Görev yaptığım ilçe, çevrecilik kisvesiyle
zaman zaman protestolara maruz kalmaktadır. Protesto kavramının vatandaşa
tanınmış en demokratik haklardan birisi olduğu konusunda şüphem yok. Çünkü
idarecilere kendilerini yönetme hakkını veren halkın, gerçekleşmesini
istemediği bir hususta sesini duyurabilmesinin en etkin yollarından birisi
protesto eylemine girmektir. Ancak demokrasi ile yönetilen hiçbir devlet
vatandaşına sınırsız protesto hakkı tanımaz. Çünkü demokrasinin diğer bir gereği olarak bir hak başka bir hakkın sınırlarını işgal etmemeli, onun kullanımını
engellememeli. Bu yüzden protesto hakkı da tıpkı diğer demokratik haklar gibi
somut bir çerçeveye oturtularak sınırlandırılmıştır.
Ancak benim asıl üstünde durmak istediğim
konu protesto hakkı değil, çevrecilik. Konuya girmeden önce şunu söylemeliyim
ki Karadeniz Bölgesi gerçekten de halk arasında söylendiği şekliyle dünyanın
cennet köşelerinden bir tanesi. Burada Allah vergisi her şey muhteşem. Allah
vergisi’ ibaresini özellikle kullandım. Çünkü biz insanoğlunun yaptıkları
maalesef o kadar güzel değil.
Güzel yapamadığımız, çevrecilik bilincine
tamamen zıt hususların başında yapılaşma geliyor. Hem şehirlerde hem de
köylerde yapılaşma felaket bir durumda. Çevreyi bu felakete sürüklemede
sorumluluk hem devlete hem de vatandaşa ait. Devlet bir yandan kendi binalarını
yıllardan beri şehircilik standartlarına, çevreye ve doğaya uyumsuz yaparken
diğer yandan vatandaşı güzel, doğaya uyumlu yapılaşmaya teşvik konusunda ve
yapılaşmayı denetim noktasında üzerine düşeni yapmadı.
Vatandaş ise doğal olarak denetim olmayınca
ev yapma konusunda bildiğini okudu. Ancak bildiğini okuma noktasında, eski
kuşaklara haksızlık yapmama adına, onlarla yeni kuşak nesilleri yani kendimizi
ayırmamız gerekiyor. Çünkü dedelerimiz, nenelerimiz evini yaparken şaşılacak
derecede estetik, güzel, doğayla barışık yapmış. Peki ya biz? Tabiri caizse
gecekondu gibi, yangından mal kaçırır gibi, çirkin, plansız, betonarme evler
yapmışız ve yapmaya devam ediyoruz.
Vatandaşa
neden böyle ev yapıyorsunuz be mübarek’ diye sorduğum zaman bahane olarak en
çok arazi kıtlığından dolayı böyle ev yaptıklarını söylüyorlar. Tabi bunu
ormanların içinde yükselen beşer altışar katlı evler için söylüyorlar. Her ne
kadar bu gelişmiş devletlerde kabulü imkânsız bir bahane olsa da biz kabul
ettiğimizi varsayalım. Peki çirkin, beton evlere ne demeli? Kimse maddi
imkânsızlıklardan konuşmasın. Çünkü evlerin içini de biliyorum. Ayrıca atalarımızın
maddi durumları bizden daha iyi değildi. Ama onların yaptıkları adeta sanat
eseri gibi. Ya imara, plana aykırı, yola sıfır hatta kimi zaman yolun içinde
yapılan evlere ne cevap vereceğiz.
Bu durum halen çözülmüş değil. Vatandaş
estetikten yoksun bir şekilde betonarme evlerini yapmaya devam ediyor. En
üzüldüğüm nokta ise çevreyi koruma adına protesto eylemlerine girişenler de
aynı zihniyetle ormanları yara yara çevrecilik bilincinin tam zıddına yapılaşmadan
geri durmuyor. O zaman insan ister istemez çevrecilik kisvesiyle yapılan
protesto eylemlerinin samimiyetini sorguluyor. Çevrecilik üzerine
değerlendirmelerim ileriki yazılarımda devam edecek