
Göynücek Semah oyunları ekibi

Amasya’da kirazlar yarıştı
Haber: İlker ÇAKAN
Amasya Uluslar arası Atatürk Kültür ve Sanat Etkinlikleri programı dahilinde yapılan ve Amasya İl Tarım Müdürlüğünce düzenlenen Kiraz Teşvik Yarışmasında dereceye girenlere para ödülü verildi. Kiraz Teşvik Yarışmasında birinciliği Yavuz Selim Yücel, ikinciliği Kenan Yalçın, üçüncülüğü Fehmi Rençber kazandı. Kiraz yarışmasında birinci seçilen Yavuz Selim Yücel 1.250 TL. para ödülü aldı.



Amasya Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü yöresel el sanatları sergisi





CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Amasya’da konuştu
Haber: İlker ÇAKAN
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Amasya Yavuz Sultan Selim meydanında Amasya halkına hitap etti. Konuşmasında Türkiye’nin gündeminde olan konulara değinen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Amasya konuşmasından önce; Amasya’nın Hamamözü, Gümüşhacıköy, Merzifon, Suluova ilçelerini de gezerek bu ilçelerde konuşmalar yaptı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu CHP seçim otobüsünden konuşmasını yaptıktan seçim otobüsü ile kalabalık arasında il merkezinden ayrıldı.


Amasya’da boyutlu resim çalışması
Haber: İlker ÇAKAN
Amasya Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü kurs öğretmenlerinden F Arzu Bolat boyutlu resimler yapıyor. Boyutlu resim çalışması; aynı resmin sekiz adet farklı yerlerinden kesilerek üst üste yapıştırılmasıyla boyut verilmiş olan bir çalışmadır.

Amasya’da Halk Eğitim Merkezi Müdrülüğü
Japonya Geleneksel ve Çağdaş Noh Tiyatrosunun Amasya gösterisi
Haber: İlker ÇAKAN
“2010 Türkiye’de Japonya Yılı” etkinlikleri çerçevesinde gerçekleşen Japonya Geleneksel ve Çağdaş Noh Tiyatrosu Türkiye’de ilk gösterisini Amasya’da yaptı. Japonya Geleneksel ve Çağdaş Noh Tiyatrosu oynucularının oynadığı oyun 3 bölümden oluşuyor. İlk bölümde müzikli bir dans eşliğinde tanrısal bir oyun gerçekleşti. İkinci bölüm ise Kyogen denilen bir komediydi ve son bölümde ise Kızılderili oyunu ile Noh Tiyatrosunun birleştiği bir kutlama oyunuydu.


Pozitif ayrımcılık
Türkiye “Yapısal Reformlarını” tamamlamak zorunda olan bir ülkedir. Varlığını devam ettirmek, zengin ve mutlu insanların yaşadığı bir ülke olmak adına reformlar hayata geçirilmelidir. Yapısal reformları hayata geçirecek iradenin peşi bırakılmamalı ve bu irade hükümetlerin vizyonu ile sınırlı kalmamalı bir devlet politikası olarak, tam mutabakata dayalı olarak devam ettirilmedir.
Yusuf Aymelek şiirleri ve yalnızlığımın dişisi
Hayat yarına yolculuktur hep, birey açısından. Bu yolculukta zaman zaman yolunuz başka yollar ile kesişir yada bu yolculuk anında yol üstünde yaşama dair bir çok olayları gözlemler, bu olayların sizi etkilediğini hissedersiniz. Bir bakmışsınız ki kapılmışsınız sizde bu sihirli akıntıya. Sürüklenmektesiniz birlikte etrafınızı saran yaşama dair nesneler içersinde. Bu yüzdendir her yeni günün yeni olgulara gebe oluşu. Bu yüzdendir ki her yeni günün insanın karşısına yeni sürprizler ile çıkışı.
Yusuf Aymelek kardeşimle benim yolumun kesişmesi, 2008 yılı Mayıs ayının sonlarına rastlar. İlçe milli eğitimin, bir ilkbahar şiir dinletisi gecesinde; ben de, kütüphanedeki arkadaşların “birkaç yazar arkadaşınızla imza masası açar mısınız” tekliflerine istinaden kitaplarımızla hazır bulunduğumuz gecede yolumuz kesişti Yusuf kardeşimle.”Şiir kitabı olan bir arkadaşla tanışmak istiyorum” diye sorunca konunun muhatabı olan ben “şiir yazıyorsunuz galiba ” diye sormuştum. Ayak üstü kısa sohbetimiz sonunda, Kuzdere ilköğretim okulunda öğretmen olduğunu, iki yıldır burada görev yaptığını, şiire sevdalı bir gönül yolcusu olduğunu öğrenmiştim.
Örgencilerin ve öğretmenlerin şiirler okuduğu gecede Yusuf öğretmenin kendi sesinden kendi şiirini dinleme olanağım olmuştu. Programdan sonra da sohbet ettik. Şiirlerini bir kitapta toplama düşüncesinin olduğunu da söylemişti o gece. Böylece arkadaşlığımız başlamış oldu. Daha sonraları, şiir köşesi yaptığım Kemer Gözcü gazetesin Şiirsel Yolculuklar köşesinden Yusuf öğretmenin bir çok şiirlerini okuyucular ile paylaştık. Zaman zaman sohbetlerimizde kitap yayınlama isteğinden bahsetti sık sık. 2009 Başlarında yayınlanması konusunda da fikir birliğine varmıştık. Yalnızlığımın Dişisi’nin siz okuyucuya uzanan yolculuğunun başlangıcı o günlere dayanır.
Yusuf Aymelek şiirlerinde, kendine özgü anlatımı ile ebru sanatı estetiğinde, çok farklı duyguları bulacaksınız. Şiir şairden bir kesit olduğu kadar okuyucudan da bir kesittir her zaman. Bu yüzdendir okuyucunun elinde tuttuğu kitapla bütünleşmesi, bu yüzdendir okuyucunun kitaptaki şiirlerde kendini bulması. Bu yüzdendir aynı duygu sağanağında ıslanan yüreklerin yağmur damlaları gibi bir biri ile birleşerek bir ırmağa dönüşmesi ve bu ırmağın okyanusa yolculuğu.
Sorgulayan, geçmişi analiz eden ve zaman zaman; “Yalnızlıkların dağıtıldığı acıları, yüreğinin her zerresinde hissederek”, kendini sorgulayacak kadar öz eleştiri içersinde duygularını ifade ederken gönül alemini masaya yatıran, bir laborant titizliğinde analiz eden, bireyi olduğu toplumu mısraları arasına resmeden arada insan portreleri çizen bir ressam edasında toplumdan kopmayan bir şair Yusuf öğretmen.
Şair diyorum çünkü, benim şiir anlayışımda farklı anlatımların sahibidir şair. Şair imge yüklü kelimelerle anlatır duygu ve düşüncelerini. Onun yaşadıklarında her zaman sıra dışılık vardır ve anlatımı da sıra dışıdır her zaman.
Bir şairin dışında hangi kalem sevgiliyi, “göz kapaklarının içine cep yapıp, resmini içersine koyar.” Hangi kalem, sevgiliye “gözbebeklerimin meleği” diye seslenir. Bu yüzden Yusuf kardeşim şair kimliğini hak eden bir kalem.
Samimi insan yüreği gibi, “iki sevgilinin birbirine bakarken ısırdıkları simit” gibi sıcacıktır, onun anlatımı. O’nun mısralarında canlı bir tabloyu seyredersiniz çoğu zaman aşkı sevgiyi doğa ile işler. Renk renktir kelimeler bazen ay olur bazen dünya, bazen sokaktan bir manzaradır.
Sevgiliye sitem ettiği kadar da, sevgiliyi yüceltmesini bilir son derece alçak gönüllü şairimiz. Sevgiliyi kapı üstünde bir tabloya, kendini kapı önündeki bir paspasa benzetmesi bundandır. Aslında içindeki sevginin yüceliği, alır onu kapı üstündeki tablonun yanına asar. Bunun farkındadır ama iki ayrı resim olmaktır üzüntüsü. Bu yüzden “görüş için gün sayan bir mahkumun ” burukluğunu yaşar. Bu yüzden her gidiş “kollarına vurulan bir kelepçedir” şairin. Bu yüzden “sahilde içilen aşk şarabıdır” onun düşleri. Özlem hiç bitmeyen duygudur her şairin gönlünde. Bu nedenle “gitmeler yetmez unutmaya.” Bu nedenle her sitemin içersinde aslında bir çağrı vardır sevgiliye. “Dağlardan boşalan seller gibi, Kıyıları vuran dalgalar gibi, Yere düşen şimşekler gibi gel” deyişi bundandır. Özlemi yüreğinin en derin yerinde hisseden her sevdalının isyanına benzer şairimizin isyanı. ” dev bir dalgadır ayrılık denen canavar” diyor bu yüzden.
Hasretin pençesinde kıvranır kıvranmasına da şair yüreği, umudun gergefinde işler yarına dair beklentilerini, yarına dair düşlerini yalnız bir adam edasında.”Göçmeyi bekleyen kuş, Ekmeği ısıran diş, Cenneti gören düş ” gibi diyerek bekler sevgiliyi. Bilir ki umutlar biterse her şey biter. O peşinden sürüklendiği; düşlerinin koynunda büyüttüğü umudu seraba döner.
Her şair gönül okyanusunda bir damladır. Okyanusa bir damla daha düştü. Sonsuzca şiirsel yolculuklara Yusuf kardeşim, sonsuzca şiirsel yolculuklara…
Turkuaz Hareket Lideri Ali Müfit Gürtuna’nın “Yeni Siyaset: değişimin doğru rotası” adlı kitabı
Haber: İlker ÇAKAN
İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı ve Turkuaz Hareketi Lideri Ali Müfit Gürtuna “Yeni Siyaset: değişimin doğru rotası” adlı kitabını çıkardı. Turkuaz Hareket Lideri Ali Müfit Gürtuna bu kitabında yeni siyaseti anlatıyor. Turkuaz Hareketin konuyla ilgili basın açıklaması şöyledir:
“Eski siyasetin dil, üslup ve yöntemlerine son verecek yeni bir soluk, yeni bir umut yeşeriyor. Eski siyasetle buraya kadar! Şimdi söz yeni siyasetin Siyasetin entelektüel ismi, tecrübeli politikacı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı ve Turkuaz Hareket Lideri Ali Müfit Gürtuna, “Yeni Siyaset: değişim ve yenilenmenin doğru rotası” kitabıyla Türkiye’nin değişim umuduna yepyeni bir soluk sunuyor.

“Yeni Siyaset: değişimin doğru rotası” adlı kitabı
“Aktif Sosyal Devlet” ile “liberalizm”i bütünleyen yeni bir anlayış ortaya konarak; “Sosyal Liberal Vizyon”, sosyal refahın anahtarı olarak sunuluyor. Ekonomik zenginleşmenin ise kaynağı olarak “üretim” anahtarı tarifleniyor.
Dünya çevre gününde sosyal çevre kirliliği
Her yıl 5 Haziranda çevre günü kutlanmaktadır. Ne yazık ki bütün güzel söylenen sözlere rağmen çevre sorunları hızla artmaktadır. Bunun altında ciddi bir bilgi ve bilinç yetersizliği olduğu kanısındayım. İnsanın doğayı egemenliğine alma duygusu, yer yüzeyinin her tarafını rant olarak görmesi anlayışını doğurmuştur. İnsanın bencilliği ve çıkar ilişkileri ne yazık ki doğayı olumsuz etkilemektedir. Doğal ve sosyal çevre kirlilikleri iç içe bir bütün olarak bütün insanlığın geleceğini etkilemektedir. Bugün bölgemizde akan kan, gözyaşı ve şiddetin altında çıkar ve bencillikler berberinde yaratığı dolaylı çevre kirliliği ne yazık ki çoğu gözler tarafından görülmemektedir. Irak ve Afganistan’da yaşanan anlamsız savaş sonucu milyonlarca bombanın patlatılması, petrol kuyularının ateşe verilmesi başlı başına birer çevre sorunudur. Son günlerde Meksika Körfezinde meydan gelen BP’nin petrol platformunun çökmesi ile denize yayılan petrolün yarattığı çevre kirliliğinin doğal hayatı tehdit etmesidir.
Bölge insanlarının bu savaşların etkisi ile yaşam zorlukları yaşarken, Gazzae’da ablukaya alınmış 1.5 milyon insanın açlığa mahkûm edilmesi de bir sosyal ve onun yaratığı doğal çevre sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çoğumuzun anlamakta zorlandığı bu sosyal çevre sorunları dünyayı adım adım şiddete ve düşmanlıklara götürmektedir.
Günümüzde çevre sorunu insan doğa ekseninde yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Ne yazık ki bugün bu anlamda yaşadığımı sorunların büyük çoğunluğu insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Yaşananlar insanın kendi geleceğini yok etmemsi için belirli bir bilgi ve bilence erişmesi ve aç gözlülükten uzak yaşamsı gerekiyor. İnsanın kendi bilincine erişmesi sınırlar sorumluk bilinci içinde hareket edecek şekilde eğitilmesi artık kaçınılmaz olmuştur. Ekoloji bilincinin yaşamın her alanında aranır olması gerekir. En azından sorumlu yetkililerin ekoloji bilgisi ve danışmanlarının olması zorunluluk arz etmektedir. İlgileneler için çevre günün önemi ve zorunluluğu aşağıda geniş olarak değerlenebilmiştir.
Çevre sorunu insanın doğaya etki etmesi ile başlamıştır
İnsanın insan olma süreci ile başlayan ve birisinin diğerinden daha fazla pay almasını sağlayan ve bu uğurda binlerce yıllık yaşamda müşterek oranda yaşama savaşının geldiği nokta olarak görüyorum. Sanayi devrimi ile hızlanan ve XIX yüzyılın ikinci yarısında hızlanan ve insanın ilerlemesi adına başlayan olgu yalnızca insanın insan üzerindeki ağır baskısını değil aynı zamanda sistematik olarak doğanın tahribatını da beraberinde getirmiştir. Küreselleşmenin yarattığı olgu son yüzyılda her türden yağma ve yakıp yıkma ile birbirini izledi: Evet bugün hep birlikte şikâyet ettiğimiz artan çevre kirliliği, tatsız tuzsuz yiyecekler hepsi bir bütünün parçası olarak artan doğa dışı kullanımlarının bir sonucudur. Bu anlamda çevre sorunu insanın doğaya müdahalesi ile başlamıştır.
İnsanın yaşam yolculuğunda kat ettiği aşamalar özetlendiğinde;
Mağara yaşamından 104 katlı gökdelenlere,
Mahrem yerlerini bitki yaprağı ile kapatan yaşamdan günde birkaç defa değişen suit takım elbiselere,
Avcılık ve toplayıcılıktan lüks restoranlara,
Ok fırlatmaktan kıtalar arası balistik füzelere,
Uçurtmadan uzay gemilerine,
Öküz ile çekilen kanılardan, saate 500 km hızla giden süper iletken trenlere,
Saldan modern uçak gemilerine,
Uçurtma ile haberleşmeden web ve e-posta ortamına
kadar insanın bilim teknoloji yaratısı tabii olarak bir bedel ödemek zorunda kalmıştır. Bütün bunların sonucu bugün ki dünyanın durumu şöyle özetlenebilir;
Dünyaya her 20 dakikada 3.500 yeni doğan bebek katılırken bir veya birden fazla hayvan/bitki türü yok olmaktadır. Bu da yılda yaklaşık 27.000 türün kaybedilmesi anlamındadır. Tüm dünyada tatlı su tüketimi her 20 yılda 2 kat artmaktadır. Bu oran nüfus artışının 2 katından daha fazladır. Halen 31 ülke su kıtlığı tehlikesinde olup 1.4 milyar insan temiz içme suyu kaynağından yoksundur. Tüm dünyanın üçte ikisi yetersiz ve dengesiz beslenmektedir (başta A, E vitamini, Fe ve Zn noksanlığı) örneğin dünyanın en zengin ilk üç kişisinin serveti dünya en yoksul 48 ülkesinin ulusal gelirinden fazla. En zengin 225 kişinin toplam serveti dünya nüfusunun yarısının yıllık gelirine eşit. Bu bireylerin oluşturduğu uluslar da böyle. Dünyanın en büyük şirketinin 222’si, ilk 50 şirketin 34’ü ABD’li. Dünyanın en büyük şirketi Amerikan General Elektrik’in sermayesi Türkiye’nin 1998 bütçesinin yaklaşık 4 katı. Dünya nüfusunun % 5’ine sahip ABD dünya kaynaklarının % 40’ını tek başına kullanıyor.
Bu ve benzeri verilere bütünsel bakıldığında dünyanın bu nüfus artışı ve dengesiz üretim ve dağıtımının sonucu artık kendi kendini götüremediği görülmektedir. İnsanlığın bu kısa tarihinin doğa üzerindeki olumsuz etkileri:
Sanayi devrimi ve buhar makinesinin keşfedilmesinden bu yana 200, Wright Kardeşlerin ilk uçak deneyi ile başlayan insanın uzaya açılma sevdası ancak 66 yıl sonra gerçekleşmiştir. Ve insanoğlu ateşin icadından bu yana bilim ve teknolojide yaptığı gelişme ve yıkımı, son altmış yılda ikiye katlamış ve teknik deyimle dünya artık bu yükü taşıyamaz duruma gelmiştir. İnsanın son 100 yıllık küçük bir noktasal zaman dilimi içersinde yaşamı için 10 milyar yıllık ömrünün yarısına gelmiş dünya yaşamını alt üst etmesi ve hâlâ da bundan vazgeçmemesinin büyük bir bencillik, aç gözlülük ve haksızlık ile karşı karşıyadır. İnsanlar ve tüm diğer canlılar daha uzun süre yaşamak, ölümlerini geciktirmek için çabalarlar. Bu çabadan insan aklının ve düşüncesinin günümüze getirdiği insan hakları ve sürdürülebilir yaşam kavramları doğmuştur. Yine batıda artan çevresel tehditlere karşı gerek bilim insanları ve gerekse sivil toplum kuruluşları ve gençlik örgütleri hızla harekete geçerek bilimsel ve sosyal tedbirlerin alınmasına önayak
Doğal çeşitlilik artık yerini tek çeşitliliğe yani mono kültüre bırakmıştır. Toprak daha yoğun işlenmeye ve daha fazla gübre kullanılmaya başlandı; nihayet bu yoğun girdi sonucu sular ve atmosfer kirlendi ve nihayet topraklar da kirlendi. Hızla büyüyen kentler, tropikal ormanların tahribatı, denizlerin ve ırmakların kirlenmesi, ozon tabakasının incelmesi, küresel ısınma ve asit yağmurları artık dünyanın giderek yaşanamaz bir duruma geldiğinin göstergesi olarak kabul edilmektedir. Fakat küreselleşme olgusu bu anlamda doğal ve etkinsel çeşitliliği tehdit ederken tekdüze, donuk bir sistem önermektedir. En tipik örneği son yıllarda dünyayı kasıp kavuran kısırlaştırılmış tohumların bütün dünyada aynı markada satılmasıdır. Bütün bu olumsuzluklar insan tarafından yapılmaktadır. İnsanın insanla savaşımında birbirine üstünlük sağlayamadığı durumlarda ise insan hakları ve sürdürülebilirlik ilkeleri ön plana geçmiştir.
Dünyayı anlama ve duygusal zekâmız
Sınırlar koymanın ekolojik sınırlara uygun olması gerektiğini gösteren kanıtlar giderek artıyor. Hava, su, toprak kirleniyor; küresel ısınma son on yılda en fazla düzeyine gelmiş durumda. Dünya giderek ısınıyor, ozon tabakası deliği, asit yağmurları bütün dünyanın tümden artık yaşanılamaz duruma geldiğini göstermektedir. Yer yüzeyini elinde tutan, yaşam bilinci ve felsefesiyle akıllı bir biçimde değerlendirmeye çalışan ve zekâsı yani IQ (Intelligence Quotient)’sü yüksek olan akıllı insanların yaşanılabilir bir dünya için çabaları bundan böyle duygusal zekânın (EQ-emotional Quotient) ekolojik konulardaki uygulamalarına ekolojik zekâları (EcoQ-Ecological Quotient) belirleyecektir. Ya toptan küresel ekolojinin yasalarına uyulacak ya da toptan yok olmaya doğru gidecek. Bakalım hangi zekâmız daha üstün gelecektir. Bu anlamda ekolojik akıl salt her şeye karşı gelmeyi değil ekolojik akıl ile ekonomik aklı ekoloji sınırlarına çekmek ve sürdürülebilir bir kalkınma önermektedir. Salt her şeyi kar güdüsüne ve benmerk
Albert Schiweitzer’in dediği gibi “Aya ulaşma umutları içerisinde ayaklarının dibinde açan çiçekleri göremeyen insanlardır”. Homo sapiens düşünen insan demektir. Düşünen insan, homo insapiens (düşünmeyen insan) yerine de düşünmelidir. Bizim hedefimiz sadece onlara değil bugünün ve geleceğin kuşaklarına duygusal ekolojik akıllarını kullanmayı öğretmektir. Bu da ancak eğitilmiş toplumlarda mümkün olmaktadır.
Çevre bilinci oluşmadan toprak koruma ve sevgisi gelişmez
Dünya’da sınırlı miktarda olan tarım topraklarının kent çevrelerinde sürekli arsa olarak görülmesi ve betonlaştırılması uzun zamanda daha büyük çevre sorunları yaratacaktır. Ne yazık ki çoğumuz yediğimiz ekmeği ve diğer gıdalarımızı hazır soframızda buluyoruz ve gıdaların üretildiği toprağın önemini ihmal ediyoruz. Ancak unutmayalım ki insanlığın ortak malı olan toprağın gıda üretim amacından çıkarılıp amaç dışı kullanıldığı zaman insanın yaşayacağı en ciddi çevre sorunu oluşacaktır. Bu anlamda çevre bilincinin önemi yeniden düşünülmek zorundadır. Çevre bilinci ise bir felsefi dünya görüşüdür. Çevre Goethe’nin belirttiği gibi yaşama bütünsel bakabilmekte geçmektedir. Goethe ‘Doğada hiçbir şey tek başına ve yalnız değildir. Doğada her şey; önündeki, ardındaki, üstündeki, altındaki, sağındaki, solundaki şeylerle bağlantılıdır’ diyor. Benzer bir ifade de Kızılderili reisi Seattle’n, 1854’te, kendisinden toprak satın almak isteyen ABD Cumhurbaşkanına yazdığı mektupta görülmektedir. ‘Şu gerçeği iyi biliyorum.
Sınırlı doğal kaynaklara sahip dünyamızda artan çevre kirliliği faktörleri artık çevreyi temizlemesini bilen yeni teknolojiler ve politikaları geliştirmek zorundayız. Plansız programsız, basit kar güdüsü ile hareket etmek yerine doğayı ve insanı ön plana alan yaklaşımları sürdürülebilir bir yaklaşımla kullanmak daha akılcı ve zorunludur. Şu ana kadar yok olan ormanların, kirlenen suların ve katledilen toprakların geri gelemeyeceği gerçeğinden hareketle en azından bundan sonrası için, geriye kalanların da yerinde korunması geliştirilmesi sürdürülebilirlik ilkesi içerisinde yaşatılması için gerekli önlemler alınmalıdır. Koruma bilinci ile çevre sorunların ortaya çıkmadan önlenmesi, ekosistemlerin sahip olduğu biotik ve biotik olmayan unsurlarının nitelik ve niceliklerinin korunarak, sürdürülebilir şekilde yaşatılması bütün dünyada çevre faaliyetlerinin temel amacı haline gelmiştir.
Çevre bilinci felsefi bilinçten geçer
Felsefe, yaşamın anlamı ve nedenini sorgulayan tüm bilimlerin anasıdır. Felsefenin bir ikinci anlamı da ‘Yaşam Felsefesi’nde yatar. Yaşam felsefelerinde ölüm gerçeğini bulundurmayan insanlar kendilerini tanımıyor oldukları gibi dünya üzerindeki diğer yaşamları ve ölümleri de tanımıyor ve onların haklarına saygısızlık ediyorlardır. İnsanlar diğer canlılardan daha uzun süre yaşamak için ölümlerini geciktirme çabalarını sürdürmektedir. Bu çabadan insan aklının ve düşüncesinin günümüze getirdiği insan hakları ve sürdürülebilir yaşam kavramları çevre bilincini doğmuştur. İnsanoğlu bunca çatışmalar sonucu anlamıştır ki dünya üzerindeki yaşamının uzaması ve yaşanılan sürenin huzurlu ve nitelikli geçmesi, bir takım hakları doğuştan tüm insanlara eşit olarak tanımakla sağlanabilir. Ve bunu insanlık anayasası olan insan hakları evrensel bildirgesiyle tüm uluslara kabul ettirmiştir. Maalesef bugün bu haklar kâğıt üzerinde tamam gibi gözüküyor, ama sorun bu hakların bireyin yaşamına nasıl uygulanabildiğinde düğümleniyor? Bir tarafta dünyanın tek efendisi diğer tarafta dünyanın kaç bucak olduğunu bilmeyen Irak halkı.
İnsan ve doğadan yana anlayış çevre bilinci yaratabilir
Dünyaya gelen her bireyin bireysel ve toplumsal sorumlulukları vardır. Toplumsal sorumluluklar, aileden başlayarak yaşamın bütün alanlarından ulusal ve küresel sorumluluklara kadar gider; gitmelidir. Birinci ve en temel sorumluluklar, bireysel ve toplumsal yarar ve haklar tarafından belirlenmelidir. Her yurttaşın kendisi ile birlikte diğer canlıların yaşam haklarına da saygı göstermesi beklenir. Her canlı için yaşamın anlamı kendine verilen biyolojik yaşam süresince yaşamaktır. Bireysel sorumluluklarımızı iyi anlayabilmek için insanın kendini tanıması gerekir. İnsan kendini ancak kendini saran gerçekleri bilerek ve öğrenerek tanıyabilir. Yaşamın anlamı ve amacı sadece yaşamak olmamalıdır. Yaşamın anlamını bilmek içinde ölüm bilincine erişmek gerekir. Seneca ” Ey yaşam, senin bunca değerli oluşun ölüm sayesindedir”. Montaigne ise “Sizin bu tadını çıkardığınız varlıkta yaşam kadar ölümün de yeri vardır. Ölüm gerçeğinin bilen insanlarda mülk edinme, para kazanma isteği ve bunun için doğal kaynakları ve kendin
Burada ki mesaj net ve açık, yeryüzünün ortak malın bir hissedarı olarak birbirimizi motive ederek, biz bilinci ile karşılıklı saygı çerçevesinde bulunduğumuz coğrafyada yaşama şansı bulmak mümkün. İnsanın insan olma sürecinden bugüne kadar getirdiği birikimi içerisinde paylaşımsız, benmerkezciliğin faturası maalesef olağan üstü güzellikleri bazen bir anda yok edebilmektedir. Bugün dünyanın başına gelen bütün bu olumsuzluklar insanın bencilliğinin bir sonucudur. Artan seller, doğanın tahribi, ozon tabakasın delinmesi sonucu oluşan çevresel etkilerin hepsinin altında ben merkezli yönetimlerin büyük etkisi ön plana çıkmaktadır.
Çevre bilinci beylik sözler ile değil gerçek uygulamada gösterilmelidir
Bu tür günlerde genelde beylik laflar sık kullanılır. Geniş çevresi olanlar çevreyi daha iyi bildiklerini, çevrenin havasını iyi kokladıklarını, çevrelerini korudukları söylerler. Gerçekten haklılar ve kendi çevrelerini çok iyi korudukları için bugün çevre sorununu konuşuyoruz ve yazıyoruz. Çevre bilinci salt yere atılan çöplerin, izmaritin toplatılması değil. Veya yetkili kişilerin herkesin gözünün önünde sigarasının izmaritin ayağının ucu ile söndürmesi ile çevre bilinci sağlanmıyor. Binalara asılan süslü yazılar ile sorun çözülmüyor. Sorun kişilerin kafasında yatmaktadır. Çevre anlayışı tamamen bir eğitim sorunu olup, her şeyden önce insana ve topluma saygı duymaktan geçmektedir. Yere izmarit atmak, tükürmek, her türlü atıkları kimse yokken ortalığa bırakmak bir çevre anlayışı sorundur. Bu bilince erişmiş yetişkin kişiler yaşamın her alanında kendileri kadar toplumun diğer bireylerinin de yaşama hakkı oluğunu kabul eder. Salt benciliği için her şey bana bana deyip çevresini kollayarak gerçek çevre kirliliği.
İnsanın çevreye karşı sorumlulukları
Maalesef bütün dünyada ben merkezli bencil kişiler küçük çıkarları için her türlü ahlaki değer yargılarını ayaklar altına alabilmesi sonucu bugün artık ahlaksal çevre kirliliği yaşamaktadır. İktidarlarını korumak uğruna nelere peşkeş çekilmedi ki. Devletin ormanını ranta çevirmek için orman yakanından tutunda, fabrika, gemileri, sitelerdeki atıkların denizler ve tatlı sulara bırakılması tamamen bir bencil bilinç meselesidir. Küresel anlamda en yakınımızda Irak savaşı bir çevre felaketi idi. İktidarda kalmak için bütün dünyayı kitle imha silahları var deyip yanıltıp savaş çıkartan güçler savaş sonrası “Böyle bir şey olmayabilir” diyebilmişlerdir. Ancak bu arada bütün Orta Doğu’daki bitki, hayvan ve doğal varlıklar bu savaşta bir çevre felaketi yaşamıştır. Bütün bunların sonucu güzelim insan ruhu da kirlenmiştir. İnsanlar yarına güvensiz ve umutsuz olmuşlardır. Bu insanların çevreyi koruması bu durumda beklenilemez. Kişilerin bencilliği kabul edilir ancak arkasında bıraktığı tahribat daha yıkıcı olmaktadır.
Bu sorunların bir daha yaşanmaması biz bilinci ile işe sarılan lider vasıflı kişilerle mümkün olacaktır. Bazı dönemlerde bazı ulusların barış ve huzur içerisinde yaşadıkları bilinir. Tabii buradaki güç liderin kişiliğinde ve olaylara bakış açısından gelmektedir. Fakat tam tersi hareket eden korku salan, ben ne dediysem doğrudur, ben yaptım biti, ben padişahım diğerleri kul mantığının hakim olduğu durumlarda ise iç çatışmaların olduğu ve verimsizliğin artığı belirlenmiştir. İşte sosyal çevre kirliliği o zaman daha tehlikeli duruma gelmektedir.
Bencillik çevre kirliliğinin önemli nedenlerindendir
Bugün için çevre sorunu fiziki kirlilikten çok insanın halen anlayamadığı ve tüketim alışkanlığının hızla arttığı kirlilik olarak algılamak gerekir. Ciddi bir açgözlülük, üretmeden tüketmek, az çalışıp çok harcamak, doğal kaynakları bir araç olarak görüp ranta dönüştürmek günümüzün en ciddi çevre sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çevre bilinci ancak gelişmiş kendisi ile barışık, sorumluluk ve sınırla bilinci gelişmiş, öz güveni olan eleştiri ve öz eleştiri yapan yetişmiş insanlar tarafından sağlanır. Eğer eğitim sistemi yetişkin birey oluşturamıyorsa çevre bilinci gelişmez. Olsa olsa, ekipler oluşur, iktidarların etrafında pervane olan kim güçlü ise onun yanında nemalanmak isteyen sosyal çevreler oluşur. O zaman da sürekli kaldırımları değişen, yoları kazılan, asfalt dökülen yollar, dağ gibi çöplüklerden geçinen manzaralar ortaya çıkar.
Yarın daha büyük acılar yaşamamak için şimdiden doğa ile barışık yaşanabilir bir çevre hepimizin birlikte karar vereceği bir olgudur. Bunu gerçekleştirmek bir yönüyle bizlerin elinde bulunmaktadır. Biraz kendi çıkarımız kadar doğanın ve toplumun çıkarını da dikkate alırsak sanırım şimdikinden kat kat daha az çevre sorunu yaşarız. Gazze ve dünyanın her köşesinde ablukaya alınmış insanların yaşadığı sorunların kalkması ve insanca yaşam dileği ile herkese bizim penceremizden biz bilinci ile selamlar.










