Millî Güvenlik Kurulu) toplantısında alınan 9 maddelik kararın, 6’cı maddrsinde;
(15 Kasım 1983’de ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kuruluşu ile lgili olarak)
“Türkiye’nin uluslararası antlaşmalar çerçevesinde ve garantör ülke sıfatıyla icra ettiği Kıbrıs Barış Harekâtı sayesinde, yarım asırdır Ada’nın tamamında hâkim kılınan barış, huzur ve güven ortamının; harekâtın meşruiyetini ve başarısını tarih önünde tartışmasız bir şekilde teyit ettiği kaydedilmiştir.
Millî davamız olan Kıbrıs meselesinin, Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsü temelinde iki devletli çözüm esasına göre neticelenmesi ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası toplumun eşit bir üyesi olarak tanınması istikametindeki kararlı tutumumuzun muhafaza edileceği..”
Belirtilmiş olmasına rağmen bugün 42’ci Kuruluş yıl dönümünü kutladığımız KKTC’yi; bugüne kadar Türkiye dışında resmi olarak tanıyan hiçbir ülke bulunmamaktadır.!
Türkiye’nin büyük önem verdiği Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) üç önemli (Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan) üyesinin de;
Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile diplomatik ilişki tesis edip büyükelçi ataması, Ankara’nın Kıbrıs politikasını etkileyecek, çok üzücü ve de önemli bir adım olmuştur
KKTC’nin 42.ci kuruluş yıldönümü kutlu olsun
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya: ”Orkinos Bulut-2 Operasyonu”
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın
”Orkinos Bulut-2 operasyonu” ile ilgili açıklaması şöyledir;
“Bugün sabah, ulusal ve uluslararası boyutta uyuşturucu madde ticareti yapan ve bu suçtan elde ettikleri gelirleri aklamaya çalışan organize suç örgütlerinin üst düzey üyelerine yönelik büyük bir operasyon gerçekleştirdik.
Emniyet Genel Müdürlüğümüz ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde; EGM Narkotik Suçlarla Mücadele Başkanlığımız, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İEM Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğümüzce 5 aydır sürdürülen müşterek çalışmalar sonucu;
Orkinos Bulut-2 operasyonumuz ülkemiz sınırları içinde İstanbul merkezli; Adana, Ağrı, Aksaray, Ankara, Artvin, Bingöl, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, Hakkari, İstanbul, Kars, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Sakarya, Şanlıurfa, Tekirdağ, Tokat ve Van olmak üzere toplam 22 ilde gerçekleştirildi.
Bununla beraber operasyon öncesinde Hollanda, İran, Estonya, Slovenya, Azerbaycan, Kırgızistan, Yunanistan, Panama, Birleşik Krallık, Belçika ve Bulgaristan polis teşkilatları ile polisimiz arasında bilgi ve belge paylaşımları yapıldı.
Orkinos Bulut-2 operasyonumuz kapsamında, hedefimizde 5 ayrı uluslararası uyuşturucu organize suç örgütü vardı. Bu suç örgütlerinin “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, Uyuşturucu madde ticareti, suçtan elde edilen mal varlığı değerlerini aklama” gibi suçları işlediklerini belirledik.
Ayrıca şüphelilerin ülkemiz ve yurt dışında ele geçirilen 18 ton 129 kilogram uyuşturucu/uyarıcı maddeden ve 1 milyon 290 bin tablet uyarıcı haptan sorumlu oldukları tespit edildi.
Operasyonumuz sonucunda, F.K., A.M.G., V.G. isimli elebaşlarının da içerisinde bulunduğu toplam 138 üst düzey organize suç örgütü üyesini yakaladık.
Bu uluslararası organize suç örgütlerinin, MASAK tarafından şu ana kadar tespiti yapılan:
647 taşınmaz, 186 araç, 1 holding, 113 şirket, 1 adet kuru yük gemisi ile şüphelilerin banka hesapları olmak üzere yaklaşık 15 milyar TL değerindeki mal varlığına el koyuldu.
Emeği geçenleri tebrik ediyorum.
Uyuşturucu, İnsanlığın en büyük düşmanıdır! Buna cüret eden zehir tacirleriyle ülkemiz ve insanlık adına mücadele etmeye devam edeceğiz!”
Babam
Rahmetlik babam Prof. Dr. İbrahim Hakkı Atun bundan tam 16 sene evvel ebediyete göç etti. Ben ömrüm oldukça her ölüm yıldönümünde babamı size anlatmaya devam edeceğim.
Yazılarımı okuyanlar bilir ama ben yine de anlatayım; Babam İngiliz Sömürge döneminin yokluk yıllarının Kıbrıs’ında, Lefkoşa’daki İslam Lisesinden mezun olur. Türkiye Cumhuriyeti’nin yatılı bursunu kazanıp üniversite eğitimi için Kıbrıs’tan çıkıp Türkiye’ye gittiği yıl 1936. Uzun bir gemi yolculuğu, sonra da kara trenle Ankara’ya haftalar sonra ulaşabilmeyi başarır bu çetin yolculuğun sonunda.
Yolculuk öncesi hikayesi de önemli. Herkes gibi savaş sonrası yoksulluğu yaşayan aile, gurbete okumaya gidecek oğulları için evdeki keçiyi satar, eline harçlık verir.
Eline zar zor harçlık verip gurbete okumaya gönderdiği oğlunun bir daha hiç dönemeyeceğini düşünen nenem, doğan torununa da oğlunun adını (Hakkı) verir. Torun Hakkı (Atun) KKTC siyasetine damga vurmuş, başbakanlık, Meclis Başkanlığı gibi görevlerde bulunmuş Hakkı Atun’dur.
Ankara Üniversitesi’nde eğitime başlayan babam, lise gibi, üniversiteyi de birincilikle bitirmiştir. İkinci Dünya savaşı çıkınca Türk Silahlı kuvvetlerinde teğmen olarak Edirne’de, Bursa’da ve Kırıkkale’de görev alır.
Lise ve üniversite eğitimindeki başarısının semeresini, II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin açtığı burs sınavlarını kazanıp ABD’de Yüksek Lisansını tamamlayarak alır babam. Atatürk ile karşılaşma şansına da sahip olur, hem de birkaç kez.
Lise ve üniversitede gösterdiği başarıları, çalışma hayatında da devam eder rahmetlik babamın. 1952 yılında ABD’den Türkiye’ye geri döndükten sonra, sonradan adı “Elazığ Veteriner Kontrol Araştırma Enstitüsü”nü (EVKAE) olarak değiştirilmiş olan “Elazığ Bakteriyoloji ve Seroloji Enstitüsü”nü sıfırdan kurar Enstitü Müdürü olarak. EVKA Enstitüsü kurulduğu günden itibaren Doğu Anadolu’nun, daha doğrusu Ortadoğu’nun en önemli araştırma enstitüsü olur.
Babamın tahsil ve başarılarını duyan İngiliz Sömürge Yönetimi davet gönderip, ısrarcı olunca 1950’li yıllarda Kıbrıs’la mesleki ilişkisi başlar. Kıbrıs’taki bir salgın hastalık nedeni ile adaya çağrılan babam önce Lefkoşa’daki Laboratuvarın başına getirilir, sonra da adanın tüm ilçelerinde görev yapmaya başlar.
Kıbrıs’tan sonraki görev yeri Irak’tır. Irak’taki General Kasım hükümeti Türkiye’den ve Dünya Sağlık Teşkilatı’ndan salgın hastalık uzmanı isteyince babama Irak yolu gözükür ve babamın tayini Irak’a, Bağdat Üniversitesine çıkar.
Birkaç yıl sonra Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kuran Prof. Dr. İhsan Doğramacı babamın adını duyar, peşine düşer. Dünya Sağlık Teşkilatı tayinini Hindistan’a çıkarmasına rağmen Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın “ününüz sizden evvel buraya ulaştı. Yarın Patoloji bölümünün başkanı olarak görevinize başlıyorsunuz, odanız hazırlanmıştır” diyerek Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne davet etmesinden sonra Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde göreve başlar babam.
20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan Mutlu Barış Harekatında babam Kıbrıs’tadır. Tıp eğitimindeki bilgilerini kullanarak Mağusa hastanesinde yaralıların tedavisine gönüllü olarak koşar. Mutlu Barış Harekatı’nda arşiv niteliği taşıyacak birçok değerli fotoğraflar çeker ve Mağusa’da yaşanan olayları ölümsüzleştirir.
Mutlu Barış Harekatı sonrasında 1975 yılının Eylül ayında Ankara’ya giderek Başbakan Ecevit’le görüşür, KKTC’de kurulacak sanayinin üniversitelerden oluşması gerektiğini söyler ve KKTC’nin üniversiteler ülkesi olması için çalışmaların hemen başlatılmasını talep eder. Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin temelleri de o gün atılır.
Birkaç yıl sonra da dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kendisini “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi”ni kurmakla görevlendirir. Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kararından sonra Van Üniversitesini kurmak için yola çıkar ve Doğu Anadolu’nun en iyi üniversitesi olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni kurarak Kurucu Rektörü olur.
Başarıları yurt dışında da dikkat çeken babam Prof. Dr. Hakkı Atun, 1988 yılının sonunda yayınlanan “Dünya Bilim Adamları” biyografisinde hakkı ile yerini alır…
Başarılarla dolu yaşamı 2009 yılının 13 Kasım’ında yatağında gece uyurken sessizce son bulur. Vefalı sevenlerinin katıldığı görkemli bir törenle Gazimağusa’da ebedi istirahatgahına defnedilir.
Babam bu dünyadan göç etti gitti ama kurucusu olduğu Van 100. Yıl Üniversitesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Elazığ Veteriner Enstitüsü, Pendik Veteriner Enstitüsü gibi bilim yuvaları, KKTC’nin Üniversiteler adası olmasının fikrini ortaya atması ve adadaki eğitim kıvılcımını çakması gibi eserleri bu dünyada kaldı. Nurlar içinde uyusun, mekanı cennet olsun.
TEMAD’a açık nektup: Sessizliğiniz yürek burktu
Kamuoyuna ve TEMAD Genel Merkezineve Kırıkkale Şubesine saygıyla sunulur.
Şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin ayrılmaz bir parçası olan Jandarma Genel Komutanlığının fedakârlığıyla tarih yazmış Astsubay camiasının sesi olma iddiasındaki Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Kırıkkale Şubesi (TEMAD), önceki gün yerel basında da yer alan geçmişi şerefli, 1998 mezunu Emekli Jandarma Astsubay Yüksel Kesmeci’nin rahatsızlığı sebebiyle yaşanan ani vefatı bu misyona gölge düşürmüştür.
Önceki gün (13.11.2025) Kırıkkale’de ikamet eden emekli bir Jandarma Astsubayımız ebediyete uğurlandı.
Ancak ne acıdır ki; TEMAD Kırıkkale Şubesi, söz konusu meslektaşımızın derneğe üye olmamasını gerekçe göstererek, cenaze törenine temsilci göndermemiş, herhangi bir taziye organizasyonunda da bulunmamıştır. Bu karar; yalnızca bir ihmalkârlık değil, aynı zamanda yıllarını vatan hizmetine adamış bir meslektaşımıza karşı yapılmış büyük bir vefasızlıktır.
Bir kurumun büyüklüğü, sadece üyelerine verdiği destekle değil; camiasına gösterdiği samimiyet, aidiyet ve vefa duygusuyla ölçülür. Derneğe üyelik, bir vefayı ya da bir selâmı hak etmek için tek ölçüt olmamalıdır. Hele ki söz konusu olan; yıllarca aynı üniformayı taşımış, aynı yemini etmiş bir silah arkadaşıysa…
TEMAD’dan beklentimiz; ayrım yapmaksızın tüm astsubaylara sahip çıkması, gerektiğinde sadece üyelerine değil, tüm camiaya kol kanat germesidir. Bugün gösterilmeyen duyarlılık, yarın toplum nezdinde büyük bir güven kaybına dönüşebilir. Şimdi sormak gerekir:
TEMAD’ın tek görevi, emekli üyeleri belirli gün ve zamanlarda sokağa çağırıp pankart açtırmak, eylem yaptırmak mıdır? Eğer TEMAD gerçekten özlük haklarını korumaya çalışan bir kurumsa, bu hakları yalnızca üyeleri için mi savunur?
Haber verilmesine rağmen, Kırıkkale’deki cenaze töreninde sergilenen duyarsızlık, bu soruları beraberinde getirmiştir. Aynı üniformayı giymiş, aynı yemini etmiş bir meslektaşımızın, yalnızca dernek üyesi olmadığı gerekçesiyle görmezden gelinmesi; aidiyet duygusuna ve meslek onuruna açık bir saygısızlıktır.
Unutulmamalıdır ki; astsubaylık sadece görev süresiyle sınırlı bir meslek değil, ömür boyu süren bir kardeşliktir. Bu kardeşliğin gereği ise; sadece eylemde değil, veda günlerinde de birlik olmaktır. Dernek şahsi ikballer uğruna değil genel’in menfaatleri uğruna mücadele etmelidir. Unutulmamalıdır ki! Doymak bilmez iştahı ile kısacık insan ömrüne sığdırılmaya çalışılan kişisel hırs ve çıkarların zamanı geldiğinde sahibini de ortadan kaldıracak korkunç bir hastalık olduğunu hatırlatmakta fayda görürüm.Subay’lık ve Astsubaylık, yalnızca bir rütbe değil; ömür boyu süren bir aidiyet duygusudur.
Emekli Astsubay Yüksel Kesmeci’nin cenaze törenini organize eden Kırıkkale İl Jandarma Komutanımız J.Kd.Albay Sayın Hasan Acar olmak üzere İl Jandarma Komutanlığımızın şerefli Subay, Astsubay, Uzman Jandarma ve Uzman Çavuşlarına sonsuz teşekkürlerimizi bir borç bilirim.
https://vt.tiktok.com/ZSycCdoyf/
Prof. Dr. Temel Göktürk: “Türkiye tarımını tehdit eden kokarca böceği”
Doğu Karadeniz’den başlayarak kısa sürede Türkiye’nin farklı bölgelerine yayılan kahverengi kokarca böceği, şimdi de Bursa başta olmak üzere Marmara Bölgesi’nde tarım arazilerini tehdit etmeye başladı
Artvin’de ilk kez 2018 yılında tespit edilen kahverengi kokarca böceği (Halyomorpha halys), Karadeniz bölgesi üzerinden hızla yayılmaya devam ediyor. Türkiye’nin tarımsal üretimini tehdit eden bu zararlı, meyve ağaçları, sebzeler ve diğer birçok bitki türü üzerinde büyük zararlar oluşturuyor. Uzmanlar, zararlının yalnızca bölgesel değil, topyekûn ülke genelinde bir mücadele gerektirdiğini vurguluyor.
Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Temel Göktürk, kahverengi kokarcanın Doğu Karadeniz’den başlayıp 2018’den bu yana Türkiye’nin birçok bölgesine yayıldığını; 2025 itibarıyla Marmara (özellikle Yalova, Bursa) kıyılarında da yerleşik hale geldiğini söyledi. Göktürk, böceğin özellikle fındık başta olmak üzere birçok tarım ürününde ekonomik kayba yol açtığını, yayılmanın insan ve ticari taşıma kaynaklı olduğunu vurguladı.Prof. Dr. Göktürk açıklamasında şunlara değindi:
“Kahverengi kokarca son yıllarda Türkiye’nin baş belası haline gelmiş olan önemli bir zararlı böcek türümüz. Bu böcek türü şimdiye kadar bilmiş olduğumuz böceklerin belki de en tehlikelisi. Hiçbir zaman soyu tükenmeyen, her zaman bir sonraki yıl daha fazla popülasyon oluşturan bir tür. Bu sene yüksek miktarda popülasyon varken seneye daha yüksek miktarda popülasyon oluşturabiliyor. Böceğin tehlikesi şuradan geliyor; normalde ekonomik bir zararlı.
Yani ürünün değerini düşürecek derecede zarar veriyor. Ürünün suyunu emerek kalitesini düşürüyor ve salgıladığı salgılarla beraber ürünün acılaşmasına neden oluyor. Son yıllarda özellikle Doğu Karadeniz bölgesindeki fındık alanlarında en önemli zararlı tür haline geldi. Fındığın öz suyunu emerek acılaşmasına neden oluyor ve bu da üreticinin gelirini ciddi biçimde azaltıyor. 2018 yılında Artvin’in Kemalpaşa ilçesinde tespit edildiğinden bu yana Artvin, Rize, Trabzon, Ordu, Giresun, Samsun ve Doğu Karadeniz genelinde yayılım gösteren böcek, 2025 itibariyle Marmara’nın Yalova ve Bursa illerinde de aktif olarak yerleşmiş durumda.”
Bu böceğin taşınmasındaki en büyük etken kendi uçuşu değil, insanlar” diyen Göktürk, “Ticaret veya seyahat amaçlı araçlarla taşınarak yeni bölgelere yerleşiyor. İçinde su bulunan sebze ve meyvelerle beslenebiliyor. Bu da, Karadeniz’de fındığa zarar veren bu türün, Marmara’daki birçok ürün için de tehdit oluşturduğu anlamına geliyor. Böceğin yayılışını sınırlandıracak doğal bir faktör Türkiye’de mevcut değil. Karadeniz’den Marmara’ya, oradan Ege kıyılarına kadar yayılım göstermesi bekleniyor. 2 bin metre rakıma kadar yaşayabiliyor, bu da birçok yerleşim alanında zarar oluşturabileceğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Temel Göktürk, kahverengi kokarcanın dünya tarımı için de büyük tehdit olduğunu kaydederek, “Dünyanın birçok ülkesinde milyonlarca dolarlık zarara yol açmış bir türden bahsediyoruz. Gürcistan, İtalya ve Amerika’da fındık, elma ve mısır üretiminde ciddi ekonomik kayıplar yaşandı” dedi.
Mücadelede üç temel yöntemin öne çıktığına dikkat çeken Göktürk, “Biyoteknik (feromon tuzakları), biyolojik (samuray arıları) ve kimyasal (kışlak ilaçlaması). Ancak zamanlama çok önemli. Feromon tuzakları mayıs-haziran ve eylül-ekim aylarında, samuray arıları temmuz-ağustos döneminde kullanılmalı. Kimyasal mücadele ise asla tarlada değil, böceğin kışı geçirdiği çatı, ahır gibi kışlak alanlarda yapılmalı. Kışa yaklaşırken bu bölgelerde ruhsatlı gaz ilaçlarla toplu imha sağlanabilir.
Bir kokarcanın yılda 300-400 yumurta bıraktığı ve iki jenerasyon verdiği düşünüldüğünde, bir yıl sonunda 45 bin bireye ulaşabiliyor. Bu nedenle mücadele köy veya bölge bazında değil, tüm Türkiye’de eş zamanlı olarak yapılmalı. Benim önerim, Tarım Bakanlığı önderliğinde, valilikler, kaymakamlıklar, tarım müdürlükleri, fakülteler, sivil toplum kuruluşları ve çiftçilerin yer aldığı bir ‘Kahverengi Kokarca Mücadele Komisyonu’ kurulmasıdır.
Zamanında yapılmayan mücadele, mücadele değildir. Bu nedenle topyekûn, planlı ve ulusal bir seferberlik şarttır” uyarısında bulundu.
Şehit olan mehmetçiklerimize Allah’tan rahmet, milletimize başsağlığı diliyoruz
Azerbaycan’dan ülkemize dönmek üzere havalanan Milli Savunma Bakanlığımıza ait askeri kargo uçağının düşmesi sonucu şehit olan mehmetçiklerimize Allah’tan rahmet; kederli ailelerine, yakınlarına ve aziz milletimize başsağlığı diliyoruz.
We offer our condolences to our martyred soldiers, their grieving families, relatives, and our beloved nation, after they lost their lives in the crash of a military cargo plane belonging to our Ministry of National Defense, which took off from Azerbaijan to return to our country.
Güzel insan, sabır!
Kıymetli Başhekimim, Değerli Hemşehrim Doç. Dr. Şaban Ergene,
Bu toprakların yetiştirdiği, kalbe ve vicdana hizmet eden, özü sözü bir; Rabbiyle, bayrağıyla, vatanıyla, inancıyla, şehriyle, insanıyla barışık ve uyumlu olan herkesle empati yaparak iletişim kuran ve bu cennet vatanın her bir ferdine ayırım yapmadan hizmet etmeye çalışan, gönüllerine dokunan Kalp cerrahı Doçent Doktorum…
Doğduğun toprakların yükselen değeri Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nde 2012 yılında hizmete başladın…
İnsanların kalbine, yüreğine ve bedenine hizmet edecektin…Bu necip milletin dualarına taliptin… Çocukluğunda, gençliğinde sevgileriyle ve vergileriyle okuyup eğitim aldığındevletine, şehrinin insanına hizmet etmeye koyuldun…
İstanbul’daki eğitim ve çıraklık hayatından sonra öz toprağına, tabutumuzu inşallah sevenlerimizin taşıyacağı baba ocağına hizmet etme aşkıyla RİZE’ye geldin…
Derken; duaların yoğun ve kabul olduğu bir müessesede Başhekimlik görevi verilmişti sana… Göreve başlamanda bir ilâhî tevafuk vardı… İsmini taşıyan bereketli bir ayda; 2023 yılında üç aylarının ilki olan Şaban ayında devletimiz tarafından; Mevla’nın takdiri, büyüklerin tensibi ve ağzı dualıların hayr dilekleriyle Rize Devlet Hastanesi’nde göreve başlamıştın. Kudema olarak Bismillah ile hayr olsun demiştik.
Mesai mefhumu olmadan hastaneye gidiyordun… Yeni başlayan bir günde daha ne yapabilirim, dualarını nasılalabilirim diyordun…
Bazen sabahın ilk ışıklarında, bazen gecenin zifiri karanlığında koşardın görev yerine… Cumartesi-Pazar günü dinlenmek için hadi pikniğe gidelim, eş-dost ziyaretler yapalım, oturup bir çay içip dertleşelim dendiğinde genelde hep aynı cevabı veriyordun: Hastaneye gitmem lazım! Hizmet bekletilmez!
Yaklaşık 3 yıldır süren bu koşuşturmanda güzel izler bıraktın, hastanenin her köşesinde hizmetler yaptın, insanların gönüllerinde yer edindin… Hasta ve yakınlarını sürekli ziyaret ettin, dertleriyle ilgilendin… Kliniklerinden servis odalarına, mescidinden morguna, odalarından salonlarına, dış cephesinden otoparkına; kısacası yüzlerce personeliyle binlerce insana hizmet veren şifahanede elden geldiğince eksiği gidermek, olanı daha güzel hale getirmek için sürekli koşturdun… Şehrin sakinleriyle, kanaat önderleriyle, gönül insanlarıyla beraber oldun… Sevinçleriyle ve hüzünleriyle paydaş oldun…
Şehrin hizmet ehli varlıklı iş insanlarını hep hastaneye yatırım yapmaya yönlendirdin ve isimlerini duvarlara kazıyarak şifa bekleyenlere daha rahat ortamlar oluşturdun…
Toprak altında yatan Rize’nin manevi mimarlarına da her daim duayı eksik etmedin… Kadir kıymet bildin…
Hep söylerdin ya; fani dünyanın fani makamları tıpkı insan gibi geçicidir… Önemli olan gök kubbede hoş bir sadabırakabilmektir…
Rahmetli dedem hep aşılardı bize hizmet sevgisini ve aşkını; “Edirne’den Kars’a kadar, benim güzel bir yurdum var. İster savaş ister barış, vermem ondan ben bir karış” diyerek… Bu düsturla hep görevi ifa ettin…
Bu şehre sadaka-i cariye olacak daha nice hizmetleryapmayı beklerken, başta Mevlâ’nın takdiri olmak üzere büyüklerin talebiyle bir başka gönül şehrine; ilim ve bilimle, gönül insanı âlimler yetiştirmekle, kültürü ve iklimiyle meşhur Bitlis ilimizin şifahanelerinin başına Sağlık İl Müdürü olarak görevlendirildin…
Dilden bazı kelimeleri dökmek geliyor insanın içinden ama Hocaların hocası büyüğümüz merhum Abdullah Ustaosmanoğlu hocamızın ifadesi aklıma geliyor… Ayrılışlar genelde acıdır ve zordur ama bu tür zaman dilimlerinde hesaplaşma değil helalleşemeye öncelik vermek gerekir…
Kur’an’da haber verildiği üzere; yaratanını dahi eleştiren, kardeşinin rüyasını dahi kıskanan sefil insana değil; bir binanın tuğlaları gibi yekpâre olan, îsar ahlâkı gereği benimkisi onun olsun düşüncesiyle yeşeren kerim ve kavîminsana güvenip yol almak gerekir.. Allah’ı ve O’nun Rasûlünü razı etmek gerekir… Senin de dilinden düşürmediğin öz ifadeyle; “Güzel İnsan, Sabır! Bilen ve güren Allah var, O bize yeter!” demek gerekir…
Bu hafta Cuma günü minberlerde okunan hutbenin konusu “Vefa” idi; biz de vefa gereği hiçbir beklenti içerisinde olmadan, gönülden geldiği şekliyle bu satırları kaleme aldık… Tevafuk ki, yazıyı kaleme alırken kapıya vurup da “Hadi, öğlen okunacak..” dedin de beraber en sevimli mekana yolculuk yaptık.. Rize’de en sevimli mekanlar bir kişi eksik olacak ama eminiz ki Bitlis’te bir kişi fazla olacak…
Yolun açık olsun… Allah yar ve yardımcın olsun… Dualı insanların güzel dilekleri seninle olsun… Hayırlısıyla başladığın bu kutlu yolculuğun hayırlısıyla devam etsin…Duana talibiz; zira doktorlar, yaşarken dualı olan kişilerdir.
https://vt.tiktok.com/ZSyQvuPdv/
Kamu Yönetimi-İktisatçı: Özcan Demirbaş: “Bu toprakların geleceği için çalışanlar!”
İnsansız Hava Araçları (İHA’lar), savunma sanayiinin en hızlı gelişen ve en kritik teknolojilerinden biri haline gelmiştir. Özellikle askeri alanda, riskleri en aza indiren, maliyetleri düşüren ve uzun süreli görevleri insansız şekilde yerine getirebilen yapısıyla öne çıkmaktadır. İHA’lara olan ihtiyaç, artan asimetrik tehditler, zor erişilen coğrafyalarda gözetleme gerekliliği, personel güvenliğinin sağlanması ve sürekli veri akışının önemi gibi nedenlerle ortaya çıkmıştır.
Modern harp sahasında karar süreçlerinin hızı, doğru bilgiye erişim ve sahaya hâkimiyet, bu sistemlerin geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. İHA sistemlerinin temel çıkış noktası, yüksek riskli bölgelerde insan hayatını tehlikeye atmadan keşif, gözetleme ve istihbarat toplama kabiliyeti sunmalarıdır. Ancak zamanla teknolojik ilerlemeler sayesinde bu araçlar, yalnızca taktik amaçlarla değil, operasyonel ve stratejik düzeyde de kullanılabilir hâle gelmiştir. Bugün geldiğimiz noktada İHA’lar; hedefleme, elektronik harp, iletişim rölesi, hava sahası gözetimi ve hatta doğrudan saldırı görevleri için donatılabilmektedir.
Günümüzde savunma ve güvenlik alanında karşılaşılan tehditlerin değişen doğası, devletlerin daha esnek, düşük maliyetli ve insan unsurunu riske atmayan teknolojilere yönelmesini zorunlu kılmıştır. Bu dönüşümün en belirgin göstergelerinden biri, İnsansız Hava Araçları’nın hızla yaygınlaşmasıdır.
Özellikle savaş alanlarında bilgi üstünlüğü ve karar verme hızının belirleyici olduğu yeni nesil çatışma ortamlarında, İHA’lar kritik bir rol üstlenmektedir. Ancak sistemlerin gelişimi, hava sahası entegrasyonu, veri güvenliği, uluslararası hukuk ve etik boyutlarını da beraberinde getirmiştir.
Bu nedenle İHA’lar sadece bir teknoloji değil, aynı zamanda bütüncül bir savunma konsepti olarak ele alınmaktadır. İnsansız Hava Araçları, modern savaş konseptinin vazgeçilmez unsurları hâline gelmiş, durumsal farkındalığı artırarak sahada kontrol üstünlüğü sağlamıştır. Gelişen yapay zekâ, otonom sistemler ve entegre komuta-kontrol ağları ile bu araçların gelecekteki önemi daha da artacaktır.
Savunma Güvenliğinde yeni paradigma şüphesiz İHA Sistemleridir. İnsansız Hava Araçları sadece teknik bir ürün değil,çağdaş güvenlik yaklaşımlarının değişen doğasına verilen sistematik ve stratejik bir yanıttır. Bu araçlar sayesinde durumsal farkındalık üst seviyelere taşınmakta, karar süreçleri hızlanmakta ve sahadaki hâkimiyet artırılmaktadır. Önümüzdeki dönemde İHA sistemlerinin yapay zekâ destekli otonom kabiliyetlerle daha da gelişerek, hava gücünün en önemli bileşenlerinden biri olacağı öngörülmektedir.
İHA sistemleri son derece önemli başarılı faaliyetler gerçekleştirmiş, durumsal farkındalığı geliştirerek bir öğreti halini almıştır. Gelişen ve değişen şartlar, teknolojiyi ileri boyuta taşımış, yerli ve milli üretim olan Aerostat sistemi ortaya çıkmış ve farkındalık boyutunda yeni bir çığır açarak nihayetinde “Alan Farkındalığını” yaratmıştır.
“Türkiye’nin savunma sanayiinde yerli ve milli üretim vizyonunun bir göstergesi olan GÖKÇERİ aerostat sistemi;operasyonel uygulamaları sayesinde durumsal farkındalık seviyesinden alan farkındalığı aşamasına geçişi mümkün kılarak, sınır güvenliği, istihbarat toplama, afet sonrası iletişim altyapısı ve kritik bölge gözetimi gibi görevlerde kesintisiz, uzun süreli ve yüksek irtifalı izleme imkânı sunarak, Türkiye’nin stratejik savunma kabiliyetlerine doğrudan katkı sağlamaktadır.
TÜRKPORT Savunma Şirketi tarafından geliştirilen GÖKÇERİ, 8 yıllık Ar‑Ge çalışmalarının nihai ürünü olarak 22‑27 Temmuz 2025’te IDEF 2025 fuarında ilk kez kamuoyuna tanıtıldı. Sistem, 120‑1.200 metre irtifada operasyona uygun şekilde tasarlandı. GÖKÇERİ’nin ilk versiyonları 10 gün havada kalabilirken, gelişmiş modellerde bu süre 18 güne kadar çıkabiliyor. GÖKÇERİ gözetleme, kritik tesis güvenliği, afet sonrası mobil iletişim altyapısı, elektronik harp, istihbarat dinleme ve alçak irtifa radar destek görevlerinde kullanılabilir kapasitededir.
GÖKÇERİ, Türkiye’ye özgü üretim altyapısı ile dışa bağımlılığı azaltırken, uluslararası arenada rekabet avantajı kazandırmaktadır. İsrail basınında “stratejik koz” şeklinde değerlendirilmiş olup, bölgesel istihbarat ve sınır güvenliği alanlarında üstünlük sağlayacağı vurgulanmıştır.
Bu haberlerde sistemin Türkiye’ye istihbarat avantajı, sınır güvenliğinde stratejik rol ve uluslararası pazarda güç sağlayabileceği yönünde ifadeler yer almıştır.
https://vt.tiktok.com/ZSyQpaeyb/

Dr. Aziz Armutlu: “Rekreasyon ve Spor Tedbiri” önerisi
Siirt Üniversitesi tarafından “Bilimin Işığında Aile” temalı sempozyum, 30-31 Ekim 2025 tarihlerinde Siirt’te düzenlendi. Sempozyumun, akademisyenlerin, lisansüstü öğrencilerin ve araştırmacıların bildirileriyle farklı bakış açıları ve konu temaları üzerinden bilime önemli katkılar sunduğuna inanıyorum.
Bu kapsamda düzenlenen sempozyuma, “Kurum Bakımı Öncesi Son Adım: 5395 Sayılı Kanun Kapsamındaki Danışmanlık Tedbirinin Etkinliğini Güçlendirme ve Sosyal Adalet Perspektifinden Değerlendirme” başlıklı bildiriyi sunma imkânım oldu. Bilindiği gibi 5395 sayılı Kanun kapsamında çocuk mahkemelerince bakım, barınma, sağlık, eğitim ve danışmanlık tedbirleri verilmektedir.
Danışmanlık tedbiri, çocuğu ve ailesini destekleyerek suçun tekrarını önlemeyi amaçlayan psikososyal bir hizmettir. Bu tedbirin sosyal adalet perspektifiyle güçlendirilmesi, yalnızca bireysel değil toplumsal iyileşmenin de anahtarıdır.
Çalışmanın amacı, 5395 sayılı Kanun kapsamındaki danışmanlık tedbirinin uygulanma sürecinde karşılaşılan yapısal, kurumsal ve mesleki engellerin tedbirin etkinliği üzerindeki etkilerini; güçlendirme yaklaşımıyla yürütülen danışmanlık tedbirinin çocukların psikososyal gelişimi ve aile içi etkileşimleri üzerindeki farklarını; ayrıca sosyal adalet perspektifinden uygulanan danışmanlık tedbirinin, çocuklar ve ailelerin sosyal hizmetlere erişiminde eşitlik ve katılım düzeyini incelemektir.
Bulgular, uygulayıcıların yoğun iş yükü, mesleki süpervizyoneksikliği ve kurumlar arası koordinasyon sorunları gibi yapısal engellerin danışmanlık tedbirinin güçlendirme amacına ulaşmasını zorlaştırdığını; ayrıca hizmete erişimdeki eşitsizliklerin sosyal adalet ilkesini zedelediğini göstermektedir.
Danışmanlık tedbirinin etkinliğinin artırılması için düzenli süpervizyon mekanizmalarının kurulması, çocuk ve ailenin aktif katılımını sağlayacak modellerin geliştirilmesi ve kapsamlı göstergelerle ölçüm yapılacak yeni bir değerlendirme çerçevesi önerilmiştir. Bunun yanında danışmanlık süreci ölçülebilir göstergelerle izlenmeli; ayrıca uygulama rehberinin hazırlanmasının yanı sıra kullanılan standart formlar geliştirilerek tüm kurumlarca eşzamanlı biçimde kullanılmalıdır.
Ülkemizde faaliyet gösteren üniversitelerin “Rekreasyon” bölümü mezunlarının bu kapsamda değerlendirilmesi önemli bir imkândır. Alanında yetişmiş nitelikli kadrolarla danışmanlık tedbiri desteklenirse hem çocuğun hem de ailenin psikososyal gelişimine katkı sağlanacağı değerlendirilmektedir.
Bu kapsamda spor, sanat ve kültür etkinlikleri danışmanlık planına entegre edilmelidir. Konuyla ilgili yapılan çalışmada Dursun ve Atamtürk (2023), çocukların boş zamanlarını nitelikli değerlendirmelerinin temel bir hak olduğunu ve bu sorumluluğun öncelikle ebeveynlere ait bulunduğunu belirtmektedir. Ancak korunma ihtiyacı olan çocukların, ailelerinin bu sorumluluğu yerine getiremediği durumlarda risk altında oldukları sonucuna varılmış ve “rekreasyon ve spor tedbiri” önerilmiştir.
5395 sayılı Kanun’da bu çocuklara yönelik rekreasyonel ve sportif faaliyetleri kapsayan özel bir tedbir bulunmamaktadır. Bu nedenle “rekreasyon ve spor tedbiri” eklenerek çocukların ilgi ve yeteneklerine uygun etkinliklere katılımı sağlanmalı ve süreç Gençlik ve Spor Bakanlığı’nca koordineli biçimde yürütülmelidir. Bu doğrultuda, çocukların sağlıklı gelişimlerinin desteklenmesiyle birlikte riskli davranışlardan korunmalarının da mümkün olacağı öngörülmektedir.
Araştırmacılara imkân sağlayan sempozyum düzenleme ve bilim kuruluna; katılım sağlayan lisansüstü öğrencilere, akademisyenlere, ilgi duyan araştırmacılara, sempozyumda görevli öğrencilere ve Siirt Üniversitesi ailesine teşekkür ediyorum.













