Cumartesi, Aralık 20, 2025
tr
Ana Sayfa Blog Sayfa 262

Ermenilerin Hocalıda yaptıkları soykırım

0

  XX yüzyılın sonunda Ermenilerin Hocalı’da yaptıkları bu kanlı facia tüm insanlığa karşı yöneltilmiş en ağır suçlardan biri olarak değerlendiriliyor. Dünya tarihinde Hocalı faciası tarihin hafızalardan hiç silinmeyen Xatın, Hiroşima, Nagazaki, Sonqmi, Ruanda, Srebrenitsa ve Xolokost gibi korkunç facialardan hiç de geri kalmıyor. Adı geçen olaylar savaşlar tarihine sivil halkın soykırımı olarak dahil olmuş ve tüm dünyada geniş yankı doğurmuştur.

  Planlı şekilde gerçekleştirilen bu soykırımın özellikle Hocalı’da işlenmesi sırasında Ermeniler Azerbaycan’ın bu eski yerleşim bölgesinin yeryüzünden silinmesini amaç edinmiştiler. Çünkü Hocalı Azerbaycan’ın eski dönemlerine sahip alanlardan biri olarak tarih ve kültür anıtları ile seçilmekteydi. Azerbaycanlılardan oluşan 7 bin kişiden fazla nüfusu olan Hocalı (arazisi: 0,94 kv. Km.) Ermeniler yaşayan köylerin kapsamında en büyük ve eski yerleşim yeri olmuştur. Öyle ki, burada eski tarihi anıtlar günümüze kadar kalmakta idi. Bilindiği gibi, Hocalı yakınlarında bizim milattan önce XIV-VII yüzyıla ait olan Hocalı-Gedebey kültürünün örnekleri mevcuttu. 1992 Şubat’ında Ermeni-Rus birleşik silahlı kuvvetleri Hocalı nüfusunu acımasızca katl ederken soykırımın en iğrenç aşaması olan izi kaybetmek gibi menfur eylemlere de el atmış ve Azerbaycan halkı, aynı zamanda insanlık için ender anıtlar örneği olan Hocalı anıtlarını da dağıtmışlar.

  Aynı zamanda, Hocalı şehri Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde stratejik bir toprak gibi de Ermenileri rahatsız etmekteydi. Çünkü, Hocalı Hankendinden 10 km. güneydoğuda, Ağdam-Şuşa ve Esgeran-Hankendi yollarının arasında yerleşiyordu. Şehrin önemini arttıran nedenlerden biri de Dağlık Karabağ’ın tek havaalanının işte burada yerleşmesi idi. Dolayısıyla Ermenistan silahlı kuvvetlerinin temel amacı Hocalıdan geçen Esgeran-Hankendi yolunu kontrol etmek ve Hocalı’da bulunan havalimanını ele geçirmekti. Henüz faciadan 4 ay önce, yani Ekim 1991 yılı sonundan itibaren şehre giden tüm otomobil yolları kapanmış ve Hocalı’nın ablukası başlanmıştı. Ayrıca, 2 Ocak ‘tan itibaren Hocalı’ya elektrik verilmesi de kesilmişti.

  Böylelikle, artık Hocalı’nın Azerbaycan’ın diğer bölgeleri ile tüm ilişkileri kesilmiş, sadece tek ulaşım vasıtası helikopter kalmıştı. Ancak birkaç ay sonra Hocalı ile helikopter ilişkisi de kesildi. Yani 28 Ocak 1992 yılında Ağdamdan Şuşaya uçan 27137 sayılı Mİ-8 helikopter şehre ulaşmamış , Halfeli köyünün üzerinde Hankendi tarafından açılan roket ateşi sonucu partlatılmıştı, içerisinde bulunan 3 kadro üyesi ve 41 yolcu hayatını kaybetmişti . Bundan sonra ise, Ermenistan ordusu ardarda yukarı Karabağ’da Azeriler yaşayan son yerleşim yerlerini de işgal ettiler.

  1992 yılının başlarında Ermeniler daha vahim suçlar işlediler. Öyle ki, Şubat ayının birinci ongünlüğünde Şuşanın Malıbeyli ve Kuşçular, aynı zamanda Dağlık Karabağ dışında bulunan Kelbecer’in Ağdaban köyleri Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından istila edildi. Saldırı sırasında 100’den fazla Azerbaycanlı öldürülmüş, 140’dan fazlası yaralanmış ve esir alınmıştır. Bu kanlı olaylar Hankendi’nde yerleştirilmiş Rusya’nın 366. motoatıcı ve 81. Alayı’nın katılımıyla gerçekleştirilmiştir .

  13 Şubat’tan 17 Şubat’a kadar ise, Ermenilerin Hocavend ilçesi Karadağlı köyüne saldırısında onun 92 köy korucusu ve 54 sakini öldürülerek Silos kuyusuna atılmış, 117 kişi köy nüfusu (çocuk, kadın, ihtiyar, delikanlı) rehin alınmış ve sonradan onların 77’si vahşice katledilmiştir. Ayrıca, 1991 yılı 28 Haziran da Ermeniler bu köyün Verendeli Çiftliği’nde 6 kişiyi yandırmıştılar.

  1992 yılı 25 Şubat’tan 26’na geçen gece Ermenistan silahlı kuvvetleri Hankendi’nde yerleşen eski SSCB’nin 4. ordusunun 23. bölmesine dahil olan 366. motoatıcı alayın 10 tankı, 16 zırhlı transpartyoru, 9 yayaların savaş aracı, 180 kişi askeri uzmanı ve hayli askeri kuvvesiyle Hocalini kuşattı. Ermeniler en modern silahlarla şehre saldırarak Hocalı kentini yerle bir ettiler. Bir çok ağır araçla şehir tamamen yıkılmış, yakılmış ve insanlar özel acımasızlıkla katl edilmiştiler. Aralarında başları kesilen, gözleri çıkarılan, derisi soyulan, diri diri yakılan ve diğer şekle salınanlar çoğunlukta teşkil ediyordu.

  Bu soykırım sonucunda, resmi rakamlara göre, 613 kişi öldürülmüştü ki, onlardan 63’ü çocuk, 106’sı kadın, 70’i ise yaşlılar vardı. 8 aile tamamen yok edilmişti. 76’sı çocuk olmakla 487 kişi sakat edilmişti. Ayrıca, 1.275 kişi esir alınmış, 150 kişi kayıp düşmüştür .

Kuvvetler oranı eşit olmayan savaşlardan sonra Hocalı’da olan koruma kuvvetleri son kişiye kadar savaşıp düşmana çok ciddi direniş gösterdiler. Bunun kendisi de o dönemde savunma yeteneği zayıf olan bir şehri savunan insanların gösterdiği en büyük kahramanlık örneği idi. Hocalı’ya saldırı sırasında kuşatmada kalmış kentin 3.000 kişiyedek silahsız sivil halkı düşmandan kurtulmak için şehri terk etti. Ne yazık ki, o dönemde Hocalı’ya hiçbir yardım gösterilmemesi nedeniyle bu nüfusun hemen hemen büyük bir bölümü Ermeni vahşetinden kurtulamadı.

  Soruşturma belgelerinden belli oluyor ki, saldırıya önderlik eden ve halihazırda Ermenistan Savunma Bakanı olan Seyran Ohanyanın, ayrıca 366. alayın 3. batalyonunun komutanı Yevqeniy Nabokihinin takımında ek olarak 50’den fazla ermeni subayı ve gizirleri katılmıştır .

Rus subayı binbaşı Yuriy Girçenko günlüğünde yazıyor ki, “Hocalı’ya saldırı planı çok gizli hazırlanmıştı. Öncelikle kent ablukaya alındı. Burada silahlı OMON-çular da vardı. Dolayısıyla, Ağdam doğrultusunda bir koridor açıldı ve silahsız çıkmak kaydıyla OMON-çulara gitmek izni verildi. Koridorla OMON-çularla beraber sivil halk da çıkmaya başladı. Onlar koridorun sonuna geldiğinde asıl katliam başladı. OMON-çular katl edildikten sonra çocuk, kadın, ihtiyar olsun, tüm yakalananların diri diri gözleri çıkarılıyor, kulakları kesilerek derisi soyulurdu. Kaçanları ise, Gülablı köyüne kadar takip edip öldürdüler. Koridorda 200’den fazla, kentte ise 300’den fazla Azerbaycanlı esir alındı”.

  Hatta, Rusya basınında da Ermeni gaddarlığını kanıtlayan makaleler yer almıştır. Öyle ki, “İzvestiya” gazetesinin 13 Mart 1992 tarihli sayısında Rus askerinin dili ile aşağıdaki bilgiler yer bulmuştu: “Binbaşı Leonid Kravets: ben tepenin üstünde 100’e yakın cesedi gözlerimle gördüm. Bir oğlanın başı yoktu, her yanda özel acımasızlıkla öldürülmüş bayan, çocuk ve ihtiyar cesedi görünüyordu” . Ermenilerin Hocalı’da yaptıkları vahşilikleri delillerle isbat eden Rusya’nın«Memorial» Hukuk-Savunma Merkezi’nin bilgisinde hatta, diri insanın kafasının derisinin soyulması bilgisi da kayda alınmıştır .

  Ayrıca, Ermeni-Rus birleşik silahlı kuvvetlerinin Azeri nüfusa karşı Hocalı’da insanlığa sığmayan ve benzeri görülmemiş gaddarlığı olaydan az sonra dünyanın en öndegiden yayın organlarının sayfalarında da yer bulmuştur.

  Ermenilerin en modern araçları ve paralı çeteleri hakkında Ermeni lobisinin geniş faaliyet gösterdiği Fransa’da yayınlanan “Valer aktuel” dergisi 14 Mart 1992 sayısında konu hakkında bilgi vererek yazıyordu: Bu “özerk bölgede ‘Ermeni silahlı birlikleri Ortadoğu’dan gelenlerle en modern askeri araçlara, özellikle helikopterlere sahiptirler. ASALA’nın Lübnan’da ve Suriye’de askeri kampları ve silah-mühimmat depoları var. Ermeniler Karabağ Azerbaycanlılarını katl etmiş, 100’den fazla Müslüman köyünde katliam yapmışlar” .

  Ayrıca, Fransa’nın “Le Monde” gazetesi 14 Mart 1992 tarihli sayısında Ermenilerin yaptıkları vahşetler hakkında: Ağdamda olan yabancı gazeteciler Hocalı’da katledilmiş kadınlar ve çocuklar arasında kafasının derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış üç ceset görmüşler. Bu Azerbaycanlıların propagandası değil, gerçekdir ” .

  Ermenilerin yaptıkları vahşilikleri sağ kalmış Hocalıların diliyle İngiliz “The Times” gazetesi 1 Mart 1992 tarihli sayısında şöyle tasvir ediyordu: “Ermeni askerleri yüzlerce aileyi öldürdüler. Sağ kalanlar diyorlar ki, Ermeniler 450 ‘den fazla çoğu kadın ve çocuk olan Azerbaycanlını kurşunlamışlar. Yüzlerce, belki de binlerce kişi kayıp düşmüştür. Hocalı kaçan diğer kadınlarla ve çocuklarla bir arada Ağdama gelmiş Raziye Aslanova diyor ki, onlara ardı-arkası kesilmeden ateş açıyorlardı. İnsanları diri diri yakıyor, kafalarının derisini soyuyordular. Dediğine göre, kocası, kayınbiraderi ve oğlu katledilmiş, kızı ise kayıp düşmüştür ” .

  Ayrıca, İngiltere’nin “Financial Times” gazetesi 14 Mart 1992 tarihli sayısında Rus ordusunun içerisinde Ermenilerin olması ile ilgili yazıyordu: “General Polyakov bildirdi ki, 366. alayda bulunan 103 Ermeni askeri Dağlık Karabağ’da kalmıştır”. Fakat, 2 Mart 1992’de Hocalı soykırımının izlerini kaybettirmek için Ruslara ait 366. motoatıcı alay Gürcistan’ın Vaziani şehrine taşınmış, 10 Mart’ta ise mareşal Şapoşnikovun emriyle aynı alay iptal edilerek içeriği başka alaylara dağıtılmıştır.

 
_________________________________

(1)   Boran Aziz. Hocalı soykırımı: nedenleri, hayata geçirilme yolları ve sonuçları.

       Bakü, 2008, s.10.

  (2)  Aynı yerde s.10

  (3)  Ermeni terörist gruplarının insanlığa karşı cinayetleri (XIX-XXI asır.).

       Bakü, 2002, s.282. 

  (4)  Hacıyev N. Dağlık Karabağ tarihinden dökümanlar. Bakü, 2005, s.143.

  (5)  Ermeni terörist gruplarının insanlığa karşı cinayetleri

        (XIX-XXI asır.). Bakü, 2002, s.284.

  (6)  Aynı yerde, s.284-286.

  (7)  Hacıyev N. Dağlık Karabağ tarihinden dökümanlar. Bakü, 2005, s.144-145.

  (8)  “İzvestiya”, 13 Mart 1992

  (9)  Hacıyev N. Dağlık Karabağ tarihinden dökümanlar. Bakü, 2005, s.144.

  (10) “Valer actual” dergi , 14 Mart 1992.

  (11) “La Mond”, 14 Mart 1992

  (12) “The Times”, 1 Mart 1992

  (13) “Financial Times”,  14 Mart 1992

  (14) Hacıyev N. Dağlık Karabağ tarihinden dökümanlar. Bakü, 2005, s.145.

Genler ve sağlık-2: İyiler ve kötüler

0

  Günlük yaşantımızda sık sık kullandığımız kelimelerdendir iyilik ve kötülük. Kimi zaman bir olayı, bir nesneyi kimi zamanda kişileri nitelemede kullanırız. İyilik ve kötülük soyut kavramlar olarak karşımızda dursalar da ancak insanlar yaptıkları davranışları ile onları somut hale getirebilirler, kısaca iyilik ve kötülük yapıp yapmamak insanların elindedir. O halde şu soru soruyu sorabiliriz,  iyi ve kötü davranmak, iyi ve kötü olmak insanların doğasında var mıdır?  Biyolojik anlamda sağlığımız açısından iyi ve kötünün olup olmadığını aşağıdaki yazıyı okuduğunuz zaman kolayca karar verebileceksiniz ve bazı kavramların yerli yerine oturduğunu göreceksiniz. 

  Düşük Yoğunluklu Lipidlerin (LDL) reseptörlerinin keşfedilmesi ile yağ içeriği fazla diyetle çok beslenen kişilerin arterlerinde kolesterolün tıkanmayı nasıl oluşturduğu açıklandı. LDL reseptörü protein yapısında hücre zarında yer alan, düşük yoğunluklu yağ damlacıklarını tanıyarak onları dolaşımdan alıp hücrenin alınmasına yardım eden moleküldür. Hücrenin içersinde ise bu zararlı yağ damlacıkları ile proteini ayıran enzimleri taşıyan lizozom organeli vardır. Lizozom organelindeki yıkıcı moleküller LDL’yi reseptöründen ayırır ve ayrılan LDL kolesterol paketi halinde karaciğere gönderilir. Karaciğere gelen kolesterol, karaciğer hücrelerinde, yediğimiz yiyeceklerden daha fazla kolesterol yapılmasını durdururlar. Bu olaylar düzgün bir şekilde yürüdüğü zaman kolesterol kandaki HDL dediğimiz yüksek yoğunluklu lipidlere bağlanarak karaciğere ya da vücut dışına atılmasını sağlar.

  Fakat HDL molekülleri yeteri kadar değilse ya da LDL reseptörleri ile yeteri kadar hücre içine alınamazsa kan dolaşımında gereğinden fazla birikmeye başlar. Bu nedenle LDL kötü kolesterol buna karşılık HDL iyi kolesterol olarak bilinmektedir. İşte sağlımızın iyi ya da kötü olmasında bu iki iyi ya da kötü molekül etkili olabilmektedir. Kolesterolün kendisi kötü molekül değildir aslında. Hücre zarının oluşmasında, zarın akışkanlığının sağlanmasında, nefes almadan tutun hücre içine madde alışverişinin yapılmasına kadar hücrenin bütünlüğünün korunmasında oldukça önemlidir. Tehlikeli olan durum normal durumlarda hayati öneme sahip kolesterolün gereğinden fazla olması durumunda kan dolaşımında birikmesi özellikle kalp damarlarının tıkanmasına yol açmasıdır.

  Ailesel yüksek kolesterolü olanlarda LDL reseptörleri bozuktur ve bozuk olan reseptörler LDL’nin hücre içine alınmasını güçleştirir buna karşılık dolaşımdaki kolesterol düzeyi hızla artar. Genlerimiz LDL reseptör sayılarını belirler, böylece bazı insanların çok yağlı diyetle beslenseler de resptörlerinin fazla olmasından dolayı sağlıklı kolesterol düzeyine sahip olduğu, buna karşılık az sayıda reseptöre sahip olan bireylerin diyetlerine çok özen gösterseler de yüksek kolesterole sahip oldukları görülmektedir.Yani düşük LDL yüksek HDL kalp damar sağlığını güçlendirmektedir.

 
  (Ricki Lewis, Human Genetics, the basics)

  Bir sonraki yazımızda önceki yıllarda TIME dergisine de konu olan God Gene (Tanrı Geni)  kavramını farklı bir yaklaşımla anlatmaya çalışacağım.      

Uğur Mumcu niye öldürüldü?

0
  İki kutuplu bir dünya ve “soğuk savaş” olarak tabir edilen uluslar arası ayrılıkçılığın hâkim olduğu bir dönem… Şimdiki Rusya ya da Bağımsız Devletler Topluluğu o zamanlar Sosyalizmle yönetilen “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği”(SSCB)’ydi… Bir yanda sosyalist Rusya diğer yanda kapitalist ABD… İşte dünya politikaları bu eksene göre belirleniyordu ve ABD emperyalist emellerine ulaşmak için o dönemde de her yolu mubah kabul ediyordu…
  Türkiye, tarihin her döneminde olduğu üzere bu dönemde de oldukça stratejik bir öneme sahipti… Gerek Rusya açısından gerekse ABD açısından önemli bir konumdaydı…
ABD, Orta Doğu’ya açılan kapı olan, ezeli ve ebedi düşmanı sosyalizm ile yönetilen bir ülkeye sınır olan Türkiye için ezeli ve ebedi dost, en büyük müttefik rolünü oynuyordu… Bu uğurda yerli iş birlikçiler yaratmış ve faili meçhul(malum) bir sürü kanlı senaryo tezgâhlamıştı…”Ağza bir parmak bal çalmak ” tabirinden kinaye Marschal Yardımları ve Truman Yardımları adı altında kampanyalar yapıp Türk halkını ihya etmiş ve kendince kazandığı bu meşruiyetin keyfini sürmek istiyordu. SSCB ise sınır komşusu bu ülkenin sosyalizme geçmesini ve ABD tehdidini bu sayede bertaraf etmek gayretindeydi…
   İşte bu yaklaşımlar ve beklentiler sayesinde Türkiye daha da önemli oluyor, bir sürü komplonun tezgahlandığı, hayata geçirildiği bir ülke haline geliyordu. 24 Ocak 1980 Ekonomik kararlarına kadar Türkiye’de “İthal ikameci” politik ekonomi uyguluyordu. Bu şu anlama geliyor; İhtiyaç duyulan şey ülke kaynakları ile karşılanamıyorsa, kontrollü ve sınırlı, katı bir devletçilik anlayışı ile ithal edilebilir. Ama esas olan “yerlimalı”dır. İşte “Anadol” “Murat” gibi yerli otomobillerin saltanatının sırrı da buydu.1980 öncesi döviz cinsinden para taşımaya kota konulması, yabancı sigara yasağı gibi akıllara ilk gelen uygulamaların temelinde “ithal ikameci politik ekonomi”tercihi vardır.
  24 Ocak kararları Türkiye’nin liberalleşmesi sürecinin manifestosudur… Türkiye katı devletçi anlayıştan, yani sosyalizme benzeyen ya da dönüşebilecek tehditlerden, uzaklaştırılmalı ABD’ye benzemeliydi… Öncelikle ekonomi politikası değiştirildi… İthal İkameci politika yerine “İhracatı teşvik” politikaları kabul edildi… İhracat esastı, ihtiyaç olanı içerde üretmek pahalıydı ve bu nedenle dışarıdan almak daha karlıydı(!) .Bir anda Dolarlı Marklı, Marborolu Kentli hayata balıklama dalışımızın, hayali ihracat gibi kavramlarla tanışmamızın temelinde yatan işte bu 24 Ocak kararlarıdır.
  24 Ocak kararlarını ve etkilerini öyle birkaç satırla anlatmak elbette olası değil, genel olarak bir fikir edinilmesi adına köşelerine değinerek izaha çalışıyorum umarım anlaşılıyordur…
24 Ocak Kararları hazırlanırken ülkede tam bir kaos hali hakimdi… Toplumsal halk muhalefeti “Sosyalist devrim” şiarı ile yükselmiş, devlet sokakların, okulların kontrolünü kaybetmişti. Ekonomik buhran, kara borsa, işsizlik, yolsuzluk da cabası… Parlamento çalışamaz hale gelmiş, Cumhurbaşkanı seçilemiyor, hükümetler güvenoyu alamıyordu… Bu şartlar altında 24 Ocak Kararlarını uygulamak daha işin başında başarısızlığı kabul etmek manasına gelirdi ki, bu kararların arkasındaki emperyalist güç ABD elbette böyle bir hata yapmayacaktı.
  Her şeyden önce “Toplumsal muhalefet” bastırılmalıydı ve bir korku toplumu yaratılmalıydı… Yurdun büyük bölümünde uygulamaya konulan sıkıyönetim de tırı vırı çıkmıştı. Böyle giderse ABD evrensel emeline ulaşamayacaktı. Korku toplumu yaratmak adına en etkili hamle ise “darbe”ydi… Türkiye o darbe ile 12 Eylül 1980 tarihinde tanıştı… Darbeden yıllar sonra ABD’li yetkililerin “Türkiye’de bizim çocuklar başardı” diye memnuniyetlerini ifade ettiklerini de öğrenecektik…
  12 Eylül öyle bir geldi ki; Sağcıymış, solcuymuş, dinciymiş dinlemedi… Bu ülke için düşünen ve kaygılanan kim varsa tıktılar içeri ve uzun yıllar güneş yüzü göstermediler… Orta Çağ’a has muamelelerle, tek tip giydirip askeri nizam içtima aldılar… Evlerden, okullardan, öğrenci yurtlarından bir sürü kitap topladılar, meydanlarda çayır çayır yaktılar kitapları… Kitapları yaktılar o kitapları okuyanları da astılar…Asamadıklarına adamlığını unutturdular…Bilinen tüm yasaları, partileri,dernekleri yasak ettiler…Anayasa’yı babalar gibi ortadan kaldırdılar…İşkence etmek, asmak ve çekip vurmak konusunda hiç tereddüt etmediler…Darbeden otuz yıl sonra darbenin mimarı Kenan Evren “Bu gün olsa yineyaparım nitekim” diyebilecek kadar rahat olacaktı…Kenan Evren ve darbeciler o gün de bu gün de oldukça rahatlar…
  Anlattığımız bu dönem, sanmayın ki hep böyle net görülüyordu…Sanki birileri “çıt” diye düğmeyi kapatmış ve ülke karanlığa gömülmüştü…Ne olduysa da o karanlıkta olmuştu… Uğur Mumcu ve diğerleri o karanlıkta olup bitenleri ortaya çıkarıp deşifre ettikçe, bizlerin de gözü açılıyordu…Oysa maymunun gözü açılmamalıydı…Karar verildi, kalem kırıldı ölsündü Uğur Mumcu…Öyle bir zamanda ölsündü ki geride kalanlara mesaj olsundu…
24 Ocak 1993 tarihinde, Ankara kar altındayken, zemheri ayazıyken, kalemi kana düşüyordu Uğur Mumcu’nun…
  24 Ocak 1980 tarihli kararların uygulanması için karartılan ülkede salına korkunun deşifre edilmesi ve bu tarihi suçu işleyenlerden hesap sorulması için zemin hazırlayan Uğur Mumcu, 24 Ocak tarihinde öldürüldü… Tarih kesinlikle tesadüf değildi…
  18 yıl… Tam 18 yıl geçti üstünden… Bir nesil Uğur Mumcu’suz büyüdü…18 yıl önce beş yüz bin kişi Mumcu’nun cenazesinde yürürken katillerin bulunmayacağını zaten biliyordu… Uğur Mumcu ölümüyle de büyük bir ders veriyordu… O halkının birliği, tek yürek olması, acılarda kenetlenmesi gibi temiz niyetler taşıyordu ve beş yüz bin kişiyi bir araya getirip aynı sloganı attırdı…

Bosna-Hersek ve Bulgaristan Halk Dansları Topluluğunun Amasya gösterisi

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Bulgaristan ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti Halk Dansları Topluluğu; Amasya Yavuz Selim Meydanında Nevruz Kutlamaları etkinliği çerçevesinde gösteride bulundular. Yerel giysileri ve  çalgı aletleriyle gösteride bulunan Bulgaristan ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti Halk Danslarının gösterileri Amasya halkı tarafından ilgiyle izlendi.

 

         

         Bosna-Hersek Cumhuriyeti Halk Dansları Topluluğu gösterilerde bulunurken

                               

                                    

                                              Bulgaristan Halk Dansları Topluluğu

Türkiye örneği Niksar Kaymakamı Uğur Turan’a vatandaş sevgisi

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Tokat-Niksar’da 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma günü etkinlikleri Niksar Şehitler anıtında törenlerle başlandı. Tokat-Köklüce Komando Tabur Komutanlığı Tören Mangası saygı atışı yaptı. Törende bir konuşma yapan Jandarma Teğmen Okan Özcan  konuşmasında; “Çanakkale Zaferi’nin dünya tarihinde bir dönüm noktasının olduğunu ve  güç dengelerinin değiştiğini, Türk milletinin olayların akışı üzerinde belirleyici bir rol oynadığını” vurguladı.  

 
                 
                 Niksar Şehitler Anıtı        Kaymakamı Uğur Turan ve protokol ağaç dikerken
 
  Niksar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünce düzenlenen şiir okuma yarışmasında birinci gelen Prof. Dr. Mustafa Erol Turaçlı Öğretmen Lisesi öğrencisi Çağdaş Garipoğlu da şiirini okudu Daha sonra Niksar Kaymakamı Uğur Turan’ın şehitlik defterini imzalamasının ardından İlçe Kaymakamı Uğur Turan ve Belediye Başkanı Duran Yadigar ve diğer protokol üyeleri şehitler anıtı alanına günün anısına çam fidanı diktiler.
 
         
        Kaymakam Uğur  Turan ve protokol şehitlikte    Şehit annesi şehitlikte dua okurken
 

  Niksar Kaymakamı Uğur Turan ve beraberindeki protokol üyeleri daha sonra Harmacık ve Melikgazi mezarlığındaki şehit mezarları da ziyaret ederek, dua okudular. Şehitlik ziyaretinden sonra İlçe Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü konferans salonunda günün anısına kutlama etkinlikleri yapıldı. Burada yapılan etkinliklerde; Niksar Kız Meslek Lisesi öğrencilerinden oluşan koro, Çanakkale türkülerini seslendirdi. Diğer taraftan öğrencilerin oynadığı “Silahını Vermeyen Şehit” adlı oyun izleyenlerin duygulanmasına neden oldu.Öğleden sonra Niksar Öğretmenevinde şehit ailelerine yemek verildi. Niksar Öğretmenevinde ayrıca kompozisyon, şiir okuma, şiir yazma, resim yarışmalarında dereceye giren öğrencilere ödülleri verildi.

              

     
     20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatına            Niksar Kaymakamı Uğur Turan ve
                katılan Niksarlı Gaziler                        Belediye Başkanı Duran Yadigar şehitlikte
                                                                                                                                        
      Tüm bu kutlamaların bitiminden sonra Niksar halkının gönlünün kazanan halk ve gönül adamı Niksar Kaymakamı Uğur Turan Niksar ilçe merkezinde oturan ve umre dönüşü yapan Niksarlı vatandaşların evlerini ziyaret ederek, onların gönüllerini aldı. Niksar Kaymakamı Uğur Turan’ın vatandaş evi ziyaretleri, Niksar cadde ve sokaklarında halka beraber samimi diyologları, Niksar halkının Kaymakam Uğur Turan’a karşı sevgi ve saygıları gözlerindeki samimi ve sevinç dolu bakışlardan belli olduğu dikkat çekti. Türkiye örneği Niksar Kaymakamı Uğur Turan samimi ve sevecen davranışlarıyla herkesin takdirini kazanmış ve Niksarlılarla adeta bütünleşmiştir. Niksarlı her vatandaşa Kaymakam Uğur Turan sorulduğunda, kendisinden övgüyle konu ediliyor.
 
                       
                          Tokat- Niksar  Kaymakamı Uğur Turan’dan vatandaş sevgisi
 
              
               Niksar Kaymakamı Uğur Turan  Niksar’da caddede vatandaşlarla birlikte   
 
             
       Türkiye’de örneği Niksar Kaymakamı Uğur Turan umre dönüşü vatandaş evi ziyareti 
         
          
     Niksar Kaymakamı Uğur Turan umre dönüşünde vatandaşların evlerini ziyaret ederken

Deniz Bank İşletme ve Tarım Bankacılığı Genel Müdürü Yardımcısı Gökhan Sun: Üreticilerimiz çok önemli bir avantaja sahip olacaklar”

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Deniz Bank, çiftçilerin “Torba Yasa” kapsamında af gelen gecikmiş Bağ-Kur borçlarını 5 yıla varan vade ve yılda bir ödeme avantajı ile yeniden yapılandıracak. Deniz Bank İşletme ve Tarım Bankacılığı Genel Müdürü Yardımcısı Gökhan Sun konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi;

  “Deniz Bank olarak tarım sektöründe sürdürdüğümüz faaliyetler ve gerçekleştirdiğimiz ilkler ile her zaman, her yerde üreticimizin yanındayız ve bundan sonra da olmaya devam edeceğiz. Çiftçilerimizin hem finansal hem de sosyal hayatlarına değer katmayı hedefliyoruz. Af kapsamına alınan Bağ – Kur borçlarını, üreticilerimizin hasat dönemine göre yapılandırıyoruz. Aftan yararlanacak tüm üreticilerimizi Deniz Bank’a bekliyoruz.”

Karadeniz Bölgesinin en büyük Organize Besi Sanayi Bölgesi ne zaman hizmete girecek?

0

  Ülkemiz ekonomisinde hayvancılık önemli bir yer tutmaktadır: Özelikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde halkımızın temel geçim kaynağı hayvancılıktır. Ancak günümüzde hayvancılık üretimi geçmiş dönemlere göre bakıldığında ekonomik girdilerin fazlalığı nedeniyle gittikçe geri gitmektedir. Ülkemizde devletimizin hayvancılığın gelişmesi yönündeki üretime dönük çalışmaları ve projeleri takdir etmek gerekir.

  Fakat tüm çalışmalara hayvancılık üretimi ülkemizin geçmiş yıllarına bakıldığında istenilen seviyede değildir. Bunun göstergesi de devletimizin et fiyatlarının yükselmesi nedeniyle yurt dışından canlı hayvan ithalat etmesidir. Onun için hayvancılık devletimizin sunduğu ve çalışmaya başlanılan bu projelerin hiç zaman geçirilmeden hayata geçirilmesi bu konudaki önceliklerimizden olması gerekir. Çünkü hayvancılık ülkemiz için önemli sektördür.  Anadolu’daki birçok insanımızı geçimini bununla sürdürmektedir. Özellikle ülkemiz insanın önünü açan bu yöndeki projelere hız verilmesi ve bir an önce bitirilmesi gerekmez mi? Ancak bürokrasinin düzenli çalışmaması nedeniyle zaman zaman bu tür çalışmalarda aksaklıklar görülmektedir.

  Devletimiz hayvancılık sektörünün iyi bir seviyeye gelmesi konusunda büyük bir çalışma örneği sergiliyor. Ancak bürokrasinin,  bu sektörün acilen iyi bir seviyeye gelmesi için devletimizin yaptığı çalışmaları takip edememesi ve kısa zamanda sonuçlanması konusunda gösterilmesi gereken gayreti göstermeleri gerekmez mi? Devlet yatırım konusunda projeyi onaylar ve gerekli ödeneği gönderir. Takip etmek ve sonuçlandırmak bürokrasinin işidir. Ülkemizde bürokrasi bu konuda devletimizin kalkınması yönündeki acil çalışmalara ayak uydurmakta güçlük çekmektedir.

  Bürokrasi işlerinde genelde klasik hizmet ve görevlerin dışına çıkmakta zorlanmaktadır. Ülkemizde işsizlik oranının yüksekliği nedeniyle konuyla ilgili bürokratların istihdama ve ülkemizin kalkınmasına yönelik çalışmalara ağırlık vermesi gerekirken, normal rutin yapılması gereken işlerin dışına çıkamıyorlar.  Devletimizin ülkemizin kalkınması yönündeki çalışmalara hız verirken, bürokrasinin buna ayak uydurması gerekir.  Siz uygulayıcı bürokrat olarak ben bu işi yapamıyorum ve bu konuda başarıyı yakalamada zorluk çekemiyorum diye söylerseniz bu bir erdemliliktir. Çünkü o makamlar hizmet makamlarıdır.

  Sözü buraya kadar getirmişken size Karadeniz Bölgesinde hayvancılık yönünden bölge halkının ufkunu açacak ve ülkemize ekonomik yönnden katkısı olacak Amasya iline bağlı Suluova ilçesinde yapım çalışmalarına 2005 yılında başlanılan Suluova Organize Besi Sanayi Bölgesinden bahsetmek istiyorum. Bu organize besi sanayi bölgesi 900 dekar bir alanı kaplamaktadır. Bu projenin gerçekleşmesi için bugüne kadar yapılan harcamanın 6-7 trilyon olduğu ve yapılan alt yapı çalışmaların bu yıl sonuna kadar biteceği söyleniyor.

  Ama bu organize sanayi bölgesinin ne zaman biteceğinin henüz netleşmiş olmadığı söyleniyor.  Günümüzde devletimizin hayvancılığın kalkınması yönündeki çalışmalar hızla devam ederken, bu organize besi sanayi bölgesi 5 yılda neden bir türlü bitirilemiyor?

  Halbuki bu besi sanayi bölgesi hizmete girdiğinde bölgedeki hayvancılık sektörü büyük ölçüde canlanacaktır. Bunun istihdama ve ekonomiye önemli katkısı olacaktır. Günümüzde et fiyatlarının yüksekliğinden şikayet edilirken ve canlı hayvan ithalatının ülkemiz gündeminde olduğu bir dönemde buradaki çalışmaların 5 yıl uzaması gerekir mi? Ya sizce?

TZOB: “Sulama yatırımları hızla tamamlanmalıdır”

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) “22 Mart Dünya Su Günü ” nedeni ile yaptığı yazılı açıklama şöyledir; “Su, canlılar için vazgeçilemez bir doğal kaynak olup, eksikliği bitkisel üretimi kısıtlayan çok önemli bir gelişim etmenidir. Su kaynakları ülkelerin en önemli doğal zenginlikleri arasında yer almaktadır. Tüm dünyada sosyal ve ekonomik faaliyetlerin sürmesi büyük ölçüde temiz ve yeterli su arzına sahip olmaya bağlıdır. Küresel ısınmanın en büyük sebeplerinden biri olan sanayileşmenin artması ile toprak ve su kaynakları korunamaz hale gelmiştir. Mevcut kaynaklar hızla azalmakta ve kirlenmektedir. Günümüzde azalan su kaynakları artan nüfusun talebini karşılayamaz hale gelmiştir.  Dünya nüfusu son yüzyılda 3 kat artmış, su kullanımı da 6 katına çıkmıştır. Kişi başına su tüketiminin Dünya ortalaması yılda 800 m3 civarındadır. Dünyada 1,4 milyar insan yeterli içme suyundan yoksun olup, 2,3 milyar kişi sağlıklı suya hasrettir. Halen su ile ilişkili hastalıklardan ölenlerin sayısı ise yılda 7 milyonu bulmaktadır.

Suyun tasarruflu kullanımı konusunda duyarlı ve akılcı politikalar

  Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu 1992 yılında Rio de Jenerio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda, dünyada suyun giderek artan öneminden dolayı her yıl 22 Mart gününün “Dünya Su Günü” olarak kutlanmasına karar vermiştir. Konferansın sonuç metni olan “Gündem 21’in 18. Bölümünü” referans alan bu karar gereğince bütün ülkeler su kaynaklarının rasyonel kullanımının önemini belirten etkinlikler düzenleyeceklerdir.

Dünya Su Günü 1992 tarihinden bu yana her yıl farklı temalarla kutlanmaktadır. Bu yıl tema kentsel su yönetimini ele alan hükümetleri, kuruluşları, toplulukları ve bireyleri teşvik etmek amacıyla “Şehirler için Su: Kentsel Sorunlara Cevaplar” olarak belirlenmiştir. TZOB 2011 Dünya Su Günü münasebetiyle ülkemiz insanları ve çiftçilerimiz için son derece önem taşıyan suyun tasarruflu kullanımı konusunda duyarlı ve akılcı politikaların uygulanmaya konulmasına bir kez daha vurgu yaparak, tüm ilgililerin üzerlerine düşen sorumluluk bilinci ile “Dünya Su Günü’nü” idrak etmesini beklemektedir.

Sulamanın her iki boyutu da aynı derecede önem taşımaktadır

  Dünyada, son yıllarda artan nüfus ve küresel ısınmanın sonucu olarak ortaya çıkan kuraklık ve seller nedeniyle gıda fiyatlarında yaşanan dalgalanmalar ile tarım ürünlerinin fiyatları yükselmiş,  bunun sonucu olarak açlık çekenlerin sayısı artmıştır. Ortaya çıkan bu durum, tarımın ve gıdanın stratejik önemini dünyaya yeniden hatırlatmıştır. Ülkemizde, nüfusun 2030 yılına kadar 100 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Ayrıca dünya üzerinde bulunan su kaynakları ülkelere ve bölgelere göre eşitsiz bir biçimde dağılmış olup, son zamanlarda kendini hissettirmeye başlayan iklim değişikliğinden kaynaklanan havzalardaki yağış ve dolayısıyla su rejimi yıllar itibarı ile değişime uğramakta buda ülkemizde tarımı ve tarım desenini etkilemektedir.  Söz konusu olan tüm olumsuz etkenlere karşın, nüfusun gıda güvencesine sahip olabilmesi için ekilebilen alanların artırılması mümkün olmadığından, çiftçilerimizin verimliliklerini artırarak sürdürülebilir tarımı devam ettirmesi için öncelikli olarak toprak ve su kaynaklarımızın korunması ve verimli kullanılması gerekmektedir.

Ülkemiz ekonomisi açısından, gündemden düşürülmemesi gereken en önemli konu, sulama alanlarımızın artırılması, sulamaya açılmış alanlarımızın korunması ve israfın önlenmesidir. Sulamanın her iki boyutu da aynı derecede önem taşımaktadır. Bir taraftan yeni sulama alanlarının açılması sürdürülürken, diğer taraftan da sulanan alanlarda verimliliğin artırılması çalışmaları büyük bir gayretle sürdürülmelidir.

Avrupa’da ise sektörler itibariyle su kullanımı

% 33 sulama, % 51 sanayi, % 16 içme ve kullanma amaçlıdır

  Su genel anlamda, içme suyu olarak, sanayide ve tarımsal üretimde kullanılmaktadır. Ülkemizde teknik ve ekonomik olarak tüketilebilecek yeraltı ve yerüstü su miktarı 112 milyar m3‘tür. Yıllık su tüketimimiz 46 milyar metreküp olup, toplam su potansiyelimizin %41,1’ini oluşturmaktadır.  Bu miktarın 34 milyar m3‘ü (%74) tarımsal sulamada,  5 milyar m3‘ü sanayi sektöründe, 7 milyar m3‘ü ise içme suyu olarak kullanılmaktadır. 2023 yılında ise tarımsal sulamada kullanılan suyun miktarı 2 kattan daha fazla artarak 72 milyar m3‘lük bir hacme ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu kapsamda tarımsal sulamanın ülkemizin su kaynakları ve tarım sektörü açısından önemi büyüktür. Avrupa’da ise sektörler itibariyle su kullanımı % 33 sulama, % 51 sanayi, % 16 içme ve kullanma amaçlıdır.

Türkiye suyu kıt ülkeler sınıfında yer alacağı ortaya çıkmaktadır

  Uluslararası standartlara göre; yıllık kişi başına düşen su miktarı 1000 m3 ile 2000 m3 arasında olan ülkeler, su sıkıntısı ile karşı karşıya olan ülkeler olarak tanımlanır. Bu tanımlama ışığında ülkemizin kişi başına düşen kullanılabilir su miktarına baktığımızda, 1519 m3 olduğu görülmektedir. 2030 yılına kadar ülke nüfusumuzun 100 milyona varacağı tahmin edilmektedir. Bu durumda kişi başına kullanılabilir su miktarımız 1100 m3 e düşeceği ve Türkiye suyu kıt ülkeler sınıfında yer alacağı ortaya çıkmaktadır. Tüm bu gelişmeler ışığında su kaynaklarının israfının önlenmesi ve verimliliğinin artırılması son derece hayati önem arz etmektedir. Öte yandan ülkemiz sanıldığı gibi su zengini bir ülke değildir. Dolayısıyla su kıtlığı ile mücadelede en etkili önlem, mevcut su potansiyelimizi en duyarlı ve akılcı şekilde kullanmak ve sürdürülebilirliğini sağlamaktır.

Ülkemizde su kaynakları ciddi bir kirlenme sorunu ile karşı karşıyadır

  2010 yılı teması olarak belirlenen “Şehirler için Su: Kentsel Sorunlara Cevaplar”, kentlerde ve Büyükşehirlerimizdeki su israfına karşı hükümeti ve yerel yönetimleri konunun önemi hakkında bilgilendirmek ve tasarrufa teşvik etmek açısından önemlidir. Ülkemizde su kaynakları ciddi bir kirlenme sorunu ile karşı karşıyadır. İçme sularımız bakteriyolojik ve kimyasal kalitesi açısından kabul edilemez sınırlara gelmiştir. Kaynaklarımızın kirlenmesi ile kullanılabilir su potansiyeli azalmakta, dolayısı ile suyun maliyeti artmakta iken, kişi başına düşen su miktarı azalmaktadır. Kentleşme ve sanayileşmenin artması ile milyonlarca ton kirleticinin akarsulara ve denizlere bırakılması sonucunda; Gediz, Büyük Menderes, Ergene, Meriç, Susurluk, Ankara Çayı ve Sakarya nehirlerinde “kirlilik” ciddi boyutlara ulaşmıştır.  Atık suyun yüzde 55’i endüstri tesislerinden kaynaklanmaktadır. Endüstriyel nitelikteki atık suların sadece yüzde 9’u arıtılmaktadır.

Sanayileşmenin yoğun olduğu bölgelerde su kaynakları

  TÜİK 2008 yılı Belediye Atıksu İstatistiklerine göre 2008 yılında kanalizasyon şebekeleri ile toplanan 3,26 milyar m3 atıksuyun %44,7’si denize, %43,1’i akarsuya, %3,5’i baraja, %2,1’i göle-gölete %1,5’i araziye ve %5,1’i diğer alıcı ortamlara deşarj edilmiş ve bu suların ancak % 69’unun arıtıldığı belirtilmiştir. Sanayileşmenin yoğun olduğu bölgelerde su kaynakları hızlı bir biçimde kirlenmekte ayrıca kaçak su çekimi nedeniyle üreticiler sağlıklı ve temiz su temininde sıkıntı çekmektedirler. Ülkemiz su kaynakları, su toplama ve boşaltım alanları olarak 26 büyük havzaya ayrılmıştır. Bu havzalardaki yıllık yağış ortalaması 643 mm olup, su olarak bu değerin yıllık karşılığı 501 milyar metreküp’tür. Su kaynakları, ülkedeki sosyal ve ekonomik kalkınma faaliyetleri bütünlüğünden ayrılmadan koordineli bir şekilde yönetilmelidir. Bu yönetim yapısı entegre yönetim anlayışı ile arz ve talebin her ikisine de yönelik uyumlu faaliyetlerde bulunacak güçlü ve etkili bir yönetim zihniyetine sahip olmalıdır.

Ziraat Bankasının 0 faizli kredileri ve %75 hibeli devlet destekleri

  DSİ’ce geliştirilen sulamalarda basınçlı sulama sistemlerinin kullanımı 2009 yılı itibarı ile %17’ye ulaşmıştır. Buna göre sulanan alanın % 83’ünde yüzeysel, % 13’ünde yağmurlama ve %4 ünde damla sulama yöntemi uygulanmaktadır. Basınçlı sulama sistemleri için Ziraat Bankasının 0 faizli kredileri ve % 75 hibeli devlet destekleri verilmektedir. Artan teşvik ve kredi imkânlarına rağmen basınçlı sulama sistemleri kullanımı halen % 17 gibi düşük bir seviyededir. Bu sistemlerin yaygınlaştırılması için kredi ve desteklemelerin devam ettirilmesi aynı zamanda söz konusu sistemlerin çiftçiye faydaları ile ilgili eğitim ve tanıtım faaliyetlerinin yürütülmesi gerekmektedir. Ancak, basınçlı sulama yatırımlarına verilen devlet desteklerinin doğru projelere verilmesinin sağlanması gerekmektedir. Şuanda sulama yatırımları amacıyla hazırlanan projelerde su tasarrufu ve kullanılan malzemeler yönüyle önemli hatalar bulunmaktadır. Bu projelerin uygun bir proje ekibince hazırlanıp, uygulanması önem arz etmektedir.

Arazilerin parçalı olması, sulama çalışmalarının zamanında bitirilmesini engellemekte

  6172 sayılı Sulama Birlikleri Kanunu TBMM tarafından 8.3.2011 tarihinde kabul edilmiştir. Söz Konusu Kanunun üreticimize faydalı olmasını sulama birliklerinin pek çok sorununun giderilmesinde fayda sağlamasını temenni etmekteyiz. Arazilerin parçalı olması, sulama çalışmalarının zamanında bitirilmesini engellemekte ve bitirilen şebekeler çok pahalıya mal olmaktadır. Bu nedenle, Tarım Bakanlığı’nın yılda bir milyon hektar arazi toplulaştırması hedefine bağlı kalarak arazi toplulaştırma çalışmalarının bir an önce tamamlanması gerekmektedir. Suyun rasyonel ve etkili kullanımını sağlamak için AB Su Çerçeve Direktifine uyumlu ancak Ulusal çıkarlarımızın göz ardı edilmediği bir Su yasası çıkarılmalıdır.

Bilgisiz ve yanlış tarım uygulamaları toprak ve su kaynaklarının azalmasına ve kirlenmesine yol açmaktadır. Bu nedenle, çiftçilere yönelik eğitim çalışmaları, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı önderliğinde, yetkili Kamu ve Sivil Toplum Kuruluşlarıyla birlikte yürütülmeli ve yeterli seviyelere çıkarılmalıdır.

Su konseyinin kurulması ve su yasasının çıkarılması

  Türkiye Ziraat Odaları Birliği olarak Ziraat Odalarımız ile birlikte çiftçilerimize verdiğimiz eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yanında AB kaynaklı projeler ile sürdürülebilir tarımı destekleyerek, çevre, toprak ve su kirliliğini azaltmaya yönelik faaliyetler yürümekteyiz.

Ziraat Bankası tarafından su tasarrufu amacı ile kapalı ve basınçlı sulama sistemlerine yönelik verilen 0 faizli kredileri ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca %75 hibe desteklerini memnuniyetle karşılamaktayız. Bununla birlikte çiftçilerimizin sulamadan kaynaklanan elektrik, bakım ve işletme borçlarının yeniden yapılandırılmasını düzenleyen kanun yürürlüğe girmiştir. Söz konusu düzenleme üreticilerimizin üretime devam edebilmeleri için önemlidir.

İlk kez TZOB tarafından önerilen, diğer ilgili kurum ve kuruluşlarca kabul gören Su Konseyinin kurulması ve Su Yasası’nın çıkarılması konularında hızla harekete geçilerek, doğal kaynaklarımızın en iyi şekilde bir sonraki nesillere aktarılmasını ve bir tarımsal üretimin sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekmektedir.”

Of Kaymakamı Tuncay Sonel’den Kuran-ı Kerim yarışmasına katılan öğrencilere gezi ve altın ödülü

0

Haber: İlker ÇAKAN

  Trabzon-Of Anadolu İmam Hatip Lisesi tarafından düzenlenen İmam Hatip Liseleri arası Kuran-ı Kerim okuma il birinciliği yarışması yapıldı. Değişik ilçelerden 12 öğrencinin katıldığı yarışmada Akçaabat Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencisi Hacı Bayram Parmak 948 puanla birinci, Vakfıkebir A.İ.H.L öğrencisi Muhammet Saka 937 puanla ikinci olurken, yarışmanın üçüncüsü ise  936 puan alan Trabzon A.İ.H.L öğrencisi Bekir Yıldız oldu.Of Sahil Günbatımı Tesislerinde gerçekleşen yarışma Kuran- ı Kerim’i yüzünden okuma Türkiye birincisi İmam Hatip Ali Derman’ın Kuran tilavetiyle başladı. Yarışmada bir konuşma yapan Of Kaymakamı Tuncay Sonel şunları söyledi;

  “Kuran-ı Kerim’i okumanın, anlamanın ve yaşamanın herkes için çok önemlidir. Hem hem dünya için hem de ahiret için güzel işler yapmak çok önemlidir. Bu programın hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum.” Of Kaymakamı Tuncay Sonel  yarışmaya katılan tüm öğrencilere  öğretmenleriyle birlikte bir hafta sonu uçakla İstanbul’a geziye gönderme sözü verdi. Ayrıca yarışmaya katılan tüm öğrencileri, altın ve ayakkabı ile ödüllendirdi. Diğer taraftan Of esnafının katkılarıyla hazırlanan çeşitli armağanlar öğrencilere ve öğretmenlere takdim edildi.

Yoğun ilginin olduğu yarışmada, birinci olan Akçaabat Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencisi Hacı Bayram Parmak 8 Mayıs 2011’de Ordu’da gerçekleştirilecek olan Kuran-ı Kerim Bölge yarışmasında Trabzon’u temsil etmeye hak kazandı.

 

                                       

                                     Of’ta düzenlenen İmam Hatip Liseleri arası

                                     Kuran-ı Kerim okuma il birinciliği yarışması

Türkiye-Yunanistan-Bulgaristan III. Bölgesel İş Forumu hazırlıkları

0

Haber: İlker ÇAKAN

  TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Yardımcı ve DEİK-Türk-Bulgar İş Konseyi Başkanı Yalçın Egemen, Filibe ve Sofya’da temaslarda bulundu. TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Yardımcı ve DEİK-Türk-Bulgar İş Konseyi Başkanı Egemen, 17 Mart 2011 Perşembe günü Türkiye’nin Filibe Başkonsolosu Ramis Şen, 18 Mart 2011 Cuma günü ise Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi İsmail Aramaz, Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Tsvetan Simeonov, Türk-Bulgar Ticaret ve  Sanayi Odası Başkanı Zeki Bayram ile bir araya geldi.

  TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Mustafa Yardımcı; “Görüşmelerde, iki ülke ilişkilerinde son dönemde durağanlaşan ekonomik ilişkilere ivme kazandırmak üzere KOBİ’ler arasında işbirliğini artırmaya yönelik çalışmalara ağırlık vermek üzere TOBB-DEİK tarafından sektör ve bölge odaklı toplantılar düzenlendiğini” aktardı.

  TOBB-DEİK-Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odası tarafından 19 Mart 2009 tarihinde imzalanan protokol kapsamında kurulan müteahhitlik, turizm, tarım ve KOBİ’lere yönelik alt komitelerin öngörülen eylem planı çerçevesinde çalışmalar yapması hususunda mutabık kalındı. Alt yapı müteahhitlik, termal turizm, tarım sanayi başta olmak üzere, yakın dönemde Sofya’da bir toplantı düzenlenmesi hususunda ön temaslarda bulunan heyet, bu yıl Çanakkale’de yapılması planlanan Bölgesel İş Forumu’na Bulgaristan’ın da dahil edilmesi kararını muhatapları ile paylaştı. III. Bölgesel İş Forumu, Türk-Yunan-Bulgar İş Forumu adıyla düzenlenecek

error: Content is protected !!