2008’de başlatılan Ana Kız Okuldayız Kampanyasına ilgi çekmek ve teşvik etmek amacıyla Of Kaymakamlığı’nca “Öğren Okuma Yazmayı Al Altınlı Diplomayı” Projesi kapsamında okuma yazma bilmeyen 1296 vatandaşa ulaşıldı. Altı ay öncesine kadar 103 olan kursiyer sayısı ekip çalışmasıyla 1296’ya çıkarılması güzel olandı. Şu an çay toplama zamanı olması nedeniyle de bu kurslara sonbahar itibariyle yine hız verileceği belirtildi.

 
                                
                                Trabzon Valisi Nuri Okutan, Of Kaymakamı

                                     Tuncay Sonel’e takdirname verirken

 
15 usta usta öğrenci, öğretmene Halep ve Şam gezisi

    Proje kapsamında öncelikle alan taramalarında öğretmeniyle, muhtarıyla, imamıyla okuma yazma bilmeyen vatandaşlara ulaşıldı. Ayrıca lise, yüksek okul mezunu olan 53 usta öğreticiye de istihdam sağlanarak halk eğitim bünyesinde evlerde, camilerde, okullarda kurslar açıldı. Yazı tahtasından kırtasiyesine kadar, kaymakamlık tarafından destek verildi. Okuma yazma öğrenenlerin tamamına altınlı belgenin yanı sıra projede başarılı olan görevlilere takdirname verildi. Ayrıca bu projede başarılı olan 15 usta öğretici ve öğretmen ve kamu görevlisi de dört günlük Halep ve Şam gezisi ile ödüllendirildi.

    Bir düğün salonu gibi süslenen tören alanında Vali Nuri Okutan’ın elinden altınlı diplomalarını ve tüm kursiyerlere verilmek üzere hediye olarak hazırlatılan yöresel keşanlarını alan Kıyıboyu köyünden Ana-kız Havva Memişoğlu ve Ayşegül Memişoğlu’ nun mutluluğu görülmeye değerdi. Allah Kaymakamımızdan razı olsun, Annem ile birlikte Of merkeze indiğimizde gitmek istediğimiz bir yeri sorarak buluyorduk. Şimdi artık kimseye sormadan mağazanın, bankanın ismini okuyarak buluyoruz dedi. Ayrıca yakın bir süre sonra evlenecek olan Ayşe Memişoğlu’na Vali Nuri Okutan, annesinin okuma yazma öğrenmesi için vermiş olduğu destekten ve göstermiş olduğu başarıdan dolayı evlilik çeyizine katkı yapmak için kendisine beyaz eşya alma sözü verdi.

    Oku Kitabını Al Altınını projesi ile de Of merkez, kasaba ve köylerindeki toplam 26 okuldan her ay en fazla kitap okuyan 26 öğrenciye her ay altın ve kitap ödülleri düzenli şekilde verildi. Her ay öğrenciler kendi alanlarında ünlü simalarla buluşturuldu. Geçen aylar altın ve kitap dağıtımı törenine Muzaffer İzgü, Bestami Yazgan, Trabzonsporlu Alanzinho ve Ceyhun Gülselam davet edilmişti. Mayıs’ta en çok kitap okuyan öğrencilerin altın ve ödüllerini eğitim gönüllüsü Vali Nuri Okutan ve İl Milli Eğitim Müdürü Yavuz Selim Sandıkçı vererek okumanın öneminde bahsetti. Of Kaymakamı Tuncay Sonel  ise şunları söyledi; “Bu projenin gelecek eğitim ve öğretim yılında da devam edeceğini, amaçlarının okumayı teşvik ederek, bilgili ve güçlü nesillerin yetiştirilmesine katkıda bulunmaktır.”

    Of’ta ilginç ve güzel bir proje daha hayata geçirildi. İlçe merkez, kasaba ve köylerinde 692 ihtiyaç sahibi öğrenciye; evde ders çalışabilecekleri özel ders çalışma masaları hazırlatıldı ve tatil öncesi öğrencilere ulaştırıldı. Of Kaymakamı Tuncay Sonel;

Yetim ve öksüz bir kız çocuğunun yazdığı mektuptan etkilendim

    “Bu projenin hazırlanmasında yetim ve öksüz bir kız çocuğunun yazdığı mektuptan etkilendiğini, bu konuda sanayideki marangoz ustalarıyla görüşüldüğünü böylece onlara da iş verildiğini ve ustaların iki aydır ders çalışma masalarını  yaptıklarını belirterek bu dağıtılan masaların öğrencilere güzellikler getirmesini diledi ve böylece yere yatarak, mutfak köşelerinde sağlıksız ortamlarda ders yapmak zorunda kalan öğrencilere biraz da olsa katkı yapıldığını ifade ederek masaları hazırlayan ustalar da teşekkür etti.”

    Trabzon Valisi Nuri Okutan’da ders çalışma masasını yapan ustalara çeşitli armağanlar verdi ve bu masaların hazırlanmasında emek veren başta Kaymakamımız olmak üzere emeği geçenleri kutluyorum diyerek öğrencilere başarılar diledi. Yine okuma kampanyaları çerçevesinde Of Kaymakamlığı ve Of Belediye Başkanlığı’nca daha önce Trabzon –Of arasında çalışan otobüslere kitaplıklar yaptırılmış, böylece yolcuların 40 dakikalık yolculuklarını kitap okuyarak geçirmeleri sağlanmıştı.

 
                              
                                     Trabzon Valisi Nuri Okutan öğrenciye
                                                   kitap hediye ederken
 
24 berber,7 bayan kuaför, 51 kahvehane ve çay ocağına kitaplık

    Bu çalışmanın başarılı olmasından sonra şimdi de Kaymakam Tuncay Sonel’in hazırlattığı projeyle Of merkezinde ve köylerinde 24 berber, 7 bayan kuaförü ve 51 kahvehane ve çay ocaklarına kitaplıklar oluşturulmaya başlandı. Yine Kaymakamlıkça yaptırılan bu kitaplıklara öğretmenlerin seçtiği eserler konuldu. Projeden memnun olan esnaf; “Düşünenlere ve yapanlara teşekkür ederiz, gerçekten okumanın yaşı, yeri ve zamanı olmaz .”diyerek memnuniyetlerini dile getirdiler.

 

 

         

 

 

 

 

 

Özelleştirme 657/4-C mağduru Emin Şahin: Özelleştirme mağduruyuz

0

Haber: İlker ÇAKAN                                                          

   Denizli-Buldan Adliyesinde sözleşmeli geçici personel kapsamında çalışan, özelleştirme 657/4-C mağduru Emin Şahin yaptığı açıklamada şunları söyledi;

   “Biz yılda 10 ay çalışmaktayız. İki ayımız zaruri ücretsiz izinli geçmektedir. Daha önce Tekel Yaprak Tütün İşletme Müdürlüğünde çalışırken, özelleştirme nedeniyle işyerimiz kapandı. Tekelde çalışırken 12 ay çalışıyorduk. Tüm özlük haklarımız vardı(yıllık izin, kıdem tazminatı gibi). Türkiye’de 22 bin civarında çalışanlarız. Aylık maaşımız mezuniyet durumuna göre 650 TL. ile 730 TL. arasında değişiyor. Bu da tabiî ki doğal olarak 10 ay maaş alabiliyoruz. Bizde tüm kamu çalışanları gibi insanca yaşayabileceğimiz standartlara kavuşmak istiyoruz(12 ay çalışma, özlük hakkı ve normal bir memur kadar ücret alabilmek gibi).

   Her birimiz; aile geçindiriyoruz, çocuk okutuyoruz, ev kirası ve zaruri mutfak ihtiyaçları ödüyoruz. Lütfen bize bu hakkı reva görenler, Allah rızası için kendilerini bizim yerimize koysunlar. Ona göre bizim durumlarımızı değerlendirsinler ve karar versinler.”

   

Ermeni zulmü ve Hocalı katliamı

0

    Günümüzde örtülü ve asimetrik bir savaş yöntemi olarak kullanılan terörizm, gelişen teknoloji ile birlikte yıkıcı etkisini gittikçe arttıran küresel bir tehdit haline gelmiştir. Terörist eylemler, uluslararası hukukta tanımlanan suçlar olmakla birlikte, gerek işlenişinde duyulan saik, gerek işleniş tarzı itibariyle “terör suçu” olarak nitelendirilirler.  Uluslararası kanununda suç olarak tanımlanan bu fiillerin bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi ile, devletin ana yapısını, bu yapının dayandığı temel prensipleri değiştirmek veya yıkmak, toplumda korku ve panik yaratmak amacının güdülmüş olması durumunda, bu suç bir “terör suçu” niteliğini kazanmaktadır.

    Kafkasya dağlarının güney doğusunda yer alan, 4.392 km2’lik Dağlık Karabağ, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sınırları içinde Kür ve Aras nehirleriyle Gökçe Gölü arasında, batıda Ermenistan Cumhuriyeti sınırına, güneyde İran sınırına çok yaklaşan, kuzeyden güneye 120 km, doğudan batıya ise 35-60 km uzunlukta dağ ve ovalardan oluşan bir bölgedir. Kıbrıs adasının yarı büyüklüğünde olan bu bölge, maden yatakları, mineral suları, orman ürünleri ve tatlı su balıkçılığı ile ekonomik yönden önemli bir merkezdir. Karabağ, Kafkaslar bölgesinin hâkim bir noktasında; Azerbaycan, Ermenistan ve İran’ı kontrol edebilecek bir konumdadır. Bugün bölgede devam eden hâkimiyet mücadelelerinin arkasında  bu yerin jeopolitik konumunun da payı büyüktür. Karabağ bölgesi çok eski zamanlardan beri Türklerin yerleştiği bir yer olmuştur.

    Hocalı Katliamı , Karabağ Savaşı sırasında 25 Şubat 1992  tarihinde Azerbaycan‘ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kentinde Azeri sivillerin, Ermeniler tarafından katliamı olayıdır. Hocalı’da yapılan katliam, Rus 366. Motorize Piyade Alayının desteğindeki Ermeni silahlı kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu katliam, Ermenilerin Dağlık Karabağ‘ın işgalinden bu yana cereyan eden en kapsamlı sivil kırım olarak tarihe geçmiştir. Saldırıda ölenler hakkında Azerbaycan Cumhuriyeti resmî kaynaklarının bildirdiği rakam 106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere toplam 613 kişi olmakla birlikte, katledilen toplam Azeri sayısının bin 300 kişi olduğu tahmin ediliyor. Katliamın ardından Azerbaycan, Hankendi’ndeki 366. Motorize Piyade Alayı’nın saldırıya katıldığını açıkladı. Çünkü saldırıda gelişmiş konvansiyonel silahlar kullanılmıştı.

    Bunlar değil bölgedeki yerel gruplarda, yeni oluşmaya başlayan Azerbaycan ve Ermenistan ordularında bile yoktu. Rus tarafının tersini söylemesine karşın, alaydan firar eden üç Rus askeri 3 Mart 1992‘de düzenledikleri basın toplantısında, Hıristiyan Ermeniler yanında Müslüman Azerbaycanlılara karşı savaşmalarının istendiğini itiraf etti. Hocalı stratejik öneme sahip bir yerleşim merkeziydi. Hocalı Dağlık Karabağ bölgesinin merkez şehri olan Hankendi‘nden 10 km uzaklıktadır. Karabağ’daki mevcut tek hava alanının burada olması ve demiryolunun hattının buradan geçmesi nedenleriyle kent, stratejik önem taşıyordu. Hocalı Katliamı’na giden süreçte Ermenilerin Ruslar tarafından açıkça desteklendiğinin bulguları vardır.  Dağlık  Karabağ bölgesinin en önemli tepelerinden birisinde olan Hocalı köyü stratejik olarak Ermenistan Silahlı Kuvvetleri için askerî bir hedef niteliğinde idi.

    Hocalı Dağlık Karabağ bölgesinin merkez şehri olan Hankendi‘nden 10  km uzaklıktadır. Karabağ’daki mevcut tek hava alanının burada olması ve demiryolunun da buradan geçmesi nedenleriyle kent, stratejik öneme sahipti. Azerbaycan Parlamentosu 1994‘te Hocalı’da yaşanan katliamı “soykırım” olarak kabul etti. İnsan Hakları İzleme Örgütü olayı Dağlık Karabağ anlaşmazlığı içerisinde yapılan en büyük katliam olarak nitelemiştir.    

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyeleri, Arnavutluk, Azerbaycan, Birleşik Krallık ve Türkiye, Bulgaristan, Lüksemburg, Makedonya, Norveç tarafından yayımlanan 324 nolu Avrupa Konseyi bildirgesinde; Ermeniler tüm Hocalıları katlettiler ve tüm şehri harap ettiler ifadesi geçmiştir. Bu katliamı yaşayan ve sonra Beyrut‘a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan, For the Sake  of Cross (Haçın Hatırı İçin) isimli kitabında şu satırları aktarmaktadır;

    “Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi, öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.” 

    Tüm semavi dinler, insan hayatını kutsal sayar, insan hayatına kastetmeyi en büyük günah kabul eder. Hangi din bebeğe kıymayı kabul eder. Ermeniler tarafında Hocalı’lı çocuklar yaşlılar, kadınlara katliam yapıldı. Dünya kamuoyu bu olaylara seyirci kaldı. Ermenistan   Dağlık  Karabağ’da insanlık suçu işledi.

    Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’da yaptıkları, Uluslararası hukuk , BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi  kurallarına göre suçtur. Pek çok savaş hikâyesi tarih kitaplarından okuduk ve işittik. Ama Hocalı’daki gibi bir vahşet tarihte görülmedi. 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini veren ve “Hocalı Katliamı” baş sorumlusu olan yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, önce başbakan daha sonrada Ermenistan Devlet Başkanı oldu. Halende Hocalı katliamının sorumluları Ermenistan’da üst düzey yönetimde bulunuyorlar.     

 

 

 

error: Content is protected !!