Şöyle bir dönüp maziye baktığımızda; “ Yıllar ne çabuk da geçiyor”. dediğimiz çok olmuştur. Kim bilir kaçımız bu çok sıradan cümleyi kaç defa kurmuştur yaşamı boyunca. Kim bilir kısacık zannettiğimiz o uzun yıllar kimimiz için çabuk, kimimiz için zor geçmiştir. Önemli olan bu yaşanan yılları, ne ile doldurduğunuza bağlı. Bu yaşanan süreçte, çevrenize, topluma, insanlığa faydalı neler verebildiğinize bağlı. Geriye neler bırakabildiğinize bağlı yaşadığınız hayatın anlamı. Her meslekte olduğu gibi gazetecilikte de bu böyledir sanıyorum.
Sanıyorum ülkemizdeki en zor mesleklerden birisidir gazetecilik. Çizginiz doğruysa ve siz, kararlı, ilkeli dürüst bir yayıncılık anlayışı ile yayın hayatınızı sürdürmeye kararlıysanız ağır sorunlarla boğuşmayı baştan kabul etmiş sayılırsınız. İşiniz hiç de kolay olmaz. Toplumun haber alma özgürlüğüne katkı sağlayacaksınız, iktidar baskısına veya sermayenin gücüne karşı direneceksiniz ve doğruları gündeme taşımaktan geri kalmayacaksınız. Yaptığınız bir haber birilerinin canını sıkacak tehditler alacaksınız. Bölgenizde gördüğünüz yanlış uygulamaları köşe yazılarında gündeme getireceksiniz, karşılığında takdir değil tabii ki tepki alacaksınız belirli kesim veya kesimlerden. Ulusal ve bölgesel yayınlara göre, yerel basınsanız işiniz çok daha zordur.
Yerel basın demek kaynakları kıt basın demek. İşte bu yüzden zor yerel basın sahibi olmak. Abone sayınız yetersizdir. Alabileceğiniz reklamlar sınırlıdır. Eskisi gibi değil, ilan almaya da bir takım düzenlemeler getirildi. İlan almanın da bir sürü şartları var. Her ham maddenin ithal edildiği bir ticari hayatta, kâğıt almakta zorlanacaksınız, maliyetleriniz artarken ekonominin kıskacı okuyucuyu sürekli daraltacak. Bütün bu sorunların üstüne bir de kafasını televizyonlardan kaldırmayan, elinde akıllı telefon dünyada olan biten her şeyden haberi olduğunu zanneden kesimi eklersek, yerel basının işinin ne kadar zor olduğunu daha kolay anlarsınız.
Suya sabuna dokunmadan varlığını sürdürmeye çalışanları konu etmeye gerek yok. Onlar zaten dümen suyunda gittikleri kitle tarafından korunup kollanıyorlar. Özellikle basını, ülkenin ve bölgenin, beldenin gelişmesinden yana değil de; kendi ekonomilerinin ayakta kalmasından yana kullananlar var. Onlar zaten bu sektörün yüz karaları. “Paramı alırım yazarım, paramı alırım silerim!” İşte bu zihniyetin yaptığı gazetecilik değil tetikçiliktir. Ellerindeki etken gücü kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda kullanalar ne yerel basın olabilir, ne de ulusal basın.
Bu tanımlamam; Anadolu’nun hiç adını sanını duymadığınız, hayatınız boyunca bir sayısı bile ellinize ulaşmayacak, gözleriniz manşetine takılmayacak her hangi bir gazetesi için de geçerli. Zira ülkemin birçok ilinden ilçesinden beldesinden dostlarım var kendi imkânları ile dört sayfa da olsa, tabldot boy da olsa, yaşadığı toplumda olup bitenleri çevresindeki insanlara duyurma çabası ile çırpınan. Bireyi olduğu toplumun nabzını tutan, içinde yaşadığı toplumun sancısını çare mercilerine aktarmaya çalışan. Bütün bu zorluklar yetmiyormuş gibi, çıkardığı gazeteyi yazan çizen, edebiyat dünyasından arkadaşlarına da postalamayı ihmal etmeyen yoğunluklarına rağmen. Birçok dostum var onlardan da biliyorum yaşanan zorluğun boyutunu.
Bu öyle zorlu bir yolculuk ki, kalem emekçilerine Tanrım sabırlar versin diyorum. Sözcük sözcük dizeceksiniz sayfaları. Düğüm düğüm uçsuz bucaksız halı dokur gibi dokuyacaksınız satırları. Bir Türkmen’in kilime motif serpiştirme edası ile düzenleyeceksiniz sayfa yapısını. Dizgisi bittikçe, biriken sayfalar gibi yığılacak umutlarınız / umutsuzluklarınız. Yorgunluğunuz bir başka uzun kılacak geceyi. Bir annenin ninnisi gibi gelecek bin dokuz yüz altmış attı model Roland – Parva’nın tıkırtıları. Bekli de ilk baba olmanın heyecanını yaşayacaksınız mürekkep kokan sayfaları kucağınıza katlamak için aldığınızda. Seyredeceksiniz hayran hayran, süt kokan bir bebeğin yanaklarını seyreder gibi, canınızdan bir parça kattığınız emek verdiğiniz o güzelim sayfaları.
Zorluklara karşı savaşacaksınız; böylesi ekonomik koşullarla boğuşup ve her şeyin üstesinden gelerek yarın ki sayıyı da basabiliyor olmanın sevincini ve haklı gururunu yaşayacaksınız.
Gün gelecek doğaya karşı savaşacaksınız; yağmurlu kış günlerine rağmen, fırtınaya rağmen ulaştıracaksınız gazeteyi, insanlar toplumda olup biteni öğrenebilsinler diye. Yazın can alıcı sıcağına rağmen ulaştıracaksınız gazeteyi okuyucuya, insanlar duygu ve düşünceleri paylaşabilsinler diye. Ve bütün zorluklara rağmen galip çıktığınız bir mücadeleden sonra basıp insanların kapılarına bıraktığınız gazeteyi, birileri sadece göz atıp bir kenara bırakıverecek, bir cami avlusuna terk edilen bir bebeğin kadersizliğinde.
Yıllar önce hoyratça yapılan özelleştirmelerin, bütün üretim kaynaklarımızı ithalata kurban ettiğimiz günlerin ağır bedelini ödüyoruz günümüzde. Basın ve matbaa sektörü sonucu kestirilemeyen bir yöne doğru ilerliyor. Yerel basın gibi yayıncılık dünyası da bir çıkmazın içersinde. Bir top fotokopi kâğıdı fiyatı akıl almaz rakamlara ulaştı. Buyurun bundan sonra nasıl kitap basacaksanız basın. Buyurun bundan sonra nasıl gazete basacaksanız basın. İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılayıp hayatta kalma mücadeleleri karşısında, onları çıkardığınız gazeteye nasıl abone yapabilecekseniz yapın. Nasıl sahada çalışıp haber toplayıp, ajanslara ve ulusala taşıyabilecekseniz taşıyın.
Zordur yerel basın olmak. Bir gazetenin; okuyucunun masasına, sehpasına, işyerine, evine, makamına, bir marketin gazete standına ulaşması çok zordur. Bütün zorluklar aşılır, bir yerlere ulaşabilirse yerel gazete, ulusal basının da haber alma kaynağı olur. Yerel gazete: Basın dünyasının, toprağın altında görünmeyen saçaklarıdır. Eğer siz bu saçakları kurutursanız, bütün ihtişamı ile size hizmet eden o gövdeyi hayatta tutamazsınız. İşte bu nedenle yerel basına sahip çıkma zorunluluğunuz var.
Türk köylüsüne, çocuk dünyaya geldiğinde kavak tarlası yapmasının önemini anlatın. Özelleştirilen kâğıt fabrikalarını alabiliyorsanız geri alın. İthalatın üreticiyi ezmesine izin vermeyin. Betona dayalı büyümenin sonu yok. Sayıları son yıllarda hızla artan gökdelenlerin, hangi G…. Ye girdiği belli değil! Gökyüzüne mi, yoksa öteki ihtimal mi? Allah korusun, tövbe hâşâ!
Bütün şafakların aydınlık güneşler getirmesi temennisiyle.
Yerel basının önemi
Türkiye’yi dışlama senaryosu mu?
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği başvurusu karşısında Türkiye’nin kendi iç ve dış güvenliği içeriğinde ortaya koyduğu talepler sonrasında aşırı sağcı Stram Kurs partisi lideri Rasmus Paludan’ın 21 Ocak’ta Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an yakarak gerçekleştirdiği eylem Türkiye ve İsveç arasında gerilime neden olmuştu.
İsveç polisi bu olaydan önce iki kez güvenlik gerekçesiyle aşırı sağcı grupların bu eylemlerini engellese de Rasmus Paludan Kuran-ı Kerim yaktı.
Paludan’ın provakatif eylemi sonrası İsveç polisi bu tür eylemleri yasaklama kararı aldı. Aklında başka bir plan olan ve bu yasaklamadan hoşlanmayan “Üst Akıl”ın girişimleri ile tarafsız olduğunu iddia eden İsveç Temyiz Mahkemesi, Haziran ortasında, İsveç Polisinin öne sürdüğü güvenlik gerekçelerinin planlanan eylemlerle belirgin bir bağlantısı olmadığı yönünde karar vererek yasağı iptal etti ve kaldırdı. İptal kararından sonra ‘Kur’an-ı Kerim yakma’ eylemi ile benzeri İslam karşıtı eylemlerin yapılmasının önü açıldı.
NATO üyeliği için Türkiye’nin vetosuna takılan İsveç’te, İsveç polisi, bu iptal kararından sonra başkent Stockholm’ün merkezindeki bir caminin önünde Kuran yakmayı planlayan bir kişiye izin vermek zorunda kaldı. Bu izni alan, aslen Iraklı İsveç vatandaşı 37 yaşındaki Selwan Momika, daha önce Irak’ın Stockholm Büyükelçiliği önünde Kuran yakmak için yaptığı izin başvuruları polis tarafından reddedilen ancak polisin yasaklama kararını İsveç Temyiz Mahkemesine taşıyarak yasaklamayı kaldırtan ve geçmişte bir çok terör eylemini organize etmiş, bazılarına da fiilen katılmış olan bir terör eylemcisi.
Alınan iznin ardından söz konusu eylemci, Stockholm’ün merkezindeki caminin önünde yaklaşık 200 kişinin önünde Kuran’ı Kerim’i yaktı. Kuran sayfalarını yırtıktan sonra ayakkabılarını silen eylemci, daha sonra kutsal kitabın arasına domuz pastırması koyarak ateşe verdi.
Eylemin Kurban bayramına denk gelen zamanlaması çok ilgi çekici.
Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması, Türkiye’nin F-35 savaş uçaklarını almak için yatırdığı milyarlarca doların ödenmemesi, elindeki F-16 Savaş uçaklarının modernizasyonu için gerekli kitlerin satışının durdurulması, Türk Lirası ve Türkiye ekonomisi üzerinde oynanmaya çalışılan oyunlar, İsveç’te Ocak ve Haziran aylarında 5 ay arayla 2 kez Kuran-ı Kerim yakma eyleminin yaşanması pekte tesadüf değil.
Özellikle İsveç’te yaşananların perde arkasında tamamen Türkiye’nin NATO üyeliğinin olduğu ve İsveç’in NATO üyelik sürecinin ele alınacağı toplantıya damgasını vuracağı kesin.
Bana göre bu eylemin aslen Iraklı Selwan Momika tarafından düşünüldüğü, tasarlandığı, planlandığı ve eyleme dönüştürüldüğü iddiası çok acemi bir prodüksiyon.
Bundan öteye Üst Akıl’ın Türkiye’nin Batı dünyası ile olan bağlarını ve NATO üyeliğini sorgulamaya başladığı, Türkiye’ye yaptırımlar uygulamak istediği ve ileride Türkiye’yi daha da sıkıntıya sokacak bir takım eylemleri tezgahlayacağı da yavaş yavaş belirginleşmeye başladı. Ne var ki acemi de olsa, profesyonelce de olsa ne yaparlarsa yapsınlar, batı güç kaybederken, Türkiye’nin güç kazanmaya başlaması bu eylemlerin pek de etkili olmadığını/olmayacağını ayan beyan ortaya koyuyor.
Hanımın fendi, şikayetçiyi yendi
Fethiye’de otel sahibi zengin bir bayan. Eşiyle birlikte uzun yıllar yurtdışında çalışmışlar, Türkiye’ye kesin dönüşten sonra Fethiye’ye yerleşerek burada bir otel yaptırmışlar ve daha çok para kazanmaya başlamışlar. Ancak bir süre sonra bayan ile eşi anlaşamayarak boşanmışlar. Otel bayanın üzerinde olduğu için de boşandıktan sonra her şey bayana kalmış. Eski kocası işsiz kalınca her gece otele gelip olay çıkarıyor ve her gece eski karı koca karakolluk oluyor. Her gece kavga, her gece gürültü patırtı. Polisler de bıkmış bu durumdan…
İşte böyle bir ortamda Fethiye İlçe Emniyet Müdürü olarak göreve başladım. O tarihlerde bayan yine kocasını şikayet etmek için karakola geliyor, karakol görevlileri “Yine mi siz?” diyerek bayanı gönderiyorlar. Bayan, bunun üzerine yeni gelen Emniyet Müdürü’nün yani benim oturduğum lojmanın kapısını çalıyor.
Kapıyı çok geç bir saat olması dolayısıyla pijamalarımla açtım. Bayan, eşi ile olan münakaşasını anlattı, eşini şikayet etti ve gitti. Münire isimli bu bayanla ilk karşılaşmamız böyle oldu. Daha sonra birçok kez daha karşılaştık aynı bayanla. Yine oturduğum lojmanda, yine geç saatlerde, yine pijamalarımla… Hep aynı şeyleri tekrarlayıp duruyor bayan. Eşim de bıkmış artık gecenin bir vakti benim iki katlı lojmandan aşağıya tıkır tıkır inerek kocasını şikayet eden kadınla konuşmamdan.
Bu görüşmeler günlerce sürüp gitti. Bir gece eşim bana “Tamam, sen pijamalarınla aşağıya inip kadınla konuşuyorsun da, ya sizi gören biri olursa! Ve bundan yararlanarak sana bir komplo hazırlarlarsa! Onunla fotoğrafını çekerek basına dağıtırlarsa!” Eşim haklıydı, bunu hiç düşünememiştim.
O günden sonra bayanın eve her gelişinde eşimle beraber aşağıya indik ve bir fotoğraf çekilmesi durumunda, fotoğrafta üçümüzün birlikte çıkmasını düşünerek komplo ihtimalini ortadan kaldırdık.
Ancak bayan vakitsiz saatlerde sürekli gelmeye devam etti. Eşim daha fazla dayanamadı ve bir gece bayana “Yeter artık, karakola gidin. Burası şikayet yeri değil” diyerek onu evden gönderdi. Bayan bir daha da gelmedi.
Amaçsız insan rotasız gemiye benzer-Konu ciddi
Şu hayattaki en büyük başarı insanın tembelliğine karşı koymasıdır. Başarıya ilk adım bununla atılır. Su gibi akıp geçen zaman içerisinde zamanı düzgün kullanabilmek büyük önem arzeder. İnsan kendini, hedefleri yolunda motive etmeli, gelecek planlarını yola koyarak ilerlemelidir.
Amaçsız insan rotasız gemiye benzer. Kendini geliştiren insan üretmeyi sever, ürettikçe mutlu olur. Öyle bir devirdeyiz ki tüketim çılgınlığı almış başını gidiyor. Görünen köy klavuz istemiyor. Üretimi düşünen olmadığı gibi, çalışmaya üşenen de çok.
Eğer gençlere üretim aşılansaydı bugün kafeler dolu olmaz! Sosyal medya dolmazdı.
Tüketim alışkanlığı gib.i
Çeşitli kötü alışkanlıklar, insanın kendine vurduğu zincirdir. Bu durumdaki insanlar kendi aklının meyvelerini yiyemezler. Yetersizlik duygusu içinde depresif duygulara kapılırlar, sürekli üzgün, kıskanç ve mutsuz olurlar.
Alışkanlıklar raydan çıktığında ise artık çok geç olur. Deve’nin diken yeme sevdası gibi kişi kanıyla boğulabilir.
Günümüzde sosyal medya dürtü silahı ile gençleri hedef almaktadır.
Ahlâki çöküntü oyunu, kötü plânları olan, insan denen varlıklar için biçilmiş kaftandır. Bu yeterince denetlenmeyen siteler, olgunlaşmamış genç zihinleri dürtü kontrolü ile ele geçirmeye çoktan başladı. Ahlaksızlığı normalmiş gibi lanse etmeleri şeytani bir tehlikenin içinde olduğumuzu gözler önüne seriyor.
Türk toplumu ahlâki değerlerine düşkün bir toplum olduğu için en büyük darbeyi genç zihinlerimizi zehirleyerek vurmaya çalışıyorlar. Birileri bu sosyal sitelere dur demediği sürece gelecek nesil yani ülkemiz tehlike altında olmaya devam edecektir.
İlerleyen ve üreten bir toplum için bu konu büyük risk arzediyor.
“Asıl bu bir bekâ sorunudur”.
Gençler üzerinde oynanan bu iğrenç oyunlara, yozlaştırmaya bir dur denilmeli. Bu konuda asla müsamaha gösterilmemelidir.
Eskişehir Valisi Erol Ayyıldız Emniyet Genel Müdürü oldu
Vali Erol Ayyıldız 1966 yılında Giresun’un Piraziz İlçesinde doğdu. 1987 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. 1989 yılında Ordu Valiliğinde Kaymakam Adayı olarak göreve başlamıştır. 1992 – 2020 yılları arasında sırası ile; 1992-1993 Ordu- Ulubey Kaymakamı, 1993-1995 Kahramanmaraş – Ekinözü Kaymakamı, 1995-1998 Nevşehir – Kozaklı Kaymakamı, 2000-2003 Bitlis Vali Yardımcısı, 2003-2006 Rize Çayeli Kaymakamı, 2006 -2010 Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Daire Başkanı, 2010 -2011 Mahalli İdareler Genel Müdür Yardımcısı, 2011-2013 Zonguldak Valisi,
2013-2016 Aydın Valisi, 2016-2020 İzmir Valisi olarak görev yapmıştır. 10 Haziran 2020 tarih ve 31151 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan, 9 Haziran 2020 tarih ve 2020/274 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Eskişehir Valiliği görevine atanarak 18/06/2020 tarihinde görevine başlamıştı. 26 Haziran 2023 tarih ve 32233 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanlığının 25 Haziran 2023 tarih ve 2023 /312 sayılı kararı gereği Emniyet Genel Müdürü olarak atanmıştır.

Amasya Valisi Mustafa Masatlı Hatay Valisi oldu
Vali Mustafa Masatlı, 26.11.1969’da Sungurlu’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara ve Sungurlu’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünü bitirdi. Cumhuriyet Üniversitesi Yönetim ve Çalışma Sosyolojisi Ana Bilim Dalında Yüksek Lisans yaptı. 09.06.2020 tarih ve 2020/274 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle Amasya Valisi olarak atanmıştı. 26 Haziran 2023 tarih ve 32233 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanlığının 25 Haziran 2023 tarih ve 2023 /312 sayılı kararı gereği Hatay Valisi olarak atanmıştır.
Valiler Kararnamesi yayınlandı
26 Haziran 2023 tarih ve 32233 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanlığının 25 Haziran 2023 tarih ve 2023 /312 sayılı kararı gereği Emniyet Genel Müdürlüğüne Eskişehir Valisi Erol Ayyıldız, Hatay Valiliğine Amasya Valisi Mustafa Masatlı, Gaziantep Valiliğine Rize Valisi Kemal Çeber, Adıyaman Valiliğine Ağrı Valisi Osman Varol atanmıştır.
Bakan Yardımcılıkları Kararnamesi yayınlandı
Cumhurbaşkanlığı’nın 22 Haziran 2023 tarih ve 32229 sayılı Resmi Gazetede 21 Haziran 2023 tarih ve 2023/308 sayılı Bakan Yardımcılıklarına ilişkin atama kararnamesi yayınlandı.
















